Kategoriler
Sinema

Başlangıçlar ve Sonlar

“Bir varmış, bir yokmuş” diye başlar bizde masallar. Bir şeyin başlangıcına ve sonuna dikkat eder misiniz? Benim çok dikkatimi çeker. Başlangıçlar ve sonlar önemlidir.

Hani bazen bir kitabı elinize alırsınız ve sabırsızlıkla acaba sonunda ne olacak diye düşünürsünüz ya. Hatta dayanamayıp sayfalarını çevirip en sonunu okursunuz. İşte bunu yapmayın. Onun yerine kitabı yavaş yavaş bile olsa okuyun, bitirin. Bitince başını tekrar okuyun. Başlangıcıyla bitişi arasındaki farka ya da benzerliğe dikkat edin.

Gelin bunu film şeklinde anlatılan bir hikayede inceleyelim. Daha önce seyretmediyseniz bile “spoiler yok” merak etmeyin! “Gone Girl – Kayıp Kız” filminin başlangıcını görelim. Adı “Kayıp Kız” olan bir filmin başlangıcında ne görmeyi beklersiniz?

Peki ne görüyorsunuz? Ne düşünüyor acaba? Ne hissediyor? 2 saat boyunca onun hikayesini izleyeceksiniz. İşte ben diyorum ki film bittikten sonra bu başlangıca tekrar dönüp bir bakın. Aslında bu film için bunu yapmanıza gerek yok. Çünkü filmin yönetmeni David Fincher sizin için zaten yapmış. Filmi başladığı gibi bitirmiş. Aynı kızı, aynı açıyla tekrar görüyoruz. Yani neredeyse aynı. İki görüntüyü yan yana koyup baktığınızda bir şeylerin değiştiğini fark ediyorsunuz.

Aslında değişen iki şey var. Karakter hikayedeki yolculuğunun başındaki aynı kişi değil artık. Başından geçen şeyler onu değiştirdi. İkincisi sizi de değiştirdi. Ona bakış açınız değişti. Başlangıçta onu tanımıyordunuz, artık biliyorsunuz, daha farklı görüyorsunuz. Aynı resim bile olsa ona iki farklı zamanda baktığınızda aslında zihninizde iki farklı anlam oluşuyor.

Buna benzer daha pek çok film var. “Kayıp Kız”a ismiyle de benzeyen “Kayıp Otoban” gece bir otobanda başlar ve otobanda biter. “Makinist”de kahramanımızı camın arkasından görürüz. “Baba” filminde cam da yoktur ama açı aynıdır. “Gizemli Tren”de de açı aynıdır ama trenin yönü değişir. Başlangıcı ve bitişi neredeyse aynı olan daha pek çok hikaye var.

Bazen başlangıçlar ve sonlar aynı olmaz. Ama sadece bu kısımları yan yana getirdiğinizde bile bir hikaye oluşur. En sevdiğim filmlerden Gattaca hikayesini mikro bir alemi göstererek başlar ve makro alemle bitirir. David Fincher’ın bir başka filmi “The Social Network”ün başında gayet sosyal bir ortamda gördüğümüz karakter, Facebook’un kuruluş hikayesinin ardından filmin sonunda tek başınadır. Sadece bu iki kare sizce de filmi özetlemiyor mu? Daha önce “Ex Machina” filmindeki aynalar ve yansımalardan söz etmiştim. Filmin başına ve sonuna bakın. “Whiplash”in başında tek başına davul egzersizi yapan kahramınımız, filmin sonunda artık bir grubun içindeki yerine kavuşmuştur. “Birdman”in başı ve sonu sanki aynı zamandadır. “The Fall – Düşüş” bir insanın sudan çıkmasıyla başlar ve suya düşmesiyle biter. “Black Swan – Siyah Kuğu” siyah başlar ama beyaz biter.

Hani bizde divan edebiyatında sanatlar vardır ya “tenasüp sanatı” gibi. İşte böylesine birbiriyle uyumlu, mütenasip kareler bunlar. Bazıları daha derin analizleri de hak ediyor. Klasik bir western filmi olan “The Searchers – Çöl Aslanı” gibi. Daha önce başka bir videoda anlattığım gölgelerin gücünden faydalanarak başlıyor. Bir silüet var karşımızda. Bu tür filmlerde “vahşi batı” diye bir tabir vardır. Bu karedeki renkli alanlar işte o vahşi denilen topraklar. Onların ortasında kurulmuş bir kulübenin, yani medeniyetin ya da medeniyet deyince akla gelen batının perspektifinden bakıyoruz önce. Yani karedeki renkli alanlar “vahşi” ise gölgeli alanlar da “batı” olmuş oluyor. Kahramanımızın yolculuğu işte bu vahşi topraklardan evcilleştirilmiş alana doğru başlıyor. Önemli olan nasıl bittiği. Filmi hiç izlemeseniz bile yorumlayabilirsiniz artık.

Başladığı gibi biten hikayeleri özellikle sevmişimdir. Karakter bir yolculuğa çıkar, başına türlü şeyler gelir, bunlarla etkileşime girer, bu esnada kendisi de değişir, dönüşür ama sonra yine aynı noktaya geri döner. Nokta aynı gibi gözükse de aslında değildir. Size de bir gezegenin güneş çevresindeki hareketini ya da bir elektronun atom çekirdeği çevresindeki hareketini hatırlatmıyor mu bu? Dünya her yıl güneşin etrafında dönerek yörüngesinde aynı noktaya geri dönüyor gibi gözükür ama gerçekte hiç bir zaman aynı noktaya geri dönmez.

Onun üzerinde yaşayan biz insanlar da öyle. Zaten hep söylemişimdir, insan küçük bir dünya, dünya büyük bir insan gibidir diye. Hayatımızın içinde pek çok daire vardır ve bunlar tamamlandıkça başlangıca geri dönmüş gibi hissederiz. Ama bir şeyler değişmiştir, değişmelidir.  Hepimiz kendi hikayelerimizin kahramanıyız. Bizim için hayat hikayesi gözyaşlarıyla başladı ve başkaları için gözyaşlarıyla bitecek. Ya da şöyle söyleyelim. Başkalarını gülümseterek başladı ve umarım bizi de gülümseterek biter. Ama biz masalların sonunu daha en baştan biliyoruz zaten değil mi? O yüzden hepsinin başında demiyor muyuz “bir varmış, bir yokmuş…”

“Başlangıçlar ve Sonlar” için 2 yanıt

Abi, tüm videolar çok güzel de) Bunun ne alakası var?! diye düşündüm) ve ilk yorumumu atayım dedim:

Jim Carry adında bir artist var ya, o tüm filmlerinde önce bir yaşamını gösterir, sonra da başına işler geldikten sonra farklı bir halinde (zenginleşir, herşeyiniz kaybeder, yaratanla yerini değişir ya da neyse) aynı durumlar karşısına çıkıyor. İşde adamın tüm filmlerini bu yüzden çok merakla izliyorum.

Azerbaycandan sayğılar, sevgilerle!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir