Kategoriler
Sanat Sinema

SILO – İlk Sezon Analizi

Üç kelime. 

Sadece üç kelime söylemeniz yeterli. 

“Dışarı çıkmak istiyorum.”

Dediğinizde hayatınız sona eriyor. Ya da biz öyle sanıyoruz…

144 kat derinliğinde bir silo. İçinde binlerce insan. Ortasında tek bir spiral merdiven. Ve kimse neden böyle bir şeyin içinde olduğunu bilmiyor.

Peki ya tüm bildikleriniz yalan olsaydı? Ya size zehirli bir çorak arazi olarak gösterilen dış dünya aslında… Dur, dur – fazla ileri gittim. Önce en başa dönelim.

Bugün size öyle bir dizi anlatacağım ki, Dante’nin “Cehennem”i bunun yanında… Dante’nin “Cehennem”i gibi kalır 😉 Abartmaya gerek yok. Benzetmeyi neden yaptığımı anlatacağım.

Evet arkadaşlar! Bugün yılın en iyi dizilerinden biri olmaya aday Silo’yu masaya yatıracağız. Apple TV+’ın bu çok konuşulan dizisinin ilk sezonu geçen yıl yayımlanmıştı. Şimdi ikinci sezonu başladı, her hafta yeni bir bölümü yayınlanacak. Ve son bölümden itibaren bu kez daha uzun süredir daha büyük bir heyecanla beklediğim “Severance” yayına girecek. Ona daha var. Ben bu videoda Silo’nun ilk sezonunu beğendiğim için hem izlemeyenlere genel bir bilgi vermek, özellikle de konseptleri hakkında konuşmak istiyorum. Hem de izlemek istemeyenler için de genel bir özet vererek eğer izleseydiler ne gibi şeyleri öğrenebileceklerini anlatmak istiyorum. Yani kurgusal şeylerden hoşlanmayanlar için kurgu dışı bilgilendirmeler de yapacağım. Videoyu ona göre tasarladım. Bu bir roman serisinden uyarlama, ona hiç girmeyeceğim, sadece dizi özelinde konuşacağım. İlk bölümünde spoiler yok ama sonrasında özet, final ve teoriler kısmında elbette var. 

Silo, günümüzden çok da uzak olmayan bir gelecekte geçiyor. İnsanlıktan geriye kalan son kişiler, bu distopik gelecekte devasa bir yeraltı silosunda yaşamaya başlamış. Evet, yerin altında bir silo var. 144 katlı bir yapı. Ortasından bir merdivenle bu katların arasında dolaşabiliyorsunuz. Toplam 10000 kişi yaşıyor burada. Ama sebebini bilmiyorlar. Dışarıda ne olduğunu, siloyu kimin inşa ettiğini, hatta neden burada olduklarını bile bilmiyorlar. Geçmişte yaşanan bir isyan sonrasında tarih silinmiş. Tek bildikleri, dünya yaşanabilir hale gelene kadar burada beklemeleri gerektiği.

Filmin prodüksiyonu… Filmin diyorum bak, dizinin prodüksiyonu çok etkileyici, sanki bir film gibi özen göstermişler. Set tasarımcıları muhteşem bir iş çıkarmış. 70’ten fazla set var. Ve bunların tasarımını da böyle Sovyet mimarisi ile steampunk çağının karışımı gibi bir şey düşünün. Fütüristik bir yapının üzeri zamanla birikmiş pislik ve el yapımı tamiratlarla kaplanmış. Hidroponik çiftliklerden tıp merkezlerine kadar her bölüm o kadar detaylı işlenmiş ki, silo adeta hikayenin bir karakteri haline gelmiş.

Dizinin en ilginç yanlarından biri, günümüzün korkularını yansıtması. Soğuk Savaş döneminin nükleer sığınak paranoyasını hiç duydunuz mu? Hatta ilginçtir aynı bu dizideki siloya benzeyen yapılar Amerika’da şu anda planlanıyor. Mesela şu web sitesindeki çizimler hemen hemen bu dizidekiyle aynı konseptte… Silo, işte insanların içindeki bu hayatta kalma mücadelesinin bir sembolü olarak adeta 1950’lerin Soğuk Savaş senaryolarından fırlamış gibi.

Ama sadece bir felaket hikayesi değil bu. Sınıf sisteminin eleştirisi var – “aşağı derinlerde” yaşayan işçiler, üst katlardakiler tarafından hor görülüyor, oysa herkesin hayatta kalması onların becerilerine bağlı. Tarihi kimin yazıp kimin sildiği sorgulanıyor. Bireysel ve toplumsal yalanların, inkârın ve gerçeğin çatışması var.

Bir de şu açıdan bakmak lazım: Silo aslında başka gezegenlerin kolonileştirilmesinin bir provası gibi. Dışarıdaki dünya o kadar uzak ve yabancı ki, sanki Mars’ta bir kolonide ya da adeta bir uzay gemisinde yaşıyorlar. Bu yüzden mi acaba dizi bu kadar ilgimi çekti? Günümüzde teknoloji milyarderleri de aynen böyle Mars’a gitmenin hayalini kuruyor biliyorsunuz. Onun bir provası gibi de okuyabiliriz bu diziyi.

Ve tabii bir de Silo’nun toplumsal yapısı var. On bin kişilik, çok ırklı bir topluluk ama sıkı bir sınıf sistemi ve nüfus kontrolü var. Yukarı çıkamıyorsunuz ama aşağı inebiliyorsunuz – biraz Snowpiercer’ı andırıyor bu yanıyla. Ama ilginç olan şu ki, bugünkü kapitalist dünyadan daha eşitlikçi bir sistem gibi görünüyor. Evsiz yok, aç kalan yok. Evet, gözetleme sistemleri ve yargı kolu baskıcı ama insanlar arasındaki ekonomik farklar bizim dünyamızdaki kadar uçurum değil.

Ha bir de merdivenlerde sürekli koşturan kuryeler görüyoruz – tıpkı günümüzün gig ekonomisindeki yemek dağıtıcıları gibi. Yıpranmış kahverengi-gri yüzeyler, zorunlu geri dönüşüm, “DIY – kendin yap” atölyeleri… Bugünün teknoloji devlerinin kontrolünden çok uzak bir düzen bu. Sanki global dünya düzeni yerine eski Batı’nın şerifli küçük kasaba ideallerine geri dönmüş gibiler.

İkinci bölümde mühendis Juliette Nichols’un (ki Dune filminden tanıdığımız Rebecca Ferguson canlandırıyor bu karakteri) ana jeneratörü tamir etme sahnesi var, onu izlerken, Çin yapımı “Wandering Earth” filmi aklıma geldi. İkisinde de süper kahramanlar yok – gerçek insanlar, ekip çalışmasıyla, büyük zorluklar altında dev makineleri tamir etmeye çalışıyor. Hem de öyle çip ya da yarı iletken değil, kocaman motorlar, çarklar, dişliler bunlar. Eski sanayi çağının ya da Stalinist dönemin dev makineleri gibi.

İronik olan şu ki, bu dizi tamirciliği pek de sevmeyen Apple tarafından yaptırılmış. Apple ki donanımlarını mümkün olduğunca kapalı tutar biliyorsunuz, bakımını biraz zorlaştırır… Ama Silo’da tamircilik, hayatta kalmanın anahtarı.

Bu videoda size Silo’nun tüm katmanlarını göstereceğim. İlk sezonun özetini, karakterlerin yolculuklarını, gizemleri, temaları, metaforları ve tabii ki o çarpıcı sezon finalini konuşacağız. 

Ama önce size bugünün sponsoru NordVPN‘in sunduğu bir fırsattan bahsetmek istiyorum.

Çünkü İnternet de bizim için bir Silo gibi. Dijital dünyada sürekli gözetleniyoruz, her hareketimiz takip ediliyor ve verilerimiz toplanıyor. En basit bir alışverişten, sosyal medyada gezinmeye kadar yaptığımız her şey kayıt altına alınıyor. Üstelik halka açık Wi-Fi ağlarını kullanırken, bilgilerimiz kötü niyetli kişilerin eline çok daha kolay geçebiliyor.

İşte tam da bu yüzden ben tüm internet aktivitelerimde NordVPN kullanıyorum. Tek bir tıkla bağlantınızı şifreleyerek IP adresinizi ve konumunuzu gizliyor. Böylece çevrimiçi varlığınız çok daha güvenli ve özel hale geliyor. En sevdiğim özelliklerinden biri olan Threat Protection Pro sayesinde, kötü amaçlı yazılımlardan ve kimlik avı sitelerinden otomatik olarak korunuyorsunuz.

Üstelik şu anda NordVPN.com/BarisOzcan adresini ziyaret ederseniz, 2 yıllık plana özel tam 4 ay bonus kazanacaksınız. Tüm bunları 30 günlük para iadesi garantisiyle, yani hiçbir risk almadan deneyebilirsiniz. Ben yaklaşık iki yıldır kullanıyorum ve özellikle seyahat ederken ya da halka açık Wi-Fi ağlarına bağlanırken kendimi çok daha güvende hissediyorum. Bu fırsatı kaçırmamak için açıklamalar bölümünde yer alan bu kanala özel bağlantıyı kullanmayı unutmayın.

Şimdi gelelim Silo’nun derinliklerine..

İlk Sezon Özeti

Evet, bundan sonrasında elbette spoiler var. Dizinin ilk sezonunu kendiniz izlemek istiyorsanız, kulaklarınızı tıkayın! Hikayeyi öğrenmek isteyenler kalsın.

Her şey Şerif Becker’la başlıyor. Başkan Ruth’la birlikte silonun huzur ve düzeninden sorumlu bir adam. Ama bir gün çıkıp “Dışarı gitmek istiyorum” diyor. Bu sözleri söyleyen birinin geri dönüşü yok. Hemen “temizliğe” gönderiliyorsunuz. Yani dışarı çıkıp ölüme yürüyorsunuz – en azından bize öyle anlatılıyor.

Sonra üç yıl geriye gidiyoruz. Becker ve karısı Allison mutlu bir çift. Hatta bebek yapmak için izin almışlar – ki nüfus kontrolünün bu kadar sıkı olduğu bir yerde bu büyük bir ayrıcalık. Ama Allison bir şeyler keşfediyor. Bir yeraltı hareketi mi desem, komplo teorisyenleri mi desem… Oyuncuların performansı o kadar iyi ki, bu çiftin ayrılığını ve fedakarlıklarını iliklerinize kadar hissediyorsunuz.

Bu arada Allison karakterini canlandıran Rashida Jones’u Parks and Recreation dizisinde keşfetmiştim. Kendisi geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz efsanevi müzik prodüktörü Quincy Jones’un kızı olur.

Holston ve karısı Allison, doğum kontrol implantının çıkarılması için izin alıyor ama çocuk sahibi olamıyorlar. Bu süreçte Allison, doğurganlık uzmanı Gloria Hildebrandt’tan siloya dair şüpheli bazı şeyler öğreniyor. IT uzmanı George Wilkins’le birlikte isyandan önceki döneme ait yasak bir “hard drive”ı – sabit diski araştırmaya başlıyorlar.

Allison, Holston’a yetkililerin onlara yalan söylediğini, dışarıdaki ölü dünya görüntülerinin sahte olduğunu anlatıyor. Kanıt olarak da kendi çıkardığı implantı gösteriyor – hani şu çıkarıldı denilen ama aslında hala vücudunda olan implant. Sonra o yasak cümleyi söylüyor: “Dışarı çıkmak istiyorum.” Üstelik eğer dışarısı güzelse kameraları temizleyeceğine söz veriyor. Pakt gereği çevre koruma kıyafeti giydiriliyor ve tek yönlü yolculuğuna çıkıyor. Herkes Allison’ın kameraları temizleyip sonra da ölüp düştüğünü izliyor.

Neyse, işte tam “Hah, klasik bir komplo gerilimi izleyeceğiz” derken, dizi bizi şaşırtıyor. İlk bölümden sonra hikaye bambaşka bir karaktere, Juliette’e kayıyor. Tüm silonun bağlı olduğu jeneratörden sorumlu bir mühendis. Geriye dönüşlerle onun otoriteyi nasıl sorgulamaya başladığını görüyoruz.

Neden relikler yasak? Neden geçmişten bahsetmek suç? Juliette başkalarının bıraktığı ipuçlarını takip ederken, entrika ağı giderek karmaşıklaşıyor. Ama Lost’tan travması olanlar korkmayın – burada öyle dağılıp giden bir hikaye yok. Her şey özenle örülmüş.

İki yıl sonra Holston, George’un ölümünü araştırırken mühendis Juliette Nichols’la tanışıyor. Juliette, George’un öldürüldüğünü iddia ediyor. George’un relikler yani yasak tarihi eşyalar topladığını öğrenen Holston, George ve Allison’ın birlikte çalıştığını fark edince araştırmaya karar veriyor. Birkaç ay sonra Holston da dışarı çıkıyor ve şok edici gerçekle karşılaşıyor: Dışarısı Allison’ın dediği gibi yemyeşil ve güzel. Kameraları temizliyor, kaskını çıkarıyor ve görünüşte Allison’ın cesedine doğru sürünüp ölüyor.

Başkan Ruth Jahns, Holston’ın yerine şerif olarak Juliette’i aday gösterdiğini öğreniyor. Ve yardımcı Sam’le birlikte, 144 katı inip Juliette’le görüşmeye gidiyorlar. Yolda Juliette’in babası Dr. Pete Nichols ve arkadaşı mühendis Martha Walker’la konuşup karakteri hakkında bilgi topluyorlar. Yargıç Meadows ve IT’nin başı Bernard Holland’ın karşı çıkmasına rağmen, Jahns şeriflik görevini Juliette’e teklif ediyor.

Juliette başta reddediyor ama Holston’ın rozetini görünce fikrini değiştiriyor. Çünkü rozetin arkasında “GERÇEK” sözü yazılı. İlk iş olarak ana jeneratörün tamiri için kapatılmasını istiyor ki, bu daha önce hiç yapılmamış bir şey. İşte burada ilginç bir detay var: Jeneratör kapandığında ekranlarda kısa bir süreliğine yemyeşil bir manzara görünüyor ama kimse fark etmiyor bile.

Tam her şey yoluna girecek derken Başkan Jahns ölüyor, ağzından kan gelerek yere yığılıyor. Sam bunun bir zehirlenme olduğuna ve aslında hedefin kendisi olduğuna inanıyor çünkü su mataralarını değiş tokuş yapmışlar. Bernard geçici başkan olarak Juliette’i şerif yapıyor.

Juliette, Sam’den George’un ölümünü araştırmasında yardım etmesini istiyor, karşılığında da Jahns’ın ölümünü birlikte araştıracaklar. Ama Yargı’dan Robert Sims, Sam’e Yargıç Meadows’un Juliette’i şeriflikten almaya hazır olduğunu söylüyor. Sam ise Juliette’in kendi kendine istifa etmesini beklemelerini öneriyor.

İşler giderek karışıyor: Sam’e evinde saldırıyorlar. Juliette, kafeye takılan Lukas adında biriyle tanışıyor. Holston’ın George dosyasını buluyor ama sabit disk yok. Bu arada flashback’lerle Juliette’in 13 yaşındayken annesi Hanna ve küçük kardeşi Jacob’ın ölümünden sonra evden ayrıldığını öğreniyoruz.

Ve sonra Sam’i ölü buluyorlar… Yargı’nın şerif için asıl adayı olan Paul Billings, Juliette’in baş yardımcısı oluyor. Şerif ofisinde çalışan Sandy, Juliette’i uyarıyor: “Sam’in katilini bul, yoksa Yargı bir günah keçisi bulacak.”

Juliette araştırınca, Yargı’da çalışan Doug Trumbull’un Patrick Kennedy adlı bir sakini suçlamak için sahte kanıt yerleştirdiğini ortaya çıkarıyor. İşin ilginç yanı, Sims Doug’a babasının aslında basit bir hademe olmadığını, silonun hayatta kalması için çok önemli gizli bir işi olduğunu söylüyor. Ama Doug tutuklanmadan önce Sims onu öldürüyor. Sam ve Jahns cinayetleri Doug’ın üstüne kalıyor.

Bu arada Lukas’ın gece kafeteryadaki ekranlarda “gökyüzündeki ışıkları” izlediği ortaya çıkıyor. Silodakiler bunların yıldız olduğunu bilmiyor bile! Martha da Juliette’e George’un kamerasının siloda izin verilenden çok daha gelişmiş bir teknolojiye sahip olduğunu gösteriyor.

Juliette zekice bir hamle yapıyor: George’un reliklerinden birini Doug’ın dairesinde “bulduruyor” ve bunu bahane ederek relik satıcısı Regina Jackson’ı arıyor. Regina, George’un eski sevgilisi çıkıyor ve ona relik toplayan kişi olduğu anlaşılıyor. Sims olayı öğrenince Juliette’i sorguya çekiyor. Bernard reliğin Juliette tarafından yerleştirilmediğine inanıyor ama Doug’ın Jahns ve Sam’i neden öldürdüğünü araştırmayı bırakmasını emrediyor.

Bu arada Juliette, Billings’in “Sendrom” adlı bir hastalığı olduğunu öğreniyor ki bu normalde onu yardımcı şerif olmaktan men etmesi gereken bir durum. Regina, sabit diski Yargı’ya bildirmediğini ama “her şeyi bilen adam”ın sevdiklerini tehdit edince ona söylediğini itiraf ediyor. Juliette’e George’dan kalan değerli bir relik veriyor: Silodan önceki döneme ait bir çocuk seyahat kitabı.

Ve işte bomba gibi bir gerçek ortaya çıkıyor: Silonun her yerinde gizli kameralar var! Üstelik bu gözetleme ekipmanı silodaki diğer teknolojilerden çok daha gelişmiş. Sims de bu gözetleme ekibinin bir parçası ve Juliette’i sürekli izliyorlar.

İşler iyice karışıyor. Juliette, Yargıç Meadows’un emriyle ilaçla uyuşturulan Gloria’yı buluyor. Şeriflikten istifa etmeyi teklif etse bile Meadows emri kaldırmıyor. Bu arada Billings, Juliette’i görevini ihmal ettiği için sorguluyor ama George cinayeti soruşturmasını öğrenince ona yardım etmeye karar veriyor.

Babasının yardımıyla Gloria’yı sorgulayan Juliette, çarpıcı bir gerçeği öğreniyor: Gloria, “Ateş Koruyucuları” adında gizli bir grubun üyesi. Bu grup geçmişi hatırlamaya adanmış ama üyeleri sistematik olarak öldürülüyor. Juliette’in annesi de bu grupla arkadaşmış ama babası emirlere uyup çocuk sahibi olmalarını engellemiş.

Juliette aynalardaki gözetleme kameralarını fark ediyor ve Holston’ın Gloria’nın odasında sakladığı sabit diski buluyor. Ama Bernard’ın gerçek yüzü ortaya çıkıyor: Silonun asıl patronu o ve Jahns ile Sam’in ölümünden o sorumlu. Juliette tutuklanıyor ve “dışarı çıkmak istediği” yalanıyla suçlanıyor. Elinden sabit diski alıyorlar ama Juliette merdivenlerden atlayarak kaçmayı başarıyor.

Final bölümüne geliyoruz… Juliette kaçıyor ve Sims’in bilgisayarından sabit diske erişiyor. George’un ona bıraktığı video mesajını buluyor. Bernard, Lukas’ı tutuklayıp sabit diskin seri numarasını öğreniyor. Juliette, Patrick ve Danny’nin yardımıyla sabit diskteki diğer videoları izliyor. Eski bir temizlik videosunda kuşların uçtuğu yemyeşil bir manzara görüyorlar.

Danny bu görüntüleri tüm siloya yayınlıyor ama Bernard hemen yayını kesiyor. Juliette yakalanmadan önce Martha’yla konuşuyor. Bernard bir anlaşma öneriyor: Eğer gönüllü olarak dışarı çıkarsa, George’a ne olduğunu anlatacak ve Mekanik bölümü cezalandırılmayacak. George’un sorguya çekilmemek için merdivenlerden atladığını gösteren videoyu izletiyorlar.

Ve final… Juliette dışarı çıkıyor. Kaskının ekranında önceki temizliklerdeki gibi yemyeşil bir manzara görüyor ama bu bir aldatmaca. Gerçek manzara silodaki ekranlarda gösterilen o çorak dünya. Ama Martha’nın kaliteli ısı bandı sayesinde ölmüyor ve silonun etrafındaki çukurdan tırmanıyor. Ve işte asıl şok edici gerçek: Etrafta onlarca benzer çukur görüyor, her birinde bir silo var. Ve ufukta da yıkık bir şehrin silueti…

Karakterler

Gelin önce Juliette’e biraz daha yakından bakalım. “Aşağı derinler”den gelen bir mühendis… Adı Juliette, tıpkı o çok eskilerdeki Shakespeare oyununda olduğu gibi. Yani adı bile bir çeşit relik. Relik deyip duruyorum, eski obje, yadigar gibi anlamlara geliyor bu. Tarihi silmek istiyorlar ya… Neyse işte adı bile tarihi hatırlatan bu karakter tam bir halk kahramanı aslında. Elini makineye sokup sorunu bulan türden biri. Hani bazı insanlar vardır ya, bir makineye baktıklarında sanki onunla konuşabiliyormuş gibi… İşte Juliette öyle biri.

Ama sadece makinelerle arası iyi değil. İnsanlarla da öyle. İyi derken, insanlara da biraz makine gibi direk dalıyor 🙂 Dobra, açık sözlü, lafını sakınmayan biri. Belki de bu yüzden başı sürekli belada. Bir yandan da kırılgan bir tarafı var – özellikle George’un ölümünden sonra. Zaten o olayı araştırırken kendini bu büyük gizemin içinde buluyor.

Sonra Bernard var – IT bölümünün başı. Tim Robbins’in canlandırdığı bu karakter tam bir gri alan. Uzun bir süre onun iyi mi kötü mü, hangi tarafta, bir türlü çözemiyorsunuz. Silodaki tüm bilgiyi kontrol eden adam. Sanki her şeyi biliyor ama hiçbir şeyi tam olarak söylemiyor. Gözlüklerinin ardından öyle bir bakıyor ki, insan ürperiyor.

Bu da Sims… Sims’in olayı biraz karışık. Rapçi Common’ın oynadığı bu karakter başta sadece Bernard’ın sağ kolu gibi görünüyor. Ama sonra anlıyoruz ki kendi ajandası var. Ailesi için her şeyi yapabilecek biri – ki bu siloda aile bağları genelde tehlikeli bir şey.

Başkan Ruth’u da es geçmeyelim. Geraldine James öyle bir performans sergiliyor ki… Başta katı, soğuk bir bürokrat gibi görünüyor ama karakterin derinliklerini gördükçe… Her şeyin kontrolü altında olduğuna inanmak istiyor ama aslında o da sistemin bir parçası.

Bir de Paul var tabii – yeni şerifimiz. Sendromlu olmasına rağmen bu göreve getirilen ilk kişi. Ama bu bir ayrıcalık mı yoksa bir tuzak mı, onu zaman gösterecek.

Ve Martha… Martha tam bir pandoranın kutusu. 25 yıldır evinden çıkmamış bu kadın, öyle kritik bir rol oynuyor ki… Hani derler ya “durgun suda boğulmak” diye, Martha tam olarak öyle bir karakter.

Görsel Dünya ve Atmosfer

Silo’nun görsel dünyası bambaşka bir seviyede. Öyle bildiğimiz pırıl pırıl, steril bilim kurgu dizilerinden değil bu. Daha çok… nasıl desem, yaşanmışlığı olan bir yer burası. Her köşesinde bir hikaye saklı sanki.

Şimdi o ortamı bir düşünelim – 144 kat, hepsi spiral bir merdivenle birbirine bağlı. Bu tasarım size bir şey hatırlatmıyor mu? Bana Dante’nin Inferno’sunu Cehennem’ini hatırlatıyor. Yukarı çıktıkça sosyal statü artıyor. Ama ilginç olan şu ki, en önemli şeyler – jeneratör, fırın, mekanik bölüm – hep en dipte. Yani güç aslında aşağıda.

Set tasarımcıları öyle ince düşünmüş ki… Mesela duvarlar. İlk yapıldığında muhtemelen tertemizdi, ama şimdi? Yılların izi var üzerlerinde. İnsanlar bir şey bozulunca söküp başka bir şey takmış, o da bozulunca yaması yapılmış. Tıpkı Sovyet sonrası binaları andırıyor – o neo-brütalist mimari tarzı var ya.

Bütün şekiller yuvarlak. Kendisi de bir silindir olan bu yapı onlar için adeta bir katedral gibi yükseliyor.

Bir de tabii o dış dünya görüntüleri var – ya da bize gösterdikleri kadarıyla dış dünya diyebileceğimiz bir yer. Kafeteryadaki ekranlarda hep aynı manzara: Kasvetli, zehirli, ölü bir dünya. Bu görüntüler propaganda aracı mı, gerçek mi? İşte dizinin en güzel yanlarından biri de bu – sürekli şüphe içinde tutması sizi.

Kıyafetlere bakın mesela. Her şey geri dönüştürülmüş, tamir edilmiş, yamanmış. Lüks yok burada. Herkesin üstünde iş kıyafetleri var – sanki eski Doğu Bloku ülkelerinden fırlamış gibi. Ama bu da bir tercih. Dizi bize “Bu insanlar hayatta kalmaya çalışıyor, moda peşinde değil” diyor.

Ve o temizlik törenleri… Görsel açıdan en etkileyici sahneler bunlar. Beyaz koruyucu kıyafetler, yavaş yavaş yürüyüş, el sallayışlar… Sanki bir kurban töreni izliyorsunuz. Din ile teknolojinin, korku ile umudun karıştığı tuhaf bir ritüel bu.

Merdiven dizide çok güçlü bir metafor. Jenerikte bile onu görüyoruz. 

Öncelikle bu sıradan bir merdiven değil – 144 kat boyunca spiral şeklinde devam eden devasa bir yapı. Sürekli aynı noktaya dönüyorsunuz ama farklı bir seviyede. Adeta silodaki hayatı temsil ediyor – nesiller boyu aynı döngüyü yaşayan insanlar… Her nesil sanki bir öncekinin biraz daha yukarısında ama aslında aynı çemberin içinde.

Merdivenlerden düşmek de önemli bir motif. George’un düşüşü, Juliette’in atlayışı… Düşmek genelde ölüm demek ama Juliette için bu bir kurtuluş oluyor. Bazen sistemi kırmanın tek yolu, onun kurallarına göre “düşmek”.

Dizinin en başında duyduğumuz sözleri, sezon finalinde bir kez daha duyuyoruz. Şimdi Bernard her “Silo” dediğinde bunu “Dünya” olarak okumanızı istiyorum.

Evet neden Dünya diye bir yerdeyiz? Neden dışarısını merak etmiyoruz? 

Tıpkı Platon’un mağarasındaki insanlar gibi, silodakiler de sadece duvara yansıyan gölgeleri görüyorlar. Kafeteryadaki ekranlarda izledikleri ölü dünya, onların gerçek sandığı yanılsamalar. Peki ya bizim dünyamız? Biz de kendi “silo”muzda, kendi “ekranlarımızda” gördüklerimizi gerçek sanmıyor muyuz?

Juliette’in yolculuğu, aslında Platon’un mağaradan çıkan filozofunun yolculuğu gibi. O da başta herkes gibi “gerçek” sandığı şeylere inanıyordu. Ona verilen rozetin arkasında kazılı kelime onu harekete geçirdi. Araştırmaya, sorgulamaya başladığında, tıpkı mağaradan çıkan filozof gibi, bambaşka bir gerçekle karşılaştı.

Ama bunun için cesaret gerek. Adeta uzaya çıkan astronotlardakine benzer bir cesaret!

Onun bu yolculuğunda tırmandığı, DNA spirali gibi yükselen merdiven bizim bilgi ve anlayış yolculuğumuza benzemiyor mu? Her katta yeni bir perspektif, her dönüşte yeni bir kavrayış… Bazen aynı noktaya döndüğümüzü sanırız ama aslında her seferinde biraz daha yükselmişizdir.

Ve belki de bu üç kelime, aslında Platon’un mağarasından, zihnimizin bize koyduğu sınırlardan çıkma cesaretini göstermek demek. Alışık olduğumuz gölgelerden vazgeçip, gerçeği tüm çıplaklığıyla görmeye hazır olmak…

Çünkü Juliette’in de keşfettiği gibi, dışarısı sandığımız gibi değil. Gerçek, bazen gözümüzü kamaştırabilir. İşte bu yüzden Silo, sadece bir bilim kurgu hikayesi değil. Bu, insanlığın kadim arayışının modern bir alegorisi. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir