Her gün şu ekrana kaç saatimizi gömdüğümüzü hiç hesapladınız mı? Buralarda saatlerimizi harcıyoruz, sonsuz bir dopamin döngüsünün içine sıkışmış halde, bir sonraki videoyu, bir sonraki beğeniyi arayıp duruyoruz. Ve ne oluyor biliyor musunuz? Bu kısır döngüde zamanı kaybettiğimiz gibi, aslında anlamı da kaybediyoruz.
Peki bu döngüden nasıl çıkarız? “Bırakın telefonları, kitap okuyun” demek kolay. Ama yapmak zor, biliyorum. Öte yandan sabırla ve dikkatle uzun metrajlı içeriklere odaklanmanın değerini de anlıyorum. Giderek kaybettiğimiz bir yetenek bu maalesef.
İşte bunları düşünürken aklıma uzun metrajlı bir içerik geldi. Özellikle sakinliği ve sadeliğiyle beni çok etkileyen “Detectorists” dizisi. Kulağa dedektif gibi geliyor ama “dedektörcüler” gibi bir anlamı var. “Abi bana az bilinen ama kaliteli bir dizi tavsiye eder misin?” diyenlerin bazılarına bunu tavsiye ediyorum. Herkese değil. Bazılarına. Çünkü biraz sakin ve biraz da farklı bir hikayesi var.
İki amatör define avcısının başından geçenleri anlatıyor. Bunlar İngiltere kırsalında ellerinde metal dedektörleriyle dolaşıyorlar ve toprağın altında gizli kalmış şeyleri arıyorlar. Buldukları şeylerin öyle çoğunlukla maddi bir değeri yok. Ama onlar yine de büyük bir sabır ve sevgiyle aramaya devam ediyorlar. Çünkü asıl değer, arayışın kendisinde ve bulduğun şeyin sana ne hissettirdiğinde.
Nereden geldik buraya? Bak işte telefonu başka bir şey için elimize alıp da kendimizi alakasız içerikler içinde scroll eder halde bulduğumuza benzer bir durumdayım yine. Hah şeyde kalmıştık. “Bırakın telefonları, kitap okuyun” demek yerine az bilinen ama kaliteli bir diziye daldık 🙂Oysa ben size az bilinen ama kaliteli kitap önerilerinde bulunmak istiyordum. Dikkatimizi ve sabrımızı darmadağın eden o “doom-scrolling” probleminden kurtulmak için.
Şimdi telefon çok çekici bir şey, elimizden bırakamıyoruz. Kitap da sı-abır isteyen bir şey, okuyamıyoruz. Madem öyle o elimizden bırakamadığımız telefonu bir metal dedektörü olarak kullansak? Ve o kulaklıklarla da okuyamadığımız kitapları dinlesek? Hem kaybetmeye başladığımız sabrımızı geri getirsek, hem de uzun soluklu ve kaliteli içeriklerle daha odaklı ve anlamlı vakit geçirsek?
Bu fikre katılıyorsanız eğer sizlere bazı gizli hazinelerin yer aldığı bir harita sunacağım bu videoda. Tıpkı o dizi gibi az bilinen ama mutlaka dinlenmesi gereken sesli kitap tavsiyelerinde bulunacağım. Bunu yaparken yıllardır kullandığım ve bu videonun sponsoru olan Storytel platformundan bazı seçimler yaptım. Bu kitapları ve platformdaki daha binlerce sesli kitabı bu kanalın takipçilerine özel ilk ay sadece ₺50, 2. ve 3. ayda %50 indirimli olarak dinleyebilirsiniz. Size önereceğim kitapları belirlemek için bazı kriterler belirledim. Sonuçta bunların gömülü bir hazine olması için:
- Pek bilinmeyen ama kaliteli olmalı yani “underrated” diyeceğimiz türden kitaplar,
- Sadece okunurken değil dinlerken de etkili olmalı,
- Dinleyenlere farklı bir bakış açısı kazandırmalı,
- Ve elbette eğlenceli vakit geçirmemizi sağlamalı, yoksa bir süre sonra yine bırakırız.
