Zamanda yolculuk herhalde insanların en çok yapmak istediği şeylerden biri olsa gerek. Bunun için güçlü hayalleri olanlar bilim kurgu kitapları yazdılar, diziler, filmler çektiler. Böyle bir yolculuk için herkes kendi çağına ve kültürüne göre çözümler bulmaya çalıştı. H. G. Wells bir zaman makinesi kullanmayı düşündü. Dr. Who bir kulübeyle yolculuk yapıp durdu. Şimdi ben kulübe deyince Dr. Who fanları “Hayır, o T.A.R.D.I.S! Uzaydaki zaman ve izafi boyut kelimelerinin kısaltması” diyecekler. Haklılar. Sonuçta zamanda yolculuk yapmayı sağlayan bir araç hayali. Lucy filminde böyle bir aracıya dahi ihtiyaç kalmadan seyahat edebiliyorsunuz. Modern dünyadan sıkıldın ve geçmişe mi gitmek istiyorsun? Elinle kaydır ve 100 yıl öncesine git! Yetmediyse bir daha kaydır ve 500 yıl öncesine git. Biz “buralar hep dutluktu” diyoruz ya oralar da bataklıkmış. Yetmedi mi? İyice abart ve 100 milyon yıl öncesine gidip dinozorlarla karşılaş.
Kategori: Bilim
Şu anda devam etmekte olan bir deney dünyanın en uzun süreli tasarlanmış deneyi. 500 yıl sürecek şekilde planlanmış. İlginç bir deney. Ama daha da ilginci bunun gibi çok uzun süredir devam eden başka deneylerin de olması. Şimdi başlangıç tarihlerine göre en yenisinden en eskisine doğru bu deneylere bir göz atalım mı?
1948 – Framingham Kalp Çalışması
1948’de 5209 kişi üzerinde 20 yıl sürmesi planlanan bir çalışma başlatıldı. Fakat alınan faydalı sonuçlar nedeniyle durdurulmadı, 70 yılı aşkın süredir devam ediyor. Deneye katılanlardan bir kısmı artık hayatta değil ama bu süreçte onların çocukları ve çocuklarının çocukları da artık bu deneyin bir parçası haline geldi. Her iki yılda bir katılımcılar üzerinde testler yapılıyor. Şu anda bizim için çok normal gözüken bazı bulgular bu deneyle kanıtlandı. Mesela sigaranın kalp hastalıklarına yol açtığı. Evet bize şimdilerde çok normal gelen bu bilgi bir zamanlar o kadar da net değildi. Hatta onun bazı konularda faydalı olabileceği bile söyleniyordu. Böyle uzun ve kapsamlı deneyler, araştırmalar yapılmasaydı belki gerçeğin ortaya çıkması çok daha uzun sürecekti.
Az önce denediğimiz oyunu Tolstoy’un günlüklerinde buldum. Taa 1840’da kardeşi Nikolay’la oynarmış bu oyunu. Odanın bir köşesinde ayakta durup beyaz bir ayıyı düşünmeden durmaya çalışırlarmış ve Tolstoy da kardeşi de bunu bir türlü beceremezmiş.
Daha sonra Rus edebiyatının bir başka ünlü ismi Dostoyevsky de “Yaz İzlenimleri üzerine Kış Notları”nda çok benzer bir şey yazmış: “Kendine şöyle bir görev ver. Kutup ayısını düşünmemeye çalış. Göreceksin ki her dakika aklına gelmeye başlayacak.”
Buna bir cümle de ben ekleyeyim. Düşünceler adeta yağmur gibi yağacak.
Bu kadar meşhur edebiyatçılar konu hakkında yazıp çizince psikologlar da buna “beyaz ayı problemi” demişler. Ben “hayalet düşünceler” diyorum.
- Anladım! Çok zekice. Aklımızdan ne geçirirsek, o yokedici olarak gelecek. Bir şey düşünmeyin!
Dostoyevski’nin az önce aktardığım sözüyle 25 yıl önce karşılaşan sosyal psikolog Profesör Daniel Wegner, Harvard Üniversitesi’nde konu üzerinde çalışmaya başlamış ve “ironik işleme teorisi”ni geliştirmiş. Kafamızdaki bazı düşünceleri bastırmaya çalışırsak, onların yüzeye çıkma olasılıklarını da arttırabileceğimizi söyleyen “psikolojik bir süreç” olarak tanımlıyor bu teorisini.
Yemyeşil bir ormanda üzerinize koşan beyaz bir ayı gibi koşuyor bu bastırmaya çalıştığımız düşünceler. Ama onları avlamanın bundan daha etkili yolları var.
Beyaz ayının yerine bazen de pembe filler geçiyor. Bu versiyonda beyaz ayı yerine pembe bir fili düşünmemeye çalışıyorsunuz.
- Tamam, zihnine bir fikir yerleştireyim. Sana “filler” hakkında düşünme desem… Ne düşünürsün?
- Filleri.
Eğer bir şeyi düşünmeyi kendimize yasaklarsak, beynimizin bir parçası gerçekten de o şeyi düşünmekten kaçınıyor. Ama başka bir parçası da bu konuyu denetlemek için düzenli olarak o fikri ziyaret etmeye başlıyor. Dolayısıyla ironik olarak kaçınmaya çalıştığımız düşünce daha da çok karşımıza çıkıyor. Öldürmeye çalıştığımız düşünce hortluyor. Hayalet düşünceye dönüşüyor.
- Aklınızdan hiç bir şey geçirmeyin.
- Seçiminizi yaptınız.
- Gezgin geldi artık.
- Hiç kimse bir seçim yapmadı!
Peki bu konuda ne yapabiliriz? Ne de olsa tam bir işe odaklanıp yapacakken, tam ders çalışmaya ya da kitap okumaya başlayacakken cep telefonumuza gelen tek bir mesaj bile kafamıza bu pembe filleri, beyaz ayıları sokmaya yetiyor.
Dr. Wegner’in bu konuda 5 önerisi var.
- Öncelikle diyor ki, kafanızdaki beyaz ayı fikrini kovmak için mesela kırmızı Volkswagen düşünün. Yani takıldığınız fikri dağıtacak yeni bir fikir üretin. Dikkat dağıtıcı kullanın. Ki dikkatinizi toplayabilesiniz.
- Ya da erteleyin. Kafanıza saplanmış ve size kaygı veren bir fikir varsa mesela “gelecek Çarşamba’ya kadar bunu düşünmeyeceğim” deyin. Her gün kendinize yarım saatlik bir zaman dilimi ayırın. Size günlük olarak kaygı veren düşünceler aklınızdayken o saat geldiğinde, gerçek saatlerdeki “ertele düğmesi” gibi bir düğmeye bastığınızı hayal edin. Böylece hani beyninizin bir parçası o istenmeyen düşünceler ortaya çıkıyor mu çıkmıyor mu diye sık sık kontrol eder demiştik ya. O zaman diliminde bu kontrolü yapmaktan vazgeçer. Yani her iki parçasını da onları düşünmemeye ikna etmiş olursunuz.
- Aynı anda birden fazla iş yapmayın. İnsanlar “multitasking” konusunda çok beceriksizdir. Birisini dinlerken aynı anda cep telefonundan mesaj yazamazsınız. Ya yazdığınızı zannedersiniz ya da o kişiyi dinlediğinizi. İkisi birden tam olarak mümkün olmadığı için artık otomatikleşmiş bir davranış biçimi olan araba kullanırken cep telefonu yasaktır. Gerekirse ders çalışırken müzik bile dinlemeyin. Müziği başında motivasyon ya da sonunda ödül olarak kullanın. Aynı anda birden fazla şeyi yapmaya çalışırken beyninize fazla yükleme yapmış olursunuz ve araştırmalar gösteriyor ki böyle durumlarda istenmeyen düşünceler daha fazla ortaya çıkıyor.
- Düşünün! Tam tersini yapacağınızı bildiğiniz şeyi tam tersine çevirin. Ama kontrollü olarak. “En acılı yöntem budur” diyor Dr. Wegner, “ama işe yarar.” Kaçındığınız düşünceleri kontrollü olarak düşünmeye başlarsanız, kontrolsüz olarak aklınıza gelmemeye başlarlar.
- Belki de en basit ve en etkili yöntem. 7’ye kadar sayın. Aslında sayının pek bir önemi yok da bunu “Tepedeki Ev” dizisinde gördüm. Bu arada seyredenler var mı bilmiyorum ama son zamanlarda rastladığım en iyi dizilerden biri. Hatta aşağıya yeterince istek gelirse onunla, özellikle de 6. Bölümüyle ilgili bir video yapabilirim. Neyse dediğim gibi 7’ye kadar sayın. Ama mesele sadece saymak değil, aynı zamanda nefesinizi düzenlemek. Aklınızdan 1, 2, 3 derken nefes alın ve sonra da 4, 5, 6, 7’yi düşünürken nefesinizi verin. Meditasyonun en sade şekli bu. Dr. Wegner’in de istenmeyen düşünceleri engellemek için verdiği 5. Tavsiyesi.
Öğrenmenin önündeki en önemli engellerden biri işte bu istenmeyen zamanlarda ortaya çıkan istenmeyen düşünceler. Beyaz ayılar. Pembe filler. Adına her ne derseniz. Hangisini seçerseniz…
- Sen bir seçim yaptın mı? Ya sen? Ben bir seçim yapmadım.
Öldürmeye çalıştığınız hangi düşünceyi seçerseniz seçin, önerilen bu yöntemleri kullanarak onlarla mücadele edin. Yoksa…
- Ben mani olamadım. Birden aklıma geliverdi.
Yoksayı sona sakladım. Sinema tarihinin belki de en komik istenmeyen düşüncesini…
Ondan önce bu videonun sponsoru Cambly’nin yeni bir hizmetinden kısaca bahsetmek istiyorum, çünkü bu yeni hizmet Türkiye’de doğan bir çocukla İngilizce konuşulan bir ülkede doğan çocuk arasında bulunan fırsat eşitsizliğini azaltmayı hedefliyor. Cambly Kids, anadili İngilizce olan öğretmenlerle görüntülü dersler yaparak İngilizce pratik yapılmasına imkan sağlayan bir İngilizce öğrenme uygulaması. Çocuklara özel bir İngilizce programı. Onların bire bir ders esnasında anne-babalarının gözetiminde ve evlerinin güvenli ortamında İngilizce’yi konuşarak ve eğlenerek öğrenmelerini sağlıyor. Ayrıca anne-babalar ders kayıtlarını tekrar izleyebiliyor ve hocalarla iletişim halinde çocuklarının İngilizce öğrenme süreçlerini takip edebiliyorlar. Ayrıntılı bilgiyi https://kids.cambly.com adresinden edinebilirsiniz. Ana dili gibi İngilizce konuşmanın en ideal yolu buna çocukken başlamak. Bunu en iyi kendi çocuğumdan öğrendiğimi söyleyebilirim.
İster çocuğunuza, kardeşinize, kendinize İngilizce öğretmeye çalışın, ister bir şeyleri okuyup anlamaya… Dikkatinizi dağıtacak o yaratıklar hep olacak.
Basit yaratıklar! Gozarian’lı Gozer, Yokedici, Zildrohar…
Nasıl el sıkışılmaz?
Böyle el sıkışılmaz değil mi? Başka nasıl el sıkışılmaz? İşte şöyle…
Tamam “alfa erkeği”sin ve vücut dilinle bunu ispat etmeye çalışıyorsun, onu anladık da, bir tokalaşmanın sonrası karşındaki şu hale gelmemeli. Ya da bu hale. Yoksa sıkmak için uzattığın ele böyle ters ters bakarlar.
Yapılan bir araştırmaya göre “nasıl el sıkışılmaz” konusunda insanların en çok söylediği 10 şey şuymuş:
- Terli ya da ıslak avuçlarla
- Gevşek parmaklarla
- Çok sert sıkarak
- Göz teması kurmadan
- Çok kuvvetli çalkalayarak
- Çok uzun süre
- Çok kısa süre
- Çok yakınlaşarak
- Sol elle
- Sıcak elle
Peki nasıl el sıkışmalıyız? Bundan önce el sıkışmak nedir bunu bir düşünelim. El sıkışmak iki kişi arasında gerçekleşen kısa bir ritüeldir. Bir barış törenidir. M.Ö 5. Yüzyıla ait şu rölyefte biri Atina’dan ve öteki Sisam Adası’ndan iki asker birbiriyle el sıkışırken görülüyor. Sağ ellerinde silah olmadığını, dolayısıyla savaşma niyeti taşımadıklarını, barış için geldiklerini gösteriyor.
Yani binlerce yıldır insanlar birbirleriyle el sıkışıyorlar. Sadece tanışırken de değil, karşılaştıklarında, tebrik etmek için, minnettarlığını göstermek için, spor müsabakalarında centilmenlik amacıyla el sıkışılıyor. Karşılıklı güvenin, saygının, denge ve eşitliğin sembolü, el sıkışmak.
Böylesine önemli bir gösterge olduğu için de bilim insanları bunun nasıl yapılması gerektiği konusunu araştırmışlar. Profesör Geoffrey Beattie 12 ölçüt tespit etmiş ve bunları kullanarak bir formül geliştirmiş. İşte ideal bir el sıkışmanın bilimsel formülü:
PH = √ (e2 + ve2)(d2) + (cg + dr)2 + π{(4<s>2)(4<p>2)}2 + (vi + t + te)2 + {(4<c>2 )(4<du>2)}2
Bu formüldeki harflerin anlamı şu:
Stresle başa çıkmanın en iyi yolu
İtiraf edelim. Hepimiz stresteyiz. Günlük hayatımızda, okulda, evde, işyerinde, trafikte
… Bütün bu karşılaştığımız zorluklar yetmezmiş gibi bir de bunlara ülke olarak yaşadığımız problemler eklenince iyice bunalıyoruz. Eskiden iki arkadaş oturup konuşurken ülkeyi kurtarırdık, artık bu da yetmiyor bize. Dünyayı kurtarmaya çalışıyoruz. Evdeki tırnak makasının körelmesinden tut, Trump’ın başkan olmasına kadar her şey bize dert! Stres kaynağı.
Palyaçolardan neden korkarız?
Bu yazı/video bazı izleyicileri rahatsız edecek ya da korkutacak bilgiler/görüntüler içerebilir. İhtiyatlı olunması tavsiye edilir.
Son bir kaç aydır ABD’nin farklı bölgelerinde palyaço kostümüyle dolaşan insanlar görülmeye başladı
. Yollarda, parklarda ansızın beliren palyaçolar. Olayların sayısı o kadar artmış durumda ki sadece Ağustos ve Eylül döneminde saptanan 100’den fazla vakayla ilgili interaktif bir