Kategoriler
Genel

Şerefsizim benim aklıma gelmişti!

Vizontele filmini izlemiş miydiniz? Hani bir deli Emin vardı orada… Köyün delisi. Ama elinden her türlü tamir işi geliyor. Garip garip icatlar yapıyor. Deli ama “dahi mi yoksa bu adam” diye düşünmeden edemiyorsunuz. İşte filmin bir yerinde elinde radyosuyla koşup dururken köye ilk kez gelen televizyon diye bir cihazın haberini alıyor. Daha doğrusu vizontelenin. Haberi veren kişi ona bu icadı anlatmaya çalışırken “radyonun resimlisi” diye tarif ediyor. İşte bu “resimli radyo” tanımını duyar duymaz Deli Emin’in verdiği tepki unutulmaz…

“Şerefsizim benim aklıma gelmişti!”

Hangimiz böyle bir an yaşamamışızdır ki? Yeni bir icadı duyunca “vallahi benim de aklıma gelmişti” demediniz mi hiç? Sadece teknolojik icatlar da değil. Gördüğünüz bir tasarımı da siz önceden düşünmüş olabilirsiniz. Sanatta da karşınıza çıkar bu. Bir kitap okur ya da bir film izlersiniz ve şaşkına dönersiniz. Çünkü o konu daha önce sizin de aklınıza gelmiştir. Ama gel gör ki bunu söyleyince arkadaşlarınız size inanmaz. Hatta küçümseyici bir bakış da atar. İşte bu biraz uzun ama sıkıcı olmayan çünkü inanılması zor hikayelerle dolu bugünkü videomda size bunun ne kadar doğru olduğunu anlatacağım.

Evet aynı parlak fikir birden fazla kişinin aklına gelebilir. Geliyor da… Bilim ve teknoloji tarihine baktığımızda aynı anda yapılan keşiflere çok sık rastlıyoruz. Bu fenomene “çoklu keşif” deniliyor.

Bu konu üzerine neredeyse 100 yıldır bilimsel araştırmalar yapılıyor. Bakın şimdi size daha televizyon bile icat edilmeden önce 1922’de yazılmış bir makaleyi göstereyim. “İcatlar kaçınılmaz mıdır?” başlıklı bu makalenin sonunda tarihteki 148 keşfin en az iki kişi tarafından yapıldığı listelenmiş. Hatta “güneş lekeleri” gibi bazı keşifleri 4 kişi aynı anda yapmış. Birbirinden bağımsız olarak.

Bu listedeki en çarpıcı örneklerden bir tanesi telefonun icadı. Telefonu kim icat etti diye sorsam tabiki Alexander Graham Bell dersiniz. Bu listede de 1876 yılında onun icat ettiği yazıyor. Ama yanında bir isim daha var: Gray. Tam adı Elisha Gray. O da telefonu 1876’da icat ettiğini söylüyor. Hatta bu iki kişinin aynı gün (tam olarak 14 Şubat’ta, sevgililer gününde) 3 saat arayla patent ofisine başvuru yaptığını biliyoruz. Bu makalenin yazıldığı 1922’de bilinmeyen şeyse o dönemde çok daha fazla sayıda kişinin telefonu icat ettiği. Evet o dönemde hatta bu patent başvurusunun yapıldığı yıldan çok daha önce başka mucitler çalışan telefon modelleri yapmıştı. 16 yıl önce 1860’da Antonio Meucci diye biri “teletrofono” adında bir cihazın patentini aldı. Ama şans işte. Kendisinin İngilizcesi çok zayıftı. Ben boşuna mı size sık sık İngilizcenizi geliştirin. En az bir yabancı dil öğrenin diyorum. Meucci icat ettiği şeyi dünyaya anlatamadı. Ayrıca çok fakirdi. Aldığı patenti $10’a yenileyecek kadar bile parası yoktu. İşte o yüzden biz bugün birisine teletrofono etmiyoruz, telefon ediyoruz.

“Şans işte” dedim ya. Bunu sadece ben demiyorum. Sosyal psikolog Dean Simonton icatlarda üç temel faktörün etkili olduğunu söylüyor: deha, şans ve zeitgeist, yani zamanın ruhu yani “vakitsiz öten horozun başını keserler.” Parlak bir fikrinizin olması yeterli değildir. Bu fikrin tam zamanında gelmesi önemlidir. Ne çok erken, ne de çok geç. Örnek mi istiyorsunuz? Telefonun mucidi olarak kabul edilen Alexander Graham Bell daha kısa pantolonla ortalarda dolaşırken, yani 13 yaşındayken Frankfurt’ta Johann Philipp Reis adında bir öğretmen -evet soyadı reis- oradaki bilim insanlarına icat ettiği tahta bir kulağı gösteriyordu. Bilin bakalım bu kulak ne yapıyordu? Başka bir odada konuşan kişinin seslerini bakır tellerle ileterek sizin duymanızı sağlıyordu. Yani reis de telefonu icat etmişti. Fakat bu fikir o kadar erken ortaya çıkmıştı ki onu izleyenler ne işe yarayacağını bile anlayamayıp bu icada çocuklar için bir oyuncak gözüyle bakıp güldüler. Aradan 100 yıl geçtikten sonra adamcağızın icadına “reis telefonu” deyip adına pullar bastırdılar ama nafile. Deha tek başına yeterli değildi. Doğru zamanda doğru yerde de olmak gerekirdi. Eğer sen olmazsan başka birisi orada olup aynı icadı yapıverirdi.

Yani icatlar bir anlamda “vakti gelen fikirler” gibi. Neptün diye 8. bir gezegen olması gerektiği fikri aynı anda iki kişinin aklına geldi. Matematikte logaritmayı iki ayrı matematikçinin Napier ve Brigs’in icat ettiği söylenir ama onlardan 3 yıl önce bulan Burgi’ye ne demeli? Dünyanın bu ilk fotoğrafını Niepce’in çektiği bilinir ama fotoğrafçılığı onunla aynı dönemde 4 kişi icat etmiştir. Telgrafın icadında bu sayı 5 kişiye çıkar. Telgrafın tellerine kuşlar mı konar bilinmez ama bir fikrin vakti gelmişse o fikir öyle ya da böyle icat edilir. Telgrafın tellerine yağan yağmur gibi.

Niye böyle bir benzetme yaptım? Çünkü vakti gelen fikirler sanki havada yoğunlaşmaya başlıyor. Kültür atmosferimizde bir fikir bulutuna dönüşüyor. O buluta ben de bakıyorum, sen de bakıyorsun, Galile de bakıyor. Ben bakınca balık görüyorum, sen bakınca tavşan görüyorsun, Galile bakınca havanın sıcaklığını ölçme fikrini görüp termometreyi icat ediyor. Gerçi onunkine termoskop deniyor ama üç aşağı beş yukarı aynı şeyi, sıcaklığı ölçen bu aleti toplam 6 kişi icat etmiş. Size daha bu konuda 1546 ayrı örnek verebilirim. Şu ana kadar tespit edilen çoklu keşif sayısı bu. İşte bu yüzden icatların kaçınılmaz olduğundan söz ediliyor.

Havada bir fikir bulutu varsa her an icat yağmuru başlayabilir.

1992’de -yağmurlu bir günde- New York’taki küçük bir tiyatroda “Frank’s Life – Frank’in Hayatı” diye bir oyun sahneye kondu. Oyunu yazan Mark Dunn 6 yıl sonra sinemada “The Truman Show” adlı filmi izleyince gözlerine inanamadı, çünkü kendi yazdığı oyuna çok benziyordu. Bu arada eğer hala izlemediyseniz bu filmi mutlaka izleyin. Bakın izlememişsinizdir belki diye konusu hakkında hiçbir şey söylemiyorum şimdi ama Mark Dunn kendi yazdığı tiyatro oyunuyla bu filmin senaryosu arasında 149 benzerlik bulmuş ve tabi dava açmış benim en sevdiğim yazar ve yönetmenlerden biri olan Andrew Niccol’a. Peki o ne yapmış bu çalıntı iddiaları karşısında? Filmin senaryosunu 1991’de yazıp telif haklarını aldığını söylemiş. Nasıl olur? Detaylarını açıklayamıyorum ama izleyenler bilir, gerçekten de hiç sıradan olmayan enteresan bir konusu var filmin. Buna rağmen yaklaşık aynı zamanlarda aynı konuda bir tiyatro oyunu ve bir film senaryosu yazılıyor. Ve aralarındaki benzerlik tamamen tesadüf. Mü acaba? Yoksa sanat dünyasının atmosferinde de ilham bulutları mı dolaşıyor?

Life of Pi filminden 20 yıl önce Brezilya’da Atlantiği bir panterle geçen kişi hakkında Portekizce bir hikaye yayımlanmıştı. Bir de Harry Potter’la Larry Potter hikayesi var ki onu hiç sormayın. Çünkü Larry Potter o meşhur kitaplardan ve filmlerden 15 yıl kadar önce yayımlanmış yetim bir sihirbazın hikayesi. Ama bu hikaye çok sınırlı sayıda ve sadece ABD’de basılmış. Harry Potter’ı yazan ve İngiltere’de yaşayan J.K.Rowling ise kitapları yazmaya başladıktan çok sonraları ilk kez ABD’ye ayak basmış. Ve unutmayın o dönemlerde internet daha yeni yeni ortaya çıkıyordu. Yani birbirlerinden görme ihtimalleri çok düşük.

İnandırıcı gelmedi mi? Madem farklı kıtalarda yazılan benzer kitaplar sizi ikna etmedi o zaman benzer silahlardan söz edelim. Bu gördüğünüz üfleme borusundan. Sol taraftaki bir Amazon yerlisi tarafından kullanılıyor. Sağ taraftakiyse bir Borneo yerlisi tarafından. Birisi Güney Amerika’da icat edilmiş diğeri Güney Asya’da. O zamanlar internetin hiç olmadığını söylememe gerek yok herhalde. İki uygarlığın birbiriyle hiç karşılaşmadığını da… Tam olarak kimin icat ettiğini bilemediğimiz ama insanlık üzerinde çok büyük etkiler yaratan ateşin, tekerleğin, yazının icadı da bu şekilde yaklaşık aynı dönemde dünyanın farklı yerlerinde gerçekleşti.

Adeta havada dolaşan fikir bulutları, yağmurlarını aynı anda dünyanın farklı kıtalarına, coğrafyalarına boşalttı. Oraları suladı, yeşertti.

Peki bu bulutların oluşmasını ve yağmasını beklemek yerine işi hızlandırmanın bir yolu olabilir mi? İşi şansa bırakmak yerine planlı ve programlı hareket ederek daha fazla sayıda icat yapılabilir mi?

Bazıları bu soruya evet cevabını veriyor. Mesela eski bir Microsoft çalışanı olan Nathan Myrvold işinden ayrılıp Intellectual Ventures diye bir şirket kurmuş. Bir çeşit fikir fabrikası da diyebiliriz. Çünkü farklı disiplinlerden gelen insanları adeta bir fabrikanın üretim parçaları gibi biraraya getiriyor ve hep beraber oturup düşünüyorlar. Başımıza icat çıkartıyorlar. Sonra da bunların patentini alıp satıyorlar. Hedefleri düzenli olarak yılda 1000 patent almak.

Benim yağmur örneğinden yola çıkarak anlamaya çalışacak olursak şöyle düşünüyor olmalılar. Nasıl olsa şu anda dünyanın bir yerlerinde yağmur yağıyor, yani bir fikir icada dönüşüyor. Eğer her gün yağmurun yağdığı yere gidip damlaları toplarsak her gün bir şeyler icat etmiş oluruz.

Böyle düşünerek kurulan başka şirketler de var. Mesela Applied Minds. Kurucusu kim biliyor musunuz? Hani size bir videomda 10000 yıl çalışacak bir saatten bahsetmiştim. İşte o saat fikrini de düşünen Danny Hillis’in böyle bir fikir fabrikası var. Birbiriyle alakasız gibi görünen onlarca farklı alanda yüzlerce icat yapıyorlar. Tarihte binlerce örneğine rastladığımız bu “çoklu keşif” olayını en iyi bilenlerden biri kendisi. Hatta bunu formülize etmiş. Huni metaforuyla açıklıyor. Deli kafasına yerleştirdiğimiz türden bir huniyle.

Elektrik icat edildikten sonra onun aydınlatma için kullanılabileceği fikri 10000 kişinin aklına gelmiştir. Yani havada bir fikir bulutu oluşmuş (elektrikle aydınlatma bulutu) ve 10000 kişi o buluta bakınca bizim gördüğümüzden farklı olarak “bir icat fikri” görmüştür. İşte bunların o bulutun altına bir huni koyduğunu hayal edin. Yağmur başlayınca icat damlasını yakalayabilmek için.

Bu 10000 kişiden ancak 1000 tanesi bu olasılığı biraz daha ileri götürüp, “nasıl?” sorusunun cevabını vermeye çalışır. Elektriği nasıl aydınlığa dönüştürebilirim? Kapalı bir camın içine bir kablo koyarak! Evet 1000 kişi bunu düşünür. Ama içlerinden 100 tanesi konuyu detaylandırır. Nasıl bir kablo kullanılmalı? O camın şekli ne olmalı? İçindeki hava nasıl boşaltılmalı? 100 kişi bunu etraflıca düşünür düşünmesine ama sadece 10 kişi daha da ileri giderek bunun çalışan bir örneğini yapar. Bir prototip geliştirir. “Proof of Concept” denilen fikrin hayata geçirilebileceğini ispat eden bir taslak uygulama yapar. Nitekim Swann, Latimer, Edison ve Davy gibi kişilerin geliştirdiği ampul prototipleri var. En nihayetinde bir kişi icadını kabul ettirir ve yaygınlaşmasını sağlar. Ve bizler de ampulu icat eden kişinin Edison olduğunu söyleriz. Çünkü dünyayı kendi buluşu konusunda ikna etmeyi başarmış ve o buluşu yaygınlaştırmıştır.

Şu anda sizin de kafanızın üstünde bir fikir bulutu var. Hiç kuşkunuz olmasın. Maalesef pek çok insan kafasını kaldırıp o buluta bakmıyor bile. Bakanlar onu bir şeylere benzetip geçiyorlar. O bulutun bir fikir bulutu olduğunu ancak 10000 kişi anlıyor. İçlerinden 1000 tanesi onu nasıl yakalayabileceği üzerinde düşünüyor. 100 tanesi gayret edip, çalışıp bir projeye dönüştürüyor. Ama bunların hiçbiri yeterli değil. Israrla, vazgeçmeden konunun üstüne eğilen 10 kişi o fikrin bir icada dönüşebileceğini, projesinin işe yarayabileceğini ispat etmek için peynir gemisini gerçekten yürütüyor. Çalışan bir örnek yapıyor. Fotoğraf çekiyor. Sıcaklığı ölçen bir alet yapıyor. Ya da aklına gelen fikri bir kitaba, bir müziğe, bir filme dönüştürüyor. Bizler bütün bunları yapıp bir de üstüne fikrini yaygınlaştırma becerisini gösterebilen o bir kişiyi tanıyoruz. Ona dahi diyoruz.

Oysa Edison’un da dediği gibi dehanın %1’i ilham, %99’u terdir. Sıkı bir çalışmanın yerini hiçbir şey alamaz. O yüzden bir gün “şerefsizim benim aklıma gelmişti” diyen birini görürseniz ona deli gözüyle bakıp gülmeyin. İşin %1’ini hallettin deyin. Sırada geri kalan %99’u var.

“Şerefsizim benim aklıma gelmişti!” için 11 yanıt

Barış Bey merhaba,
Videolaronızda eskisi gibi sadeliğe geri dönseniz. İzlerken gözlerimiz yoruluyor. Mesela arka fonu kütüphane,ışık yansıyan pencereler yapmışsın, bir de tsört beyaz 😊
Sadelik güzeldir. Siyah fon beyaz tisört 👍

Elinize ve dilinize sağlık, güzel bilgi ve fikirler için. Videolarda kullanmış olduğunuz grafik ve animasyonlar çok ilgimi çekiyor. Acaba daha önce yapmış olduğunuz Adobe Premiere Pro eğitimi gibi After Effects eğitimi de hazırlamayı düşünmez misiniz?

Harika. Güneşin altında yeni bir şey yok lafı bu durumu çok iyi özetliyor. Ayrıca ilginç ve şaşırtıcı bir bilgi sıkıştırayım: Einstein ile özdeşleşen ve Dünya’yı değiştiren meşhur formül e=mc2, aslında Friedrich Hasenöhrl tarafından 1 yıl önce bulunmuştur.

Bahsettiğiniz konuya çok benzer bir teori var. Biyokimyacı Rupert Sheldrake tarafından bulunan bu teorinin adı “morfik rezonans”. Bu konu hakkında bir video görmek de güzel olurdu.

Merhaba , dün galiba beni aramissiniz bakamadım kusura bakmayın . Musait olunca görüşebilir miyiz ?

Sizce manyetik alan kullanılarak ulaşım yapılabilir mi ? Aklımda bir proje var genelde ders çalışırken ya da uyumadan önce aklıma gelir böyle şeyler hatta hemen not alırım bu tarz şeyleri ama bu soruyu size de sormak istedim 0 enerji maliyeti ve çok hızlı ulaşım ??

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir