Kategoriler
Tasarım

Arrival – Bu Dünyaya Neden Geldiler?

Bu dünyaya neden geldiniz? Arrival yani “Geliş” filminin görünüşte cevabını aradığı soru bu. Afişinde bile görüyoruz bu soruyu. Neden buradalar? Uzaylılar. “Arrival” uzaylılarla ilgili yapılmış sayısız bilim kurgu filmlerinden biri. Ama onu diğerlerinden ayıran en önemli özelliği sorduğu sorulara yüzeysel cevaplar aramaması. Bu cevapları biz de arayacağız ama önce kısaca filmin konusunu anlatayım.

Dünya’nın 12 farklı bölgesine UFO’lar yani tanımlanamayan uçan nesneler inmiştir. Dolayısıyla da bu durum dünyanın pek çok yerinde paniğe yol açmıştır. Çünkü biz insanlar böyleyizdir. Bir şeyi tanımlayamayınca hemen paniğe kapılırız. Tabi hepimiz değil. Mesela bu hikayenin kahramanı Dr. Louis. Kendisi dünyanın önde gelen dilbilimcilerinden biridir. Bundan sonrasını tahmin etmek zor değil. Evinize dilini bilmediğiniz misafirler gelince doğal olarak bir tercümana ihtiyaç duyarsınız. İşte filmimizde insan dışındaki bu akıllı canlı türüyle iletişim kurma görevi Dr. Louis’in de dahil olduğu bir grup bilim insanına verilir. Bu bilim insanları uzaylıların dilini çözüp onlara herkesin merak ettiği o önemli soruyu sormaya çalışacaktır: “Bu dünyaya neden geldiniz?”

Bu noktadan sonra yapacağım açıklamalar filmi izlemeyenler için ipuçları içerebilir ve bazılarınızın izleme keyfini bozabilir. O yüzden bundan rahatsız olabilecek kişilerin filmi izledikten sonra devam etmelerini tavsiye ederim. Ama hemen baştan belirteyim bu bir film tanıtımı ya da eleştirisi filan olmayacak. Bir filmden yola çıkarak zamandan, bellekten, algıdan söz edeceğiz. Uzaylıların tasarım anlayışına bir göz atacağız.

Uzay gemilerinden başlamak istiyorum. Tasarımları sizin de ilginizi çekti mi? 15 Eunomia adında bir asteroidden esinlenilmiş. Ben sembolik olarak bunları “Babil Kulesi”ne benzettim. Bu kule dünyadaki yüzlerce dilin kökenini açıklamak amacıyla kullanılır. Bu filmdeki en önemli temalardan biri de dil. Uzaylıların dilini çözmeye çalışıyoruz. Hatta önce “silah” zannettiğimiz şeyin sonradan aslında bizatihi “dil”in kendisi olduğunu anlıyoruz. Çok anlamlı bir yanlış anlama. Dil dünyanın en güçlü silahı olabilir. Oysa uzaylılar bunu bize bir hediye olarak sunuyorlar.

Bu hediyeyle yani dil yoluyla anlatmak istedikleri asıl şeyse zamanın lineer olmadığı. Ne demek zamanın lineer olmaması? Biz insanlar zamanı nasıl düşünürüz? Bir geçmişimiz vardır. Geçmiş, bildiklerimizdir. Ve bizler de geleceğe doğru ilerleriz. Gelecek bizim için bilinmeyendir. Hatta zamanın simetrik olmayan, tek yönlü bu lineer yapısına 1928 yılında yazdığı “The Nature of the Physical World – Fiziksel Dünyanın Doğası” kitabında astronom Arthur Eddington “zamanın oku” adını vermiştir. Bu konsept daha sonra zamanın termodinamik oku, kozmolojik oku, radyasyon oku, nedensellik oku, parçacık fiziği oku, kuantum oku, oku, oku ,oku ve nihayet psikolojik ya da algısal oku olarak genişletilmiştir. Zihnimizde bilinenden bilinmeyene doğru yönelmiş algısal bir zaman oku var. Bu film bize daha derin bir katmanda bunu sorgulatıyor.

Bizler zamanın gözlemcileriyiz. Yaptığımız gözlemlerle, düşünme biçimimizle içinde yaşadığımız toplumun, onun kültürel kodlarının ve dolayısıyla konuştuğumuz dilin yakından bir ilgisi var. Evet konuştuğumuz dille zamanın bir ilişkisi var. Mesela Türkçe konuşan insanlar olarak size soruyorum. Gelecek sizce önümüz müdür arkamız mı? Peki ya geçmiş? Şarkılarımıza bile geçmiş: “gelecek günler sonsuz önümüzde.” Oysa And dağlarında yaşayan Aymara insanlarının dilinde bunun tam tersi. Onlar geçmişi “önde” geleceğiyse “arkada” algılıyor. Çince’de “yarından sonraki gün” için kullanılan 後天 sözü “gün arkası” anlamına da geliyor. “Dünden önceki gün” için kullanılan 前天 sözüyse “ön gün” olarak da çevrilebilir. Hintçe’de daha pratik bir çözüm üretilmiş. Hem dün hem de yarın için aynı kelime kullanılıyor: कल “kal” diye okunan bu kelimenin anlamı şu andan bir gün uzakta demek. İster geleceğe doğru, ister geçmişe. Yani zamanı nasıl algıladığımızı öğrendiğimiz ve kullandığımız dil doğrudan etkiliyor.

Arrival filmindeki uzaylılar da hiç şüphesiz farklı bir kültürel ortamda yetişmişler. Dolayısıyla konuştukları dil ve kullandıkları alfabe de buna göre oluşmuş. Dilin tasarımı dikkatinizi çekti mi? Tümüyle dairesel. Japon kaligrafisindeki “enso”ya benziyor ki o şekil de aydınlanmayı, evrenselliği sembolize eder. Daha önceki bir videomda dünyanın ortak dilini emojilerle kurma çalışmalarına başladığımızı söylemiştim ama bu arkadaşlar daha da ileri giderek evrensel bir dil geliştirmişler. Kainatın dili. Bu dilin cümleleri dairesel. Çünkü içinden çıktığı uzaylı kültürü zamanı bizim gibi bir ok olarak değil de daire olarak görüyor. Onlar için gelecek de geçmişten farklı değil. Geçmişi, şimdiyi ve geleceği aynı anda görebiliyorlar. Bu bildiğiniz “zamanda yolculuk” filmlerinden biri değil. Zamanda seyahat etmeye gerek yok çünkü uzaylılara göre gelecek de zaten yaşandı. Sadece biz insanlar bunu göremiyoruz ve dolayısıyla hatırlayamıyoruz.

İşte bu son derece estetik yazıyı buna göre tasarlamışlar. Logogramlarla yazıyorlar. Alfabe ve hece yazısı olan bizim fonogramlarımızın aksine herhangi bir sesi veya heceyi değil doğrudan bir ifadeyi anlatıyorlar. Çince karakterler, Japon kanjileri, Mısır hiyeroglifleri gibi. Bizdeki söz uçar yazı kalır prensibindeki gibi konuşmanın aksine uzaylıların kullandığı bu logogramlar zamansız. Tıpkı uzaylıların gemileri ve vücutları gibi yazılı dillerinin de ne başı ne de sonu tam olarak belli değil. Biz başımıza gelenleri yazınca buna tarih diyoruz ya bunlar hem başımıza gelenleri hem de gelecekleri yazabiliyorlar. Linguistler buna non-lineer ortografi diyor. Bu tür bir yazıya bizim kültürümüzde bir isim konsaydı ne olurdu acaba? Durun bir dakika. Bunun için zaten bir kelimemiz var: alın yazısı.

Uzaylılar alın yazısını okumayı sökmüşler. Yazmayı da başarmışlar. Şimdi de bize öğretmeye gelmişler. Bunu nereden mi çıkartıyorum? Filmin en başından. Kahramınımız ne diyordu?

“Bellek tuhaf bir şey. Hiç düşündüğüm gibi işlemiyor.”

Zamanla çok bağımlıyız. Onun düzeniyle. Daha bu ilk cümleleri işitip görüntüleri görmeye başladığımız anda uygulamalı olarak bir tuzağa yakalanıyoruz. Eğer iki görüntü arka arkaya gösterilirse öncekini doğal olarak geçmişte yaşanmış gibi algılıyoruz. Oysa filmde bu sahneler gelecekten alıntılanmış. Filmlerde geçmişi hatırlama yani flash back sahneleri vardır ya. Bu filmdeki o sahnelerde kahramınımız geleceği hatırlıyor. Çünkü uzaylıların getirdiği mesajı, dili ilk çözen kişi o. Bunu çözdükten sonra yaşadığı aydınlanma sonucunda artık gelecek de geçmiş de onun için bir. İzleyici olarak bizim bunu fark edebilmemiz çok zor. Çünkü biz lineer zaman anlayışımızla kıskıvrak bağlı durumdayız.

Aslında bir yerde bu konuyu tam da gözümüzün içine sokuyorlar. Sapir-Whorf hipotezinden bahsediyorlar.

Bu filmde zamanda fiziksel olarak değil algısal olarak bir yolculuk yapıyoruz. Film Max Richter’in muhteşem bir bestesi eşliğinde gelecekte açılıyor. Ve kahramanımız bize üç dakika sonra kendi hikayesinin sonunu söylüyor. Filmin adapte edildiği eserin adı “Hayatınızın Hikayesi.” Karakterimizin hayatının hikayesini, onun yaptığı hayat yolculuğunu adım adım ve lineer olarak değil de karmaşık bir sırayla görüyoruz. Tıpkı uzaylıların alfabesindeki tasarımlar gibi. Karmaşık bir sırayla ama dairesel. Filmin bana göre en derin anlamı olan ve henüz üçüncü dakikada görmemize rağmen filmin son sahnesi olarak kabul edebileceğimiz adeta hayatımızı sembolize eden dairesel bir koridorda yapılan şu yürüyüş. Hayatımızın hikayesi.

Hayatımızın cümlelerini bir bütün olarak kuruyoruz. Belki de her şey çoktan yaşandı ve bitti. Ama biz böylesi bir üst düzey algılamaya henüz sahip değiliz.  Bunun için yeni bir dil öğrenmeliyiz. Uzaydan ya da bilmediğimiz yerlerden gelen mesajları görmeye ve çözmeye çalışmalıyız. Ve bir gün uzaylıların bizi ziyaret etme ihtimalinden ve bu ihtimalin gerçekleşmesi halinde onlara soracağımız “bu dünyaya neden geldiniz?” sorusunu onlara sormadan önce kendimize sormalıyız: “bu dünyaya neden geldik?”

“Arrival – Bu Dünyaya Neden Geldiler?” için 12 yanıt

İkra ile başlayan fatiha ile biten ve biten fatiha’nin aslında bir başlangıç olması… Bana göre sorunun cevabı buralarda.

Aslında her şey ne olup biteceğini çok iyi bilir. Sadece biz canlılar veya insanlar, bir olayın bir andan ibaret olduğunun, geleceğin geçmişin ve yaşanan andan ibaret olduğunu zannederiz veya öyle algılamaya çalışırz. Oysaki en basit halde düşündüğümüz zaman atomlara kadar insek düşünsek. Bir atom her şeyi bilir. Daha doğrusu bilmeli, Nasıl mı ? Atomun geleceği veya geçmişi bilmesine gerek yok sadece kabiliyetlerini bilir, dışarıdan aldığı etkilerde ne tepki vereceğini veya tepkisiz durumda sistemin nasıl çalışması gerektiği bilir veya bildiğini zannederiz. itiraf etmeliyim ki benimde kafam karıştı. O yüzden şunu diyebilirim ki canlıyız ve çok acaip bir kavram okyanusunun içinde yönümüzü bilmeden gidiyoruz. Gitmek zorundayız

Çünkü bilinç dediğimiz şey atomlarımıza bağlı durumda. Bilinç dediğimiz kavram bilimsel olarak bulunabilmiş bir şey değil. Eğer birisi hiç bir hareket yapmadan bir nesneyi hareket ettirebilseydi, biz o kişiyi ilah olarak kabul edebilirdik. Ama ne yazık ki insanlar bilinç dediğimiz ve nerede olduğu bile açıklanamayan bu şey ile beynimiz vasıtası ile vücudumuzu yani atomlarımızı hareket ettiriyoruz. Ve bu çok normal bir olay. Çok basit gözüken zor soruları cevaplandıramıyoruz. İçinde oturduğumuz bilinç kokpitinin nerede olduğunu bilmiyoruz. Bu yüzden sadece maddeler sadece ya vardır yada yoktur. Düşünceler ise yaşarlar.

Bunlara bana göre anlamlı başkalarına göre laf kalabalığından ibaret olabilir.

Barış abi yaptığın iş gerçekten çok mükemmel. Eğer yapılan iş kendine tekrar baktırıp düşündürebiliyorsa ve yeni kapılar aralayorsa, artık bir sanat eseridir. Çok teşekkürler..

Mükemmel bir yazı yazdın kardeşim. Barış abinin dediklerinden sonra senin yazdıkları okumak ayrı bir keyif verdi. Keyif verdi olmadı ”bilinç” verdi diyeyim. 🙂

Barış abi, ayrıca belirtmek isterim ki bizim toplumda önümüze bakalım yani önümüz gelecek demek bunu biliyoruz tamam ama Çinliler neden arkaya gelecek, öne geçmiş diyor diye bakarsak önce geçmiş yaşandığı için düne ön, sonra gelecek yaşandığı için yarına da arka diyorlar diye düşünüyorum.
Ve en zor soruyu sorup kaçıp gittin Barış abi. Ben daha çözemedim. Bir ipucu verseydin en azından 🙂

Arapça “ه ” harfi yuvarlak. Bizde “O”..
Bir zamanlar söz ve yaşamımız konusuna baya dalmış hatta o daldan düşmüş yani beynimi fazla yormuş kafam sallanmıştı..soluğu acil hastanede almış hiç bir şeyin yok denmişti.. daha sonra bunu bıraktım.. gerçekten söz bizden bizler sözdeniz. Ol denmiş olmuş..
Örnek vereyim..
Yor.. Yorma!
Yorma beyinde olur.. Güzeli güzel yorma mesela..
NapıYORsun.. GeliYORum..
YORum at!
Kafam YORgun YORum atamam!
Gerçekten yoran yorulan yorduran beyindir.. Yoran beyinler.. Yorulan beyinler..
AN
Eski dilde “ang” genizden gelen ses ile..
İki tarla arasındaki hukuki sanal çizgi.. Geçmişle gelecek arasındaki ortak nokta..
Anlaşma.. Ortak barış noktası..
Kimine göre fizik.. kimine göre doğa.. Kimine göre tesadüf.. Bana göre Hü-O anlaşalım diye bize AN’lar ortak noktalar vermiş.. İki tarla arasındaki çizgi kadar yeri bizden alıp bize vermiş..Neden? Anlaşalım diye..Anımızı paylaşalım diye.. Paylamadan sevgiyle paylaşalım diye..

Merhabalar.
Bu filmi izledikten sonra bu video ile karşılaşmıştım ve ara sıra yine bu videoya, filmin bana hissettirdiklerine ve sordurduklarına düşüyorum. Bu süreci çok seviyorum.
Şu sıralar matematik felsefesi konusunda bir tez yazmaktayım. Oradan oraya sürüklendiğim sorular ve cevaplar eşliğinde “Zamanın Algısal Oku” kavramı tezimde bahsetmek istediğim bir konuya dönüştü. Bu dönüşümden sizin de haberdar olmanızı istedim. Ayrıca bu konuyla alakalı edindiklerinizden ve düşüncelerinizden tezimde yer vermek için naçizane sizden izin istiyorum.
İlham olduğunuz için çok teşekkür ederim 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir