Bir…
(Bebek kaybolur)
İki…
(Bir insan kaybolur)
Üç
(Daha çok insan)
14 Ekim 2011’de garip bir olay yaşandı.
Sudden Departure – Ani kalkış adı verilen bu olayda 140 milyon kişi ortadan kayboldu. Bir anda!
Yüz kırk bir milyon altı yüz seksen bin yirmi altı…
Az önce söylediğim olay kurgusal bir hikayede The Leftovers Dizisinde geçiyordu ve sadece Dünya nüfusunun %2’sinin ortadan kaybolması geriye kalanları nasıl etkiler konusu işleniyordu. Tabi o zamanlar 7 milyardık. Artık Dünya nüfusu sekiz milyarı geçti. Ömrümüz boyunca herkesle tanışabilmeyi bir kenara bırakın, sadece sayarak bile sekiz milyara ulaşmak mümkün değil. Her saniye bir sayı söyleyebilseydim, bu tam 254 yıl sürerdi! Bu şekilde dünyaya bir etkimiz olmadığını düşünmek, tam bir delilik!
Peki ya dizideki gibi sadece nüfusun %2’si değil de tamamı bir anda ortadan yok olsaydı?
Puf!
Dünya nasıl bir yere dönerdi?
(…)
Sessizlik. Fark ettiniz değil mi? İlk değişen şey bu olurdu. Tüm bu yaygaramız, bir anda yerini sessizliğe bırakırdı. Farkında değiliz ama insanlar olarak çok gürültü çıkarıyoruz. Bunların bazıları gerekli, ama bazıları da oldukça gereksiz. Gürültü kirliliği… Ola ki çok ıssız bir yere gidecek olursanız, ki bunu da artık bulmak pek kolay değil ya neyse… Ola ki gittiniz işte! Ormanın derinliklerine… Gözlerinizi kapattınız ve dinliyorsunuz. Çok huzurlu bir sessizlik, öyle ki rüzgarla savrulan ağaçların yapraklarının birbirine vurduğunda çıkardığı o sesi duyuyorsunuz. Sonra uzaktan bir kuş ötüyor, sonra yakından başka bir kuş. Bunlar grupça çok da gürültülü olabiliyorlar! Sonra bir uçak geçiyor… İşte dedim ben size ıssız bir yer yok diye. Çekim yapacak yer bile bırakmamışız! Neyse 🙂 Biz dünyadan tüm insanlar yok olmuş gibi düşünmeye devam edelim.
Evlerimiz bir anda bomboş kalırdı. Evcil hayvanlarımız hariç. Muhtemelen en büyük zorluğu onlar yaşayacaklar. Umarım evin dışına çıkabilecekleri açık bir kapı pencere vardır, çünkü içeride yiyecek bittiğinde dışarıya çıkıp başlarının çarelerine bakmaları gerekecek.
Tabii herkesin malumu. Evde illa ki bir şeyler bozulur. Eğer sert kış geçiren bir bölgedeyseniz, musluklar hiç akmadığı için muhtemelen borular donar ve patlar. Yaz geldiğinde de buradan sular akmaya başlayacaktır. Ahşaplar ıslanır, farklı, nemli bir hava hakim olur ortama. Bunun neyi beraberinde getirdiğini biliyoruz. Küf.
Bizim yokluğumuzdan en çok faydalanacak olanlar, aslında bizim en çok düşman bellediklerimiz. Küf olmaması için aktif bir çaba veriyoruz. Bizim yokluğumuzda muhtemelen duvarlardan başlayarak her yere yayılacaklar. Tabii bu küfle beslenen bazı canlılar için güzel haber!
Yayılacak olanlar sadece küfler değil, böcekler de öyle. Sivrisineklere karşı yapılan kitlesel katliamı unutun! Mekan artık onların. Birçok hayvan da bu durumdan şikayetçi olacaktır. Bunun sayesinde taşıyıcısı oldukları hastalıklar da yayılmaya başlayacak. Bazı türleri tehdit edecek. Ekosisteme neler olacağını kestirmek zor.
Fakat orada olabilseydik, gökyüzünün değiştiğini fark ederdik. Çünkü artık ne arabalardan çıkan gazlar, ne bacalardan uçuşan toz parçacıkları olurdu. Tabii mevcut kirliliğin gitmesi lazım önce. Bir müddet esen rüzgarlar ve yağan yağmurlar, o pisliği balkonu temizler gibi temizlerdi. Gökyüzünün mavisi, daha bir mavi görünürdü. Güneş daha bir parlak, bulutlar daha bir beyaz…
Tabii yokluğumuzda elektrik de olmazdı. Tesisleri idare edecek, bakımını yapacak kimse olmayınca bir süre sonra çalışmayı bırakırlardı. Bütün ışıklar tek tek sönerdi. Aydınlık hiçbir yer kalmayana kadar… Ardından da gökyüzünün ışıkları açılırdı. Işık kirliliği ortadan kalkınca, gökyüzünde göremediğimiz yıldızları ve Samanyolu’nu görebilirdik.
Ya nükleer reaktörler? İlgilenecek kimse olmadığı için işler tersine gidebilir. Fakat modern reaktörler, böylesi senaryolar düşünülerek tasarlanıyor. Yani tabii bizim bir anda yok olmamızı kast etmiyorum, anladınız siz ne demek istediğimi 🙂 Böyle bir durumda bir süre sonra acil durum protokolleri devreye girerek reaktörü soğutmaya çalışırdı. Fakat her şey ters gitse ve durumu düzeltebilecek birileri olmasa bile, koruma kalkanları sayesinde sızıntının çoğu kontrol altında kalırdı. Yani öyle koca nükleer santralin inflak edip de etrafı yaşanmaz hale getirdiği post-apokaliptik film senaryolarının yaşanması pek mümkün olmazdı.
Fakat yollar ve binalar için aynısını söylemek pek mümkün değil. Tabii bir yılda binalar, asfalt yollar öyle pek zarara uğramazdı. Fakat belki bir on yıl sonra, muhtemelen ortalık böyle görünürdü. Çatlamış yollar arasından çıkan otlar, hatta ağaçlar bile görürdük. Zaten o ağaç bir kere oradan çıktı mı, onu durdurmak mümkün değil. Binaları böyle istilacı sarmaşık türü bitkiler kaplamaya başlardı. Yani düşünün. Işığa doğru yönelmek için, yüksek bir binaya doğru tırmanmaktan daha iyi ne olabilir ki?
Tabii sadece bitkiler değil, hayvanlar da bu durumun tadını sürerlerdi. En azından vahşi hayvanlar… Şöyle marketten bir paket cipsi kapıp… 🙂 Şaka bir yana, vahşi yaşam bu durumdan oldukça çabuk etkilenirdi. En nihayetinde bizim bir alanımız var ve onları bunun dışında tutuyoruz. Biz olmayınca bir anda sınırları genişliyor, keşfedecekleri, yaşayabilecekleri yeni bir bölge demek bu. Fakat ne yazık ki bu evcil hayvanlarımız için iyi bir haber değil. Evden kaçıp sokaklarda avlanmayı başarabilen evcil hayvanlarımız, artık bir av. Bazı kedi ve köpekler avlanmakta başarılı olabilseler bile, artık bir de av olmaktan kaçınmaları gerekiyor.
Vahşi hayattaki rolünden koparıp da, aklımızla daha iyi şartlarda yaşamalarını sağladığımız tek şey, evcil hayvanlarımız değil. Aynı zamanda çiftçiliğini yaptığımız birçok ürün; domates, patates, mısır da öyle. Bizim çiftçiliğimiz olmadan bunların çoğu yok olup giderdi. Çok belirli bölgelerde sadece bulunabilirdi. Yerini işgalci türlere, muhtemelen bizim hiçbir işimize yaramayacak o her yerde biten otlara bırakırdı. Çiftliklerin olduğu yerlerde, bu tür gıdalarla beslenmeye alışmış hayvanlar için üzücü haber. Yeni yiyecekler bulmalılar.
Işıkların kesilmesiyle, doğanın kendi ışığına dönmesi… Üzerinden beton geçirdiğimiz asfaltın içerisinden hayatın tekrar yeşermesi… Sessizliğin sesini duymak… Doğadan çekip aldıklarımızın tekrar doğaya dönmesi…
Bizim yok oluşumuzla, tabiat dizginleri tekrar eline alıyor gibi. İşte doğa üzerinde böyle bir etkimiz var. O yüzden bizim yaptıklarımıza yapay diğerlerine doğal diyoruz. Sanki biz doğanın bir parçası değilmişiz gibi. Ama açık bir şekilde de ona meydan okuyoruz. Bu senaryoda her şey çok güzel görünebilir, sanki yokluğumuzda doğada her şey çok güzelmiş gibi. Sanki doğal olan her şey, bizim yaptıklarımızdan daha iyiymiş gibi. Ama bunlar, buzdağının sadece görünen yüzü.
İnsanlık olarak, ulaştığımız bilinç seviyesiyle normalde doğada yok olacak birçok türü, yok olmaktan kurtardık. Bazılarımız onların yok olması için çabalasa da… Belki mamutları geri döndüreceğiz yakında! Yine aklımızı kullanarak, yabani halleri pek de işimize yaramayan sebze ve meyveleri yapay seçilim yoluyla bambaşka bir hale getirdik. Şu bildiğimiz muza bakın, ne güzel değil mi? Çekirdeği bile yok. Bir de şuna bakın. Hem kendi küçük, hem de çekirdek dolu. İşte bu muz, aslında bu muzun atası. Bunu biz yaptık. Bunu da biz yaptık. Fakat şimdi aynısını karpuza yaptığımızda, çekirdeksiz karpuz bize sorunlu bir fikirmiş gibi geliyor. Biz insanlar olarak sadece kedileri, köpekleri evcilleştirmedik ki. Aynı zamanda sebze ve meyveleri de evcilleştirdik. Dünyaya bir çeşitlilik, değer kattık.
Bir o kadar da zarar verdik. İkisini de yapan bizleriz. Hatalarımızdan dersler çıkaracak; keşfetme, gelişme arzusuyla daha da ilerleyip daha büyük problemlere çözümler de bulabiliriz, ya da daha büyük problemler de yaratabiliriz. Bugün olan her şey, işte tam olarak böyle oldu.
Yarın bir gün bu hatalardan biri bizi yeryüzünden siler mi, bilemiyoruz. Fakat silerse, izleri uzun süre kalacak. Tıpkı bizim şu anda Antik Roma kalıntılarını bulup incelememiz gibi. Belki de o zaman başka birileri gelip, bizim geçmişimizi inceleyecek. Ve neden başarısız olduğumuzu yazacaklar…
“İnsanların soyu tükenirse, bir yıl sonra Dünya nasıl görünürdü?” için 3 yanıt
Merhaba Barış,
Öncelikle, videolarınızı büyük bir beğeni ve ilgiyle takip ediyorum. Bu kez size muhteşem bir konuyu önermek istiyorum – Atlantis!
Atlantis, tarih boyunca büyük bir gizem ve merak konusu olmuştur. Onunla ilgili ne düşündüğünüzü ve bu konuda bir video yapmayı düşünüp düşünmediğinizi merak ediyorum. Atlantis’in kayıp kıta olduğuna inananlar kadar, bu konuyu sadece efsane olarak görenler de var. Bu çelişki ve gizem, büyük bir tartışma konusu olabilir.
Atlantis hakkında bir video çekmek, izleyicilerinizi bu ilginç konu hakkında bilgilendirmenin yanı sıra birçok izleyiciyi de büyüleyebilir.
Bu öneriyi dikkate almanızı ve eğer ilginç bulursanız, Atlantis hakkında bir video çekme fikrine sıcak bakmanızı umuyorum.
Başarılarınızın devamını dilerim!
Saygılarımla,
[Ege]
Elinize sağlık. Henüz videosunu seyretmeden makaleyi okudum ama zaten o da muhtemelen bir görsel zenginliktir. Okurken de yıllar önce seyrettiğim bir belgesel geldi aklıma. Youtube’da ücretsiz versiyonu varmış. Seyretmek isteyen olur diye paylaşıyorum. Selamlar…
Bu güzel, bilgilendirici ve bir o kadar düşündürücü olan içeriğiniz için teşekkür ediyorum. Hep birlikte keşfetmeye devam… 🙂