Hepimizin cebinde yapay bir zeka var. İnternette yaptığımız her arama aslında kişiliğimizle ilgili önemli bir ipucunu da karşıdaki arama motoruna veriyor. Yani bir bilgisayara, yani hesap yapabilen ve yavaş yavaş düşünmeyi öğrenen bir makinaya içimizi açıyoruz. Bu makina günün birinde insan kadar zeki olursa ne yapar? exMachina filminin hikayesi bu sorunun etrafında dönüyor.
Son yıllarda izlediğim en iyi bilimkurgu filmlerinden biri. Film ilk bakışta Her, AI, Matrix, Pinokyo, Metropolis, Ghost in the Shell, Blade Runner gibi filmlere benziyor. Felsefi sorulara kapı açan, bir kaç kez izlenmesi gereken, çok katmanlı bir film.
Hikayemiz -anlayabildiğim ya da tahmin edebildiği kadarıyla- “singularity” yani tekillik zamanında geçiyor. Yakın gelecekte yapay zekanın insan zekasının ötesine geçeceği varsayımsal bir nokta, bir zaman adeta teknolojik bir milat. Varsayımsal yani farazii. Bu kelimenin altını çiziyorum. Peki bu nokta geldiğinde robotların bizden daha zeki olduğunu nasıl anlayacağız? Öncelikle “makinalar düşünebilir mi?” Aslında felsefi arka planını Dekart’a kadar götürebileceğimiz bu soru 1950’de Alan Turing tarafından da soruldu ve Turing testi ortaya çıktı.
Nedir Turing Test? İnsanlar bir bilgisayarla etkileşimde bulunur ve insanlar bir bilgisayarla etkileşimde bulunduklarını anlamazlarsa test başarılıdır. Yani karşımızda gerçek bir yapay zeka vardır.
İşte denek. Turing Testi için burada. Böyle bakmasının sebebi “Karşısındakinin yapay zeka olup olmadığını bilmemesi” gerekiyor. Oysa karşısındakinin bir makina bir android olduğu açıkça anlaşılıyor. Dolayısıyla bu “fiziksel gerçekliğe” rağmen insan kadar gelişmiş bir zekaya sahip olduğunu ispat etmesi gerekecek. İşte film buradan itibaren ilginçleşmeye başlıyor. İnsanla makina arasındaki etkileşimi seanslar halinde izlemeye başlıyoruz.
Makinaya ilk sorulan sorulardan biri “kaç yaşındasın?”. Alınan cevap da ilginç: One! Bence ilginç ve yoruma açık bir cevap. Zamanı bir bütün olarak veya sonsuz biçimde gördüğü için mi bu cevabı veriyor? Ona göre geçmiş, gelecek ve şimdi yok. Zaten cevapta da 1 yaşındayım değil sadece 1 deniyor. Filmin “singularity – tekillik zamanında geçtiğini söylemiş miydim?
Yapay zeka ve insan ilişkisi önce dille başlıyor. Lisan, insanların öğrendiği bir şeydir. Ama bazılarına göreyse doğuştan vardır. Var olan yeteneğe kelimeler ve dilbilgisi ekleme kabiliyetini öğreniriz.
Yapay zeka sanatçı olabilir mi? Mesela müzik besteleyebilir mi? Ya da bu filmde olduğu gibi resim çizebilir mi? Picasso tüm çocukların sanatçı olarak doğduğunu söylemişti. İlginçtir buradaki robot çocuğumuz da kendi çapında bir sanatçı.
Blue Book. Wittgenstein’ın notlarından esinlenilmiş. Dünyanın en popüler arama motoru. Filmde geçen ve evet ben de burada yaşamak istiyorum diyeceğiniz mekan gerçekte Norveç’te. Yani Wittgenstein’ın yaşadığı yerde. Aslına bakarsanız filmde açık ya da örtülü bir biçimde bu felsefeciye pek çok gönderme var. Peki neden Wittgenstein? İşte bu soru bizi yine aynı soruya götürüyor. “Makinalar düşünebilir mi? ” Wittgenstein’ın “blue book” notlarında ve “felsefi soruşturmalar” kitabında bunun metafizik bir soru olduğu yazılı ve bu soru aslında daha çok biz insanlarla ilgili. Witgenstein’ın dediği gibi “Eğer bir aslan konuşabilseydi, onu anlayamazdık”. Bir robot insanlar hakkındaki her şeyi bilebilir ama “insan olmanın ne demek olduğunu bilemez”, tıpkı bizim “robot olmanın ne demek olduğunu bilemememiz gibi”.
Androidin seçtiği kıyafet duvarda gördüğümüz tablodaki kızın kıyafetine çok benziyor. İlginçtir tablodaki kız da Wittgenstein’ın yani daha önce sözünü ettiğim gerçek Blue Book’un yazarının kız kardeşi.
Filmdeki androidi tasarlayan karakter, test deneğine “benim Kaptan Kirk’üm olur musun?” diye soruyor. Gerçekten de 1966’da yayınlanan meşhur Star Trek dizisinin bir bölümünde dişi bir android robot Kaptan Kirk’ün yardımıyla duyguları ve özellikle aşkı keşfediyor.
Zihin egzersizlerimize devam. Frank Jackson’ın bir düşünce deneyi var: “Mary’s room – Mary’nin odası”. Filmdeki robot gerçek dünyayı hiç görmediği halde onun hakkında her şeyi biliyor. Peki dünyayı gerçekten görmek ya da bir başka deyişle deneyimlemekle onun hakkında her şeyi bilmek aynı şey midir? “Mary’nin odası” deneyinde sorgulanan şey bu. Aslında biz bu soruyu “çok gezen mi bilir, çok okuyan mı” şekliyle kendi aramızda sürekli tartışırız.
Filmde aynalar ve yansımaların bol miktarda kullanılması bir tesadüf değil. Bize “Alice Harikalar Diyarında” kitabının devamı olan “through the looking glass – aynanın içinden” kitabını hatırlatıyor ki bu kitap da Alan Turing’in okuma listesindeki favori kitaplardan biri. Zıtlıklar, karşıtlıklar gibi temaları içeren bu kitap gerçeklikten kaçışla ilgili.
Filmin renk dili RGB yani Kırmızı – Yeşil – Mavi renklerini bilhassa vurguluyor. Ne de olsa bilgisayar ekranlarında gördüğümüz her şey bu üç rengin karışımıyla elde ediliyor.
Görsellik olarak beni en çok etkileyen planlardan bir tanesi de işte bu. Hayatı boyunca mağarada oturup sadece gölgeleri gören bir varlığın, mağarasından çıkıp da güneşi yani gerçeği gördüğünde yaşadığı aydınlanış, uyanış. Plato’nun mağara alegorisini hatırlatıyor.
Filmin sonuna doğru Turing testinin sonucunu merak ediyoruz. Benim asıl merak ettiğim ise kim kimi test etti?
Sonuç olarak eğer bir gün bu kadar gelişmiş zekaya sahip makinalar etrafımızda olacaksa, birileri hatırlatsın da üstad Asimov’un “üç robot yasası”nı uygulamaya koyalım.
“Ex Machina ya da makineler düşünebilir mi?” için 2 yanıt
Barış Abi, bu film benim tüylerimi diken diken yaptı. Filmden sonra http://www.kirpice.com/bilim-dunyasinda-yapay-zeka-soku/ bu yazı aklıma geldi. Ne olacak bizim sonumuz Asimov’un kuralları şart bize sizin de söylediğiniz gibi 🙂
Güzel yazı, film analiziniz çok iyi