Kategoriler
Felsefe

Bir fincan kahve daha, ben gitmeden

Kahve bizi sert, ciddi ve felsefi yapıyor.
-Jonathan Swift, 1722

Aynı üniversiteden mezun bir grup genç. İş hayatına atılıyor. Başarılı da oluyorlar. Kendilerince. Sonra bir gün toplanıp mezun oldukları üniversiteyi ziyaret ediyorlar. Orada çok sevdikleri bir hocaları var. Ona gidiyorlar, hoş beş kelam edip eski günleri yad ediyorlar. Sonra sohbet derinleşiyor. Herkes işinden gücünden bahsediyor bahsetmesine ama aynı zamanda hayatın zorlukları ve stresi de artık onları biraz yıldırmış gibi gözüküyor. Ne de olsa her başarının bir bedeli var. Hayatımızdaki stres bunun bir parçasıdır belki de. Neyse…

İşte tam o sırada bizim profesör misafirlerine kahve yapmak üzere kalkıp mutfağa gidiyor. Sonra da kahveyle birlikte elinde böyle farklı tipteki fincanlarla, bardaklarla, kaplarla geri dönüyor.

Şimdi siz de kendinize bir kahve kapın, çünkü videonun sonunda hikayenin de sonunu anlatacağım ve o zaman elinizde tuttuğunuz kahvenin de onu taşıyan kabın da bir anlamı olacak. İpucu veriyorum, fal bakmayacağım.

Anlatmaya başladığım hikayemiz orada geçmiyor ama İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde bu profesör gibi üniversitenin mutfağındaki kahve makinesinden sürekli kahve almaya gidip gelen kişiler, makineye gitmeden kahve olup olmadığını görebilmek için dünyanın ilk webcam’ini yaptılar. Yani kahve tutkusu, tembellikle birleşince teknolojik inovasyonlara bile yol açabiliyor.

Ama ben bugün işin teknolojiden çok kültür sanat tarafına dikkat çekmek istiyorum. Hikayemizden de anlayacağınız gibi Batı kültüründe de misafire kahve ikram etme geleneği oluşmuş durumda. Ne de olsa dünyanın en popüler ikinci içeceği bu. Birincisi su.

Bizim kültürümüzde yeri biraz daha özel sanki. Çoğumuz günde üç kere yemek yiyoruz değil mi? Akşam yemeği, öğle yemeği. Ama sabah yemeği yok. Kahvaltı var. Kahve altı. Yani sabahları aç karnına kahve içmemek için diğer şeyleri yiyoruz. Öğünün amacı kahve. İlginçtir artık kahvaltıda kahve içen pek kalmadı. Daha çok çay içilir bizde. Kahve sanki biraz daha özel anlar için saklanır.

Tıpkı profesör ve öğrencilerinin hikayesinde olduğu gibi… Mesela bir misafir geldiğinde ikram etmek için. Ne yapılır? Türk kahvesi. Mesela kız istemeye gidersin. Ne yapılır?

Durun durun hani geçenlerde Japonya’dan misafirlerim gelmişti ya. O zaman yayınladığım VLOG’da size bir söz vermiştim.

Şimdi biraz geriye saralım ve o gün kahveyle ilgili bizim misafire, Kazuko’ya sorduğum soruya kulak verelim.

Tuzlu Türk kahvesi. Gülmeyin, benim başıma geldi. Sizin de gelebilir. Peki kızı istediniz, verdiler, evlendiniz. Ama ona yeterince kahve veremediniz. Bu boşanma sebebi olabilir. En azından eskiden yeterli miktarda kahve temin edememenin kadınlar için boşanma sebebi olduğu yönünde bir rivayet dolaşır. Bu rivayetten yola çıkarak ta 1921’de ABD’de basılan gazetelerde kahve reklamı yapılmış. Kahvaltıların, misafirliklerin, evliliklerin başlangıcının ve sonunun yani hayatımızın en kritik dönemeçlerinin resmi içeceğidir kahve.

Japonlar bile Türk kahvesinin nasıl demlendiğini ve hangi ortamda nasıl kullanılacağını, işin ritüelini öğrenmişler. O gün kahve kelimesinin Japonca’daki karşılığını da sordum.

“Kohi” demiş Japonlar “Coffee” kelimesini duyunca. E “coffee” demişlerdi zaten “kave” kelimesini duyunca.  

