Kategoriler
Felsefe Sanat Tasarım

Pantheon’un Gizemli Gözü

Dünyanın en önemli mimari yapısı desem herhalde çoğumuzun aklına Giza’daki Büyük Piramit filan gelir. Haklı olarak. Zaten o yüzden orada sanal bir tur atmıştık. Ama mesela Pantheon gelir mi? Gelmez. Roma’ya giderseniz “Kolezyum”u mutlaka görmek istersiniz ama “Pantheon”u es geçebilirsiniz. Geçmemelisiniz.

Dünyanın en önemli ressamları desem Rönesans döneminden Leonardo ya da Michelangelo akla gelir. Yine haklı olarak. Ama mesela bir Raphael gelir mi? Gelmez. Vatikan’a gitseniz Sistin Şapeli’nin tavanındaki “Adem’in Yaratılışı” resmini mutlaka görmek istersiniz ama az ötedeki odalardan birinin duvarına çizilmiş “Atina Okulu”nu es geçebilirsiniz. Geçmemelisiniz.

Günümüzde bazı şeyler o kadar popüler ki aslında çok önemli görülmesi gereken bazı başka şeyleri gölgesinde bırakıyor. Onları aydınlatmamız lazım. Illuminate! İlluminati?

Bu bir ambigram. Nasıl döndürürseniz döndürün aynı şekilde okunuyor. İki taraftan da aynı görüyorsunuz.

Bu resimdeki kişilerin de ikili bir anlamı var ve işte bu videoda size resmin içinde kimlerin olduğunu, onu çizen ve sadece 37 yaşındayken ölen ressamı ve o ressamın gömüldüğü bu tapınağı anlatacağım. 

Vatikan çok ilginç bir şehir devleti. Hem nüfus hem de yüzölçümü olarak Dünyanın en küçüğü… Geceleri 1000 kişi yaşıyor, gündüzleri 100000 kişi ziyaret ediyor. Özellikle müzelerinde çok değerli eserler, haritalar, belgeler filan sergileniyor. 

İşte bunların arasında gezerken kendinizi bir odada buluyorsunuz. Dört duvarı da resimlerle süslenmiş bu oda eskiden bir kütüphaneymiş. Bütün duvarlarını Raphael boyamış. Dört Ninja kaplumbağasından birine ismini veren bu ressam, insanlığın sahip olduğu bilgi birikimini dört kategoriye ayırıp bu dört duvara resmetmiş. Şiir, adalet, din ve felsefe. Tabi o dönemde felsefe bilgiyle ve bilimle eşdeğerdi.  Bu öyle bir resim ki adeta düşünce dünyasının bir ünlüler geçidi gibi. 

Neredeyse 6 metre yükseklikte ve 8 metre genişlikteki bu resimde 58 kişi çizilmiş. Neredeyse gerçek boyutlarında. Bir dakika o zaman ben bu resmin içinde olsaydım? Daha önce denemiştim, neden olmasın?

Bu kadar kalabalık olmasına rağmen hiç de karışık gözükmüyor. Burada aynı kubbe altında bir zamanların en büyük matematikçilerini, filozoflarını ve bilim insanlarını bir arada görüyoruz. Öğretmenler de var, öğrenciler de. Fikirlerini paylaşıyorlar. Birbirlerinden öğreniyorlar. Bu figürlerin hepsi de farklı zamanlarda yaşamış ama burada hepsi de tek bir çatı altında toplanmışlar.

Peki buraya bakar bakmaz ilk olarak ne dikkatinizi çekiyor? Ortadaki iki kişi değil mi? İster istemez böyle çünkü resimdeki tüm hayali çizgiler bakışlarınızı bu iki kişiye yönlendiriyor. Bunlar kim biliyor musunuz? Platon ve Aristo. Mavili, kahverengili olan Aristo; çıplak ayaklı, kırmızılı, eflatunlu giyinmiş olan da Platon ki bizde Eflatun olarak da bilinir ama sebebi renk değil, Osmanlı döneminde yapılan çevirilerde harf karşılığı olmaması. Neyse, bu ikiliye dikkat! Çünkü Platon, Aristo’nun hocası. Gerçek hayatta, gerçekten onun öğretmeniydi. Tabi Platon’un da bir öğretmeni vardı: Socrates. O da biraz ileride etrafındakilerle tartışıyor. Tartışıyor, çünkü kendisinin öğretme metodu buydu. Sokratik yöntem, felsefi düşünüşü ve bilgiyi sınayarak öğretme yöntemi. Bilineni anımsatmak ve hakikati tekrar buldurmak…

Şimdi biz onun öğrencisine ve öğrencisinin öğrencisine geri dönelim. Nereden biliyoruz bunun Platon olduğunu? Elindeki kitaptan: Timaeus. Aristo’nun elinde de onun yazdığı etikle ilgili kitabı var: Ethica. İnsan yaşamı için iyiliğin bilimi. 

Bakın ikisi de elleriyle bir şeyleri gösteriyor. Platon yukarıyı işaret ediyor. Çünkü kendisi eterle, teoriyle, görünmeyenle ilgiliydi. Onun o platonik görüşünü duymuşsunuzdur. Ona göre hakikat, gündelik hayatımızda gördüklerimizden ibaret değildi. Bir de idealar dünyası vardı. Gerçek bilgiye ancak orada ulaşabilirdik. Meşhur mağara alegorisinde bunu anlatıyordu. Matrix filminin fikir babası da diyebiliriz kendisine 🙂

Öğrencisi Aristo ise teoriyle değil pratikle ilgiliydi. O yüzden elini aşağıya çevirmiş, adeta diyor ki “hayır, hayır, buraya, dünyaya odaklanalım; şu anda burada olanla, fiziksel olanla ilgilenelim.” Birisi gökleri, diğeri yerleri gösteriyor. O yüzden biri havanın, eterin sembolik rengi olan eflatunu ve ateşin rengi olan kırmızıyı giymiş ki bunlar da yukarıyla ilişkili. Diğeri toprağın ve suyun renkleriyle bezenmiş. Bunlar geleneksel olarak bilinen dört temel unsur. Bakın resmin daha %4’ünü inceledik ama bu kadarlık kısmı bile bize ne hikayeler anlattı. 

Kompozisyonda da bu ikilik devam ediyor. Resmi tam ortadan ikiye bölsek Platon’un tarafında kalanların ideallerle ilgilenenler olduğunu fark ediyoruz. Mesela şu köşeye bakın. Elindeki deftere bir şeyler yazan kişi Pisagor. Gelmiş geçmiş en ünlü matematikçilerden biri. Müzikteki, matematikteki armoniyi vurgulayan kişi. Yani görünmeyenle, soyut kavramlarla çalışıyor. Hemen yanında Arşimet, suyun kaldırma kuvvetini ona gösteriyor. Yukarıdan bakan sarıklı kişi İbn Rüşd. 

Peki bu güzel kadın kim? diyeceksiniz. İskenderiyeli Hypatia. Felsefe, matematik ve astronomi gibi konularda insanlığa çok şey katsa da hem bedeni hem de düşünceleri yok edilmeye çalışılan biri. Bu resim onu da hatırlatmaya çalışıyor.

Bir de heykeller var. Platonik taraftaki heykellere bakıyoruz. Apollo’yu görüyoruz. E o da antik Yunan’da müziğin, şiirin tanrısı. Bir de Güneşin… Yukarıda olanın. Öbür köşede Pisagor’un tam karşısında Öklid var. O da elindeki pergelle geometrik bir çizim yapıyor. Ölçme, biçme, somut, pratik şeylerle ilgili. Bu taraftaki heykel Athena, zeka, sanat, stratejiyle ilgili tanrıça. 

Platon ve Aristo’nun önü boş gibi. Sadece kenarlarda oturan iki kişi var. Bunlardan yere uzanmış, güneşleniyormuş gibi görünen bu kişi Sinop’lu: Diyojen. “Gölge etme başka ihsan istemem” diyen kişi. Bu kinik filozof, en kısıtlı yaşam koşullarında bile, mutlu ve bağımsız olunabileceğini gösteren bir karakter. 

Onu resmin diğer tarafında dengeleyen kişi ise bu kez Karadeniz değil Ege bölgesinden biri: Heraklit. En çok önemsediği şey bilgelik. Ona göre bilgece olan şey: saf ateş. Zaten o yüzden resmin ateşli tarafına oturtulmuş. 

Bu resimdeki ikilikler sadece kompozisyonla, sembollerle ya da renklerle sınırlı değil. Gördüğünüz her kişi aynı anda başka birini daha temsil ediyor. Mesela Platon’a biraz daha dikkatli bakın. Aynı zamanda Leonardo DaVinci’yi göreceksiniz. Yalnız ve düşünceli bir şekilde oturan Heraklit aynı zamanda Michelangelo. 

Her ikisi de tüm bunları düşünen, tasarlayan ve çizen genç ressamın rol modelleri. Evet, Rafael sadece 26 yaşındayken çizmiş bu devasa resmi. Ve bu tabloya imza atmak yerine ne yapmış biliyor musunuz? Gelin göstereyim. Tablonun bu köşesine kendisini yerleştirmiş. Elinde yıldızlarla donatılmış bir küreyi tutan Zerdüşt ve onun karşısında yerküreyi tutan ve gezegenlerin hareketlerini açıklamaya çalışan Batlamyus’un hemen yanında duran şu genç Rafael’in ta kendisi. Dikkat ederseniz resimdeki herkes birbiriyle meşgul. Karışılıklı konuşuyorlar, tartışıyorlar. Öğretiyorlar, öğreniyorlar. Sadece Rafael doğrudan bize bakıyor. Zaten bir duvar resmi bu ama o bakışlarıyla adeta dördüncü duvarı yıkıyor. Sanki bize “nasıl olmuş?” der gibi bakıyor. 

“Rönesans’ın üç üstadı”ndan biri olmasına rağmen en az onun hakkında biliyoruz. Leonardo ve Michalengelo’dan farklı olarak oldukça sempatik, dışa dönük birisi olarak anlatılıyor. Böyle kolayca arkadaş olup sohbet edebileceğiniz türde biri. Buna rağmen hiç evlenmemiş. Romantik ilişkileri olmuş elbette ama evlenmemesi o döneme göre çok sıradan bir durum değil. Atölyesinde pek çok öğrenci yetiştirmiş. Ve tüm bunları 89 yaşında ölen Michalengelo ya da 67 yaşında ölen Leonardo DaVinci’ye göre çok daha kısa bir sürede başarmış. Evet Rafael sadece 37 yıl yaşamış. Ve vasiyetinde yine çok ilginç bir şey talep etmiş. “Beni Pantheon’a gömün!” 

  • Size bunu göstermemi istediler.

Bu Robert Langdon. Dan Brown’un romanlarında baş karakter olarak yer alan bir kurgusal karakter. Harvard Üniversitesi’nde sembolizm ve dini semboller uzmanı olan bir profesör. 

  • Semboller için son derece olağan. Örneğin yin yang veya gamalı haç.

Karmaşık sembollerin, tarihi gizemlerin ve eski dinlerin çözülmesi konusundaki bilgisi ile tanınıyor. Karmaşık gizemleri çözerken, bir yandan da tarih, sanat ve din gibi konularda detaylı bilgilere dayanarak okuyuculara çeşitli konuları öğretmeyi amaçlayan bir araç olarak kullanılıyor.

  • Güya 16. Yüzyılda bir sanatçı bunu Galileo’nun simetri tutkusunun anısı için yaratmış. 

Şu anda ona gösterilen bu illüminati kartının geçtiği roman ve ondan uyarlanan film olan “Melekler ve Şeytanlar”da kendisine Vatikan Arşivleri’ne erişim izni veriliyor.   

  • Bu bölmeler hava geçirmez mahzenler.

Ve o da hemen Galileo davasına ilişkin kayıtların olduğu bölüme gidiyor. Biliyorsunuz Galileo kilise tarafından yargılanmıştı. Arşivde onun üçüncü kitabını buluyorlar. 

  • Dialogo. Discorso. Diagramma.
  • Gerçeğin Diyagramı.

Galileo’nun yargılanma sebebi, dünyanın güneş etrafında dönmesine ilişkin görüşü desteklemek yani heliosantrik görüşleri yaymak ve savunmaktı. 

  • Evet öyle, ve dünyanın kilisenin dediği gibi yukarıda cennet, aşağıda cehennemin olduğu şekilde evrenin merkezi olmadığını söyledi. 

Kitabın içinde bir ipucu ararken başka bir şey buldular. Bir şiir. 

  • Şeytan gözlü toprak Santi kabri.

Şeytan gözlü toprak Santi kabri? Ne demek bu? Santi’nin mezarı? 

“Beni Pantheon’a gömün!” 

İyi de bu Raphael’in vasiyetiydi ve onun soy ismi neydi biliyor musunuz? Santi. Yani şiirde geçen “Şeytan gözlü toprak Santi kabri” ifadesiyle kastedilen yer Roma’daki Pantheon tapınağı. 

  • Pantheon kilise değil mi?
  • Roma’daki en eski Katolik kilisesi.

