Bir karar vermem gerek! Bunu söylerken sizin adınıza da konuşuyorum. Siz de bu video boyunca izledikleriniz sırasında bir karar vermeniz gerekecek. Hangi konuda mı? Şu anda aklınızdaki en önemli şey her neyse onun hakkında. Bir karar vermemiz gerek.
“Hayatımda hiç olmadığı kadar yardımına ihtiyacım olduğunu ve yardım edebilecek tek kişinin de sen olduğunu söyleseydim bana yardım eder miydin?”
“Run Lola Run” yani “Koş Lola Koş” 1998 yapımı bir Alman filmi. İzlemediyseniz tavsiye ederim, izlediyseniz mutlaka tekrar izleyin. Görünüşte aksiyon ve macera dolu bir film. Ama bu sadece filmin en üst katmanı. İzledikçe çok daha derine inebiliyorsunuz. Konunun sadece koşmakla ilgili olmadığını anlıyorsunuz. Kader, şans, seçimlerimiz ve sonuçları hakkında bir film bu. Her iyi filmde olduğu gibi, hayatın ta kendisi hakkında bir film.
Bu konu hakkındaki konuşmamızı ilerletmeden önce isteyenler bu videoyu durdurup filmi izleyip gelsinler. “Vereceğin ipuçları benim izleme zevkimi azaltmaz, çok da önemli değil” diyenlerle biz devam edelim.
Filmin konusu çok basit. Birbirini seven iki karakter var: Mafyaya ait 100.000 Mark değerinde parayı kaybeden Manni ve onu çok sevdiği için 20 dakika içinde bu parayı bulmaya çalışan Lola. Lola’nın o parayı bulabilmek için seçtiği yöntemse koşmak.
Formülize edecek olursak… Lola Manni’yi sevmektedir. Manni de adı üstünde “money”i yani parayı. Fakat onu kaybettiği için o da hayatını kaybedebilir, dolayısıyla Lola da sevdiğini. Sevdiğimiz şeyleri kaybetmemek için bir hayat boyu onların peşinden koşarız ya… İşte bu filmde de Lola 20 dakikalık koşusuyla bize bunu anlatıyor.
Hem de üç kere. Bu hayat memat meselesini çözmek için yaşadıklarını üç kez tekrarlıyor. Hayat bir oyun gibidir tabi ama burada gerçekten de bir oyun gibi. “Game over” olsa bile baştan başlıyabiliyoruz. Filmin en başında verilen ipucunda olduğu gibi adeta alternatif bir zamana girdiğimiz için zamanı geri alabiliyoruz.
Düşünsenize hayatınızda verdiğiniz en küçük bir karar bile ondan sonra yaşanacak her şeyi değiştirebilir. Lola’nın koşusunda da bunu görüyoruz. Her defasında küçük değişikliklerle. Verdiği küçücük karar değişiklikleri sonuçta büyük farklar yaratıyor. Kelebek etkisi.
Filmde üç renk sembolik olarak özellikle vurgulanmış: kırmızı, sarı ve yeşil. Trafik ışıklarının renkleri gibi. Koşuşturup dururken bazen işlerimiz yolunda gider, kolaylaşır. Hayatın dönemeçli yollarında bize yeşil ışık yanmış gibidir. O zamanlarda yeşilleri giymiş Lola gibi var gücümüzle koşmaya başlarız.
Bazen de trafikte kırmızı ışıkla karşılaşırız. Adeta her şey sizi bu koşunuzdan alıkoymaya çalışır. Filmde kırmızı saçlı Lola, kırmızılıklarla dekore edilmiş odasında kırmızı bir telefonla konuşur. Tutkuyu ve aşkı hatırlatır bize. Hattın diğer ucundaki sevgilisi sarı saçlı Manni sarı bir telefon kulübesindedir. Tehlike içerisindedir. İlginç bir şekilde bu kulübenin tam arkasında spiral bar vardır. Tıpkı Lola’nın spiral merdivenlerden koşması gibi. Ya da bu karakteri yaratan yönetmenin bir Vertigo hayranı olması gibi.
Filmin sürreel dünyası bununla kalmaz. Lola koşarken etkileşime girdiği insanların 10 saniyelik hayat hikayelerini görürüz. Hayata konmuş küçük dipnotlar gibi. Aslında film, bu özelliğini “Infinite Jest” diye bir romandan almıştır. Bu roman da adını “Hamlet”in 5. Perdesinin ilk sahnesindeki bir cümleden alır. Hamlet’i yazan Shakespeare de bunu 13. Yüzyılda Danimarka’da yazılmış “Amleth” adlı başka bir oyundan uyarlamıştır. Danimarkalılar da bu hikayeyi Romalılardan duymuştur. Hani “Sen de mi Brütüs?”lü hikaye var ya. Zaten Brütüs de Amleth de dolayısıyla Hamlet de aynı anlama gelir. “Sersem” demektir. Eee nereden nereye… Tarih boyunca da hayat boyunca da sersemler gibi hep koşmuşuz. Bu koşuda karşılaştığımız diğer insanları etkilemişiz ve verdiğimiz küçücük kararlar ne büyük sonuçlar doğurmuş değil mi?
Japonya’da birileri de “Run Lola Run” diye bir Alman filmini izleyip “The Legend of Zelda” diye bir oyun yapmışlar mesela. Kelebek etkisi. Biz de bütün bu sebep sonuç ilişkilerini anlatan bir videonun etrafında toplanıp tüm bunların anlamını düşünüyoruz şimdi.
Aklımızdaki soruların cevabını arıyoruz. Bunların cevaplarını sizden yorum olarak duymak istemekle birlikte içlerinden birini gözüme kestirdim. Lola’nın attığı çığlık. Ne anlama geliyor?
Bu film olasılıklar üzerine bir deneme. Her seferinde Lola’nın başına kontrol edemediği bazı şeyler geliyor. Tıpkı hayatta bizim de başımıza geldiği gibi. Lola’nın çığlığı işte tam da bu noktalarda şans denilen şeyi ortadan kaldırıyor. Tümüyle çaresiz hissettiği bir anda karşısına bir kumarhane çıkıyor. Şans oyunları oynatılan bir yer. Parasının yetmemesi, kıyafetinin uygun olmaması gibi tüm olumsuzluklara rağmen 20 numarada şansını deniyor. Belki de hayatı 20 dakikaya sıkıştığı için. İlkinde kazanıyor. Şanslı kızmış diyebilirsiniz. Ama ikinci denemesinde artık bir karar vermesi gerek. Çünkü istediği şeyi mutlaka elde etmesi gerek. İşini şansa bırakamaz. Sıkışmışlığını, çaresizliğini kabullenemez. İşte tam o sırada üçüncü çığlığını atıyor. Lola’nın üçüncü çığlığı etrafındaki her şeyi durduruyor. Bir anlığına da olsa insanların durup bakmasını sağlıyor. Duvardaki tabloda duran spiral saçlı kadın hariç herkes bakakalıyor. O ana kadar tekno müziğin de yardımıyla ortalama 2.7 saniyede bir değişen toplam 1581 plandan oluşan bu hızlı tempolu film bile nefesini tutuyor. Adeta zaman duruyor.
Yeterince güçlü bir iradeniz varsa, verdiğiniz kararlara sonuna kadar inanıyorsanız bunu siz de yapabilirsiniz. Etrafınızdaki dünyayı, gerçekliği bükebilirsiniz.
Filmin sonunda yazıları alışık olduğumuz yönün tersine akıtan bu filmin en başındaki cümlelerle bitireyim bu videoyu.
İnsanoğlu, muhtemelen dünya üzerindeki en gizemli türdür. Cevaplanmamış soruların gizemi. Biz kimiz? Nereden geliyoruz? Nereye gidiyoruz? Bildiğimizi düşündüğümüz şeyleri nasıl biliyoruz? Herhangi bir şeye neden inanıyoruz? Bir cevap arayışında sorulan sayısız soru… ki bu cevap başka soruları doğuracak… ve sonraki cevap bir tane daha… ve bu böyle devam edecek.
Fakat en sonunda her zaman aynı soru olmaz mı? Ve aynı cevap? Bir şeylerin değişmesini istiyorsak, bir karar vermemiz gerek! Belki de cevap içimizdeki çığlıkta saklıdır.
“Lola’nın üçüncü çığlığı” için 7 yanıt
Ciddi anlamda referanduma gönderme yapmış Barış hocam ama renk vermemeye de çalışmış her zamanki gibi konsept ilkesi olarak. Hatta Evet ve Hayır diyen her iki kesim için de eşit gönderme yaptığı konusunda şüphem yok. “Bir şeyleri değiştirmek için bir karar vermemiz gerek” diyor. Ben bu çağrısını Türkiye’mize dost görünen ama düşman olan Avrupa’ya, terör örgütlerine, darbelere, vesayete, milletimizi giyim kuşamı, dini ve görüşleri yüzünden on yıllarca baskı altına alan sözde demokratlara, ülkemizi ileri götürecek sayısız yatırıma saçma sapan şekilde hayır diyenlere ve sayamadığım nice düşmanımıza karşı atacağımız en güçlü bir karar ve çığlık olarak değerlendiriyor, referandumun yeni bir dönemin başlangıcını oluşturacağını düşünüyorum.
Altın değerinde bir içerik. Teşekkürler.
iyi günler. bugün paylaştığınız videoyu izledikten sonra aklıma “who moved my cheese?” adlı kısa film geldi. naçizane tavsiyemdir. paylaştığınız içerikler için de çok teşekkür ederim. kanalınızı keşfettiğim için kendimi şanslı hissediyorum.
Olağanüstü etkileyici ve başarılı anlatılar.İyi ki varsınız.
Selamlar Baris bey.. Ben Kosovadan Erdal.. Videolariniz gercekten harika. bu aralar gunlerim videolariniz izlemekle geciyor.. Umarim bir gun sıkılıp ta bu isi brakmazsiniz.. Yolunuz Kosovaya duser ise bilesiniz ki burda da sizi takip eden dostlariniz var ve size herhangi bir konuda yardim etmek beni mutlu eder.. Bu arada Japonyada vlog5 videonuzun 1:03 dakikasinda calan muzigin ismini veya link ini yazarsaniz cek sevinirim.. cok uzun bir suredir aramaktayim 🙂 kendinize iyi bakin videolarinizin devami dilegiyle.. bana face ten ulasabilirsiniz https://www.facebook.com/erdallhydaverdi
Paylaşım için teşekkürler.
Bunu düşüneli 10 yıl olmuştur.. Eskiden her olaya hikmet-içinde inci gibi saklı güzellik gözüyle bakmayı alışkanlıktan öte hastalık haline getirmiştik.. Belki filozoflar normal insana kıyasla hasta insanlardır.. Bir edebiyat doçenti bana öyle demişti de.. Sen bu köyde böyle ilginç farklı açılardan düşüne düşüne filozof/düşünür olmuşsun!..
Evet on yıl önce yolunda gitmeyen işlerimi bana yanan kırmızı ışığa benzetmiş ve şu sonuca varmıştım..
Bana bazen kırmızı yanıyorsa hayat; bir başka benden birine yeşil yandığı içindir.. Belki kazanmıyorum.. Kazanamıyorum.. Ama hakkıyla kazanalar için kazanmışım kadar seviniyorum..
Japonların ilham alıp yaptığı oyun olan the legend of zelda 1986 yılında piyasaya çıkmışken koş lola koş filmi 1998 yılında gösterime girmiş buradaki karışıklığın sebebi nedir acaba?