“Detectorists” dizisinde şöyle derler: “Önemli şeyler hep derindedir. Sabırlı olup, iyi dinlemeyi öğrenmelisin.”
İşte! Algoritmaların gömdüğü ilk sesli hazineyi bulduk.
Becoming Sherlock – Kızıl Çember
Neden seçtim? Çünkü Sherlock Holmes’u çok seviyorum. Bu kitap da klasik Holmes ruhunu alıp modern Londra’ya taşımış, ve onu dijital çağın tuzaklarıyla harmanlamış.
Hikâye Sherlock Holmes evreninde ama bundan 40 yıl sonraki yakın gelecekte geçiyor. O eski hikayelerin atmosferini gelecekle buluşturan bir kitap. Teknolojik detaylar, dronlar, yapay zeka kıvılcımları içerisinde sevgili dedektifimiz ve onun yardımcısı Watson’un nasıl davranabileceğini merak edenler için birebir. Aslında bir üçlemenin ilk kitabı. Yani seversen devamı da var.
Peki ne kazandırır? Süresini göstereyim size, 9 saat 54 dakika. İşe gidip gelirken ya da egzersiz yaparken, yürüyüşte filan en fazla 1 haftada rahatlıkla bitirebileceğin bir kitap. Çünkü dinlerken dikkat kesiliyorsun. “Nerede bu ipucu?” diye kulak veriyorsun. Dolayısıyla o telefon dopamininden uzak, odakla ilerleyen bir duygu veriyor. O yüzden başlangıç için bunu seçtim.
Yaratıcı Eylem: Bir Var Olma Biçimi
Kurguyla başladık, kurgu dışıyla devam edelim. Neden seçtim bu kitabı? Çünkü ilk çıktığında İngilizcesinden okumuştum ve çok beğenmiştim. Şimdi Türkçe’ye de çevrildiğini ve hatta seslendirildiğini görünce hemen listeme dahil ettim. Çünkü yaratıcılığa dair klişe bir motivasyon kitabı değil.
Yazarı da çok ilginç biri: Rick Rubin. Kendisi bir müzik yapımcısı. Hem de Red Hot Chili Peppers, Johnny Cash, Slayer, Jay Z ve Adele gibi pek çok efsanenin, efsanevi müzik yapımcısı. Time dergisinin “Dünyanın En Etkili 100 Kişisi” listesine bile girmiş ve bu kitabıyla yapmaya çalıştığı şey “içimizdeki sanatçıyı uyandırmak.”
Diyor ki: “Genel geçer anlamda sanat yapıp yapmadığımıza bakmaksızın hepimiz birer sanatçı olarak yaşıyoruz. Verileri algılıyor, süzgeçten geçiriyor, ardından bu bilgi setinden yola çıkarak kendimiz ve başkaları için bir deneyim oluşturuyoruz.”
Evet sanatçı gibi yaşamak dünyada bir varoluş biçimi arkadaşlar. Aynı zamanda bir algılayış ve farkındalık şekli de olduğu için zaten 10 yıl önce bu kanalın konusunu belirlerken “sanat, tasarım ve teknoloji” hikayeleri anlatacağımı söylemiştim. Bunun önemini bu kitap da perçinlemiş oldu. Bak şimdi anlattıkça anlatasım geliyor, sadece bu kitaba özel bir video da hazırlasam iyi olacak galiba, o yüzden abonelikleri ve hatırlatıcıları kontrol.
Gömülü hazineyi bu kez Ankara’da arayacağız. Üstelik sadece mekanda değil zamanda da bir yolculuk yapıp 23 Nisan 1920 tarihine gideceğiz. İlber Ortaylı ve Şermin Yaşar’ın yazdığı bu kitap bizi şerbetçi bir çocuğun gözünden Kurtuluş Savaşı yıllarına götürüyor. Bu kitabın fiziksel versiyonu da çok güzel. Sevgili dostum Gökçe tarafından illüstrasyonları yapılmış. Okumadıysanız o versiyonunu da okuyun ama ben daha yeni, neredeyse 1,5 ay önce yayınlanan bu sesli kitap versiyonunu özellikle çok beğendim. Çünkü Mazlum Kiper faktörü var. Müthiş bir ses. Ona sevgili Mert Fırat da eşlik ediyor. Yani kadro muhteşem. Üstelik nisbeten kısa sayılabilecek bir süresi var. Uzun bir yürüyüşte tek seferde dinlersin.
Peki dinleyince ne kazanırsın? Tarihimizin en önemli anlarından birinin ruhunu yakalarsın. O anın umut dalgasını hissedersin. Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde yavaş yavaş yeşeren ümidi, toplumdaki değişimi, yoklukla geçen günleri dinleyince sanki Cumhuriyet’in ilk sabahında sen de oradaymış gibi olursun. Tedirginlik, sevinç ve yeni bir başlangıcın enerjisini bir arada duyarsın.
Bir tane kurgu kitap önerdim, bir tane kurgu-dışı kitap önerdim, bu sonuncu ikisinin arasındaydı, hazır Türkiye’deyken şimdi İstanbul’a geçelim ve onun arka sokaklarında dolaşmaya başlayalım.
Evet bu sefer, dediğim gibi İstanbul’dayız. Ama o kartpostallardaki manzaralı İstanbul’da değil. Daha karanlık, daha gerçek, daha suskun bir İstanbul’un izini süreceğiz. Polisiye romanlarıyla tanıdığımız Ahmet Ümit’in son kitabı “Yırtıcı Kuşlar Zamanı” yine bir polisiye ama aynı zamanda ülkenin bugünkü ruh halini de anlatıyor.
Yazarın meşhur karakteri Başkomiser Nevzat bu kez geçmişiyle yüzleşiyor. Ekonomik bozulmanın, kolay para kazanma arzusunun hızlandırdığı ahlaki çürüme, liyakatsizliğin getirdiği kamusal ve kurumsal çöküşü dinliyorsunuz bu hikâyede.
Ve ilginçtir ki, 13 saat 39 dakikalık bu uzun kitabın temposu seni hızlandırmıyor, düşündürerek ilerletiyor. Tam da bizim bu video boyunca aradığımız şey bu değil miydi zaten?
Şimdi bir adım daha atalım, sıradaki sesli hazineyi bulmak için Boston’a gidelim.
Edgar Allen Poe sever misiniz? Şimdi onun yaşadığını düşünün. Çok başarılı kadın bir doktor olduğunu düşünün. Bir de üstüne romanlar hatta diziler yazdığını düşünün. Size önereceğim Hasat romanı işte onun kaleminden çıktı. Diğer önerdiklerime göre çok daha eski 1996’da yazıldı bu roman ama Türkçeye çevrilip seslendirilmesi için 27 sene beklemek zorunda kaldık. Olsun, geç olsun, güç olmasın.
Hasat, bir tıbbi gerilim hikayesi. Müthiş parlak bir cerrahın başından geçiyor. Bak, bu kez de kendimi tutamayıp Dr. House’a benzeteceğim ama yanlış bir benzetme olacak, vazgeçtim. Peki neden seçtim? Çünkü hastane koridorlarında dönen katakullileri -dur daha kbar bir şey bulalım- sisli gerçekleri, organ nakli yoluyla dönen gizli para döngüsünü dinleyeceksin. Bilimsel detayların da atlanmadığı bu hikayede benim hoşuma giden şey bu tıbbî bilgileri sadece kafada değil, etikle harmanlayıp kalpte de hissettirmesi. Çünkü bir doktorun aldığı kararlar, yalnızca tıbbi değildir, bazen ahlâki sonuçlar da doğurur. İşte o dramatik çatışmayı birebir aktarıyor.
Gizem, arka planda tıp, psikolojik derinlik arayanlara öneririm.
Bu kez kulaklığımızı bir fırçaya dönüştürüyoruz. Yüzeye zarar vermeden, katman katman bilgi arıyoruz. Bu video için bana ilham veren diziyi seçip de arkeolojiyle ilgili bir kitap seçmemek olur mu? Olmaz. Hele bu konuda ülkemizin önde gelen arkeologlarından Prof. Dr. Mehmet Özdoğan yazmışsa. “50 Soruda Arkeoloji” bize toprağın altındaki tarihle, üstündeki hayat arasında bir bağ kurma imkânı veriyor. Ama bu bir ders kitabı değil yanlış anlaşılmasın. Akademik bir dille yazılmamış; herkesin anlayabileceği, sade ama derin bir anlatımı var bu kitabın.
Klasik soru-cevap formatıyla ilerliyor ama hiçbir soruya sıradan bir cevap vermiyor. Arkeoloji ne işe yarar? Bir kazı nasıl yürütülür? Türkiye neden bu konuda bu kadar zengin ama hâlâ bazı değerleri koruyamıyor? gibi sorulara hem bilimsel hem kültürel yanıtlar sunuyor. Ve elbette definecilik konusunda da bir soru var içinde.
Bak bu diziyi dedektörcüler yerine defineciler diye çevirmek lazım demek ki.
Neyse, bu kitabı dinleyince sadece antik kentlere değil, yaşadığın mahallenin kaldırımlarına bile başka bir gözle bakmaya başlıyorsun, ona göre. Çünkü geçmişin izleri her yerde. Sadece dikkatli ve sabırlı dinleyiciler tarafından duyulabiliyor.
Biliyorum, biliyorum, bazılarınız bunun filmini izledi. Ama bilmediğiniz şey bazı hikâyeler böyle kitap olarak başlar, sonra filme uyarlanır ama bir de üstüne kulaklıkla dinlenince bambaşka bir katman açığa çıkarır.
Ejderha Dövmeli Kız işte tam da böyle bir hikâye. Kitabı dinlerken bir yandan David Fincher’ın yönettiği filmin karanlık atmosferi gözünün önünde beliriyor; o soğuk İsveç kırsalı, terk edilmiş evler, susturulmuş sırlar… Trent Reznor’un tedirgin edici müziği… Bak neredeyse zihnimde yeniden çalmaya başladı.
Ama bu sesli kitapta öne çıkan şey sadece atmosfer değil. Lisbeth Salander karakteri, kitaptaki haliyle filmden bile daha katmanlı. Çünkü seslendirmeyle birlikte onun iç sesi, tepkileri, öfkesini bastırdığı anlar daha yakından hissediliyor. Mikael Blomkvist’in gazeteci tarafının dedektifliğe dönüşmesini duyunca biz de dinleyici olarak onunla birlikte her ayrıntıyı didikliyoruz.
Bu kitabı neden önerdim? Çünkü sürükleyici olmasıyla seni ekrandan uzaklaştırabilecek kadar güçlü bir anlatımı var. Hani böyle tam “cliffhanger”da bırakan “bir bölüm daha” dedirten diziler gibi ama bu sefer sadece kulağında. Hem dopamin döngüsünü kırıyor, hem de zihinsel olarak seni sürekli oyunda tutuyor.
Bu defa haritamızda birden fazla şehir var. Ve her şehirde bir kadın. Murathan Mungan, Türkiye’nin dört bir yanından 16 farklı kadının hikâyesini anlatıyor. Kimi İzmir’de, kimi Diyarbakır’da. Kimi yoksulluğun, kimi yalnızlığın tam ortasında. Ama hepsinin sesi ayrı, hepsinin tonu ayrı.
Bu bir roman değil. Her biri ayrı bir öykü. Ama bir araya geldiklerinde bir ülkenin ruh haritasına dönüşüyor. Bunu dinlerken sanki böyle bir tren yolculuğunda, yan koltukta oturan bir kadın başlıyor anlatmaya. Bir sonraki durakta o trenden iniyor ama onun hikâyesi sende kalıyor.
Neden önerdim? Çünkü bu kez hikayeler kısa ama etkili. Çünkü gözden kaçan ama kalpte iz bırakanlardan. Çünkü bazen sadece dinlemek yetiyor.
Beni bile şair yaptın bak Mungan.
Sanattan söz ettik, kadın hikayleri dedik. O yüzden çok ilginç bir kadın sanatçıdan ilhamla yazılmış bu kitabı da önermek istedim. Miras kitabının yazarı konusunu belirlerken Marina Abramović’in eski bir gösterisinden ilham almış. Tüyler ürpertici bir sosyal deney gibi bir gösteri bu.
Abramović altı saat boyunca hiç kımıldamadan durur. Önündeki masada bir sürü şey var: bir gül, bir tüy, bir tabanca. İzleyenler bu objeleri kullanarak ona ne isterlerse yapabiliyorlar. İlkin bir şey yapmıyorlar. Sonra bazıları tüyü alıyor eline ve içlerinden biri daha daileri gidip mahremiyet sınırını da aşarak ona dokunuyor. Sonra izleyenler giderek kendilerini kaptırıyorlar, birbirlerinden cesaret alıyor. Onu soyuyorlar. O hiçbir şey yapmamasına rağmen 6 saatlik bu gösterinin sonu oldukça kötü bitiyor. İçlerinden biri tabancayı alıp Abramović’in kafasına dayıyor. Yani sanatçının hareketsizliği izleyenleri feci biçimde kışkırtıyor.
Çağdaş Norveç edebiyatının en önemli seslerinden Vigdis Hjorth, Miras kitabında bir aile portresinin arka planını resmediyor ve gerçeklere dayalı bir travma hikâyesi anlatıyor. Yakınlığın ve yakınların açtığı yaraların, bağların ve bağları koparmanın hikâyesi bu, tiyatro eleştirmeni Bergljot’un ailesine rağmen sağ kalma, yaşamına sahip çıkma mücadelesinin hikâyesi.
Bu kez haritada uzak bir ada var. Göğü delen ağaçların gölgesinde gömülü hazinemizi arıyoruz. Orada Pasifik Okyanusu’nun ortasında küçük bir halk yaşıyor. Modern dünyanın dayattığı kuralların, saatlerin, paranın henüz uğramadığı bir yerde.
Ve orada bir şef var: Tuiavii. Avupalıların “medeniyet” dediği şeye dışarıdan bakan biri. Ama bu da öyle akademik bir eleştiri filan değil. Samimi, sade, bazen komik bazen dokunaklı bir anlatı.
Kitap aslında bir karşılaştırma. Bizim “doğal” sandığımız şeylere, bir başkasının gözünden bakınca ne kadar da yapay olduklarını fark ediyorsun. Hızlı yemek, saatle yaşamak, şehirde yalnız kalmak. Bunları ilk defa duyar gibi hissediyorsun. Ve bu farkındalık, sanki göğü delen bir ağacın altında gökyüzüne bakarken geliyor.
Bu kitabı bir sesli kitap olarak dinlemek ve dinletmek istedim. Çünkü çok sevdiğim oyuncu dostum sevgili Hatice Aslan çok güzel seslendirmiş. Ve elbette içeriğin kendisi de çok güzel. Kulaklığını taktığında sen de o adaya gidiyorsun. Ve bir süreliğine kendi hayatına dışarıdan bakmayı öğreniyorsun.
Bir de bu kitabı neden seçtim biliyor musunuz? Çünkü modern hayatı sorgulamak için bazen filozoflara değil de, uzak adalardaki bir kabile şefine kulak vermek daha iyi oluyor.
Diğer tüm kitaplar gibi bu da Storytel’de Türkçe seslendirmesiyle var. Bu kitapları ve platformdaki daha binlerce sesli kitabı bu kanalın takipçilerine özel ilk ay sadece ₺50, 2. ve 3. ayda %50 indirimli olarak dinleyebilirsiniz. Sessiz bir sabah yürüyüşünde dinle. Ve gökyüzüne bakmayı unutma.
—
Detectorists dizisinin jenerik müziği de çok güzel ve çok anlamlıydı ama maalesef telif hakları nedeniyle yayımlayamayacağım. Yine de hissettirmek isterim.
Sonuçta bu kitapların her biri birer gizli define gibi. Ve biz de bir dedektörle toprağı tarar gibi, kulaklığımızla sesleri tarıyoruz. Bir şehirde, bir zamanda ya da başka bir hayatın içinde yeniden doğuyoruz.
“Önemli olan bulduğun şey değil. Önemli olan burada olmak.”
O yüzden siz de kendinize bir iyilik yapın. Bu yaz ekran yerine kulaklığınızı ve gözleriniz yerine kulaklarınızı açın. Çünkü bazen en iyi şeyler en derinlerde saklıdır.