Aslında ondan da önce bir pagan tapınağıydı. İşte bu da bizi dünyanın en ilginç yapılarından birine getiriyor. 

Pantheon!

Gerçekten de filmdeki gibi çok kalabalık bir yerde, Roma’nın kalbinde duruyor bu tapınak. Ve içeriye girdiğinizde ilk dikkatinizi çeken şey tepedeki göz oluyor. Oculus.

  • Bak hayatım, Oculus (yuvarlak pencere)
  • Şiirdeki şeytan deliği denilen şey olabilir.

Yerdeki çizimlere dikkat ettiniz mi? Rafael’in tablosundakilere ne kadar da benziyor. Böylesine ilginç bir mekanın içinde onun mezarının da olması bana çok ilgi çekici geliyor. 

Ama önce mekan hakkında biraz daha bilgi vereyim. Pantheon “tüm Tanrıların tapınağı” demek. Oysa içinde Vatikan’ı ve papaları bile barındıran İtalya katolik. Bu tapınağı 609 yılında kiliseye çevirmişler. Zaten burası ta milattan önce 27 yılında yapılmış ve bugünkü haline M.S. 126 yılında getirilmiş. Yani neredeyse 2000 yıllık bir tarihi var. 

2000 yılı aşkın bir süredir kesintisiz tapınak olarak kullanılmış. Daha da önemlisi onun kubbesi tam bir muamma. Bugüne kadar yapılmış dünyanın en büyük desteksiz takviyesiz beton kubbesi bu. Hayır, yanlış duymadınız. İnanmıyorsanız kendiniz de “largest unreinforced concrete dome ever built” diye aratıp bulabilirsiniz. 43 metreye 43 metrelik bu kubbe tam bir mimarlık ve mühendislik başarısı olarak kabul ediliyor. İçine tam bir küre yerleştirilebilecek boyutlarda.

Şimdi dünyadaki eski yapıları bir düşünmenizi istiyorum. İlk akla gelen piramitler, piramit şeklinde. Kabe küp şeklinde. Bu yapıysa kendisine temel olarak bir küreyi seçmiş. Mimari açıdan o zamanlar için belki de en zor şekil bu. Ama bir yandan da dünyanın şekliyle benzeştiği için bu zorluğa değer. Adeta onun bir minyatürü gibi. 

Böylesine bir yapıyı sağlam tutabilmek için bazı yerlerde 6,5 metreye varan kalınlıkta duvarları var. Kubbenin kenarlarındaki oyuklar sanatsal bir süsleme gibi dursa da aslında betonu inceltmek ve dolayısıyla onu hafifletmek için yapılmış. Zaten kesitini incelediğinizde tüm kubbenin yukarıya doğru inceldiğini fark ediyorsunuz.

En yukarıda da bir göz var. Yaklaşık 9 metre çapında yuvarlak bir pencere. Kapısı kapalı olduğunda tapınağın tek ışık kaynağı bu delik. Orası gerçekten de bir delik. Yani yağmur yağınca içeriye de yağıyor ve zemindeki minik deliklerden dışarı akıtılıyor. Güneş çıkınca güneş ışınlarını duvarlarına yansıtıyor. Hatta öyle ki 21 Nisan’da güneşin ışıkları tam olarak tapınağın kapısına yansıyor. 21 Nisan yani Roma İmparatorluğunun kuruluş günü. 

Roma’lıların bir sözü var:

“Chi va a Roma e nun vede la Ritonna asino va e asino ritorna.”
Roma’ya seyahat eden ve Pantheon’u ziyaret etmeyen, budala olarak gelir ve budala olarak gider.

Bu sözün kaynağını bulamadım. Ama üzerinde düşününce çok da mantıksız değil. Oraya gidince gökyüzünün ışığını gösteren bir göze bakıyorsunuz. Kimisi ona şeytanın gözü diyor, kimisi de göklerin gözü. Ne de olsa aydınlanmak için ikili bir okuma yapmak lazım. Sonra o gözü işaret eden Rafael’in de orada yattığını fark ediyorsunuz. Ve sonra da onun hayalini kurup resmettiği dünyanın minik bir parçası olduğunuzu hissediyorsunuz. Sanatçıların ve tasarımcıların, matematikçilerin ve filozofların, bilim insanlarının ve düşünürlerin birlikte öğrendikleri ve tüm insanları birlikte aydınlattıkları bir dünya hayali bu. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir