Kategoriler
Sinema

Gerçek Jenerik, 90 saniyede anlatılan hikaye

Dizi jenerikleri ikiye ayrılır: “Şuradan güzel bir font seç de dizinin adını yazıp bir döndürelim” mantığıyla hazırlanmış jenerikler; ve sanat eserleri. Gelin biz bu ikinci grup hakkında biraz konuşalım.

“True Detective – Gerçek dedektif” dizisi televizyon için yapılan en iyi dizilerden biri. İlk sezonu, 8 bölümlük bir diziden çok 8 saatlik bir film kalitesindeydi. Dizide ilgimi çeken özelliklerden biri, gerçekten çok kaliteli hazırlanmış giriş jeneriğiydi. Tasarımcı ekibi araştırdığımda bunların aynı zamanda Game of Thrones, Halt and Catch Fire gibi başka başarılı dizi jeneriklerine de imza atmış olduklarını gördüm.

True Detective’in ikinci sezonunda sanki jenerik değil de 90 saniyelik bir kısa film izliyor gibiyiz. Öyle tasarlanmış ki bize bir yandan pek çok şey anlatırken, bir yandan da hiç bir şey anlatmıyor, gizemini koruyor. Son derece dengeli: izlemek için kışkırtıyor fakat çok fazla detaya girmiyor; ipuçları taşıyor ama spoiler vermiyor.

Filmlerin giriş sekansı ya da dizilerin jeneriği bana göre izleyicinin dış dünyasıyla, film dünyası arasında bir sınır çizgisi gibi. Bu çizgiye geldiğinizde, az sonra izleyeceğiniz hikaye için zihnen, ruhen bir hazırlık yapıyorsunuz. Storyteller’ın, hikaye anlatıcının bu noktada görevi izleyicisi için yeni bir dünya oluşturup bu dünyanın kapılarını aralamak.

True Detective’e geri dönelim. İlk sezonunda 90’lı yıllarda Amerika’nın Louisiana eyaletinde geçiyordu hikaye. Jeneriği de hikayeden ve bu mekanlardan besleniyordu: suyun eskittiği, soldurduğu yüzeylerdeki sarılık; bataklığa dönüşmüş yerlerdeki yeşile kayan mavilik; sisli, puslu, dumanlı, bulanık, belirsiz fikirleri en iyi yansıtabilecek renk olan grilikler…

İkinci sezonda değişen zaman, mekan ve hikaye doğal olarak jeneriğin tasarımını da değiştirmiş. Bu kez günümüzde, California’da geçiyor olaylar. Renk paleti tümüyle farklı. Başta siyah ve beyaz olmak üzere yüksek kontrastlı renkler, parlak kırmızılar; okyanusun zaman zaman laciverte çalan koyu mavi tonları… Bu renklerin hayat verdiği dokular…

Dizinin en sevdiğim yanlarından biri, mekanlara da bir kişilik yüklemesi ve adeta onları karakterlerin iç dünyasını yansıtan bir metafor olarak kullanması. İşte jenerikte tam da bu duygu oluşturuluyor. Karakterlerin silüetlerinde mekanları gösteriyor. Endüstriyel atıklarla zehirlenmiş topraklar, karakterlerin içine yerleştirilmiş. Yani aslında onların da tabiatının zehirlendiğini hissediyoruz. Karakterlerin kaotik iç dünyasını, karmaşıklığını bu kolajlardan daha iyi ne anlatabilir ki?

Yavaşlatılmış insan görüntüleri adeta yaşayan fotoğraflara dönmüş. Birazdan yeterince hareketli görüntü, video göreceğimiz için işin başında biraz ağırdan alıyoruz. Her bölümün başında, sanki yeni bir güne uyanmadan önce gördüğümüz sürreel bir rüyanın içinde gibiyiz. Rüzgarda dalgalanan saçlar, yüzün içine gizlenmiş otoyol görüntüleri; tüm bunlar daha sonra hikayede karşılaştığımızda bize dejavu etkisi yaşatacak.

Gerçekten çok etkileyici. Sizin aklınıza gelen buna benzer başka dizi ya da film jenerikleri var mı? Varsa yorumlarınızı bekliyorum. Teknolojiden tasarıma oradan da sanata dönüşen hikayelerin peşindeki yolculuğumuz sürecek. Bu yolculuğa katılmak için siz de abone olun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir