Yapay Zekâ ile Girişimcilikte Yeni Dönem
“Amca, ben girişimci olmak istiyorum. Kendi işimi yapmak istiyorum.”
Dedim telefonda. O da dedi ki:
“Yapma evladım. Sen akıllı çocuksun, istediğin her şeyi yapabilirsin hayatta. Ama girişimci olma, git iyi bir şirkette iş bul kendine. Ya da memur ol. Nasıl tutturacaksın kendi kurduğun işini. Aşağısı çok kalabalık. Dipte kalabalık var.”
Aslında bu konuşma benim başımdan geçmedi. Bugün size hikayesini anlatacağım çok ilginç bir kişinin başından geçti. Jack Conte.
Yani şunları çeken kişi. Ama o bir videografer değil.
Ya da bunları çeken kişi. Evet burada kendisi “Wallace and Gromit”i taklit ederek timelapse animasyon yapmayı öğreniyor. Ama o bir animatör de değil.
Bugün bir yandan sizlere onun bence çok acaip ve ilginç hikayesini anlatırken bir yandan da çağımızın sunduğu büyük bir dönüşümü göstermeye çalışacağım. Peki ya o zaman yapay zeka olsaydı nasıl kullanılabilirdi sorusunu çok farklı şekillerde yanıtlamaya çalışacağız.
Çünkü eskiden bir şeyler yapmak, bir şeyler üretmek gerçekten çok zordu. Mesela bir şirket kurmak için büyük sermaye, ekip, ofis, üretim, dağıtım gerekirdi. Şimdi ise internete bağlı bir bilgisayar ve doğru seçilmiş birkaç yapay zekâ destekli araçla kendi işinizi hızla kurup büyütebiliyorsunuz.
Artık tek bir kişi, doğru araçlarla onlarca kişilik bir ekip kadar etkin olabiliyor.
Yani tek kişilik dev kadro olmak her zamankinden daha kolay.
İşte Jack böyle biri. Üstelik tüm o videoları çektiği, animasyonları yaptığı 2000’li yılların başında o kadar uğraşmasına rağmen hiç kimse onları izlemiyordu. Çünkü o yıllarda henüz YouTube yoktu.
- Onları kimse görmüyordu.
Kimsenin görmeyeceğini, kimsenin izlemeyeceğini bile bile bunları yapmaya devam ediyordu. Çünkü onun için önemli olan şey sonuç değil, sürecin kendisiydi. İki karakterin aynı karedeki duruşundan, ışığın yarattığı o büyülü atmosfere kadar her detay onu heyecanlandırıyordu.
Yapay zekayla olan ilişkimizde de bence ilk aşama böyle tamamen kişisel olabilir. Başlangıçta sadece kendimiz için üretmemiz konusunda bizi motive edebilir.
Mesela Van Gogh’un hikayesi de buna benzer. Dokuz yıl boyunca sadece kardeşine göstermiş resimlerini. Kardeşi bile beğenmiyormuş yaptıklarını. 36 yaşına kadar tek bir tablo satamamış. Ama yine de resim yapmaya devam etmiş. Dişleri dökülürken, hastalanırken, açlıkla boğuşurken bile. Binlerce eser üretmiş.
Çünkü onun için resim yapmak, ya da bu tür insanlar için böyle şeyler yapmak ‘ototelik’ bir aktivite. Yani aktivitenin kendisi ödül. Sonucu değil. Dışarıdan gelecek bir takdir ya da ödül beklemeden, sadece o işi yapmanın verdiği hazzı tatmak, içsel keyfi yaşamak için üretmek. Hayatta böyle bir şey bulabilmek, gerçekten zor. Çoğu insan ömrünü anlam arayışıyla geçiriyor ama bulamıyor. Eğer siz, kendinizi tutamadığınız, yapmaktan kendinizi alıkoyamadığınız bir şeyler keşfettiyseniz, işte o zaman önünüzde anlam dolu, tutku dolu ve önemli bir hayat var demektir.
Tutku kelimesi önemli. Passion demek İngilizce’de. Bu kelimenin Latince kökeni “Passio” acı çekmek demek. Yani bir şeye tutkuyla giriştiğinizde, bu bir tür acı çekme haline dönüşüyor. Giriştiğiniz şey herhangi bir şey olabilir. Ve böyle bir durumda
Yapay zekâ, tutkularınızı keşfetmenize ve hangi alanlarda daha üretken ve anlamlı hissedebileceğinizi fark etmenize yardımcı olabilir.
Zaten biz daha Jack’in ne olduğunu henüz tam olarak anlamadık değil mi? Bir sürü video çekiyor ama “videographer” değil, e animatör ya da yönetmen de değil. “Kesin YouTuber olacak” diye düşünmeye başladınız değil mi? Cık, çok daha büyük işler yapacak.
—
Ama onun hikayesine devam etmeden önce, günümüzde birilerinin tutkuyla bir şeyler yapmaya çalışırken karşılaştığı bazı sorunları çözen bir platformdan bahsetmek istiyorum.
Bu videonun sponsoru BuildYourStore.ai, yapay zeka destekli algoritmaları sayesinde e-ticaret dünyasına girmek isteyen girişimcilere yepyeni bir yol sunuyor. Sadece 2 dakika içinde, seçtiğiniz kategoriye özel en çok satan 10 ürünle birlikte hazır bir online mağazaya sahip olabiliyorsunuz.
Şimdi size adım adım göstereyim: BuildYourStore’a üye oluyor, ilginizi çeken bir kategori seçiyorsunuz, Shopify üzerinden aylık 1 dolarlık başlangıç planına geçiyorsunuz. Ardından BuildYourStore uygulamasını kurup mağazanızı yapay zekâyı kullanarak bir tıkla oluşturuyorsunuz. İsterseniz AutoDS’yi entegre edip ürün ekleme ve sipariş yönetimini de otomatikleştirebiliyorsunuz. İşte müzik ürünleri satabildiğimiz mağazamız hazır bile.
“Ama ben e-ticaretten anlamam ki” demeyin. Platform size satışa hazır ürün sayfaları ve ücretsiz dropshipping eğitimleri de sunuyor. Üstelik normalde 200-250 dolar değerindeki Premium tema da ücretsiz olarak sizin oluyor.
Şimdiye kadar 40.000’den fazla girişimcinin kullanmaya başladığı BuildYourStore üzerinden hemen şimdi bir Shopify mağazası açarsanız, ilk 3 ay sadece aylık 1 dolar ödeyeceksiniz. Bu fırsatı kaçırmamak ve hızla e-ticaret sitenizi oluşturmak için açıklamalar bölümünde bu kanala özel bağlantıyı kullanın.
BuildYourStore.ai ile yapay zekayla girişimi kolaylaştırın, teknolojiyi fırsata dönüştürün.
—
Şimdi Jack’in hikayesine geri dönelim. Çok daha büyük işler yapacak demiştik ama o hala bir daldan başka dala geçmekle meşgul. Yeni tutkusunda videonun yanına müziği de eklemiş.
Üniversitedeyken yurt odasında küçük bir klavyesi varmış. Orada şarkılar yazıyormuş, o dönem yeni çıkmış olan Protools yazılımıyla kayıtlar yapıyormuş, beatbox’la canlı loop’lar yaratıp piyano çalıp, şarkı söylüyormuş.
O dönemin yükselen dalgası bilgisayar destekli müzikti. Şimdinin yükselen dalgası yapay zeka destekli müzik araçları. Ama şunu da akıldan çıkarmamak gerekiyor. Ne bilgisayar, ne yapay zekâ, bunların hiçbiri tek başına anlamlı değil. Bu araçlar, tutkulu bir insanın ellerine düştüğünde ancak gerçek bir sese, bir duygunun taşıyıcısına dönüşüyor.
Jack, böyle bir duygu taşıyıcısıolduğu için giderek müziğe daha çok bağlanmış. O kadar ki okuduğu bölümü bile değiştirmeye karar vermiş. Kendini tamamen müziğe adamak istemiş. Çok heyecan verici bir karar ama aynı zamanda çok da korkutucu.
Çünkü müzisyenlikte para yok. Kendini bir ömür boyu fakirliğe hazırlamak zorunda. İşin ucunda ileride ailesine bakamamak, çocuklarını okula gönderememek gibi riskler var. Ve işte tam o sırada amcasına telefon etmeye karar vermiş. Çünkü o da bir müzisyen, bir caz gitaristi. Onun kendisini destekleyeceğini düşünmüş.
Ama amcasının verdiği cevap beklediği gibi değilmiş. Tüm amcaların, sizden bir nesil büyük hemen herkesin vereceği türden bir cevap.
“Don’t do it. Yapma. Aşağısı kalabalık.”
Yani “sıyrılamazsın sen o kalabalıklardan, farkını ortaya koyamazsın” demeye getiriyor.
Ama o yine de yapmış.
O zamanlar elinde yapay zekâ olsaydı, aynı yolda yürürken bir değil belki on adım atabilirdi. Çünkü bugün cesaretin yanına hız ve beceri de eklenebiliyor.
Ama öyle bir şey yoktu tabi o zamanlar. Suçluluk duygusu ve parasızlıkla boğuşurken geçimini sürdürmek için matematik dersleri vermeye başlamış. Eski arkadaşları yatırım bankacısı olup yüksek maaşlarla işe girerken, o hala çocukluk odasında şarkılar kaydedip, yerel müzik gruplarına mesajlar atıp birlikte çalmayı teklif ediyormuş. Kiralık bir van tutacak kadar bile parası olmadığından eskimiş arabasıyla ABD’nin batı kıyılarını turlayıp, en kötü barlarda kan ter içinde şarkılar söyleyip, yemeklerini arabasının arkasında yiyormuş. “Tur” dediği şey de aslında boş mekanlarda çalmakmış, çünkü kimse tanımıyormuş onu, dolayısıyla kimse gitmiyormuş konserlerine. Bir keresinde 500 kişilik bir mekanda sahne almış ve hiç kimse gelmemiş. Sadece barmen varmış, o da ara verdiği sırada çekip gitmiş. Üç katmanlı klavyesi, loopbox ve davul pedleriyle yapayalnız kalmış sahnede. Ve işte o an şu soruyu sormuş kendine: “Ne yapıyorum ben bu hayatta?”
Aramızdan bazıları tam da şu anda aynı soruyu soruyor olabilir kendisine: “Ne yapıyorum ben bu hayatta?” Önemli bir soru bu. Ara ara sormak lazım. Uzun ince bir yoldayız ve gitmekte olduğumuz yolun tamamını göremediğimiz için cevabımız tamamen hayata bakış açımızla ilgili. Pozitif mi, negatif mi? İyimser mi, kötümser mi?
Kendinizi Jack’in yerine koyun şimdi. Geriye bakıp o ana kadar geldiği yoldaki saçma sapan durakları hatırlayın. Çocukluğunda videolar çekti. Kimse izlemedi. Gençliğinde animasyonlar yaptı. Kimse görmedi. Zar zor girdiği üniversitede bölüm değiştirip müzik çaldı. Kimse dinlemedi. “Yani yaptığı her şey boşa gitti” diye negatif düşünüp karamsar olabiliriz. Ama karamsarlık bize ne yapar biliyor musunuz arkadaşlar? Karanlığa sürükler. Yürüdüğümüz o ince uzun yolda o anda karşımıza çıkan tabelaları, sapakları görememeye başlarız. “Böyle gelmiş, böyle gidecek” diye düşünürüz ve bundan çıkış yoktur. O yüzden hayata pozitif bir iyimserlikle bakmak gerek. Bu size hiçbir şey kaybettirmez. Aksine etrafınızdaki fırsatları daha iyi görmenizi sağlar.
Açıkçası ben bu konuda da yapay zekadan destek alıyorum. Kendi başıma karamsarlığa düşebileceğim durumlarda, ona danışarak yeni yollar, yeni ihtimaller üretiyorum. Çünkü bazen sadece başka bir bakış açısına, farklı bir perspektife ihtiyacımız olur. Yapay zekâ, tam da böyle anlarda, zihnimin tıkandığı yerlerde bana taze bir pencere açıyor.
Jack, benim gördüğüm en pozitif insanlardan biri. Ve işte geldiği o karanlık noktada karşısına yapay zeka değil ama o zamanlar için en az onun kadar ilginç ve yeni teknolojik bir sapak çıkıyor. YouTube. 15-20 yıl kadar önce oluyor bunlar. Yani YouTube’un ilk yıllarında. Bir müzisyenin amatör olarak çekip koyduğu bir videonun 300.000 kez izlendiğini görünce inanamış.
Evde kaydettiği videoları yüklemeye başlamış. Bugün çok basit görünen bir şey yapmış aslında: Enstrümanları tek tek çalıp, ekranı bölerek yan yana koymuş. Böylece izleyiciler bir şarkının nasıl oluştuğunu görebiliyorlar. 2025’ten bakınca çok olağan ve sıradan görünüyor ama o dönem kimse bunu yapmıyormuş. MTV’deki milyon dolarlık stüdyolarda çekilen videolar yerine, yatak odasında, duvara asılmış eski bir battaniye, ucuz bir ses kartı ve kırık bir zille çekilmiş videolar. Ama gerçek müzik, en saf, en ham haliyle. Dedim ya karamsar olmayınca etrafındaki fırsatları daha iyi görmeye başlarsın diye.
Ve bu yaklaşım işe yaramış. İlk kez hayatında birileri onun yaptıklarını dinlemeye başlamış. Milyonlarca kişi değil belki ama yine de boş barlarda çalmaktan çok daha iyi. İşte giriştiği bu yeni yolun nereye gidebileceğini görmek için YouTube’a tam zamanlı yüklenmeye karar vermiş. Üç ay uğraşarak çılgın bir müzik videosu çekmiş ki ben kendisini tam da o videoyla keşfetmiştim. Çünkü sadece müzikten ibaret değil. Yıllarca yaptığı o video denemeleri, stop motion’lar, animasyonlar. Hepsini birden orada görebiliyorsunuz. Dev pamuk toplarından bulutlar, kağıttan ağaçlar. Işıkları hareket ettirerek güneşi dağların arasında batırmalar. Bir kızın tablonun içinden çıkıp gerçek dünyaya gelmesi için kullanılan arka projeksiyon teknikleri, Google Maps’ten dünyaya dönüş sahneleri. İki kamerayla 3 boyutlu efekt denemeleri. Yani geçmişte yaptığı her şey onun karakterinin ve yetenek setinin bir parçası haline gelmiş ve böyle bir sonuç üretmiş.
O video kısa sürede milyon izlemeye ulaştı.
Dikkat ederseniz artık -di’li geçmiş zaman kullanmaya başladım, çünkü onun hikayesini o yıllardan itibaren bizzat takip ettim.
Kız arkadaşı Natalie ile ortak bir müzik grubu ve bir YouTube kanalı kurdular: Pomplamoose. İlk videolarından itibaren kendilerini ayrıştırdılar. Mesela çok güzel “cover”lar yaptılar. “Dipte kalabalık var” demişti ya amcası. Ayrışmak lazım. Farkını ortaya koymak.
Bir yıl içinde 18 bin aboneleri oldu. Konser duyurusu yaptıklarında önce sadece 40 kişi geldi. Hala çok sayılmaz ama yıllarca boş barlarda çaldıktan sonra bu inanılmaz bir duygu olmalı. USB belleklere müziklerini yükleyip imzalayarak satmaya başladılar. Çamaşırhanede verdikleri bir konsere 150 kişi geldi, 150 kişi de dışarıda kaldı. iTunes’da çıkardıkları şarkı 10 milyon izlendi, bir ayda 30 bin satış yaptı. Bağımsız oldukları için tüm gelir kendilerine kaldı. Jack’in banka hesabına 22 bin dolar yattı. Hayatında o zamana kadar bir arada gördüğü en büyük miktar bu. Ve daha sonra gelirleri artmaya devam etti.
Çocukluk odasından çıkıp MP3 satışlarıyla bir ev aldılar. Bahçedeki köpek kulübesini stüdyoya çevirdiler. Yüzlerce kişi konserlerine gitmeye başladı. Projection mapping, kostüm tasarımı gibi yeni teknikler denediler.
Şimdilerde böyle bir durumda bulsaydınız kendinizi, yapay zekayı bir ilham kaynağı, bir yaratıcı ortak gibi kullanarak fikirlerinizi çoğaltıp, hiç düşünmediğiniz yeni yolları da keşfedebilirdiniz.
Pomplamoose’un başarısı bu şekilde artarken, menajerler ve plak şirketleri kapılarına dayanmaya başlamış. Ve ilginç bir durum oluşmuş. Gelen tekliflerin çoğu iyi niyetliymiş ama hepsinde garip bir tavır varmış:
“Bu yaptığınız gerçek müzik değil ki.”
Evet, aynen böyle diyorlarmış. “YouTube’daki bu videolar falan, tatlı şeyler bunlar ama işte. gerçek değil. Sen yatak odanda video çekmeye devam mı edeceksin, yoksa bizimle gelip gerçek bir sanatçı mı olacaksın?”
Düşünsenize, birileri size “yaptığın şey gerçek değil” diyor. Ne demek “gerçek müzik”, ne demek “gerçek sanat”? Kim koyuyor bu tanımları?
Bu soruların peşine düşmek lazım. Çünkü aslında bu sorular sadece müzikle ilgili değil. Hepimizin hayatında var bunlar. Başkalarının tanımlarına, kalıplarına uymaya çalışırken kaybettiğimiz zaman. “Doğru yol” diye bir şeyin peşinde koşarken elimizden kayıp giden fırsatlar.
Keşke başkalarının tanımlarına bu kadar takılmasak. Keşke kendimize şunları sorsak: Ben ne istiyorum? Benim hedeflerim ne? Sistemin bana dayattığı hedefler değil, onların altında yatan, gerçekten benim olan hedefler ne ve ben o hedeflere nasıl girişeceğim?
Bakın burası çok önemli, çünkü her şey değişiyor arkadaşlar. Teknoloji değişiyor, buna bağlı olarak kültür de değişiyor. On yıl öncesinin, yirmi yıl öncesinin “doğru yol”u, bugün için hiçbir şey ifade etmeyebilir. O yüzden Jack’in hikayesinden çıkaracağımız en önemli ders şu: Kimseyi dinlemeyin. Evet, Jack’i bile. Çünkü onun hikayesi, onun yolu. Zaten Jack’in kendisi de dinlememişti amcasının sözünü. Belki onun o zaman söyledikleri, o dönem için doğruydu. Ama bugün, her şey değişiyor. Beş yıl sonra bambaşka bir dünyada yaşıyor olacağız. Önemli olan böyle bir dünyada kendi yolunuzu çizebilmek.
Jack en karamsar zamanlarında karşısına çıkan YouTube fırsatını gördü ve onu değerlendirdi. Bugün aynı şey Yapay Zeka için geçerli. O pek çok kişinin dinlediği bir müzisyen olmayı başardı. Siz illa müzik ya da sanat değil, başka bir şey deneyebilirsiniz. Mesela bugün için yapay zekayı ya da gelecekte o zaman önemli hale gelecek başka bir kaldıracı kullanıp bir girişimci olabilirsiniz.
Zaten Jack’in hikayesinde bir sonraki adım da o olacak. Ama ondan önce hakikaten tutkuyla işlerine sarılmaya nasıl da devam ettiğini görüyoruz. Çektiği kliplerden biri için robot yapmayı bile öğrenmiş.
- Bu bir midi kontrol cihazı çalan midi kontrollü bir robottu.
Buraya kadar her şey iyi güzel değil mi? Nihayet mutlu sona yaklaşıyor gibiyiz. Ama aslında durum öyle değil arkadaşlar. YouTube’a koyduğu son video bir milyon kez izlenmiş ama karşılığında sadece 200 dolar kazanmış. Yaptığı masrafları bile karşılamayacak kadar az bir miktar bu. Zaten o yüzden biz YouTube içerik üreticileri sponsor iş birlikleri gibi araçları kullanıyoruz.
Bugün aynı durumda olan bir girişimci, yapay zekâ destekli analizlerle içeriğini optimize edebilir, hedef kitlesini daha net anlayabilir ve doğru araçlarla kazancını artırabilir.
Ama Jack o dönem sadece korkmuş. “Korkunç Derecede Korkuyorum” başlıklı bir blog yazısı yazmış. İzninizle bir bölümünü paylaşayım:
“Bu durum bana çok yabancı. Normalde hep dikkatli davranırım. Banliyöde büyümüş, iyi eğitim almış bir doktor çocuğuyum. Hep doğru kararlar veririm. Ama şimdi. Bir sanatçı olarak ayakta kalmamı sağlayan o finansal sağduyu, o ‘akıllı’ kararlar, şimdi bu videoyu yapmama engel olabilir. Çünkü yatırım getirisi sıfır. O yüzden bu işe başlarken, o ‘akıllılığımı’ bir aylığına arka bahçeye gömdüm. Belki video bitince çıkarırım ama şu an sadece benim ve eğlenceli sanat projemin arasında duruyor.”
Düşünsenize, bir yandan kağıtlara pullar yapıştırıyor, karton kutuları gümüş spreyle boyuyor, bir yandan da birikimlerinin eriyip gittiğini izliyor.
Ama ortada daha büyük bir değer olduğunu da görüyor. Mesela müzik grubu olarak bir kampanya başlatmışlar. Yeni albümlerini satışa çıkarmak yerine şöyle bir şey denemişler: “Richmond Okul Bölgesi’ne bir kitap bağışlayın, makbuzunu bize gönderin, biz de size albümü ücretsiz yollayalım.”
Sonuç inanılmaz olmuş. Okul bölgesi gelen kitapları koyacak yer bulamayınca konteyner kiralamak zorunda kalmış. 11 bin kitap, yaklaşık 140 bin dolarlık bağış. İşte o zaman Jack anlamış ki yaptığı işin ekonomik bir değeri var, insanlara dokunabiliyor, fark yaratabiliyor.
O yüzden YouTube’dan gelen o 200 dolara bakıp “Daha iyi bir yol olmalı” diye düşünmeye başlamış. Sadece benim için değil, sanat üreten, içerik üreten, yani değer üreten herkes için başka bir yol daha olmalı. Ve işte bu problem onu nihayet girişimcilik yoluna sokmuş.
Bir gün mutfak masasına oturup 14 sayfa çizim yapmış. Bugün “Patreon” olarak bildiğimiz platformun ilk versiyonuymuş bu çizimler. Üç saatte çizmiş ama fikir o kadar tuhaf geliyormuş ki o sırada kendi kendine sürekli “Bu işe yaramayacak, ama olsun” diye tekrar ediyormuş. Başladığı çizimleri bitirebilmek için.
Sonra da hemen üniversiteden oda arkadaşı Sam’e bir mail yazmış ve girişim fikrini anlatmış. Sam de “Tamam!” demiş.
Bu meşhur “Patreon” ismini bile çok hızlı seçmiş. Google Docs’taki beyin fırtınası dokümanını akşam 8:38’de açmış, 9:47’de de domain’i satın almış. Bir saat dokuz dakikada olup bitmiş her şey.
O zamanlar elinde yapay zeka olsaydı bile ancak bu kadar hızlı olabilirdi herhalde.
Sonra logo tasarım yarışması düzenlemişler. Sam hemen kodlamaya başlamış. Jack de sevdiği içerik üreticilerine mail atmış. Hepsi reddetmiş ama olsun. “Tamam” demiş Jack, “Ben başlarım.”
Ve başlamış. Yani Patreon’u kurmakla kalmamış aynı zamanda ilk hesabı da o açmış. O başlayınca işler açılmış. İki hafta içinde altı haneli rakamlar kazanmaya başlamışlar. O kadar çok talep geliyormuş ki gelen maillere yetişemez olmuşlar. Yatırım bulup birkaç kişiyi işe almak zorunda kalmışlar. İlk ofisleri iki odalı bir apartman dairesiymiş.
Arkadaşı Sam çalışan tek mühendisleriymiş o dönem. Resmen yatakta kodlama yapıyormuş. Bir saat uyanık kalıp kod yazıyor, 20 dakika uyuyor, sonra yine uyanıp devam ediyormuş. Üç yıl boyunca böyle sıkı bir tempoyla devam etmişler.
Ama büyümeleri o kadar hızlıymış ki, Series A yatırım anlaşması imzalamışlar. 12 kişilik ekiple daha büyük bir ofise geçmişler. “75 kişilik ofisi, asla dolduramayız” derken bir yıl içinde 50 kişi olmuşlar, sonra 70. Ama o ofis de yetmemiş, daha büyüğüne geçmişler.
Ve işte bugün, kuruluşundan bu yana – yani 12 yıl içinde – Patreon içerik üreticilerine milyarlarca dolar kazandıran dev bir girişime dönüşmüş durumda. Bu arada bu hikayeyi anlatırken bir kez daha kendime hatırlatıyorum, hala Patreon hesabım yok, o yüzden sponsorluklarla devam. Bu arada Patreon bu videonun sponsoru değil.
Ama bu hikayede çok önemli bir detay var. Jack, o korku dolu blog yazısındaki kişiden, milyarlarca dolarlık bir platform yaratan bir girişimciye dönüştü. O yatak odasında video çeken, kağıtlara pullar yapıştıran, karton kutuları spreyleyen adam değişmedi aslında. Sadece kendi sorununa bir çözüm ararken, başkalarının da benzer sorunları olduğunu fark etti.
Bazen hayatta “gerçek” diye bir şeyin peşinden koşarken, elimizin hemen altındaki fırsatları göremeyebiliyoruz. Yoldaki o tabelaları. Jack’in amcası “aşağısı kalabalık” demişti ya. Evet, kalabalıktı. Ama Jack o kalabalığın içinde kendine has bir yol buldu. Hem de hiç beklenmedik bir yerden. Video çekerken, müzik yaparken, animasyon denerken edindiği tüm o deneyimler, onu bambaşka bir noktaya taşıdı.
Unutmamak gereken şey her dönemin kendi fırsatları olduğu. 2000’lerin başında YouTube’un yükselişini yakalayanlar, bundan bir fırsat yarattı. Ben de onlardan biriyim. Şimdi de yapay zekanın yükselişini yaşıyoruz. Şimdi ortaya çıkmaya başlayan yeni platformlar, tek kişilik girişimcilere adeta bir ekip gücü kazandırıyor.
Eskiden bir şirket kurmak için bir sürü şey gerekirdi demiştik. Büyük bir sermaye, kalabalık bir ekip, yılların tecrübesi. Bunlar bazı işler için hala gerekli. Ama iyi bir fikir ve doğru araçları bulduğunuzda tek başınıza ve hemen başlayabilirsiniz. Çünkü yapay zekâ size ikinci bir beyin, ikinci bir kol, hatta bazen ikinci bir ekip gibi eşlik ediyor.
Siz bu videoyu izlediğiniz sırada bile, birileri yapay zeka destekli araçları kullanarak kendi e-ticaret sitesini kuruyor, bir başkası AI asistanı ile müşteri hizmetlerini yönetiyor, bir diğeri pazarlama stratejisini yapay zeka ile optimize ediyor. Belki sizin henüz başlamamış bir fikriniz, bugün yapay zekâ ile birkaç saat içinde hayata geçebiliyor.
Eskiden girişimcilik kavramı yani entrepreneurship vardı, şimdi solopreneurship çağındayız. Tek kişilik dev kadroların, kitlelerle buluşabildiği bir çağda.
Aşağısı hala kalabalık, ama yukarıya giden yoldaki tabelaları bulmak her zamankinden daha kolay.