Geçen hafta New York’ta, Grand Central Terminal’in mermerle kaplı tarihi salonunda garip bir manzarayla karşılaştım. Dev bir cam küpün içine, yeşil halı kaplı minik bir ofis yerleştirmişler. Telaşla işlerine yetişmeye çalışan bu insanlar az sonra kendi gidecekleri şirketlerindeki masalarının adeta küçük bir kopyasını orada görüyordu. Klasik bir çalışma kübiğinde bulabileceğiniz tüm detaylar vardı. Tam o sırada birileri o cam kübün içine girmeye başladı.
Kategori: Felsefe
Zinciri Kırma takvimini ücretsiz olarak indirip kullanabilirsiniz: https://bit.ly/zinciri-kirma-2025
Poster ve Astronomi takvimini almak için: https://soo.cool
Bilgelik Ağaçları ile Alışkanlık Geliştirme
Her büyük değişim, küçücük bir tohumla başlar. Bir hayalden… Bir arzudan… İçten gelen bir sezgiden…
Ama biliyoruz ki, sadece bir tohum yetmez. Biraz da gayret etmek gerekir. Özen göstermek…
Zorlukların üstesinden gelinmeli. Engeller aşılmalı. İnancını korumalı ve sabretmeli. Ve en önemlisi, ona sevgiyle bakmalı, her türlü zorluğa rağmen…
Bundan 20 yıl kadar önce 2004’te bir Çarşamba akşamı televizyonun karşısında oturduğumda, sadece yeni bir dizi izleyeceğimi sanıyordum. Ekranda bir göz açıldı. Yakın çekim. Bambuların arasından sızan ışık. Ve sonra kaos. O akşam milyonlarca insanla birlikte, televizyon tarihinin en iddialı mitolojik anlatısının ilk dakikalarına tanıklık ediyorduk. Ama henüz bunu bilmiyorduk.
4 Adaya Giriş
LOST’u bugün yeniden izlediğimde, beni hala en çok etkileyen şey, dizinin modern televizyonun en büyük çelişkisini nasıl kusursuzca somutlaştırdığı: Bir yandan haftalık yayın formatının ticari gerçekliğine uyum sağlarken, diğer yandan antik destanların büyüklüğünü yakalamanın peşinde koşması.
- Bugün kendinizi şanslı mı hissediyorsunuz? Yoksa sadece şansın hüküm sürdüğü bu dünyada küçük bir taş parçası gibi mi? İşte bu soruların cevabını aramak için buradayız. Hoş geldiniz, dostlarım. Benim adım… önemli değil, adım ne olursa olsun. Bugün önemli olan, olasılığı kandırabilir miyiz sorusu… Bugün ilginç bir hikayeye tanık olacağız. Bir zamanlar, bir Monte Carlo gece kulübünde geçen bir hikaye… Bugün burada, bir oyun oynayacağız. Ama sadece bir oyun değil. Çünkü yaşamın kendisi de bir oyun gibi, bir dizi olasılıkla doludur. Her turda bir seçim yapmalı ve sonuçları kabul etmelisiniz. Ne kadar altın koymalı? Hangi rengi seçmeli? Bugün, belki de gerçekle hayal arasındaki çizgiyi bulabiliriz. Hazır mısınız, dostlarım? Olasılığı kandırabilecek misiniz?
Size bugün önemsizmiş gibi görünen, fakat hayatınızı kökünden etkileyebilecek bir olgudan bahsedeceğim. Bunun için, küçük bir oyun hazırladım. Video boyunca bir rulet oyunu oynayacağız. Gerçek hayatta bunu yapmanızı asla önermem, zaten bu videonun amacı da o. Neden böyle bir şeyi asla önermeyeceğimi anlatacağım. O yüzden bunu bir alegori olarak düşünün. Bir yandan bu oyunu oynarken bir yandan da olasılıkla ilgili kısa hikayeler anlatacağım.
Kurallar basit. Burada dönen bir mekanizmada siyah ve kırmızı kareler var. Topu bırakıyoruz ve rulet bir miktar döndükten sonra ya siyah ya da kırmızı karelerden birine düşüyor. Karelerin yarısı siyah, yarısı da kırmızı ve gelme şansları eşit, yani %50, %50. Hile filan da yok. Her turda iki renkten birini seçmeniz gerekiyor. Size başlangıçta hayali 100 altın veriyorum. Eğer kazanırsanız, ortaya koyduğunuz kadar altın kazanacaksınız. Yani 100 altının yarısını, 50’sini koyan ve kazanan, kasadan 50 altın daha alacak. Böylelikle 150 altını olacak. Ama kaybederseniz ortaya koyduğunuz altınların hepsini kaybedeceksiniz, yani 50 altın kalacak. Her seferinde istediğiniz miktarda koyabilirsiniz. İsterseniz hiç harcamayıp 100 altınla oyunu bitirebilirsiniz 🙂 Video boyunca bunu birkaç kere yapacağız. En sonunda kaç altınınız olduğunu yorumlara yazmanızı istiyorum. En çok altın toplayan kazanır 🙂
Dünyanın en önemli mimari yapısı desem herhalde çoğumuzun aklına Giza’daki Büyük Piramit filan gelir. Haklı olarak. Zaten o yüzden orada sanal bir tur atmıştık. Ama mesela Pantheon gelir mi? Gelmez. Roma’ya giderseniz “Kolezyum”u mutlaka görmek istersiniz ama “Pantheon”u es geçebilirsiniz. Geçmemelisiniz.
Dünyanın en önemli ressamları desem Rönesans döneminden Leonardo ya da Michelangelo akla gelir. Yine haklı olarak. Ama mesela bir Raphael gelir mi? Gelmez. Vatikan’a gitseniz Sistin Şapeli’nin tavanındaki “Adem’in Yaratılışı” resmini mutlaka görmek istersiniz ama az ötedeki odalardan birinin duvarına çizilmiş “Atina Okulu”nu es geçebilirsiniz. Geçmemelisiniz.
- Bayanlar ve Baylar, seçkin yazar Bay Aldous Huxley.
1956’da CBS’te yayımlanan bir radyo programı bu.
- Cesur yeni dünya, insanlığın insanlıktan çıkarılmasına dair fantastik bir kıssadır.
Bu da Cesur Yeni Dünya’nın yazarı, kendi kitabını takdim ediyor!
- Hikâyemde anlatılan olumsuz ütopyada insan, kendi egemenliğine tabi kılınmıştır. İcatlar, bilim, teknoloji, sosyal organizasyon, bu şeyler insana hizmet etmeyi bıraktılar, onun efendileri haline geldiler.
Yazar radyoda bu açılışı yaparken kitabının basımının üzerinden çeyrek yüzyıl geçmişti. Kitaptan sonra büyük buhran, ikinci dünya savaşı gibi pek çok önemli olay meydana gelmişti. O yüzden az sonra diyecek ki “romanda 600 yıl sonrasını hayal etmiştim ama şimdi yazsaydım 200 yıl sonrası yeterli olurdu.”
O bunları söyledikten sonra nice ekonomik buhranlar geçirdik, nice savaşlar gördük, görmeye devam ediyoruz. Eğer bugün olsaydı ne derdi acaba? Yoksa çoktan o olumsuz ütopyada, cesur yeni dünyada yaşamaya başladık mı?