Bugün her zamankinden biraz farklı bir konu ile karşınızdayım. Bildiğiniz gibi kanalımda genellikle bilim ve teknoloji konularını ele alıyorum, ve özellikle elektrikli araçlar dünyasında yaşanan gelişmeleri sizlerle paylaşmayı seviyorum.
Yine birçoğunuzun bildiği gibi, ben kendim de iki Tesla sahibiyim – biri yaklaşık 6 yıldır kullandığım Model 3 ve diğeri de 5 yıl önce siparişini verip, yaklaşık 1 yıl önce kullanmaya başladığım Cybertruck. Bu araçları daha lansmanlarından itibaren sizlere adım adım aktardım, aldıktan sonra on binlerce kilometre yol yaptım, bunların %99’unda tümüyle otonom sürüş gerçekleştirdim. Yaptığım road trip’leri, kampları filan büyük bir heyecan ve mutlulukla paylaştım. Hatta çektiğim ama hala kurgulayamadığım bir sürü videom da sırada bekliyor. Tüm bunlardan önce Elon Musk hakkındaki belki de ilk Türkçe içerikli videoyu yine yıllar önce hazırlayıp yayına verdim. Yani bugüne kadar Tesla teknolojileri ve kardeş şirketi SpaceX hakkında birçok olumlu içerik hazırladım.
Ancak son dönemde Cybertruck’la bir yerlere gitmeye çekinir oldum. Bu sadece benimle ilgili değil, ABD’deki neredeyse tüm Tesla sahiplerinde başlayan ciddi bir tedirginlik var.
Tesla sahipleri, araçlarındaki logoları çıkarıp, yerine başka markaların logolarını takıyorlar. Bazıları sadece Tesla amblemlerini söküp, yerlerine başka bir şey koymuyor.
Model 3’te bunu yapmak kolay da, Cybertruck tasarımıyla zaten başlı başına yürüyen logo. Onu gizleyebilmek mümkün değil. O yüzden bazı bölgelerde resmen vandalizme varan şeylerle karşılaşılıyor. Araçları öyle sokakta park edip bırakmak cesaret istiyor.
Oysa daha 6 ay öncesine kadar o eylemleri yapan aktivistler, Tesla sahibi olmaya çalışan insanlardı. Ve bırakın Tesla’yı elektrikli araç konseptine bile temelden karşı olanlar, “drill baby drill” diyenler, şimdi bu aracı sahiplenmeye ve hızla düşen değerini arttırmaya çabalıyor.
Bunun elbette siyasi sebepleri var, Elon Musk’ın teknoloji liderliğinden politik liderliğe evrilmesi gibi şeyler var ama onlar bu kanalın konusu değil. Ben bu fenomenin arkasında neler olduğunu bilimsel ve sosyolojik yönleriyle konuşmak istiyorum. Neden insanlar sevdikleri, yüksek fiyatlar ödeyerek aldıkları lüks araçların markalarını gizleme ihtiyacı hissediyor? Bu, sadece bir marka sorunu mu yoksa daha büyük bir teknoloji ve toplum meselesi mi?
Bugün, bir Model 3 ve Cybertruck sahibi olarak, bu soruların yanıtlarını vermeye çalışacağım. Tesla’nın çığır açan teknolojisi ile değişen marka algısı arasındaki ilişkiyi konuşacağım. Bir CEO’nun eylemleri ve söylemleri, geliştirdikleri devrim niteliğindeki teknolojilerin önüne geçebilir mi? Yüzbinlerce mühendisin, tasarımcının, çalışanın kaderini belirler mi? İşte bu sorular hakkındaki fikirlerimi paylaşacağım.
Bu videoda tamamen bilimsel ve teknolojik bir bakış açısının içerisinde kalacağım. Amacım size objektif veriler sunmak, teknoloji dünyasındaki değişimleri analiz etmek ve marka psikolojisi üzerine düşündürmek. Siyasi tartışmalara girmeden, bir teknoloji içerik üreticisi perspektifinden bu ilginç fenomeni gelin birlikte inceleyelim.
Tesla’nın hikayesine başlarken, öncelikle şunu vurgulamam gerekiyor: Bu şirket, otomotiv endüstrisini temelden değiştirdi. 2008’de ilk elektrikli spor otomobilleri Roadster ile piyasaya çıktıklarında çoğu kişi bunu sadece zenginlere yönelik bir oyuncak olarak gördü. Ama Tesla’nın asıl amacı bu değildi. Elon Musk’ın herkesle paylaştığı bir planı vardı: lüks bir spor arabayla başlayıp, zamanla daha erişilebilir modeller sunarak elektrikli araç devrimini başlatmak.
Ve tam da bunu yaptılar. Model S ile lüks sedan pazarına girdiler, ardından Model X SUV geldi, ve nihayet 2017’de orta sınıf tüketiciye yönelik Model 3 piyasaya sürüldü. Bu araçlar sadece elektrikli olduklarından değil, tamamen yeni bir düşünce yapısıyla tasarlandıklarından devrim niteliğindeydi. Hatta daha da önce de söyledim, resmen tekerlekli bilgisayar.
Tesla’nın en önemli teknolojik atılımlarından biri, batarya teknolojisindeki ilerlemeler oldu. Diğer üreticiler 100-150 km menzilli elektrikli araçlar sunarken, Tesla 400 km üzerinde gerçek menziller sunmayı başardı. Bunun ardında da inovasyon yatıyor. Batarya yönetim sistemleri ve hücre teknolojisindeki üstünlükleriyle başardılar. 18650 formatından 4680 hücrelere geçiş, enerji yoğunluğunu artırırken maliyetleri düşürdü.
Sadece batarya değil, Tesla’nın yazılım yaklaşımı da devrim niteliğindeydi. Bir Tesla sahibi olarak en sevdiğim özelliklerden biri, arabanın zamanla daha iyi hale gelmesi. Geleneksel arabalar değer kaybederken, Tesla’lar yazılım güncellemeleriyle yeni özellikler kazanıyor, performansları artıyor. Yani şöyle düşünebilirsiniz. Siz uyurken arabanız menzil kazanıyor, daha hızlı hızlanmaya başlıyor veya yeni eğlence özellikleri ediniyor. İçindeki bilgisayara yeni oyunlar yüklenmiş oluyor.
Otopilot ve Full Self-Driving teknolojileri de Tesla’nın bilişim alanındaki en önemli gücü ve vaadi. Evet, bazı tartışmalı yönleri var ve tam otonom sürüş vaadi henüz gerçekleşmedi, ama kamera bazlı yapay zeka yaklaşımı ve sürekli öğrenen sistemleri, sürüş asistanları alanında çığır açtı. Benim Cybertruck’ı aldığım zaman hiçbir otonom özelliği yoktu, geçtiğimiz Ekim ayında 45 dakika içinde garajda kendini güncelledi ve tam otonom sürüş kabiliyeti kazandı. Tabi içinde sürücü varken. Şu anda trafik ışıklarını tanıyor, duruş-kalkışları yönetiyor ve otoyolda şerit değiştirip navigasyonu takip edebiliyor. Beş yıl öncesine kadar bunlar bilim kurgu gibiydi.
Tesla’nın belki de en göz ardı edilen devrimi Supercharger ağı oldu. Çünkü elektrikli araçların önündeki en büyük engellerden biri şarj altyapısıydı ve Tesla bunu kendi başına çözdü. Şu anda dünya çapında 50,000’in üzerinde Supercharger istasyonu var ve bunlar son derece hızlı, güvenilir ve kullanımı kolay. Arabaya biniyorsunuz, navigasyona hedefi giriyorsunuz ve yolculuk planlaması otomatik olarak şarj durakları ekliyor. 15-20 dakikalık molalarda 300 km üzeri menzil kazanabiliyorsunuz.
Cybertruck hakkında zaten alır almaz bir video yapmıştım. Bu araç bana göre tamamen yeni bir üretim anlayışını temsil ediyor. Klasik otomobil üretiminde binlerce parça, karmaşık kalıp sistemleri ve karmaşık boya işlemleri var. Cybertruck ise paslanmaz çelik exoskeleton yapısıyla, çok daha az parçadan oluşuyor, boya gerektirmiyor ve dayanıklılık açısından devrim niteliğinde. Evet, tasarımı tartışmalı ve herkes sevmeyebilir, ama mühendislik açısından büyük bir yenilik.
Tesla’nın etkisi sadece kendi üretimiyle sınırlı değil, başkalarını da etkiledi ve tüm otomotiv endüstrisinin elektrifikasyona yönelmesini sağladı. 2012’de çoğu büyük üretici elektrikli araçları yan proje olarak görürken, bugün Volkswagen, BMW, Mercedes, Ford, GM ve diğer markalar milyarlarca dolar yatırımla elektrikli geleceğe hazırlanıyor. Tesla olmasaydı, bu dönüşüm muhtemelen en az 10 yıl daha gecikecekti.
Tesla’nın Solar Roof ve Powerwall gibi enerji ürünleri de aynı vizyonun parçaları. Amaç sadece elektrikli araç üretmek değil, sürdürülebilir enerji ekosistemi yaratmak. Evinizdeki güneş panellerinden elde ettiğiniz enerjiyi Powerwall’da depolayıp, arabanızı bununla şarj edebiliyorsunuz. Bu, gerçek anlamda fosil yakıtlardan bağımsızlaşmak demek.
Tüm bu teknolojik yenilikler Tesla’yı sadece bir otomobil üreticisi değil, bir teknoloji şirketi haline getirdi. Şimdilerde robotları da buna eklemeye çalışıyorlar. Ancak bir teknoloji şirketi olmak, beraberinde farklı dinamikleri de getiriyor. Ve işte tam bu noktada, Tesla’nın pazar konumundaki değişimleri incelememiz gerekiyor.
2018’de elektrikli araç pazarı henüz emekleme aşamasındayken, Tesla adeta tek oyuncuydu. Amerikan pazarında satılan her 10 elektrikli araçtan 8’i Tesla idi. 2022’de bile Tesla, ABD elektrikli araç pazarının yaklaşık %75’ini elinde tutuyordu. Bu inanılmaz bir pazar hakimiyetiydi.
Ancak günümüze geldiğimizde, bu resim değişti. 2024’ün ikinci çeyreğinde Tesla’nın pazar payı %50’nin altına düştü ve düşmeye devam ediyor. Bu, bir başarısızlık hikayesi değil aslında – tam tersine Tesla satışları artmaya devam ediyor, ama toplam elektrikli araç pazarı çok daha hızlı büyüyor.
Rekabetin artması tamamen doğal bir süreç. Tesla’nın başarısını gören geleneksel otomobil üreticileri bu pazara büyük yatırımlar yapmaya başladı. Volkswagen ID serisi, Ford Mustang Mach-E ve F-150 Lightning, Hyundai IONIQ serisi, Kia EV6, Rivian’ın pick-up ve SUV modelleri ve elbette Çin devi BYD’nin küresel genişlemesi – hepsi elektrikli araç ekosistemini zenginleştiriyor.
Bunların arasında BYD özellikle dikkat çekiyor. 2023’te dünya çapında 3 milyondan fazla elektrikli ve plug-in hibrit araç satarak Tesla’yı geçti. Blade adını verdikleri LFP batarya teknolojisiyle hem güvenli hem uygun fiyatlı araçlar üretiyorlar. Tesla’nın lüks segment odağından farklı olarak, BYD daha erişilebilir elektrikli araçlarla pazarı genişletiyor.
Geleneksel otomobil üreticileri de hızla dönüşüyor. GM, 2035’e kadar tamamen elektrikli olmayı hedefliyor. Volkswagen, 2030’a kadar Avrupa’daki satışlarının %70’ini elektrikli araçlardan elde etmeyi planlıyor. Toyota bile uzun süre direnmesine rağmen agresif bir elektrifikasyon stratejisi açıkladı.
Bu rekabet aslında tüm elektrikli araç ekosistemi için oldukça faydalı. Farklı fiyat segmentlerinde, farklı araç tiplerinde çeşitli seçenekler sunuluyor. Tesla lüks segment ve yüksek performanslı araçlara odaklanırken, diğer üreticiler daha uygun fiyatlı modeller, farklı tasarımlar ve inovatif özellikler sunuyor.
Rekabet aynı zamanda inovasyonu da hızlandırıyor. Katı hal bataryaları, daha hızlı şarj teknolojileri, verimli motor sistemleri, gelişmiş sürüş asistanları – tüm üreticiler birbirlerini geçmek için yarışıyor. Bundan 5 yıl önce bir elektrikli aracın 10-80% şarj süresi yaklaşık 40 dakikaydı, bugün bazı modellerde bu süre 18 dakikaya kadar düştü.
Şarj altyapısı da hızla gelişiyor. Tesla’nın Supercharger ağına ek olarak, Electrify America, IONITY ve birçok diğer şirket yaygın şarj ağları kuruyorlar. Geçtiğimiz yıl Tesla’nın kendi şarj standardı olan NACS’ı diğer üreticilere açması da önemli bir adımdı – Ford, GM, Rivian ve diğerleri bu standardı benimseyerek ortak bir şarj ekosistemi yaratılmasına katkıda bulundu.
Hızla değişen bu pazar dinamikleri içinde Tesla, artık bir pazar yaratıcısı olmaktan çok, o pazardaki güçlü bir oyuncu konumuna geçiyor. Bu dönüşüm, Tesla’nın başarısızlığından değil, başarısının diğer oyuncuları da harekete geçirmesinden kaynaklanıyor.
Peki bu dinamikler içinde Tesla markasına ne oluyor? Teknolojik üstünlük ile marka algısı arasındaki ilişki nasıl gelişiyor?
Küresel marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance’in 2024 raporuna göre, Tesla’nın marka değeri son bir yılda %26 oranında düştü. Bu, teknolojik yeniliklere devam eden bir şirket için oldukça şaşırtıcı bir veri. Peki neden?
Pazarlama uzmanları uzun süredir “Trust Economy” yani Güven Ekonomisi kavramını tartışıyor. Bu kavram, tüketicilerin bir markaya olan güveninin, o markanın sunduğu ürünlerin teknik özelliklerinden daha değerli olabileceğini savunuyor. Özellikle yüksek teknoloji ürünlerinde, çoğu tüketici teknik detayları tam olarak anlayamadığından, markaya olan güven öne çıkıyor.
Tesla’nın ilk yükselişinde, hem teknolojik üstünlük hem de “temiz gelecek için elektrikli araçlar” vizyonu etrafında şekillenen güçlü bir marka algısı vardı. İnsanlar Tesla alarak sadece bir araba değil, daha sürdürülebilir bir geleceğe katkıda bulunma hissi satın alıyorlardı.
Psikolojide “Halo Effect” yani Hale Etkisi olarak bilinen bir fenomen var. Bir kişi veya markaya dair olumlu bir özellik, diğer tüm özelliklerine dair algımızı da olumlu yönde etkiliyor. Tesla’nın teknolojik yenilikleri, uzun süre şirketin diğer tüm yönlerine dair pozitif bir algı yarattı. Ancak bunun tersi de mümkün – “Horn Effect” yani Boynuz Etkisi, negatif algıların diğer alanlara da sıçramasına neden oluyor.
Şimdi objektif bir gözle Tesla’nın teknolojik konumuna bakalım. Tesla hala birçok alanda liderliğini sürdürüyor:
– Batarya teknolojisi ve verimlilik: Tesla araçları hala km başına en düşük enerji tüketen elektrikli otomobiller arasında.
– Yazılım entegrasyonu: Tesla’nın yazılım mimarisi, kullanıcı arayüzü ve uygulama entegrasyonu rakiplerinin önünde, hatta taklit ediliyor yani bu konuda bir trendsetter.
– Supercharger ağı: Hem yaygınlık hem güvenilirlik açısından hala en iyi şarj deneyimini sunuyor.
– Hızlı inovasyon döngüsü: Tesla, bir fikri prototipleştirme ve üretime alma konusunda inanılmaz hızlı.
Ancak rakipler de hızla gelişiyor. Örneğin:
– Şarj hızı: Hyundai-Kia Grubu’nun 800V mimarisi ile 350kW şarj hızları, Tesla’nın V3 Supercharger’larından daha hızlı.
– İç mekan kalitesi: Özellikle BMW, Mercedes gibi Alman ve hatta bazı Koreli üreticiler, iç mekan malzemeleri ve işçilik kalitesiyle Tesla’yı geride bırakıyor.
– Sürüş dinamikleri: Porsche Taycan gibi araçlar, sürüş keyfi açısından Model S’i zorluyor.
– Yazılım güvenilirliği: Tesla’nın hızlı güncelleme stratejisi bazen kalite sorunlarına yol açabiliyor.
Bu teknolojik karşılaştırma, Tesla’nın lider konumunu koruduğunu ama farkın daraldığını gösteriyor. Normal şartlarda, güçlü bir teknolojik temele sahip bir şirketin marka değeri artmaya devam ederdi. Ancak son yıllarda Tesla’nın marka algısı, teknolojik başarılarından farklı bir yönde ilerliyor.
Bunun nedeni sadece artan rekabet değil. Tüketici psikolojisinde şöyle bir şey vardır. Özellikle yüksek teknoloji ürünlerinde, markanın temsil ettiği değerler ve vizyonla duygusal bir bağ kurarız. Tesla uzun süre “geleceğin şirketi” olarak algılandı. Elon Musk Cybertruck tasarımını savunurken, gelecek böyle biraz daha farklı gözükmeli dedi. Bence de öyle. Ancak aynı Elon Musk’ın, yani şirketin liderinin odak noktalasında geçen yaz başlayan değişimle birlikte bu algıda dönüşüme uğramaya başladı.
Marka algısı başka yerlere kayıyor. Mesela Rivian ve Lucid gibi yeni elektrikli araç üreticileri, Tesla’nın ilk yıllarında sahip olduğu “temiz gelecek vizyoneri” pozisyonunu devralmaya başladı. Bu şirketler, daha düşük profile sahip CEO’larla teknoloji ve sürdürülebilirlik odaklı bir imaj oluşturuyorlar. Bu arada onların ekibinde de Tesla’dan ayrılmış pek çok tasarımcı, mühendis var. Ama onlar lider değil de araçlar konuşsun yaklaşımı içinde, düşük profilli CEO derken bunu kastediyorum.
Ve işte o yüzden tam da bu noktada, teknoloji şirketlerinde liderliğin etkisine daha yakından bakmamız gerekiyor. CEO figürü, özellikle vizyoner liderler tarafından yönetilen teknoloji şirketlerinde, marka algısı nasıl şekilleniyor?
Teknoloji dünyasında, şirketler ve liderleri arasındaki ilişki her zaman ilginç olmuştur. Bazı durumlarda, bir CEO şirketin kendisinden daha ünlü hale gelebilir ve marka algısını doğrudan etkileyebilir. Tesla ve Elon Musk ilişkisi bunun en çarpıcı örneklerinden biri.
Tarihte buna benzer başka durumlar da gördük. Apple ve Steve Jobs belki de en iyi bilinen örnektir. Jobs, Apple’ın marka kimliğinin ayrılmaz bir parçasıydı – minimalist tasarım, kullanıcı odaklılık, “farklı düşün” felsefesi. Jobs’un 2011’deki ölümünden sonra pek çok analist Apple’ın sonunun geldiğini öngördü. Ama ne oldu, onun yerine geçen Tim Cook liderliğinde şirket farklı bir yaklaşımla yine büyümeye devam etti. Cook, Jobs kadar karizmatik olmayabilir, öne çıkmaya çalışmayabilir ama onun istikrarlı liderliği altında Apple dünyanın en değerli şirketi konumunu korudu.
Bir diğer örnek Meta’nın (eski adıyla Facebook) kurucusu Mark Zuckerberg. Cambridge Analytica skandalı yaşandı biliyorsunuz yakın geçmişte, “Facebook’u silelim mi?” diye bir video yaptım o konuda. O zamanlar veri gizliliği endişeleri, hem Zuckerberg’in hem de Facebook’un itibarına ciddi zarar verdi. Şirket, daha sonra metaverse vizyonuyla yeni bir imaj yaratmaya çalıştı, ama hala Zuckerberg’in kişisel imajıyla Meta’nın kurumsal kimliği arasındaki sıkı bağ devam ediyor.
Tesla ve Elon Musk arasındaki ilişki ise neredeyse benzersiz diyebiliriz. Çünkü Musk, şirketin sadece CEO’su değil, aynı zamanda tüm vizyonunun yürüyen bir temsilcisi gibiydi. Tesla’nın ilk yıllarında Musk’ın bu ilerici vizyonu, yenilikçi düşünce tarzı ve geleneksel otomotiv endüstrisine meydan okuma cesareti, markanın temel değerlerini şekillendirdi.
Ancak zamanla Musk’ın kamusal kişiliği değişti. SpaceX CEO’su olarak uzay keşfi, Neuralink ile beyin-bilgisayar arayüzleri ve son olarak X (eski adıyla Twitter) satın alımı gibi farklı girişimlere odaklandı. Giderek artan politik açıklamalar yapmaya başladı, sosyal medyada çok tartışma yaratan şeyler yazdı, çizdi, paylaşıyor hala. Topluluk önünde çok garip bazı hareketler yapmaya başladı. Bu da onun kimliğini sadece bir teknoloji vizyonerinden çok daha farklı bir konuma taşıdı.
Bu durumu ben ilginç bir karşılaştırma yaparak açıklamayı seviyorum: “Elon’suz SpaceX” ve “Elon’lu Tesla”. SpaceX, Musk tarafından kurulmuş olmasına rağmen, genellikle başarıları ve teknolojik atılımlarıyla gündeme geliyor. Gwynne Shotwell gibi üst düzey yöneticiler operasyonları yürütürken, şirket Mars misyonu, Starship geliştirmeleri ve uzay istasyonu görevleriyle tanınıyor. Musk’ın kişiliği SpaceX’in önüne geçmiyor. Bu arada biliyorum son iki Starship görevini canlı olarak yayınlayamadım ama zaten pek bir şey kaçırmadınız, her iki görev de başarısız oldu. Bunları yayınlamamam Elon Musk’ın kişiliğiyle alakalı değil, o sırada başka meşguliyetlerimin olmasıyla ilgili. Yani uzayla ilgili canlı yayınlar devam edecek merak etmeyin.
Şimdi gelelim SpaceX’ten Tesla’ya. Buradaki durum farklı. Harvard Business Review’da yayınlanan bir araştırmaya göre, Tesla hakkındaki medya içeriklerinin neredeyse %62’si otomobile değil Elon Musk’a odaklanıyor. Şirketin teknolojik yenilikleri, ürün lansmanları veya finansal performansı yerine, CEO’nun açıklamaları ve eylemleri öne çıkıyor.
Son yapılan anketler de ilginç veriler sunuyor bize. Amerika’daki Tesla sahipleri arasında yapılan bir araştırmaya göre, katılımcıların %63’ü “Arabamı seviyorum ama CEO’suyla aynı fikirde değilim” diyor. Bu, tüketici davranışlarında çok nadir görülen bir durum. Normalde insanlar değerleriyle uyuşmayan markaları tercih etmezler. Hatta biliyorsunuz bazı durumlarda hemen boykotlar başlar.
Bu noktada, alternatif yaklaşımlara da bakmakta fayda var. Rivian CEO’su RJ Scaringe, mühendislik doktorası yapmış teknik bir lider. Kamuoyu önünde nadiren görünüyor ve açıklamaları genellikle şirketin teknolojisi ve sürdürülebilirlik hedefleriyle sınırlı. Ford CEO’su Jim Farley elektrikli araç dönüşümüne liderlik ederken benzer şekilde düşük profil bir yaklaşım benimsedi.
Bu tarz liderlik, “Ürün konuşsun” felsefesine dayanıyor. Steve Jobs’un Apple’da yerleştirdiği bu yaklaşım, ürünün tasarım ve işlevselliğini ön plana çıkarıyor. Şirket liderlerinin kişisel görüşlerini arka planda tutuyor. Steve Jobs’ın hangi partiye oy verdiğini tahmin edersiniz ama emin olamazsınız. Onun karizmatik açıklamaları tasarımla ilgilidir. Ürüne ilişkindir.
Bu arada bazı fütüristler, “Yapay Zeka CEO’ları” konseptini tartışmaya başladı. Markaların kişiselleştirilmiş yapay zeka sistemleri tarafından temsil edildiği bir gelecek daha iyi olur diyorlar. Bu meta düşünce çok ilginç bence, çünkü böyle bir durumda marka ve lider arasındaki ayrım tamamen ortadan kalkabilir.
Sonuç olarak, bir teknoloji şirketinin lideri, markanın DNA’sını derinden etkileyebilir. Ancak bu ilişki dengesinin iyi kurulması çok kritik önemde. Lider ne kadar karizmatik olursa olsun, şirketin temel değerleri ve teknolojik başarıları marka kimliğinin merkezinde kalmalı.
Tesla örneğinde gördüğümüz şeyse, bu dengenin değişmeye başlaması. CEO figürünün, giderek güçlenmesi, öne geçmeye çalışması, şirketin yarattığı teknolojik devrim ve ürünlerden bile önemli gözükmeye başlaması. Bu değişim, sadece marka algısını değil, aynı zamanda Tesla topluluğunun dinamiklerini de etkiliyor.
Çünkü Tesla’nın başarısının en ilginç yönlerinden biri, etrafında oluşan güçlü topluluk oldu. Herhangi bir Tesla sahibi bilir ki, Tesla sahipliği sadece bir araba satın almak değil, bir topluluğa katılmak gibidir. Tesla kulüpleri vardır; mesela “cybertruckownersclub” diye bir şeye üyeyim ben, orada etkinlikler, forumlar, sosyal medya grupları üzerinden haberleşiyoruz. Yolda trafikte bile birbirine karşı daha bir naziktir Tesla sürücüleri. Hele Cybertruck’lar karşılaştığında selektör yapmadan geçmezler. Önemli günlerde bir araya gelip ışıklı müzikli gösteriler yaparız, Instagram’dan takip edenler bunları paylaştığımı hatırlayacaktır. İşte bunlar marka sadakatinin güçlü göstergeleri.
Ancak son dönemde bu toplulukta da ilginç değişimler gözlemliyoruz. Medyada bu konuda yazılar çıkmaya başladı, yani sadece kişisel bir gözlem değil söyleyeceklerim. Bazı Tesla sahipleri araçlarının markasını gizlemeye veya değiştirmeye başlamış durumda. Hatta bu akıma “Rebadging” deniyor. Tesla logosunu çıkarıp başka markaların amblemleri takılıyor.
Bu da, otomobil dünyasında oldukça nadir görülen bir fenomen. Normalde insanlar tercih ettikleri markaları gururla sergilerler. Hatta bazı markalar bir statü göstergesidir. Hele ki Tesla gibi premium bir markanın sahipleri için bu çok daha geçerli bir durum. Bazıları sırf logosu yüzünden aldıkları aracın şimdi aynı logosunu gizlemeye çalışıyor.
Yapanlar da genellikle şunu söylüyor: “Arabamı çok seviyorum ama CEO’suyla aynı fikirde değilim.” Yani “hem beğeniyorum hem de utanıyorum” diyorlar. Çünkü markanın güncel imajıyla kendilerini özdeşleştirmek istemiyorlar.
Tabi dediğim gibi Cybertruck’da bir şeyleri gizlemek mümkün değil. Ama yine de bazıları “Toyota” veya “Rivian” gibi yazılar yazıyorlar üstüne. Bu da oldukça ironik bir durum. Mesela Rolling Stone’da okuduğum şöyle bir yorum var, diyor ki buradaki kişi: “2019’da sipariş verdim ve 2024’te teslim aldım. Kısa süre sonra Elon bizi şaşırttı. Elektrikli araç teknolojisini seviyorum ama Elon beni bu konuda mahcup etti.”
Yani genel olarak böyle bir mesafe konulmaya çalışılıyor. Bunun sosyal medyaya da bir yansıması var. Eskiden büyük bir merakla Tesla’ya ilişkin forumları takip ederdim. Çünkü tamamen teknoloji odaklı sohbetler yapılırdı. Şimdi oralarda da giderek politik mesajlaşmalar dönüyor. Bazı Tesla sahipleri arasında bir kutuplaşma başladı. Çünkü çok güçlü bir yatırımcı ekosistemi de var ve bunlar da hem markaya ve hem de CEO’ya tam destek veriyorlar. Hisselerin değerinin düşmesini istemiyorlar.
Bu fenomen, sadece Tesla’ya özgü değil. Tüketici davranışlarında “markadan kaçınma” (brand avoidance) olarak bilinen bir psikoloji var. İnsanlar genellikle değerleriyle uyuşmayan markaları zaten tercih etmezler. Ancak Tesla örneğinde, bir çeşit aşk – nefret ilişkisi görüyoruz.
Peki bu durumdan biz nasıl dersler çıkarabiliriz? Teknoloji şirketleri için uzun vadede sürdürülebilir bir marka stratejisi nasıl olmalı?
Ben yine yakından takip ettiğim kurumlar üzerinden örnekler vereyim. NASA ve ESA gibi bilim odaklı kurumlardan gidelim. Bu kuruluşlar, onlarca yıldır politik değişimlerden bağımsız olarak bilim ve keşif misyonlarını sürdürüyorlar. ABD’de bir sağdan bir soldan başkanlar gelip geçiyor. Farklı başkanlar, farklı politik görüşleri dikte ediyor. Ama kurumların temel misyonu ve marka değeri bilimsel keşif etrafında sabit kalıyor.
Yani bu tür kurumlar “siyaset üstü” bir konumlanmayı benimsiyorlar. Temel değerlerini güncel politik tartışmaların dışında tutuyorlar. NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu veya Perseverance Mars gezgini hakkında konuşurken, insanlar bilimsel başarılara odaklanıyor, kurumun liderlerinin kişisel görüşlerine değil. Mesela teleskoba ismini veren James Webb tartışmalı bir isim, ama biz bu ismi duyunca o tartışmaları değil, evrenin sırlarını çözen bir teleskobu hatırlıyoruz.
Bu yaklaşım çok önemli. Özellikle bilim ve teknoloji odaklı şirketler, kurumlar ve toplulukların bunlardan ders çıkarması lazım. Başarılı olabilirsiniz ama başarılı kalabilmek bundan çok daha önemlidir. Bunun için de inovasyonun ve bilimsel ilerlemenin her zaman ön planda tutulması gerekir.
Tesla’nın gelecek planları hala çok etkileyici. Geçtiğimiz aylarda yaptıkları bir etkinlikte 25,000 dolar seviyesinde daha erişilebilir bir elektrikli araç tanıttılar, “Robotaxi” ile tümüyle otonom taksicilik vizyonunu bu yaz başlatacaklarını söylediler, Optimus robot projesi, gelişmiş batarya teknolojileri. Tüm bunlar Tesla’nın teknoloji şirketi kimliğini pekiştirecek projeler. Evet açıkladıkları tarihler neredeyse hiçbir zaman tutmuyor hatta “Elon Zamanı” diye bir kavram literatüre geçmiş durumda. Ama yine de geç de olsa bu projeler hayata geçiyor.
Ancak bu projelerin başarısı ve tüketici tarafından kabulü, sadece teknik üstünlüklerine bağlı değil. Bunlar aynı zamanda markanın genel algısına da bağlı olacak. Pazar güçleri de Tesla’nın stratejisini şekillendirmeye devam edecek. Rekabetin artması, Tesla’yı daha yenilikçi olmaya, müşteri deneyimini iyileştirmeye, marka vaadini netleştirmeye zorlayacak. Bunları yaparsa, uzun vadede şirket için olumlu bir etki yaratabilir.
Şirketler ve markaların bireylerden daha uzun ömürlü olduğunu unutmamak gerekiyor. Artık neredeyse bazı şirketler devletlerden daha güçlü ve uzun ömürlü hale geldi. Bu nedenle, sürdürülebilir bir başarı için, şirket kültürünün ve marka değerlerinin bireylerin ötesine geçecek şekilde inşa edilmesi önemli. Apple bunu Steve Jobs sonrasında başardı, Microsoft Bill Gates sonrasında başardı, ve Tesla da benzer bir geçiş sürecine girebilir.
Çevre dostu teknolojiler geliştirmek, ulaşımı demokratikleştirmek, temiz enerji çözümleri sunmak. Bunlar politik açıdan hangi tarafta olursanız olun, herkesin destekleyebileceği hedefler.
Ford’un F-150 Lightning lansmanında izlediği strateji bu açıdan ilginç bir örnek. Elektrikli pick-up’ı siyasi bir konu olarak değil, daha iyi performans, daha düşük işletme maliyetleri ve ek işlevsellik sağlayan bir teknolojik ilerlemesi olarak konumlandırdılar. Ve sonuçta, Amerika’nın geleneksel ve muhafazakâr kesimlerinden bile yüksek talep oldu, elektrikli olmasına rağmen.
O yüzden bilime ve teknolojiye odaklanmak, marka değeri için uzun vadede en güvenli strateji. Ancak bu şekilde zaman içinde değişen toplumsal dinamiklere karşı daha dayanıklı olabilirsiniz.
Şimdi bu analizimi bitirirken, bir Tesla sahibi ve teknoloji meraklısı olarak kendi perspektifimi de paylaşmak istiyorum.
İki Tesla’mın da günlük kullanımdaki teknolojik üstünlüğü tartışılmaz. Model 3’le bugüne kadar 60000 mil yapmışım, 90000 km eder. Hayatımda hiç bu kadar sorunsuz bir araç kullanma deneyimi yaşamadım. Çok memnunum. Yazılım entegrasyonu, performansı, şarj ağı deneyimi, fosil yakıtlı araçlara kıyasla çok daha ileri seviyede. Cybertruck’ın mühendislik çözümleri ve yenilikçi yaklaşımı da gerçekten çok etkileyici. Rahatça manevra yapabiliyorsunuz, çok güçlü ve hızlı. Menzili de daha iyi olabilir ama 500 km’nin üzerinde. Tesla bu araçlarla otomotiv dünyasında gerçekten bir devrim yarattı ve elektrikli gelecek vizyonumuzu şekillendirdi. Bu gerçeği kimse inkar edemez.
Ancak bir bilim ve teknoloji içerik üreticisi olarak, markaların uzun vadede sürdürülebilir başarıya ulaşmaları için bilimi ve teknolojiyi ön planda tutmalarının da kritik önem taşıdığına inanıyorum. Toplumun genelini birleştirebilecek bir ortak zemindir bu. Herhangi bir politik veya kişisel görüşten daha kalıcıdır, daha evrenseldir.
Elektrikli araçlar, güneş enerjisi, uzayın keşfi – bunların hepsi politik spektrumun her yerinden insanların takdir edebileceği teknolojik ilerlemeler. Şirketler ve hadi buna ulusları da ekleyelim, vizyonlarını bu ortak değerler etrafında şekillendirdiğinde, daha geniş kitlelere ulaşabilir, uluslararası arenada daha ağır başlı, sözü dinlenir ve güçlü bir noktaya gelebilir.
Tabi Tesla’nın hikayesi bitmedi. Halen yazılmaya devam ediyor. Ve bence şirketin geleceği, teknolojik vizyonunu yeniden ön plana çıkarmasına ve marka algısıyla teknolojik başarıları arasındaki dengeyi yeniden kurmasına bağlı olacak. Ben bir teknoloji tutkunu olarak, Tesla’nın yenilikçi ruhunu ve vizyoner teknolojisini takdir etmeye devam ediyorum – ve umarım gelecekte bu yönleri tekrar ön plana çıkar.
Bu noktada siz değerli izleyicilerime de şunu sormak istiyorum: Bir teknoloji ürününü seçerken şirketin liderliği sizin için ne kadar etkili oluyor? Sadece ürünün özelliklerine mi bakıyorsunuz, yoksa markanın ve liderlerinin temsil ettiği değerler de kararınızı etkiliyor mu? Yorumlarda düşüncelerinizi paylaşırsanız sevinirim.
Bu videoyla amacım, Tesla’nın teknolojik başarıları ile değişen marka algısı arasındaki ilişkiyi bilimsel bir perspektiften incelemekti. Umarım bu analiz, teknoloji şirketleri, liderlik ve marka dinamikleri hakkında düşünmenize katkıda bulunmuştur.
Eğer videoyu izlerken “Benim Tesla’m var ve ben asla logosunu değiştirmem!” diye düşünüyorsanız, o ufak beğeni düğmesine basarak desteklerinizi gösterebilirsiniz. Ya da tam tersine “Keşke benim de Tesla’m olsa ve onun logosunu değiştirsem” diyorsanız, aslında o da bir beğeni sebebi!
Abone olmayı düşünüyorsanız, arabanızın markasını değiştirmekten çok daha kolay, sadece tek bir tıklama yeterli! Bu kanalda arabalarını gizleyen Tesla sahiplerinden tutun da, Mars’a koloni kurmaya çalışan Elon Musk’a kadar, bilim ve teknolojinin tüm ilginç yönlerini tarafsız bir bakış açısıyla incelemeye devam edeceğiz.
Ben şimdi gideyim, şu TOYOTA logosunu bir güzel yapıştırayım.