Geçtiğimiz günlerde Netflix’in Amerika’daki global yöneticilerinin önüne bir takım sayısal veriler düştü. Bir rapor. Rapora bakınca yöneticilerin gözleri faltaşı gibi açıldı. Bir süredir Amerikan seyircisinin beğenilerinin değiştiğini onlar da gözlemliyordu ama böylesi bir veri ilk defa karşılarına çıkmıştı. Altyazı okumaya üşenen hatta bu sebeple dünyanın geri kalanında yapılan sinema şaheserlerine bile burun kıvıran o Amerikan halkı değişmeye mi başlamıştı? Rakamlar yalan söylemez. Netflix bütün dünyada, her ülkenin kendi dilinde kendi kültürünü yansıtan yapımlar yapabilmesi için büyük bütçeler ayırıyor. Bugün Netflix 60’tan fazla dilde içerik üretiyor. İşte o yöneticilerin önündeki istatistik, bir Kore dizisinin “anormal” yükselişini raporluyordu: Squid Game. Squid Game’in yükselişi o kadarla da kalmadı, bu ilginç yapım artık Netflix’te en çok izlenen dizi.
Squid Game, Kalamar Oyunu anlamına geliyor. Kore’de çocukların oynadığı bir oyun bu. Bizdeki sekseğe benziyor. Peki nasıl oldu da bu dizi bu kadar büyük izlenme rakamlarına ulaştı?
Kullanıcı istatistiklerine göre izleyicilerin %80’i Netflix’in önerdiği filmleri tercih ediyor. Yani Squid Game’in bir şekilde Netflix algoritmasının gözdesi olup da kullanıcılara bu şekilde önerildiğini var sayabilir miyiz? Kim bilir! Ama bir filmin ya da dizinin başarısının ardında sadece böyle bir gerekçe olduğunu kabul etmek biraz saflık olur. O halde biz sormaya devam edelim:
Squid Game’de global seyirciyi çeken ne var? İngilizce, bugün yeryüzündeki en yaygın dil, tamam. Bu bize Avatar ya da Titanic gibi filmlerin bütün dünya gişelerinde rekorlar kırmasını açıklamaya yarayabilir ama ya Korece? Korece bir diziyi, altyazı okuma külfetine rağmen izlemeye global izleyici neden bu kadar hevesli oldu?
“Ama Kore dizileri zaten çok güzel oluyor!” diyebilirsiniz. Doğru. Kore sineması da Kore televizyon endüstrisi de özellikle son yıllarda çok başarılı yapımlar ortaya koydu. K-pop gibi akımları da buna kattığımızda eğlence sektörü Kore’nin en büyük ihracat kalemlerinden biri haline geldi. Daha iki yıl önce Oscarlarda en büyük ödülü kazanan Parazit filmini unutmadık. Bu kanalda ayrıntılı bir analizini de yaptığım Snowpiercer, ya da Burning, Memories of Murder, Oldboy gibi birbirinden başarılı filmler de hala hafızalarımızda taze. Bu mantıkla “Kore yapımı olduğuna göre otomatikman karşımızda çok iyi bir dizi var” diyebiliyor muyuz?
Elbette hayır. Aslına bakarsanız Squid Game “o kadar da iyi” değil. Genç seyirciler için dizideki her şey çok yeni görünebilir. Ancak “kötü zenginler tarafından oyun parkı benzeri mekanlarda avlanan zavallı insanlar” temalı o kadar çok film var ki! Ama durun! “İyi film nedir – kötü film nedir” diye evrensel kabul görmüş kriterler olmadığını da biliyoruz değil mi? “Bana göre iyi bir film” başkasına göre kötü olabilir. Kültürlü ve iyi bir seyirci, böylesi bir başarının ardındaki sebepleri araştırır.
“Rakamlar yalan söylemez. Çok izlenip, çok para kazandırıyorsa iyidir” de diyemeyiz. O zaman Squid Game’de tasvir edilen o kötü ve zengin adamlardan ne farkımız kalır? Fakat burada çok izlenmenin ötesinde bir fenomen var. Aynı zamanda çok konuşuluyor. İnsanların böyle yoğun ilgisinin ardında her zaman kayda değer bir şeyler mutlaka vardır. Çünkü yeryüzünde “öylesine bir öykü” yoktur. Hiçbir öykü öylesine, boş beleş değildir, illa ki bize bir dünya resmi çizer ve bu resim de bize illa ki bir şeyler anlatır. Bu demek değil ki her öykünün derin felsefi ya da politik anlamları olsun. Bazen sadece bir bakış açısı bile, bir perspektif bile çok şey anlatabilir. Hele ki kitlelere mal olmuş ya da ölümsüzlüğünü kanıtlamış büyük öyküler, bize çok büyük hakikatlerden bahseder.
Şimdi bu diziyle ilgili bakalım elimizde neler var. Hemen uyarayım diziyi izlemediyseniz ve spoiler kaygısı taşıyorsanız, videonun bundan sonrasını ileriki bir zamana ertelemek isteyebilirsiniz. Gerçi hikayenin sonunu filan söylemeyip kelimelerimi epeyce dikkatli seçeceğim. Böylece eğer diziyi izleme niyetiniz yoksa en azından konu hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.
Evet, elimizde ne var:
Meteliksiz, dişe damağa dokunur bir işi olmayan,
Doğum gününü bile hatırlamadığı öz annesinin ATM kartını, kadının rızası olmadan kullanan,
At yarışı düşkünü,
Tefecilerle başı belada,
Eşinden boşanmış ve tek kızıyla ilişkileri sorunlu bir adam var. Adam kızını seviyor ama bir babaya yakışan şekilde davranamıyor. Kısaca kızıyla olan ilişkisini bile sıklıkla batıran, orta yaşlı bir adamı bu dizinin ana karakteri olarak görüyoruz.
Bitirim olmaya çalışıyor ama böyle bir insan olmaktan kilometrelerce uzakta.
Dizinin ilk bölümü, kahramanımızın bu halini bize anlatabilmek için son derece yavaş açılıyor. Ama bu yavaşlık gerekli. Çünkü oyuncunun sevimli ve sempatik tipi yeterli değil. Onun acınası halini görüp seyircinin onunla empati kurması da gerekiyor. İşte açılış sahneleri bu işe yarıyor. Yani teknik olarak iyi yazılmış bir senaryo var karşımızda. Fakat hemen belirteyim ki dizinin bütün sahneleri son derece basit tasarlanmış. Karakterler adeta karikatürize edilmiş. Dizideki dram da bu yüzden son derece kolay tüketilebilir.
Kahramanımız, metro istasyonunda şık giyimli ve gizemli bir genç adamla karşılaşınca maceraya atılmak için karşı konulmaz bir çağrı almış oluyor. Koca koca iki adam, gelen giden yolcular arasında, Korelilerin ddakji (dakci) adını verdikleri bir oyunu çocuklar gibi oynamaya başlıyorlar. Ama oyun sırasında ilginç bir şey oluyor ve bu genç ve gizemli adam, kahramanımız yenerse para ödemeyi teklif ediyor. Tefecilere yaklaşık 60 bin dolarlık borcu olan adamımız da bu “kolay para” teklifine hayır diyemiyor. Genç ve gizemli adam “daha büyük bir yarışma ve çok daha büyük para ödülü var” deyince başına geleceklerden habersiz kahramanımız, bu sayede yepyeni bir dünyaya adım atmış oluyor. Yani dizimizin baş kişisinin temel motivasyonu “para”. Bunu bir kenara yazalım.
Sonrasında diğer karakterler de yavaş yavaş diziye dahil oluyor ve kendimizi son yıllarda tasarlanmış en sinir bozucu set dekorunda buluveriyoruz. Artık bir “oyun gerçekliği” içindeyiz. Haliyle işin içinde oyun olduğunda, bilgisayar oyunlarıyla büyümüş genç seyirci kitlesi için, diziye kendini kaptırmak çok daha kolay. Ancak bir problem var. Dizinin sınıflandırmasında yetişkin izleyiciler için olduğu yazıyor. “Yetişkin” kimi ülkelerde 18 kimilerinde 21 yaş ve üzeri demek. Seyirci tarafında ise bu yaş sınırlaması konusunun nasıl anlaşıldığı biraz karmaşık. Bariz bir şekilde yaptırım uygulanabilecek bir şey değil. Oyun platformlarında, filmlerde ya da dizilerdeki bu yaş sınırlaması sizin için ne ifade ediyor? “Aaa benim yaşım tutmuyormuş bu diziyi izleyemem” diyen biriyle karşılaştınız mı? Çok azdır herhalde. O an o kumandanın düğmesine dokunmak, resmen sizinle ekran arasında kalan bir seçim. Bir vicdan meselesi! Tam da bu sebeple ben de Squid Game dizisini içerdiği aşırı şiddet ve yetişkin temalarından ötürü 18 yaşından küçük izleyicilere önermiyorum. Her şeyin bir zamanı var, aceleye gerek yok. Merakınızı frenleyin ve ruh sağlığınızı; akıl / duygu gelişiminizi her şeyin üstünde tutun. Üzücü ama gerçek; zaten şiddet dolu bir dünyada yaşıyoruz. Günümüzde artık haber bültenlerinin bile, yaş sınıflandırmasına tabi tutulması lazım.
İşte Squid Game de tıpkı sık sık benzetildiği Japonya yapımı Battle Royale gibi aşırı şiddet içeriyor. İnsanların vahşi şekilde öldürülmelerine kayıtsız mı kalmalıyız? Hatta kahkahalarla mı gülmeliyiz? Böyle bir eğlence anlayışımız mı var? Evet bu sorularda özne “biz”. Böyle dizilerin ya da filmlerin yapımcısı olmadığımız halde biziz bu. Çünkü izleyerek ya da tavsiye ederek, her seferinde bu yapımları ödüllendiriyoruz. O “rekor kıran” rakamlarda bizim de payımız var. Yaşadığımız dünyanın daha iyi bir yer olmasını istiyorsak -istiyoruz değil mi?- neyi neden izlediğimizi de sorgulamamız gerekmez mi?
Squid Game’in başrolündeki karakter, para kazanabilmek için kendini insanların sapır sapır öldürüldüğü bir oyunun içinde buluyor. Vahşetle yüzleşir yüzleşmez bir şekilde oyunlardan ayrılıyor. Bu durum katılımcılar arasında yapılan bir oylama sayesinde gerçekleşiyor. Oylama sonucu sadece bir kişinin oyuyla belli oluyor. O bir kişinin kimliği de dizinin en sonundaki bir twist -bir hikaye dönemeci- olarak karşımıza çıkıyor. “Olmaz olsun böyle oyun” diyenler çoğunlukta olduğu için, oyunlar bitiyor. Ama biz seyirci olarak anlıyoruz ki “bu iş böyle yarım kalmayacak”.
Squid Game’in izlenme rakamlarının yüksekliği ve barındırdığı anti-kapitalist temalar ABD’deki çoğunluğu genç, yazar çizer kesimin de dikkatini çekti. ABD’de anti-kapitalizm ya da bir başka deyişle sosyalizmin tarihi biraz karışık. Malum soğuk savaş yıllarında Sovyetler Birliği’nin ABD’nin karşısında sadece askeri bir güç olarak değil, aynı zamanda ideolojik bir alternatif olarak da var olduğu yıllardı. ABD’de “sosyalizm” kelimesi bu sebeple uzun yıllar sakıncalı bir kelimeydi. Soğuk savaş yıllarında buram buram hristiyanlık kokan “muhafazakar” filmlerin bile “sosyalist” olarak fişlendiği ve yapımcılarının FBI tarafından soruşturma geçirdiğini biliyoruz. Ancak Sovyetlerin dağılmasının ardından sosyal adalet konuları daha çok gündeme gelmeye başladı. Amerikalı aydınlar artık, Avrupa devletlerini örnek olarak görüyorlardı. -örneğin İngiltere’yi- “Daha sosyal devlet, gelir eşitsizliğiyle mücadele ve sağlık hizmetlerinin herkese eşit olarak sunulması” gibi konular hakkında daha çok konuşulmaya başlandı. Politikacıların gündemine de sosyalizm böylece girdi. Amerikan seçimlerinde son dönemlerde aday olan Bernie Sanders, bu neo liberal olarak adlandırabileceğimiz yeni nesil “aydın” kesimlerin gözdesi. Hani şu bir ara eldivenleriyle oturuşu viral bir meme haline gelen yaşlı amca. Bernie Sanders sosyalizm kelimesini ABD’de seçim kampanyalarında açıktan kullanan bir lider olarak tarihe geçti.
Squid Game açık açık, lafını sakınmadan Kore’deki toplumsal yapı falan deyip kapitalizm eleştirisi yapınca bu bahsettiğim kitle diziyi hemen sahiplendi. Bu yeni nesil neo liberal kitle sanat dünyasında da çok etkin. Squid Game’i kendi ideallerine ışık tutan bir sanat eseri olarak gördüler ve hakkında konuşmaya başladılar. Nitekim “Parazit” filmi de aynı etkiyi tam da benzer bir nedenle yapmış ve film Oscar almakla kalmamış, bütün sanat çevrelerinden çok olumlu tepkiler toplamıştı.
Peki Kore toplumunda gerçekten bir kapitalizm sorunu mu var? Otomotiv ve elektronik alanında dünyanın en büyük ticari markalarının arkasındaki bir ülke Kore. Hatta uzak doğudan çıkan ikinci Japonya mucizesi. Peki böyle zengin bir toplumun refah içinde olması beklenmez mi? Rakamlar öyle söylemiyor. Dünyada intihar oranının en yüksek olduğu ülkelerden biri Kore. Dizinin bir yerinde bir haber spikeri televizyonda ailelerin borçlanma oranlarına dair karamsar bilgiler veriyor. Kahramanımızın ve diğer karakterlerin içinde oldukları açmazlar da bir şekilde sistemin acımasızlığına dayandırılıyor. Eski kuşak Koreliler ise sistemin en büyük kurbanı durumunda. Diziye göre Kore’de hırslı ya da ahlaki olarak sorunlu genç nesiller var. Bunların hatalarının bedelini de yaşlı anne ve babaları ödüyor. Dizi, hepsi vahşi kapitalist sistemle ilgili daha pek çok temayı da içinde barındırıyor. Örneğin yarışmacı kalabalıklarla temsil edilen Kore toplumunda, kadınlara uygulanan diskriminasyon/ayırımcılık da açıkca gösteriliyor. Kahramanımızın filmin bütününde ahlaki açıdan hiçbir yanlışına şahit olmuyoruz. Ta ki bilyeyle oynanan oyunun en sonunda yaşlı rakibinin bunaklığından istifade ettiği ana kadar. Her ne kadar vicdan azabı çekse de bilerek ve isteyerek, -hayatta kalmak adına- doğru olmayan şeyler yapıyor.
Öte yandan dizide yine bizim toplumumuzda da sık sık karşımıza çıkan “Batılı olmak” tartışması oldukça görünür durumda. Yarışmayı düzenleyen organizasyon fonda Handel ya da Strauss çalarak katliam yapıyor; o maskeli kötü adamların büyük ihtimalle çoğu da batılı. Yüzlerini görmüyoruz ama aksansız ingilizce konuştukları için Kore’li olmadıklarını varsayabiliriz. Yine aynı şekilde yaşlı anneler Amerika’ya iş seyahatine giden çocuklarına “sıkı giyin” bile demeden önce “aman Kore yemekleri yemeyi ihmal etme” diye tembihliyorlar.
Dizideki Batı karşıtı ton çok belirgin. Ama asıl, içerdiği güçlü kapitalizm eleştirisi sayesinde çok konuşuldu. Basılı medya ya da ciddi internet portalleri dizi ile ilgili analizler yayımladı. Bir yandan diziden bahdeip bir yandan da kapitalizmin olası tehlikelerine karşı okuyucularını uyarmaya devam ediyorlar.
Aslında en başta da dediğim gibi konusu son derece basit ve ne karakterlerin ne de öykünün bir derinliği yok. “Hayatta kalmak” en temel içgüdümüz olduğu için bu temaya sahip, iyi kotarılmış filmler, diziler, çoğu zaman başarılı oluyor.
456 kişinin hayatta kalma mücadelesi! En sonda hayatta kalan bir kişinin kazanacağı 40 milyon dolar para için her şeyi yapmayı göze alması; diğerlerini öldürmeye varacak kadar canavarlaşması size de bir yerlerden tanıdık geliyor mu?
(Black Mirror jeneriğindeki cam kırılma kısmı)
Bir ekranın kararıp, kırılması nasıl oluyor dersiniz? Bana çok kanlı bir öykü ver.
“Öylesine bir öykü yoktur.” Farkındaysanız bugün (bu videoda?) sadece bir diziyi değil, Kore’yi, kapitalizmi, sosyalizmi Doğu’yu ve Batı’yı konuşuyoruz. Çok kanlı, basit ve çocuksu bir öykü. Asıl başarısı 2000 sonrasında dünyaya gelmiş ve “oyun kafasındaki” seyirciye ulaşabilmek. Onların çoğunun izleme yaş sınırının altında kaldığını bile bile.
Bu yapımın arkasındaki ismin Kore’ye, Kore toplumuna ayna tutmak gibi bir derdi olduğunu da gözden uzak tutamayız. Diziyi yapabilmek için verdiği emeği. Yıllarca uğraşmış, çalışmış, çabalamış ve kapitalizm ve modern toplum eleştirisi yaptığı bu eserini; bu kavramların en büyük aktörlerinden biri olan Netflix sayesinde bize de ulaştırmayı başarabilmiş.
Acaba burada dizinin kahramanının yaşlı rakibini kandırdığı gibi hileli bir durum mu var? Netflix yaş sınırı olan bir dizinin bu izlenme rakamlarına, normalde diziyi izlememesi gereken genç seyirciler sayesinde ulaştığının farkında değil mi? Geçtiğimiz günlerde eski bir Facebook çalışanı Facebook ve Instagram’ın genç insanlar üzerinde zararlı olduğunu bile bile hamleler yaptığını açıkladı. Sizce konu sadece Facebook ya da Instagram’la mı sınırlı? Bütünüyle sosyal medya… Hatta şu an içinde olduğum bu çerçeve bile… Masum mu?
Onlar… O algoritmaların arkasındaki kişiler en çok neyi arzuluyorlar sizce? Squid Game’deki oyuncuların iştahını kabartan tavanda asılı o domuzcuğun içindeki milyon dolarlar olabilir mi? Bir zamanlar sokakta Squid Game oynayan çocuklar şimdi de ekranlarda Screen Game oynamaya mı başladılar?
Peki sizin bu oyunun içindeki rolünüz ne? Siz kimin oyununu oynuyorsunuz?
“Neden herkes bu diziden bahsediyor?” için 3 yanıt
Dakika 16’dan sonrası olmasaydı çok şey anlatmışssınız o kadar çok şey anlatmışsınız ki koca boş diyecektim ta ki dakika 16’ya kadar sabırla bekleyene kadar..
barış abi 20 gündür araştırmama rağmen cevabını bulamadığım.bir soru var size sormak istiyorum. Lütfen dikkate alırsanız sevinirim. 🙂
Barış bey,
Bir video da UBI konusunda bekliyoruz. Yani Universal Basic Income.
İnsanların bu konuyu değerlendirmesi gerek artık. Pandemi dönemi yaşananlar bunu gösteriyor zaten…
Teşekkürler,