Bugün sizlere “alışkanlıklar” konusunda bir içerik hazırlamıştım, bu konuda fayda sağlayacağını düşündüğüm yeni bir tekniği paylaşacaktım ama ertelemeye karar verdim. Çünkü yeni yayımlanan “Adolescence” adında bir dizi izledim, ve bana çok dokundu. Bilmiyorum belki benim de tıpkı dizideki çocuk gibi 13 yaşında bir oğlum olmasından mı, yoksa neredeyse tüm Dünya’da ve Türkiye’de gençlerin karşılaştığı zorluklara her gün tanık olmamdan mı, ama bu dizi beni derinden etkiledi ve bugün sizinle bu konuyu paylaşmam gerektiğini hissettim. İçinde yaşadığımız çalkantılı dönemde, gençlerimizle kurduğumuz iletişimin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlayalım istedim.
- Tamam, yeter! Konuşma. Kalemini bırak.
- Yuh.
- Ellerini indir, videoyu izle.
Bu tür içeriklerde her zaman yaptığım gibi bir spoiler uyarısıyla başlayayım: Eğer diziyi henüz izlemediyseniz ve sürprizleri bozmak istemiyorsanız, bazı bölümleri atlayabilirsiniz. Ama ben zaten konuyu her detayıyla anlatmayacağım.
“Adolescence” -ergen demek- dört bölümlük bir mini dizi. Netflix’te yayımlandı. Hikaye, 13 yaşındaki Jamie Miller’ın bir sınıf arkadaşını öldürmekle suçlanmasıyla başlıyor. Bunun ardından kendisinin ve ailesinin dünyasının nasıl alt üst olduğunu anlatıyor.
- Oğlunuz cinayet şüphesiyle gözaltına alındı.
“Kim yaptı?” sorusunu değil, “neden yaptı?” sorusunu merkeze alıyor.
- Neden böyle bir şey yaptın?.
Normalde sadece teknik özellikleriyle bile hikaye anlatıcılığını ön planda tuttuğum bu kanalın radarına rahatlıkla girebilecek bir dizi. Çünkü bölümler tek plan. Yani kamera kayda giriyor ve 1 saatlik bölümün sonuna kadar hiç durmadan kaydetmeye devam ediyor. Üstelik bazılarımız bunu izlerken fark etmiyor bile. Bu çok büyük ustalık gerektiren bir teknik. Yüzlerce kişinin kamera önünde ve arkasında kusursuzca çalışmasını gerektiriyor.
Daha önce 2000’li yılların başında “Russian Ark” filminde deneysel olarak uygulanmıştı ve o zaman da beni çok etkilemişti çünkü bu yöntemle çekim yaptığınızda ve bir hata olduğunda, her şeyi baştan çekmek zorunda kalıyorlar. Oyuncuların, kamera ekibinin, ses teknisyenlerinin, ışıkçıların hatta figüranların bile mükemmel bir senkronizasyon içinde hareket etmesi gerekiyor. Bunun bir kurgu olduğunu unutturmak için müziği bile çok kısıtlı olarak kullanıyorlar. Sadece bir kaç yerde giriyor ve böylece etkisi artıyor.
İşte tüm bu yöntemler sayesinde izleyici olarak biz de o anı kesintisiz olarak yaşıyoruz, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi. “Russian Ark” filminde kamera 300 yıllık Rus tarihini gözlemleyen bir hayalete dönüşüyordu. İşte bu dizide de biz sanki oradaymış gibi hissediyoruz. Benim yaşımda olanlar babanın ya da annenin perspektifini yaşıyorlar. Daha genç olanlar da çocukların ve arkadaşlarınınkini. Bilinçaltımızda bize dokunan tarafı bence bu. Olup bitenler karşısında yaşadığımız şok.
- Şok olmanız normal. İnsan olmanız normal.
- O iyi bir çocuk, anladın mı? Ben de iyi bir babayım. Anlıyor musun?.
Baba karakterini canlandıran Stephen Graham, aynı zamanda bu dizinin yazarı ve yaratıcısı. Verdiği bir röportajda şu önemli noktaya değinmiş: “Günümüzde genç erkeklere ne oluyor, internet üzerinden nasıl radikalleşiyorlar ve bunda ebeveynlik, okul sistemi ve toplumun rolü nedir?” Evet, bu dizi, yaşı ne olursa olsun hepimizi etkileyen ve internetle ortaya çıkan yeni nesil sosyal medya dünyasının gençler üzerindeki etkilerini sorguluyor.
- Instagram’da bu mankenin fotoğraflı bir gönderisini paylaşmışsın.
Bu da olayı soruşturan polis. Onun da aynı okula giden bir oğlu var.
- Çocuğunuz da bu okulda değil mi?
- Öyle.
Buna rağmen soruşturmayı yaparken anlayamadığı noktalar var. Çünkü bunlar yeni trendler, yeni akımlar. Sosyal medyadaki yazışmaları görüyor ama anlamakta güçlük çekiyor. Çünkü nesiller arası anlayış farkı çok açılmış durumda. İletişim artık sadece kelimelerden ibaret değil. Her gün bir yenisi çıkan “meme”ler, özel anlamı olan “emojiler” üzerinden ilerliyor.
- Yaptıkları şeyleri, olanları doğru okuyamıyorsun.
Onun bu anlayışsızlığına daha fazla tahammül edemeyen oğlu bazı şeyleri açıklama ihtiyacı hissediyor.
- Patlayan kırmızı hap. Mavi hap, dünya seni yönlendiriyor demek.
- Kırmızı hap “Gerçeği görüyorum” demek. Erkek evreninden harekete geçme çağrısı.
100 de buradan geliyor. 80’e 20 kuralı. Pareto ilkesi.
- Kadınların %80’i erkeklerin %20’sine ilgi duyuyor.
Ve işte burada bu korkunç olayın kaynağına yaklaşıyoruz. Cinayete kurban giden genç kız Katie’nin gönderdiği sosyal medya mesajlarına.
- Katie ona incel demiş oluyor baba. “Hep incel olarak kalacaksın” diyor.
Gençlerin arasındaki üç beş sembol bile çok büyük anlamlar taşıyabilir.
- Kırmızı aşk demek. Mor azgın. Sarı “İlgileniyorum, sen?” Hepsinin anlamı var. Her şeyin bir anlamı var.
Evet her şeyin bir anlamı var. Evet 13 yaşında çocuk deyip geçtiğimiz bu yetişkin adayları bu geçiş döneminde yaşadıkları dünyayı anlamlandırmaya çalışıyor.
- Çocukken beynin yapmamızı söylediği şeyler inanılmaz.
Çocukken beyin popüler olmak istiyor. Kabul görmek istiyor. Ve bu kabul görme, bu onaylanma arzusu, bazen tüm mantığı alt üst ediyor. Jamie gibi, beğenilen kızdan gelen bir emoji veya küçük yorum, küçük bir sinyal bile onun tüm dünyasını değiştirebilir. Bir red cevabı, bir alay, bir dışlama. Bunlar sadece geçici duygular değil, kimliğin temel taşları haline gelebiliyor.
Yetişkinler olarak bizim görmediğimiz, anlamadığımız, hatta bazen küçümsediğimiz bu dijital dünya, onların gerçekliği. İkinci bölümde kamera okuldaki koridorlarda gezinirken tam da bunları görüyoruz. Bakın buradaki yetişkinler biziz. Kimimiz her şeyi yasaklamaya, gençleri azarlamaya çalışıyor.
- Tecrit cezası mı istiyorsunuz? Çünkü ben gönderirim, hiç sorun değil. Telefon yasak.
Kimimiz başa çıkamayacağını düşünüp pes ediyor.
- Bu çocuklarla baş etmek imkânsız. Ne yapayım?.
Duvarlardaki iyi niyetli yazıları, sloganları görüyor musunuz? “Sen olasılıkların gökkuşağısın.” “Kelimeleri değiştirirsen düşünme şeklini değiştirirsin.” Bunlar doğru ama sadece duvarları süsleyen yazılardan ibaret.
Bu yaklaşımların çözüm olmadığını görüyoruz. Yasaklamak yerine, okulların ve toplulukların dijital vatandaşlık konusunda ortak bir dil geliştirmesi, empati ve saygıyı ön plana alan bir kültür oluşturması gerekiyor. Sadece kurallar ve yasaklar değil, anlayış ve rehberlik önemli.
Çünkü okulların duvarları artık onları hizaya sokmaya yetmiyor. Onların duvarları Instagram’daki yorumlar. Tarih sınıfında eski Roma’nın tanrılarını gösteriyorlar ama onların rol modelleri TikTok’taki influencerlar.
- TikTok’ta bir gence saydırıyorsun. Ben 13 yaşında para kazanıyorum.
Ve maalesef bu dijital koridorlarda, insanları nesneleştiren, kendini değersiz hissetmene yol açan, şiddeti normalleştiren sesler de var. Bir “like”, bir emoji, bir davet veya dışlanma yetiyor. Biz bunları sadece pikseller olarak görüyoruz, ama onlar bir gencin kendini nasıl gördüğünün kıstası oluyor. Kendi değerini, bu dünyadaki kendi yerini böyle belirlemeye çalışıyor.
O yüzden “çocuk işte” deyip geçemeyiz. Onların dünyasını anlamak zorundayız. Orada yaşadıklarını ciddiye almak zorundayız. Ve en önemlisi, bu alanlarda sağlıklı bir pusula geliştirmelerine yardımcı olmak zorundayız. Çünkü bu kaotik dijital dünyada yolunu kaybetmek, gerçek dünyada da yönünü şaşırmak anlamına gelir.
- Kendi fotoğraflarını koymak zorunda değilsin, niye koyuyorsun?
- Tommy ve Ryan ile eğlendiğini gösterip zorbaları haksız çıkarmak için mi?
Bir genç için Instagram’daki profil, sadece fotoğraflardan ibaret değil ki; orası inşa ettikleri bir kimlik. Bu kimliğin nasıl şekillendiğini ve gerçek benlikle ilişkisini anlamak, gençlere yardım etmenin önemli bir parçası.
Peki nasıl yardım edeceğiz? Bu dijital etkiler, gençlerin gerçeklik algısını nasıl çarpıtabilir?
- İnsan kendini tanımalı.
Gerçekle yalanı ayırt etmek, artık hiç olmadığı kadar zor. Bakın ben de oğlumla ara sıra tartışmalar yaşıyorum. Hatta geçenlerde bir videoda yeni çıkan bir süper kahraman filminin “tamamen çöp” olduğunu iddia eden bir içerik paylaşılmıştı. Film daha vizyona bile girmemiş! Ben kendisine “Bu doğru değil, kontrol ettin mi?” diye sorduğumda, yüzüme öyle bir baktı ki… Sanki “Baba, sen anlamazsın” der gibi. İşte o anda düşündüm: Bizim zamanımızda bir şeyi doğrulamak için kütüphaneye filan gitmemiz gerekirdi, şimdi bir tık uzaktayken bile bunu yapmıyoruz. “Bizim zamanımızda” lafları da çok beylik laflar farkındayım.
- Ben onun yaşındayken babam beni döverdi. Kendime söz verdim. “Ben çocuklarıma bunu yapmayacağım.”
Dünyayı sadece kendimizden ibaret sanıyoruz. Ne gördüysek, doğru budur diyoruz ve kendi doğru zannettiğimiz şeyleri başkalarına da dayatıyoruz. O yüzden ben de kendime bir söz verdim. Oğluma “yapma, etme” diye nasihat vermek yerine, birlikte uygulayacağımız basit bir rutin geliştirdik.
Önce, “Bu içeriği kim, neden paylaşmış?” diye soruyoruz. Sonra farklı kaynaklara bakıyoruz. Aynı iddiayı başka bir yerden daha okuyabilir miyiz? Hatta bazen, konu filmler olduğunda farklı film eleştirmenlerinin aynı filmi nasıl değerlendirdiğine bakıyoruz. Çünkü ortada bir gerçek varsa, bu birkaç farklı yerden doğrulanabilir. Ona bu fikri aşılamaya çalışıyorum.
- Bilgisayar istedi, aldık. Masasını da aldık. Klavyesini, kulaklığını, her şeyini.
Evet aldık. Bunlarla oyalanacağını sandık. Kendi işimizi gücümüzü her şeyden önemli gördüğümüz için bunları almanın yettiğini sandık. Odalarının kapısını kapatınca onları güvende tuttuğumuzu düşündük. Burada çok önemli bir denge var: Gençlere özgürlük vermek, ama aynı zamanda rehberlik etmek. Dizideki bir diyalog, birçok ebeveynin yaşadığı çıkmazı mükemmel bir şekilde yansıtıyor:
- Odasından hiç çıkmıyordu. Gece birde ışığını görüyordum. Kapısına vurup diyordum ki… “Jamie, hadi oğlum. Yarın okulun var.”
- Bugünlerde bütün çocuklar böyle.
Evet zamane çocukları böyle. Bu ‘bir şey yapamama’ hissi, birçok ebeveyn için tanıdık. Ancak burada önemli olan, özgürlük ve kontrol arasında sağlıklı bir denge kurmak. Çocuğun mahremiyetine saygı duyarken, aynı zamanda dijital dünyada neler olduğuna dair açık bir iletişim kanalı oluşturmak.
O yüzden benim en çok önemsediğim kısım, onlarla duyguları konuşmak. “Bu içerik, bu eleştiri, bu video sende nasıl bir duygu uyandırdı?” diye soruyorum oğluma. Hayal kırıklığı mı? Heyecan mı? Şaşkınlık mı? Çünkü farketmişsinizdir. En çok paylaşılan içerikler, en viral olan şeyler genellikle en güçlü duyguları uyandıranlardır. Nefret tıklamaları, sevgi tıklamalarından çok daha fazla etkileşim yaratır. İşte oğlumun bu duygu tuzaklarını fark etmesini istiyorum.
Tüm bunları teknolojiyi yakından takip eden ve eğitimle ilgili içerikler hazırlayan biri olarak değil, endişeli bir baba olarak anlatıyorum sizlere. Mükemmel değilim. Bazen ben de aynı tuzaklara düşüyorum. Ama işte Jamie’nin öyküsünde gördüğümüz gibi, aynı dünyada yaşıyoruz, aynı çatı altında onların yanında görünüyoruz, ama artık dijital dünyada çocuklarımızın yanında olmalıyız. Kelebek etkisiyle büyüyebilecek bazı fırtınaları engellemenin belki de en etkili yolu bu.
Yoksa çok üzülürüz. Beni en çok etkileyen sahne dizideki babanın oğlunun yatak odasına girdiği sahne oldu. Bu oda, Jamie’nin dijital dünyada kaybolduğu, oradan aldığı etkilerle şekillendirildiği ve nihayetinde bir sınıf arkadaşını öldürmeye kadar varan düşüncelerin filizlendiği yer. Jamie’nin kitaplığında hala çocukluk kitapları var. Yatağının üstünde oyuncakları. Sanki henüz çocukluğundan çıkıp da ergenliğe tam olarak geçememiş gibi.
—
Evet sevgili izleyenler. Şu anda kimini heyecanlandıran, kimini endişelendiren, herkesin farklı tepkiler verdiği, ama hepimizi derinden etkileyen zorlu bir dönemdeyiz. Kimliğini arayan, onaylanmak isteyen, bazen yanlış kararlar veren, bazen hırçınlaşan ama özünde kendini bulma çabasında olan bir ergen gibi, toplum da sancılı bir süreçten geçiyor. Ve bu yalnızca bize özgü de değil. Şu anda tüm Dünya çok endişe verici bir durumda. Ukrayna’dan Gazze’ye, Dünya’nın çeşitli bölgelerindeki çatışmalardan iklim değişikliği nedeniyle protestolara kadar, global ölçekte yaşanıyor bu çalkantılar. Çünkü insanlık büyük bir kimlik ve değer krizi içinde. Teknolojik gelişmeler zaten yapay zekayla bizi bir tekilliğe doğru sürüklüyor. Gençler ne yapsın? Nereye gitsin? Nasıl bir geleceğe hazırlansın? İşte sesini duyurmak isteyen bu gençler, ergenlik dönemindeki çocuklar gibi “görülmek”, “duyulmak” ve “anlaşılmak” istiyor. Nasıl onların odasına girdiğimizde bir yanda çocukluk kitapları, diğer yanda ergenliğe ait izler görüyorsak, toplumda da geçmiş değerlerle yeni arayışlar arasında kalmış bir durum görüyoruz. Dijital dünyada gençlerimize “yasaklamak” yerine “rehberlik etmek”, onları anlamaya çalışmak gerektiğini söylemiştim. İnsanlık olarak birbirimizi anlamaya, farklı kültürlere ve seslere saygı göstermeye muhtacız. Duyguları konuşmayı, farklı kaynaklara bakmayı, sağlıklı bir pusula geliştirmeyi önce kendimize, sonra çocuklarımıza, gençlerimize öğretmemiz gerekiyor. Bizler artık ergen değiliz değil mi? Yetişkiniz. O halde bir yetişkin gibi davranmalıyız. Evrensel hukuk ilkelerini ve insan haklarını pusulamız yapıp, farklı seslere saygı gösterip, barışçıl bir iletişim yolu bulmalıyız. Ancak bu şekilde zorlu dönemler atlatılabilir, ancak bu şekilde demokratik kazanımlar korunabilir, ancak bu şekilde ortak bir gelecek inşa edilebilir. Mutlu ve huzurlu bir ailenin temeli anlayış, sabır ve karşılıklı saygıyla kuruluyor. Yoksa, sonunda bize kalan içi boş bir oda olur.