“Kahve kelimesi Arapça’dan geliyor: Kahva. Oradan Türklere geçiyor, kahve diyoruz biz. Oradan da dünyaya yayılıyor…”

Oxford İngilizce Sözlüğü’ne göre “Coffee” kelimesi tam olarak 1582’de İngilizce diline girmiş. Osmanlılardan. O zamanlar biz de epeyce meşhur bir içecekmiş. Kelime İngilizce’ye geçtikten sonra kültürü de otomatik olarak kendine çekmiş. 17.yy’ın ortalarında “coffee shop”lar açılmaya başlamış. Bizdeki kahvehaneler gibi. Ve oraya giden Jonathan Swift gibi bazı yazarlar bir yandan kahvelerini içerken bir yandan “Güliver’in Seyahatleri” gibi kitaplarını yazmaya başlamışlar ve demişler ki “Kahve bizi sert, ciddi ve felsefi yapıyor.” Ya da mesela Bach gibi klasik müziğin babası kabul edilen bir müzisyen kahve tutkunu bir kadın hakkında opera yazmış.

Geçen yüzyılın ortalarında kahve artık evlere girmeye başladı. Instant kahveler var ya. Bardağa koyup karıştırıp içiyoruz. Bu döneme tarihçiler “kahvenin 1. Dalgası” diyor. Sonra ikinci dönem başlıyor.

“70’ler 80’lerde başlıyor. Starbucks başlatıyor diyebiliriz. Kahvehane kültürü.”

Orada bu kahve hareketi ve dönemleri hakkında bir benzetme daha yapıyorum ama sesi çok iyi temizleyemediğim için buradan söyleyeyim. Kahve akımları adeta sanat akımları gibi. 1. Döneminde müziğin kaydedilip çoğaltılarak evlerde dinlenebilmesine benzer şekilde kahve de bol miktarda üretilip evlerde tüketiliyor. 2. Dönemindeyse tekrar konser alanlarına gidip müzik dinlemeye başlıyoruz. Yani Starbucks gibi modern kahvehanelere gidip kahvemizi içiyoruz.

Şimdilerdeyse 2000’li yıllarda artık 3. Dönemi yaşamaya başladık. Kahvenin sadece hangi ülkeden değil o ülkedeki hangi çiftlikten çıkarıldığı, dolayısıyla kahve çekirdeklerinin nasıl bir toprakta yetiştiği, sonra nasıl kavrulduğu ve ne şekilde demlendiği önem kazandı. Bu kahveleri hazırlarken bir yandan da onun bu hikayesini anlatan kişiler ortaya çıkmaya başladı. Baristalar. Baristalık dünyanın pek çok yerinde oldukça saygın bir meslek. Zamanında Osmanlılarda sarayda çalışan “kahvecibaşı” gibi. Bazıları sadrazamlık mertebesine kadar yükselmiş. Kahvenin kültürüne vakıf olmak, kökenini, izlediği yolculuğu, farklı hazırlama ve demleme tekniklerini bilmek işte kahvenin 3. Dalga hareketini oluşturan temel konular. Çünkü toprak, aldığı su, güneşlenme zamanı, nem; kahvenin tadını ve aromasını değiştiriyor. Eğer kahve yanardağın eteğinde yetiştiriliyorsa kül kokuyor. Muz ağaçlarının gölgesinde yetişiyorsa daha aromatik bir tadı oluyor. Ve bu konuda yapılan bilimsel araştırmalar kahvenin sadece kokusunun bile beynimizi harekete geçirdiğini gösteriyor.

Bilimsel araştırmalar deyince bizim profesör ve öğrencilerine ne oldu? Profesör bu farklı kapları getirip öğrencilerinin önüne koyuyor. Herkes kendine bir fincan seçip kahvesini yudumlamaya başlıyor. Ve yine hayatın zorluklarından konuşmaya devam ediyorlar. Bizim profesör de diyor ki:

“Gördüğünüz gibi pahalı ve gösterişli fincanların hepsi alındı. Geriye sadece ucuz ve düz olanlar kaldı. Kendiniz için en iyisini istemeniz gayet normal. Ama bu aynı zamanda sizin problemlerinizin ve stresinizin de temel kaynağı.”

“Nasıl barista olunur? 101” dersi gibi bir ders veriyor anlayacağınız profesör ve şöyle devam ediyor sözlerine

“Kabın kendisi kahvenin kalitesine bir şey katmaz. Çoğu zaman pahalı olduğu için kahvenin bile ötesine geçer ve onu örter. Bizim asıl istediğimizse sadece kahvedir, fincan değil. Ama biz yine de en iyi kabı, fincanı isteriz. Ve sonra da başkalarının kaplarına göz dikeriz.

Şöyle düşünün. Hayat kahvedir. İşimiz, paramız ya da pozisyonumuzsa sadece onu taşıyan bir kap… Sadece hayatı içermesi, onu taşıması gereken bir araç. Ve bu aracın, o kabın, fincanın tipi, şekli bizim hayatımızın kalitesini belirleyemez.

Bazen sadece kaba konsantre oluyoruz. Kahvenin keyfini kaçırıyoruz. Fincanın tadına değil kahvenin tadına bakın. En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip olanlar değildir. Onlar her şeyi en iyi hale getirenlerdir. Ellerinde olan her neyse…”

Kahve hareketlerinde 3. Dalganın içinde olduğumuzu söylemiştim ya. Kahvenin tüm yönleriyle en kaliteli şekilde içilmeye çalışıldığı bir dönem demiştim. Müzik benzetmesini devam ettirecek olursak artık sanat için sanat döneminde gibiyiz. Kahve için kahve.

Kahve deyince artık ne kastettiğimi anlıyorsunuzdur. Nobel ödüllü şair ve müzisyen Bob Dylan’ın da kastettiği şeyi. Zaten kendisi profesör gibi bir adam. Tıpkı kahve kelimesi gibi Bob Dylan’ın da kökleri bizim oralardan yola çıkmış. Ataları Kağızman’dan Amerika’ya gelmiş. Ve sanırım beraberinde “kahve bahane sohbet şahane” kültürünü de getirmiş. Çünkü diyor ki Bob Dylan:

“Bir fincandaki kahve gibidir hayat. Bazen tatlı, bazen değildir. Önemli olan kahvenin tadı değil zaten, onu kiminle içtiğinizdir.”

 

“Bir fincan kahve daha, ben gitmeden” için 14 yanıt

videonun başındaki arka fonda çalan müziği yazınızda ve videonun altında göremedim Barış Bey . Mümkünse söyleyebilir misiniz?

Barış Bey merhaba..aylar önce videonuzu izlemiştim..Yotube kanalızdan da sordum..buradan da soruyorum..klipte bir kadın var ve şarkı boyunca sadece gözü ön planda..acaba nedir , nedir?? Saygılar..

Bob Dylan’ın “Bob Dylan – One More Cup Of Coffee” adlı şarkısının “violin cover”ı. YouTube’da bu şekilde aratarak bulabilirsiniz.

Merhaba Barış abi lütfen bi yol göster, yardımcı ol bana. Buraya yazarak sana ulaşmaktan başka çarem kalmadı. Ben ses tasarımı ve müzikle uğraşıyorum, uzun zamandır işsizim çünkü bilgisayarım eski modeldi ve benim çalışmalarıma dayanamadı çöktü. Şuan elim ayağım bağlı, maddi yönden yetersizim ve tek şansım sizsiniz. Bütün ekipmanlarımı çalışarak aldım ama şuan kasam ne yazık ki çöp oldu. Gittikçe umutsuzluğa kapılıyorum. Eski de olsa bir bilgisayar kasasına ihtiyacım var. Bunu yazmadan önce çok düşündüm yanlış anlaşılır mıyım diye ve yazdım sonunda başka çarem yok her yolu denedim… Yaptığım sıfırdan ses tasarımlarına ve yaptığım işe küçücük örnek olması için ve inanmanız için YouTube’a açıklamalarıyla birlikte iki örnek video yükledim sadece size kendimi yanlış tanıtmamak için. Linkleri aşağıya bırakıyorum…

1-) https://youtu.be/j4Zu44a51VA

2-) https://youtu.be/bIRiOmzmS3M

Merhaba. Bu video da diğerleri kadar kaliteli ve güzeldi. Lütfen bir Sufi öğretisi olan enneagram kendini ve insanları tanıma sanatı üzerine de bir video çeker misiniz? Bu konu da el attığınız pek çok konu kadar insanlar tarafından bilinmemekte. Bizleri ve bilinmeyenleri aydınlatmaya devam etmeniz dileğiyle. Sevgiler..

Barış abi ben ortaokul öğrencisiyim(8.sınıf) ve öğretmenim bana bir proje tasarlamamı istedi. Ben de tasarladım fakat öğretmenim bazı insanlara fikrini sormamı istedi. Ben de size sormak istiyorum acaba projem hakındaki yorumlarınızı alabilir miyim ? İLETİŞİM BİLGİLİRİM:
facebook:https://www.facebook.com/mehmetbilghehan.bayazitoglu

instagram:https://www.instagram.com/by_bigo/

Eğer gerçekten iletişime geçerseniz çok mutlu olurum. TEŞEKKÜRLER

Abi merhaba ben bazı hikayelerini kullanmak istiyorum yani acaba sorun olur mu bilgi verirsen sevinirim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir