Modern sanattan hoşlanır mısınız? Yoksa size çok anlamsız mı gelir. Mesela şöyle bir resim gördüğünüzde ne düşünürsünüz?
Ben ne düşündüğümü hemen söyleyeyim: Sanatçı burada fırçasını korkusuzca tuvali üzerinde gezdirirken, tecimsel kaygılarının nesnelliğini yüzeye çıkartabilmek için devinimsel olarak vurgulamış.
Ne dediğimi ben de bilmiyorum 🙂 Bu tür eserlerin hikayesini bilmeden yorum yapmaya kalkan hemen herkes bu duruma düşebilir. Şimdi ben size bunun hikayesini biraz anlatayım bakalım ondan sonra hoşunuza gidecek mi?
Şu anda baktığınız tablodaki her bir fırça darbesi bir kuşu temsil ediyor. Bunu daha iyi görebilmek için tabloya biraz daha yakından bakalım. Gördünüz mü? Her karede bir ses dalgası var. Yani bu tablo kuş seslerinin görselleştirilmesiyle oluşturulmuş.
Onları duyar gibiyim. Bir dakika! Keşke onları duyabilseydik… Neden olmasın ki? 21. Yüzyılda yaşıyoruz. Sanatı daha geniş yorumlayabiliriz. Tuvaldeki fırça darbelerine dokununca o kuşların seslerini de duyabiliriz. İşte şimdi disiplinlerarası bir tasarım var artık karşımızda. İnteraktif sanat da diyebiliriz buna. Çünkü sadece gözümüzle değil, parmağımız ve kulağımızla da onunla etkileşime geçebiliyoruz.
Peki ressamlar yağlıboya, suluboya gibi teknikler kullanıyorlar. Bu tür bir eseri kim, hangi teknikle yaptı? Bu fırça darbeleri gelişigüzel tuvale serpiştirilmiş olamaz değil mi? Bunun ressamı iki bilgisayar programcısı ve bir makine. Kodlarla bu tabloyu oluşturmuşlar. Kuş seslerini almışlar. Kuşların adını bile yazmadan sadece ses olarak bilgisayara yüklemişler. “Machine Learning” tekniklerini kullanan bir bilgisayarın sadece kuş seslerini dinleyerek ne yapacağını merak etmişler. Bunun için sesleri eşit uzunlukta küçük parçalara bölüp parmak izini çıkartmışlar. Bilgisayar t-SNE tekniğini kullanarak bunları karşılaştırıp organize etmeye başlamış. Adeta onları ses boyutundan görüntü boyutuna taşımış. Ve ortaya böyle bir tablo çıkarmış. Gerçekten de birbirine yakın kuş sesleri yan yana gelebilmiş.
Kodlamacı sanatçı Kyle Mc Donald’ın bu tabloyla ilgili yaptığı çok klas bir hareket daha var. Tüm kodlarını yayınlamış. Açık kaynak kodlu bir tasarım bu. Kullanılan tüm kuş seslerinin olduğu dijital kütüphane de herkese açık. Yani bu kodu ve o kuş seslerini alıp kendi bilgisayarınızı kullanarak siz de helva yapabilirsiniz 🙂 Hatta size bir şey söyleyeyim mi? Kodlamayı öğrenmenin en hızlı yollarından biri bu tür açık kaynak kodlu çalışmaları incelemekten geçiyor.
“Code is Poetry – Kod şiirdir.” Gerçekten de öyle değil mi? Bu ifadeyi ilk kez WordPress’de görmüştüm. Kendi web sitem de dahil olmak üzere internetteki tüm web sitelerinin %30’unun yapımında kullanılan bir başka “açık kaynak kodlu” yazılım projesi. Bu kodu kullanarak sanat eseri gibi tasarlanmış web sitelerini ücretsiz olarak ve özgürce tasarlayabiliyorsunuz.
Şimdi bir başka modern sanat eseri göstereyim size. “Neural Synthesis” tekniğiyle oluşturulmuş. Beynimizdeki hücrelerin sinaps bağlantıları gibi bilgisayarların biribirine bağlanarak oluşturulduğu nöral networkler yardımıyla yapılıyor bu tür çalışmalar. Bunu kodlayan Gene Kogan da kodunu açık olarak yayınlıyor. Ama bunun da ötesine geçip kodların nasıl yazıldığını, tekniğin nasıl kullanıldığını tüm ayrıntılarıyla anlatıyor. New York Üniversitesi’nde verdiği “nöral estetik” derslerinin video kayıtlarını da yayınlıyor.
Bu “açık kaynak felsefesi”ne bayılıyorum.
Buna benzer çalışmaları yapan bir başka sanatçı da Refik Anadol. Hatırladınız mı? Daha önce “Arşiv Rüyası” diye bir sergisiyle ilgili röportaj yapmıştım sevgili Refik’le. Daha sonra Melting Memories “Eriyen Hatıralar” adında başka bir çalışma yaptı. Adeta canlı bir veri heykeli yarattı. Refik Anadol’un teknolojiyle sanatı birleştirdiği bu eserleri sadece sergi salonlarında değil San Fransisco gibi metropollerin çeşitli köşelerinde de görülebiliyor. Kendisi de örnek verdiğim diğer sanatçılar gibi son derece açık. Düşünme ve üretim süreçlerini tüm dünyayla paylaşıyor.
