Kategoriler
Teknoloji

1 Trilyon Dolarla Ne Yaparsın?

Bu adamın adı Laszlo ve sipariş ettiği pizza için ödediği para yaklaşık 1 milyar dolar. Evet, doğru duydunuz. 1 milyar dolar. Hadi size tam değerini söyleyeyim.

10000 Bitcoin dolar cinsinden ne kadar ediyormuş. Bir bakalım. 1 milyar dolar artı 31 milyon 931 bin dolarmış. 31 küsür milyon dolar eksik söylemişim, kusura bakmayın. 

Evet adı Lazzzlo olan bu kişi gerçek bir kişi. Florida’da yaşıyor. Ve bir zamanlar 10000 Bitcoin’i vardı. Bundan 15 sene önce bir foruma şu mesajı gönderdi. 

“2 pizza için 10.000 bitcoin ödeyeceğim. Mesela büyük boylardan 2 tane, böylece ertesi güne kalacak kadar artar. Artan pizzayı ertesi gün atıştırmalık olarak seviyorum.”

İnsanın neyi sevdiğini bilmesi çok güzel bir şey değil mi. O pizzaların tadını hayatı boyunca unutmayacağına eminim. Peki nereden gelmiş aklına bunca Bitcoin’i pizza karşılığında takas etme fikri dersiniz.

  • Açıkçası, hey, ben bu açık kaynaklı internet parasını gerçek bir dünyadaki ürünle takas ettim! diyebilmek çok havalı olur diye düşündüm. Ve dedim ki, bundan daha iyi bir şey ne olabilir. Tabii ki yemek. Yemek temel bir ihtiyaçtır.”

Temel ihtiyacını karşılamak istemiş kısaca. Şimdi kendinizi onun yerine koymanızı istiyorum. Dur, başka bir düşünce deneyi yapalım. Onun değil de pizzacı çocuğun yerine kendinizi koyun. İşiniz bu, bisikletle pizza dağıtıyorsunuz. Bir gün pizzaları dağıttıktan sonra eve gidiyorsunuz, bir şeyler atıştırmak için dolabın kapağını açıyorsunuz ve tam o sırada, kapı çalıyor.

  • John Pulman.

Ve evet adınız John. Kapıda duran kişi sizden imzanızı ve DNA’nızı istiyor. Çünkü size bir miras kaldığını söylüyor. Dolandırıcı olduğunu düşünürsünüz değil mi. Hele bir de Nijerya’daki bir prensten filan kaldığını söylerse. Ama öyle olmuyor. 16. Yüzyılda İtalya’da yaşamış zengin tüccar atalarınızdan bir miras kaldığını öğreniyorsunuz. Bu miras, ta o zamanlardan bir banka hesabına yatırılmış. Yatırılmakla kalmamış, yüzyıllar boyunca işletilmiş, bileşik faizle gelir elde etmiş ve inanılmaz bir servete dönüşmüş. Tam 1 Trilyon Dolar. 

Evet, doğru duydunuz. 1 trilyon dolar miras kalmış. Adı John olan bu kişi hayali bir kişi. Bir roman kahramanı. Anlattığım olaylar da bu romanda geçen olaylar. Ama ben bunu bir düşünce deneyi olarak ele almak istedim çünkü sadece büyük bir mirasın getirdiği değişimleri değil, aynı zamanda paranın gücünü, küresel ekonomiyi, insanlığın geleceğini ve bireyin sorumluluklarını sorgulayan bir hikaye bu. 

O yüzden kendinizi John yerine koymaya devam edin. 1 Trilyon Dolar miras kalsaydı ne yapardınız. Her şeyden önce bu algılaması çok zor bir miktar. Bunu görselleştirme çabalarını görmüşsünüzdür.

Bu 100 dolar ve bu da 100 tanesini deste yapınca ortaya çıkan 10 bin dolar. Bu gördüğünüz her paket 10 bin dolarlık banknotlarla dolu. Yanında bir insan figürü var, ölçek gerçek boyutlarda. Önce 1 milyon dolar var yerde. Küçük bir yığın. Sonra 100 milyon dolar, sonra 1 milyar. Ve en altta, o halının desenine benzeyen devasa yapı 1 trilyon dolar. Sol köşedeki o kırmızı tişörtlü küçük adamı görüyor musunuz. O, sizsiniz. Pizza dağıtan John. Yanında duran şeyse mirasınız. Şimdi tekrar soruyorum, böyle bir parayla ne yapardınız. 

“Fakirlere dağıtırdım.”

Vicdan sahibi bir insan için en erdemli cevap bu sanırım, fakirlere dağıtmak. Ama bu, aynı zamanda en karmaşık cevaplardan biri. 

Çünkü sadece parayı dağıtmak yetmez.

1 trilyon doları fakirlere dağıtmak teorik olarak 1 milyar kişiye 1.000’er dolar vermek demek olabilir. Ama, bu parayla ne yapılacağı konusunda o insanlar eğitilmezse, altyapı yoksa, kur sistemleri, enflasyon, politik dengesizlik gibi sorunlar göz ardı edilirse, para sadece bir süreliğine iyi hissettirir. Sonra ortadan kaybolur.

Akşam yemeğinde yenilen iki pizza gibi. 

Evet, bu düşünce deneyimize devam etmeden önce ben yine ona döndüm, çünkü Laszlo’nun iki pizza için 10 bin Bitcoin ödediği 22 Mayıs 2010 tarihi, kripto ekosisteminde “Bitcoin Pizza Günü” olarak biliniyor ve bu ödeme Bitcoin tarihinde gerçekleştirilen ilk alışveriş olma özelliğini taşıyor.

Blokzincir alanında yenilikçi ürün ve hizmetler geliştiren ve 2017’den bu yana Türkiye’de kripto varlık alanının gelişimine öncülük eden, bu videonun sponsoru Paribu, Bitcoin ile gerçekleştirilen bu ilk alışverişin yıl dönümünü Paribu Pizza Günü ile kutluyor ve bu yıl da kullanıcılarına tam 100.000 pizza hediye ediyor.

Son 30 günde 1.000 TL’lik Bitcoin alan veya satan ve güncel hesap doğrulama sürecini tamamlamış olan Paribu kullanıcıları, 19 – 22 Mayıs tarihleri arasında hediye pizza kodlarını Paribu’dan alabiliyor ve 19 Mayıs’tan itibaren Yemeksepeti’nde kullanabiliyor.

Kullanıcılar, 350 TL değerindeki bu kodları Yemeksepeti’ndeki pizza restoranlarında kullanarak hediye pizzalarını afiyetle yiyor.

Daha fazla bilgiyi ve katılım koşullarına dair detayları açıklamalar bölümündeki linkten ulaşabileceğiniz ParibuLog’da bulabilirsiniz.

Şimdi şu 1 trilyon dolar meselesine bir dönelim. Her şeyden önce 16. Yüzyıldan kalan bir mirasın 21. Yüzyıla kadar 1 trilyon dolara ulaşmış olması ihtimali ne kadar gerçekçi.

Diyelim ki 16. yüzyılda (yaklaşık 500 yıl önce) biri sana 1.000 dolar bıraktı.

Ve bu para her yıl ortalama %5 bileşik faizle değerlendi.

Formül şu:

FV = PV × (1 + r)^n

Burada:

PV: Başlangıç parası (örneğin $1,000)

r: Yıllık faiz oranı (0.05 = %5)

n: Yıl sayısı (yaklaşık 500 yıl)

Yani teorik olarak, 500 yıl boyunca %5 faizle hiç dokunmadan işlenirse, 1.000 dolarlık bir yatırım, 1 trilyon doları geçebiliyor.

Ama gerçek dünyada bu ne kadar mümkün.

Aslına bakarsanız gerçek dünyada buna benzer bir deney yapıldı. Hem de çok ilginç biri tarafından. Durun size bu deneyi yapan kişinin resmini göstereyim. Cüzdanımda bir yerlerde olacaktı.

Evet, piyasada bulabileceğiniz en büyük dolar banknotunun üstünde onun resmi var. Üstelik Amerikan başkanı filan olmamasına rağmen. Ama çok çok ilginç bir adam. Onu sadece 100 doların üstünde değil, elinde bir uçurtma ve bir anahtarla da görmüş olabilirsiniz. Çünkü yıldırımın elektriksel bir olgu olduğunu kanıtlayan deneyler yapan bir bilim insanı ve mucitti aynı zamanda. Bifokal gözlükleri, binaları yıldırımdan koruyan paratoneri ve cam armonika adında bir müzik aletini icat etti. Mozart sadece bu alet için bir eser bestelemiştir. İngilizcede electrician (elektrikçi), battery (pil), conductor (iletken), positive/negative charge (pozitif/negatif yük) ve electric shock (elektrik çarpması) gibi terimleri ilk kullanan kişidir. Evet tahmin edebileceğiniz gibi Benjamin Franklin’den bahsediyorum. Yaşarken o kadar çok şey yaptı ki, kendi matbaasını, gazetesini, itfaiye teşkilatını ve kütüphanesini kurdu. Almanaklar yazdı, tüm Avrupayı dolaşarak diplomasi yaptı. Bunları söylüyorum çünkü ölürken yaptığı şeyi, neden yaptığını anlamamızı kolaylaştırıyor. 

Benjamin Franklin 1790’da öldüğünde çok fazla parası yoktu. Ama çok ilginç bir vasiyeti vardı. Parasını çocuklarına değil de başka insanlara bırakmayı tercih etti ve bunu da bir sosyal deneye dönüştürdü. Yaşadığı Philadelphia kentine 1000 sterlin verilecekti. Ama bir şartla. Bu paraya 200 yıl boyunca dokunulmayacaktı. Yalnızca bileşik faizle işletilecekti. İlk 100 yılın her yılı küçük girişimcilere kredi verilecek, düşük faizle geri alınacak ve sistemdeki para ilk 100 yılda bu şekilde büyüyecekti. Geri ödemeler 10 yıl içinde, yıllık %5 gibi piyasanın altında bir faizle yapılacaktı. Bugün “mikrofinansman” dediğimiz uygulamanın bir öncüsüydü diyebiliriz. Franklin küçük bir tohumun nasıl ormana dönüşebileceğini iyi biliyordu. Sabırla. Düşük faiz bile olsa, her yıl bileşik olarak işlenirse sonunda devasa bir gelir elde edilebilirdi. Geçenlerde emekliliğini açıklayan efsanevi yatırımcı Warren Buffett buna “Methuselah Tekniği” adını verir.

Bu şekilde 100 yıl boyunca büyütülen para ikinci yüzyılda şehrin altyapı yatırımlarına harcanacaktı. Şimdi bunun bilimsel bir deney olabilmesi için başka neye ihtiyaç var. Kontrol grubuna değil mi. Benjamin Franklin bir başka 1000 sterlin’i de bir başka şehre bıraktı. Boston’a. 

Doğup büyüdüğü yer olan Boston’a eğitimini borçlu olduğunu belirtti; yaşadığı Philadelphia’ya ise kariyerini. “Ben matbaacılık gibi bir zanaatta, memleketim olan Boston’da yetiştirildim,” diyordu, “ve Philadelphia’da iki dostumun verdiği borçlarla işimi kurabildim. Bu bana servetimi kazandırdı ve hayatım boyunca bana atfedilen tüm faydaların temelini oluşturdu. Bu yüzden, ölümümden sonra bile mümkünse, ülkesine hizmet edebilecek gençlerin yetişmesine katkıda bulunmak istiyorum.”

Hem erdemli hem de bilimsel bir yaklaşım. Plan son derece net görünüyordu: Paralar birikmeli, faizle büyümeli, belirli kurallara uygun şekilde dağıtılmalıydı. Ama hem Boston hem de Philadelphia, bu “basit” gibi görüne planı uygularken şunu fark etti. Hiçbir şey göründüğü kadar kolay değil.

Philadelphia’daki Franklin Fonu, başlangıçta bir banka gibi değil, bir yardım sandığı gibi işledi. Mobilya ustalarına, kunduracılara, terzilere, matbaacılara küçük krediler vermeye başladı. Kayıtlara geçen başvuru formlarında şöyle şeyler yazıyordu: “Yeni bir torna tezgâhı almak istiyorum,” “Dikiş makinesi için krediye ihtiyacım var,” “Dükkanımı büyütmek istiyorum.”

Boston’da ise işler biraz daha kurumsal ilerledi. Fon, daha baştan itibaren daha katı bir yönetim yapısına kavuştu. 19. yüzyılın ilk yarısında bu fon da yavaş büyüdü. Ama Bostonlu yöneticiler, parayı sadece bireylere kredi olarak değil, aynı zamanda okul binaları, kaldırım taşları, sokak lambaları ve hatta saat kuleleri gibi kamu projelerine yönlendirmeye başladılar. Bu durum, Franklin’in “zanaatkâr gençleri destekleme” hedefinden sapma olarak görülebilirdi; fakat aynı zamanda şehirdeki herkesin yaşam kalitesine katkı sağlıyordu.

Yani iki şehir, iki farklı yatırım yorumu geliştirmişti: Philadelphia daha bireysel, Boston daha kamusal.

Peki 200 yıllık vasiyetin sonunda yani 1990’da bu paralara ne oldu dersiniz. Boston’daki fon, yaklaşık 5 milyon dolar civarına ulaştı. Ancak Philadelphia kenti bu mirası Boston kadar disiplinli ve sürdürülebilir şekilde yönetemedi. Sadece 2 milyon dolara ulaştı. Yani Benjamin Franklin’in gerçek dünyadaki bu uzun vadeli deneyinden çıkartabileceğimiz ders ne olabilir. Para kadar, o parayı yöneten kurallar ve akıl da önemli.

E ama romandaki gibi 1 trilyon dolar olmadı diyeceksiniz. Olmadı çünkü henüz 200 yıldır işletiliyor. Eğer aynı performansla 300 yıl daha işletilirse, Philadelphia’nın elindeki 2 milyon dolar 38.4 trilyon dolara ve Boston’ın elindeki 5 milyon dolar da 96.1 trilyon dolara dönüşür. Bu durumda iki şehirdeki fonlar toplamda 134.5 trilyon dolar olurdu. Yani neredeyse bugünkü tüm küresel servetin dörtte biri, bir zamanlar birkaç bin dolarla başlamış olurdu.

Demek ki aslında, bir servetin yüzyıllar boyunca büyüyerek devasa boyutlara ulaşması yalnızca bir roman kurgusu değil. Gerçek hayatta da mümkün. Boşuna buralar bir zamanlar dutluktu demiyoruz değil mi iki lafın arasında. Ah o dedem. Bi’ arsayı çevirseydi Maslak’tan, şimdi trilyoner bendim be abi. Romandaki John da Özcan olmuştu.

Biliyorum senin de deden Maslak’tan bir arsa çevirmedi ama sen kendi zamanını çevirebilirsin. Diyelim ki 1 trilyon dolar miras alan kişi bu serveti dağıttı ve sana da 1000 dolar düştü. Ne yaparsın. Eğer ömrünün sonundaysan Benjamin Franklin gibi bir vasiyet yazıp 1000 sene sonraki torununa bırakabilirsin. Ama çoğunuz gençsiniz. O yüzden gelen parayı Philadelphia gibi değil Boston gibi yönetebilirsiniz. Size somut bir yatırım tavsiyesi veremem ama şunu öğütleyebilirim. Size düşen o 1000 dolardan 1 Benjamin’i kenara koyun. Aslında bu formülü her yerde ve her zaman uygulayın. Gelirinizin en az %10’unu hiç görmeyin. Onu otomatik olarak, uzun vadeli ve düşük maliyetli yatırımlara yönlendirin. Bu yatırımlar da çeşitli olsun. Yumurtaları farklı sepetlere dağıtın. Ve buna ne kadar erken yaşta başlayabilirseniz o kadar erken başlayın. Sonra da sabredin. Mesele ne kadar kazandığın değil, ne kadar erken başlayıp zamanla onu ne kadar büyüttüğün.

Ama tabi romanda bu fikir çok daha büyük bir çerçeveye oturtulmuş durumda.

John, sabah kapısını çalan adamdan sadece bir miras aldığını öğrenmiyor. Aynı zamanda bir görev devralıyor.

Atalarından gelen bu 1 trilyon dolarlık servetin arkasında, asırlardır işleyen sessiz bir plan yatıyor. Bir hedef var. İnsanlığa kaybettiği geleceği geri vermek.

Ama nasıl. Parayla her şeyi yapabilir misiniz. Peki ya hiçbir şey yapmama hakkınız var mı.

John bir anda kendini bu soruların ortasında buluyor. Artık onun hayatı değil mesele olan. İnsanlığın rotası. Gezegenin gidişatı. Gelecek kuşakların yaşayacağı ya da yaşayamayacağı bir dünya.

İşte John, sadece paranın, sadece gücün dünyadaki sorunları çözmeye yetmediğini fark ediyor. İnsanlığın geleceğini daha iyi anlamak için devasa ve gizli bir bilimsel proje başlatıyor. Bu projede kullanılan karmaşık bilgisayar modelleri, farklı gelecek senaryolarını simüle ediyor. Ve en sonunda ne buluyor biliyor musunuz. İnsanlık kendi kendini yok etme eğiliminde. 

Bu bilgi için galiba romana ihtiyaç yok. Gerçek dünyada paraya ve güce kavuşup da değişmeyen insan örneği var mı. Demek ki mesele para değil. Mesele insan. Ve insan, yeterince uyarı verilse bile bazen duvara çarpana kadar yönünü değiştirmiyor.

Eğer elinde 1 trilyon dolar olsaydı, insanlığı kurtarabilir miydin. Bu göründüğü kadar basit değil.

Roman, bu sorunun cevabını ararken karakterlerine dört farklı strateji sunuyor. Yoksulluğu azaltmak, eğitimi yaymak, bilimi desteklemek, sürdürülebilir sistemler kurmak. Sizin var mı bunlara ekleyebileceğiniz bir şey. Sizin 1 trilyon dolarlık bir mirasınız olsa insanlık için ne yapardınız.  Bu kadar parayı nasıl kalıcı, adil ve sürdürülebilir bir değişim yaratmak için kullanırdınız.

Yorumlara yazın. Kim bilir, belki bir gün biri bu yorumları okur, aklına erdemli bir fikir gelir ve bir yerden başlar. Hep beraber bu tür fikirleri birlikte büyütmek için buradayız. O yüzden henüz abone olmadıysanız, bu kanal sizin de yatırımınız olabilir.

Romandaki karakterimiz pizza dağıtıcısı John’un en sonunda anladığı şeyse şu: Para tek başına hiçbir şey yapamaz. Parayı kullanan insan neyse sonuç da ona göre etkisini gösterir. Ve belki de asıl mesele 1 trilyon dolara sahip olmak değil, geleceği 1 trilyon parçaya bölmeden bugünden düşünebilmektir.

Laszlo 15 yıl önce o pizzaları yedi, afiyet olsun. Bugün artık o pizzalar yok, ama o Bitcoin’ler olsaydı değeri 1 milyar doları geçmişti.

İki pizza ile 1 milyar dolar arasındaki fark, ne biliyor musunuz. 15 yıl. 

Zaman.

Demek ki bugün sahip olduğumuz en büyük güç: şimdi elimizde tuttuğumuz zaman. Şu an. Peki onu neyle çarpıyoruz. Parayla mı, fikirle mi, cesaretle mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir