Yıl 1506. Leonardo adında bir ressam kendi zamanının en gelişmiş teknolojileri olan fırça ve paletini kullanarak adeta renklerin tasarımını yapıyor. Sonuç. Bir tablo.
Teknoloji gelişiyor. Yıl 1839. Robert Cornelius adında biri kendi zamanının en gelişmiş teknolojilerini kullanarak adeta ışığın tasarımını yapıyor. Sonuç. Bir fotoğraf. Daha doğrusu dünyanın ilk “selfie”si.
Teknoloji biraz daha gelişiyor. Biraz 😉 Yıl 2017. Refik Anadol adında biri kendi zamanının en gelişmiş teknolojilerini kullanarak adeta bilginin tasarımını yapıyor. Sonuç. Bir enstalasyon.
İçinde 1 milyon 700 bin belgenin, tablonun, fotoğrafın, sanat eserinin olduğu bu tasarımın içine girebiliyorsunuz. Leonardo’nun tablosunda ya da Cornelius’un fotoğrafında iki boyutlu olarak yaşadığınız deneyim, bu kez üç boyutlu olarak çepeçevre sizi sarmalıyor.
Şu anda bir makinenin beyninin içine girdiğinizi hayal edin. Yani yapay bir zekanın içindesiniz. Bu zekanın sizinkinden farkı ne? Beyninizin kıvrımları arasında trilyonlarca kimyasal sinaps var. Bunlar yardımıyla nöronlarınız devasa bir sinir ağı oluşturmuş durumda. Siz gördükçe, düşündükçe yeni bağlantılar oluşuyor.
Peki ya buna benzer bir zeka tasarlansaydı. Sensörleri yardımıyla gören bir makine. Bu makineye bir şeyler öğretseydik? Mesela milyonlarca veri gösterseydik… O da bunları inceleyip, aralarında ilişkiler kurmaya çalışsaydı. Tıpkı beynimizdeki sinapslar gibi.
Sonra da uykuya dalsaydı. İnsan uykudayken ne yapar? Rüya görür. Peki bir makine rüya görebilir mi? Eğer görürse onun rüyası nasıl bir şey olur?
Ressamlar tablolarını boyarken fırça kullanır. Fotoğrafçılar, fotoğraf makinesi. Teknoloji geliştikçe sanatçıların kullandığı araçlar da değişiyor. Leonardo’ya ya da Cornelius’a ulaşıp kullandıkları teknolojiyle sanat arasındaki ilişkiyi sormak için artık çok geç. Ama Arşiv Rüyası adlı bu medya enstalasyonunu tasarlayan sanatçı Refik Anadol’a hala aklımızdakileri sorabiliriz.
——————
Arşiv Rüyası deneyimi bana iki şeyi hatırlattı. Refik Anadol’u yazar Borges’e benzettim. Kendisi de bir kütüphaneci olan Borges, bir öyküsünde hayali bir kütüphane tasarlar. Babil Kütüphanesi. Çok güzel bir konu. Bununla ilgili mutlaka bir video yapmalıyım.
Bana hatırlattığı diğer şeyse X-Men evreni. Professor X mutantları bulabilmek için “cerebro” denilen bir araç kullanıyordu. Arşiv Rüyası deneyimini biraz buna benzettim. Tabi burada mutantlar yerine arşiv belgeleri buluyorsunuz. Ama sonuçta onlar da değişikliğe uğramış, yani bir anlamda mutant. Dolayısıyla siz de SALT GALATA’yı ziyaret ederek bir yapay zeka “cerebro”suna girip bu mutant belgeleri avlayabilirsiniz.
İnsanların teknolojik araçları kullanarak bir tasarım sürecinden sonra ortaya çıkarttığı sanat eserleri hep ilgimi çekmiştir. Zaten o yüzden kanalımın adında az önce kurduğum cümlede kullandığım üç kavramı tersten dizdim: sanat, tasarım ve teknoloji.
Şimdi sadece insanların değil, insanların yaptığı makinelerin de sanatsal bir üretim sürecine girmeye başladığına şahit oluyoruz. Yakın gelecekte bu zekalar ete kemiğe bürünüp de bize benzemeye başladıklarında onlara “android” diyeceğiz.
Benzerlik konusunda insanlarla ayırt edemediğimiz bir noktaya gelince dünya belki de “Bıçak Sırtı – Blade Runner” filminde sorulan soruları sormaya başlayacak. Siz şimdiden hazırlıklı olun bu sorulara ve üzerinde düşünmeye başlayın.
Şimdi son bir sorum var. Bu kez Refik Anadol’a değil size sormak istiyorum. Cevap vermeden önce bu konular üzerinde biraz kafa yormak iyi olabilir. Arşiv Rüyasını deneyimleyebilirsiniz. Blade Runner filmini izleyebilirsiniz. Daha da iyisi bu filmin kaynağı olan Philip K. Dick’in romanını okuyabilirsiniz. Çünkü size soracağım son soru bu romanın da adı.
Androidler elektrikli koyun düşler mi?
“Arşiv Rüyası” için 2 yanıt
Yorum yazmak için giriş şeysine “Disqus” sitesini de koy. Böylece yorum yapmak çoğu insan için çok daha kolay olur. Bilirsin işte insanlar üşengeçtir.
Androidler elektrikli koyun yapar/yapmaz bilinmez ama görünen o ki kendilerini üretmemiz için gereken kurulumları beynimize yüklemeyi başarmışlar..