Size örnek vereceğim son sanatçı Zach Lieberman, her ne kadar güzel sanatlar eğitimi almış olsa da kendisine “araştırmacı” denmesini tercih ediyor. Kimbilir belki de sanat, insanlık için gerçekten de bir araştırma geliştirme AR-GE şeklidir. Lieberman da interaktif sanat çalışmaları yapıyor. Kağıda bir şey çiziyorsunuz ve sonra o şeyle etkileşime giriyorsunuz. Aslında bu çok da yeni bir fikir değil. Daha 1900 yılında meşhur Thomas Edison tarafından yaptırılan şu filmde de böyle bir etkileşim fikri var. Şimdi bilgisayarlar ve yazılım sayesinde bu fikir gerçeğe dönüşebiliyor.
Bu yazıda gördüğünüz fontu da Zach Lieberman tasarlamış. Ama bu kez tuval yerine bir hangar ve fırça yerine de bir araba kullanarak. Araba üzerindeki renkli noktaları algılayan ve bunu takip ederek bir yazı karakterine dönüştüren bir yazılım geliştirmiş. Ortaya IQ fontu çıkmış.
Lieberman’ın üçüncü projesi bir başka sanatçı için yapılmış. Tony Kwan adlı bir grafiti sanatçısı. Felç geçirmiş. Vücudunun hiçbir yerini kullanamaz hale gelmiş. Beyni ve gözleri hariç. Bir şeyler üretmek için sadece bu ikisi yeter mi? Gözle grafiti yapılabilir mi? Bu sorunun cevabını aramışlar ve bu kez göz hareketlerini takip eden bir yazılım geliştirmişler. Tony gözleriyle çizim yapmaya tekrar başlamış. Yaptığı bu çizimleri gerçek zamanlı olarak grafitilerin ait olduğu yerlere, sokaklara projektörlerle yansıtmışlar. Hastane odasından hiç çıkmadan, vücudunu bile kıpırdatmadan sokaklarda dolaşmış. Sonra da yine gözleriyle şunu yazmış:
2003’den beri ilk kez bir şeyler çizebiliyorum. Suyun altında 5 dakika kaldıktan sonra tekrar nefes alabilmek gibi hissettiriyor.
Tahmin edebileceğiniz gibi bunu yapmak için geliştirdikleri tüm donanım ve yazılım da herkese açık. Sadece bir webcam ve bilgisayar yardımıyla bu durumda olan herkesin kullanabileceği bir araç geliştirmişler.
Bu kez size açık kaynaklı teknoloji, tasarım ve sanat örnekleri verdim. Saydığım sanatçıların bir başka ortak özelliği de yakında İstanbul’a gelecek olmaları. Digi.logue platformunun davetlisi olarak 19-20 Ekim tarihlerinde “Future Tellers 2018” etkinliğine katılacaklar. Buradaki panellerle, sunumlarla, konuşma ve atölye çalışmalarıyla “açık kaynak hareketi” ekseninde yaptıkları bu ve benzeri projeleri paylaşacaklar. Future Tellers sadece bu zirveden ibaret değil. Digilogue platformu 1 Ekim – 15 Kasım tarihleri arasında yine “Açık Kaynak Hareketi” ve “Yeni Öğrenme” gibi temaları çalışmalarının odağına alarak; üreten, yaratan ve öğreten daha pek çok ismi Zorlu PSM’de bir araya getirecek. Bilginin, Yaratıcılığın, Algoritmaların ve Verinin, Açık ve Kapalı durumlarını araştırmayı amaçlayan bu etkinlik de tahmin edebileceğiniz gibi herkese açık ve ücretsiz. Katılmak için aşağıda verdiğim linke giderek başvuru formunu doldurmanız yeterli.
Bir zamanlar John Dewey’in dediği gibi “Bilim anlamları açıklar; sanat ise bunları ifade eder.” Ya her ikisine de sahip olursanız? İkisinin de açık olarak paylaşılmaya başlandığı bu zamanlarda bizim için artık sadece sanatı anlamak yetmez. Ekran tuvallerinin önünde geçirdiğimiz vakitlerin bir kısmını, bir de o camın arkasında geçirmeye başlarsak ne olur bir düşünsenize. Fırça olarak kodları, boya olarak renkleri, sesleri, animasyonları kullansak? Koddaki güzelliği, şiirselliği ortaya çıkarsak…
“Kodlayarak nasıl sanat yapılır?” için 6 yanıt
Hocam seni sebseviyo
1 Ekim-15 Kasım aralığındaki etkinlikler için başvuru formunu bulamadım.Onu nerden bulabilirim?
baris abi ben iranda yasiyorum etkinlige gidemem ama seninle gorusmeyi cok istiyorum haliyle ben oraya gelemem ne zaman irana (tabriz city) gelmek istersen instagram:matin_noruzii
Abi kendimi geliştirmemde çok yardımcı oluyorsun. Teşekkürler 😀
10.Sınıf Elektrik Elektronik Öğrencisiyim, boş zamanlarımda kodlama yapıyorum ve sizi tanıdığımdan günden beri hayran kaldım.Sanat, Bilim ve Teknolojiyi özleştirmeniz harika bir şey.Bu arada sitenize SSL alsanız daha iyi olabilir Barış abim.
Lisa Park’ın Düşünce ve Kalp atışını sanata dönüştüren çalışmaları varmış, hoş duruyor:
thelisapark .com/blooming