Kategoriler
Eğitim

İngilizce’yi Arnold Schwarzenegger’den öğrenmek

Hayali konuşmalar serisinin bu bölümünde Arnold Schwarzenegger’le bir konuşma yapacağız. Tabi aksanından dolayı onu anlayabilirsek 🙂

Arnold enteresan bir insan. 18 yaşında Avusturya’da askerlik yaparken tankçıymış. Askerlik yapanlar bilir, önemli bir statüdür tankçı olmak. “Her ananın oğlu asker olur ama her kızın sevdiği tankçı olamaz” denir. Tabi biz onu tankçılığından çok “vücutçuluğuyla” tanıyoruz. 19 yaşında vücut geliştirme sporunda Avrupa çapında başarılara imza atıyor, “tank gibi bir vücut” yapıyor ve 21 yaşında Amerika’ya taşınıyor. Taşındığında zar zor İngilizce konuşabilen bir insan. Ama hedefi bırakın İngilizce konuşmayı Hollywood’da oyuncu olmak. İşte o yüzden bir yandan “vücut geliştirme”ye devam ederken bir yandan da İngilizce dersleri alarak “dil geliştirme”ye başlıyor.

Aslında dil öğrenmek sanıldığı kadar zor değil. Daha önce size Ko-Ko Tekniği diye bir şeyden bahsetmiştim zaten. Ama şu aksan meselesi var ya. Arnold’un da en çok zorlandığı konu bu olmuş. Çok ağır bir aksanı olduğu için ders üstüne ders almış.

Gel gör ki bazı ülkeler İngilizce konuşabilme konusunda diğerlerinden daha şanssız. Sadece Avusturyalılar ya da Almanlar değil. Hintliler mesela. Aksansız İngilizce konuşabilen bir Hintli bulabilmek neredeyse imkansız. O yüzden maalesef epeyce bir alay konusu olabiliyorlar. Illinois Üniversitesi’nde linguistik profesörü olan Dennis Baron’a göre bazı aksanları tamamen yok edebilmek çok zor. Tamamen aksansız bir yabancı dile kavuşmak için ana dili İngilizce olan kişilerle yıllarca konuşmanız gerekebilir. Bu video serisinin yani “hayali konuşmalar serisi”nin sponsoru Cambly ile serinin içerikleri konusunda çalışırken İngilizce öğrenmek için kendi platformlarını kullananların en çok aksan konusunda çekingenlik yaşadıklarını söylediler. Cambly platformunda, bir uygulama yardımıyla ana dili İngilizce olan eğitmenlerle karşılıklı konuşuyorsunuz. Konuştukça aksan da dahil olmak üzere yaşayan İngilizce’yi onu bilen insanlardan öğreniyorsunuz. Yani konuşarak öğrenmek pek çok insan için ideal bir çözüm gibi görünüyor.

Hintliler için bu bile yeterli olamıyor maalesef. Biliyorsunuz dünyadaki çağrı merkezlerinin çoğu Hindistan’dadır. Amerika’da bir bilgisayar alırsınız ve teknik bir problem çıkınca aradığınız numarada sizinle konuşan -daha doğrusu konuşmaya çalışan- kişi Hindistan’dadır. Dünyada Hintli çağrı merkezi çalışanı diye bir stereotip var. Üstelik bunu komedi unsuru haline getiren kişi de Hint asıllı biri. Yani bir anlamda bu konuyu çoktan aşmış durumdalar. Belki çoğu yıllar geçse de aksanlarından kurtulamayacak ama bu konu onları İngilizce öğrenme konusunda caydırmıyor. Evet belki bir kısmı hala çağrı merkezlerinde çalışıyor. Ama hiç de azımsanamayacak bir kısmı İngilizce konuşulan ülkelerde çok önemli mevkilere geliyorlar. Eski çalıştığım şirket Adobe’de sadece Photoshop, Premiere Pro, After Effects gibi tasarım yazılımlarını geliştiren mühendilerin çoğu Hintli değildi. En büyük patronumuz yani şirketimizin CEO’su Shantanu Narayen de bir Hintliydi ve Hyderabad’da Osmaniye Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Amerika’ya gelmiş ve dünyanın en önemli yazılım firmalarından birinin başına geçecek kadar yükselmişti. Hala aksanlı konuşuyordu ama kimse bunu dert etmiyordu. Üstelik kendisi tek istisna değil. Bugün dünyanın en büyük iki teknoloji şirketinin Google ve Microsoft’un da başında Hint asıllı CEO’lar var.

“Hintli çağrı merkezi çalışanı” stereotipine takılıp kalsalardı muhtemelen bu özgüveni gösteremeyeceklerdi.

Bütün bunları niye anlatıyorum? Çünkü yıllar içinde şunu gözlemledim. Bir yabancı dili öğrenirken aksan konusu bizim insanlarımız için çok önemli. Başka bir dili kusursuz konuşmak. Bazıları için bu mümkün. Ama pek çok insan için zor bir şey. Ve bu zorluk dil eğitiminde bize adeta ket vuruyor. Buna “aksan güvensizliği” deniyor.

Aksan konusuna takılıyoruz. İşlerimizi aksatıyoruz. Öğrenmenin önündeki en büyük engel haline getiriyoruz. Bende de var bu kötü özellik. Korkuluk diye bir film çektim biliyorsunuz. Amerikalı oyuncularla birlikte. Sette aksan konusunu en çok ben kendi kendime problem ettim. Yanımdaki oyunculara sık sık şu kelimeyi doğru söylüyor muyum, bu cümledeki vurgu nasıl olmalı diye sorup durdum. Onlarsa hiç oralı olmadı. D’angelo karakterini canlandıran Chuck McMahon aksanın insan karakterinin bir parçası olduğunu söyledi. Pek çok Amerikalıdan “sen en azından iki dil konuşabiliyorsun, bir de bize bak, kendi dilimizi bile doğru düzgün konuşamıyoruz” şeklinde sözler duydum.

Gerçekten de öyle. Aksan konusu sadece İngilizce’yi sonradan öğrenen bizim gibi insanlarda değil, ana dili İngilizce olan ülkelerde de geçerli. Siz hiç sesle kontrol edilen bir asansörde İskoçyalı biriyle karşılaştınız mı?

Bendeki “aksan güvensizliği” tüm bu farklı insanları görünce, İngilizce konuşan insanlarla muhatap olunca kendiliğinden kaybolmaya başladı. Her şeyden önce dünyada “Hint aksanı, Arap aksanı, Japon aksanı, Fransız aksanı, Alman aksanı” diye bir şey var ve bu şeye “aksan önyargısı” deniyor ama şimdiye kadar karşılaştığım kimsenin kafasında İngilizce öğrenen Türklerle ilgili belirgin bir aksan önyargısı görmedim. Türklerden başka. Kanalımda yayınladığım İngilizce videoları, ana dili İngilizce olan kişiler izlediğinde aksanımla ilgili en ufak bir yorum yapmadılar. Yani konuşma biçiminden çok konuşmanın içeriğiyle ilgilendiler. Ama bizler aksan konusunda aksayan şeyleri görünce birden rahatsız oluyoruz nedense. Belki de hepimizde biraz aksan güvensizliği olduğu içindir kim bilir?

Ben hoşnut muyum sanıyorsunuz böyle bir aksanım olmasından? Tabiki değilim. Kim karizmatik bir şekilde bir kaç dil konuşabilmeyi istemez ki? Ama bunu dert etmiyorum. Benim yaşımda birinin bundan daha iyi konuşabilmesi için bildiğiniz başka bir yöntem varsa siz söyleyin. Ben çevremi İngilizce konuşan insanlarla çevreledim. Sponsorum Cambly’yi kullanarak İngilizce eğitmenlerle konuşuyorum. Yani korkmadan konuşmaya devam ediyorum. Ama bilimsel araştırmalar gösteriyor ki belli bir yaştan sonra aksanı tamamen yok etmek mümkün olmayabilir. İkinci bir dili ana dili gibi konuşmayı öğrenebilmek için ideal yaş 6. Yani bizim ufaklığın yaşı. 6 ayda öğrendiği İngilizce’siyle bana öğretmenlik yapıyor. Öğrenmenin de öğretmenin de yaşı yok. Yeter ki kendinizle barışık olun. Yeter ki içinizdeki “aksan güvensizliği”ni üzerinizden atın.

Peki nasıl aşacağız bu güvensizliği Arnold? Sen nasıl başardın? Amerika’ya geldiğinde zar zor İngilizce konuşan birisi nasıl oldu da önce Hollywood’da onlarca başarılı filmde başrol oynadı. Sonra da Amerika’nın en büyük ve en önemli eyaletlerinden biri olan California’da valilik yaptı? O kadar sevildi ki iki dönem üst üste seçildi. Bunun cevabını kendi otobiyografisinde buluyoruz. Üç şeye bağlıyor:

  1. Sebat. Tıpkı Bruce Lee gibi fiziksel mücadeleler vermiş birisi Arnold. Vücut geliştirme sporu da sebat gerektiren bir uğraş. Orada kazandığı direnci, kendi aksanıyla alay edilmesi karşısında kullanmış. Yılmamış. Sebat etmiş.
  2. Amaç. Küçüklüğünden beri kafasına koyduğu bir amacı var Arnold’un. Holywood’da oyuncu olmak. Kendisine bu kadar açık bir hedef belirleyince ona ulaşırken karşısına çıkan engeller de önemsiz kalmaya başlamış. Dil öğrenmesi gerekiyorsa bu konuda yapılması gereken her ne varsa hepsini yapmış.
  3. Çevreleme. Arnold kitabında İngilizce öğrenirken mümkün olduğu kadar İngilizce konuşan insanlarla çevrelemiş kendisini. Hatta şöyle bir kural getirdiğini söylüyor. Çıkmak istediğim kızlar İngilizce’nin yanında Almanca da biliyorsa onlarla çıkmaktan vazgeçiyordum.  

İşte bu kararlılık, belirlediği hedefe ulaşacağına dair kesin bir inançla birleşince “Tank gibi bir irade” oluşuyor ve böyle bir iradenin karşısında durabilmek zor.

Başarılı geçen bunca yıl sonrasında ne olmuş biliyor musunuz? Avusturya ordusu Arnold’un askerdeyken kullandığı o tankı hediye etmiş. O da hasta çocukları tankıyla gezdirerek onların isteklerini yerine getiriyor. Bu arada Arnold’un hala aksanı var. Ama söylediği şeyleri gölgeleyemiyor:

“Everything is possible, when you believe it – İnandığın zaman her şey mümkündür.”

Aksanı onun kişiliğinin bir parçası ve o kişilik binlerce insanın hayatını etkilemeye devam ediyor.

“I’ll be back – Geri döneceğim.”

“İngilizce’yi Arnold Schwarzenegger’den öğrenmek” için 4 yanıt

Eskiden yaptığım taklitlerin aslında ne kadar önemli olduğunun şimdi farkına varıyorum. Oysa arkadaşlarım, ben böyle konuşunca güler kahkahalar atarlardı. Bir İngiliz yahut Amerikan gibi konuşmayı komik görürlerdi. Korkmadan Konuşmak gerçekten çok önemli, çocuklukta edinilen beceriler kalıcı oluyor. Bu sebeple ki gelecek nesilleri pırıl pırıl yetiştirmeli; her çocuğa, hem aile kurumunda hem de okullarda gereken önem verilmeli. Eğitimdeki bu vahim gidişat bir an evvel fark edilip, pırıl pırıl bir neslin inşası için ülkece ‘eğitim seferberliği’ ilan edilmeli. Toplumun her kesimi bilinçlendirilmeli. Ve eğitimin aslı öğrenci eğitmekten çok öğretmen eğitmeye dayalı olmalıdır. Nitelikli öğrenciler yetiştirmeyi becerebilen nitelikli öğretmenleri yetiştirmeyi amaçlamalıdır. Bir zamanlar bu amaçla kurulmuş öğretmen liseleri vardı. Kapatıldı. Ki fikrimce mesleki bilginin temellerinin 15-16 yaşından sonra alınması gerektiğini düşünüyorum. Bir insan 3-4 senede mühendis yahut öğretmen olamaz. Olmak için en az 7-8-9 yıl gerekir. Ben Türk eğitim sistemini dizayn edenlerin çok basit düşündüğünü ve insanı iyi tanımadığını düşünüyorum. Herkese aynı ölçüde kıyafet giydirmekten farksız yaptıkları iş. Her şeyi basite indirgeme, herkesi eşit kabul etme… Eğitim basit bir iş değildir. Ve her öğrenci bir çok yanıyla bir birinden farklıdır. Maalesef Türkiye’de öğrenci olmak Veliefendi’de at olmak gibidir. Biz at mıyız? İnsan mı?
Toplumca nasıl daha iyi eğitim sistemi tatbik edebiliriz, bunun derdine düşüp herkes elinden geldiğince bir şeyler yazıp çizmeli, kafa yormalı ve bu seferberliğin neticesinde güzel bir sonuç alacağını ummalıdır. Bunları içimden geldiği için yazdım. Kusurum varsa affola. Konu eğitim oldu mu dayanamıyorum, yaralarım sızlıyor.

Oğlunuzun bu seviyede ingilizce öğrenmesini nasıl sağladınız çok merak ettim açıkcası.

🙂 İngilizce kullanıldıkça kelimelerin telaffuzu sadeleşir zannediyordum.. Sizin konuşmalarınızı ilk dinlediğimde “maşallah çat pat İngilizcesiyle ne işler yapıyor” demiştim.. Demek bu yanılsama aksandan kaynaklanıyormuş 🙂 Bahsedeceğim konu aksanla ilgili değil de mesela ben köyümün şivesini köyümün çocuklarından dinlemeyi seviyorum.. Bana doğallığı saflığı fıtratı hatırlatıyor..Kendim konuşurken de çoğunlukla şivemle konuşuyorum.. Kaba görünse de bana güven veriyor.. Şuraya yazmak için kelime aramak vademekum’dan etken madde aramak gibi geliyor..(Mesleğimle alakasız olduğu halde askerde orduda kullandığımız ne kadar ilaç varsa ucuzundan pahalıya erken maddesine göre A’dan Z’ye liste hazırlamıştık.. Geceden sabaha kadar uğraşmıştık. O zaman vademekum’la tanışmak zorunda bırakılmıştım 🙂 kültürümüzde askerlik anılarının yeri başkadır.. Askerlik geçince dayanamadım yazdım artık )..
Şunu merak ettim İngilizceyi köyümün şivesiyle konuşmak mümkün müdür 🙂 Veya İngiliz köylülerinin konuşması da bizim gibi midir?
Gönül dilinden herkese güzel anlar anlaşmalar..

Sadece farkı düşündürmeye itmek, bilgi dağıtmak ve bir şeyleri paylaşmanın yanında, insanın kendi ile barışık olması gerektiği fikrini de inanılmaz iyi aktarıyorsunuz. Ne zaman kendimi gergin, umutsuz ve güvensiz hissetsem Barış Özcan’dan bir video izleyeyim öyle uyuyayım diyorum. Hiçbir zaman tek bir video ile bitmiyor tabi ki:) Gerçekten iyi ki varsınız, 1,5 yıl aşkındır sizleyim. Geç kalmış bile sayıyorum kendimi. Saygılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir