Son yayınladığım videoda yapay bir zeka tarafından senaryosu yazılan bir bilim kurgu filminden bahsetmiştim. Bu videodaysa gerçek bir zeka tarafından yapılan bir bilim kurguyu paylaşmak istiyorum. Pek çok kişinin adını bile bilmediği, bilse bile izlemediği, izlese bile sırf George Clooney oynadığı için yanlış versiyonunu seçtiği bir film bu. Doğru versiyon, izlenmesi gereken film: 1972 yapımı Solaris.
Bilim kurgu filmlerinden ne beklersiniz? Görsel efektler, robotlar, zamanda yolculuk… Bunların hiç birisi Solaris’te yok. Çünkü bu filmin yönetmeni Andrei Tarkovsky. Benim en favori yönetmenlerimden biri. Bir de Ingmar Bergman’ın. Bir de Akira Kurosawa’nın. Gelmiş geçmiş en yetenekli yönetmenlerin en çok saygı duyduğu yönetmenlerden biri. Hayatı bir yansıma, bir rüya olarak yakalayıp yeni bir film diliyle aktarabilmeyi başarmış bir şair, felsefeci, yönetmen.
Hayatında toplam 7 tane film çekti. Bunlardan iki tanesi bilim kurgu filmi. Ve aslına bakarsanız bu türü başkalarının anladığı gibi yorumlamıyor. Bilim ve kurgu. Bir başka deyişle dünya hakkındaki bilgimizi arttıran bilim ve dünya hakkındaki duygularımıza tercüman olan sanat.
Biraz da Solaris’ten bahsedelim mi? “Spoiler” kaygısı taşıyanlar şu andan itibaren filmin kendisini izlemeye başlasınlar. Ben genellikle böyle bir kaygı taşımam. İyi filmlerin “spoiler”la bozulamayacağını düşünürüm. Bir kaç spoiler yüzünden o film izlenemez hale geliyorsa çok da önemli bir film değildir bana göre. İyi bir filmi, daha doğrusu iyi bir sanat eserini tekrar tekrar izleyebilirsiniz, dinleyebilirsiniz.
Solaris, bilim kurgu yazarı Stanislaw Lem’in bir romanı. Yazar, uzaylılarla karşılaşma durumunda, onlarla iletişim kurmanın imkansızlığı üzerine kurgulamıştır bu romanı. Onun bu boyutunu değiştirdiği için de yönetmen Tarkovsky’ye biraz kızar. Uzayda geçen bir “suç ve ceza” yaptığını söyler.
Oysa Tarkovsky, tıpkı Kubrick’in 2001 Uzay Macerası’nda yaptığı gibi Solaris’de cevaptan çok soru üretir ve izleyiciler olarak bizden bu sorular üzerinde düşünmemizi ister.
Uzaylıların dünyamızı ziyareti temasının tersine, filmde insanlar uzaydaki bir gezegeni “Solaris”i ziyaret eder. Solaris okyanusla kaplı bir gezegendir. Interstellar’ı hatırladınız mı? Durun daha pek çok bilim kurgu filmi Solaris’ten ilham aldı. Gezegeni kaplayan okyanus, aslında devasa bir beyin. Uzaylı bir zeka. Ve insan aklını okuyabiliyor. Dahası bu derin okyanus, en derine saklanmış anılarınıza nüfuz edebiliyor. Hatta onları canlandırıyor. İnsanlar bu gezegeni gözlemlemek için onun yörüngesine bir uzay istasyonu oturtuyor. Ancak ironik olarak gezegen onları gözlemlemeye başlıyor.
Solaris’i izlemeden önce kendinizi hazırlayın. Bu alışık olduğunuz türden ve kolay izlenebilen bir film değil. Sabırlı olmanız gerekiyor. Filmin dünyasına girebilmek için onu yapan yönetmenin zihin dünyasına girmelisiniz. Solaris gibi davranmalısınız. Yönetmenin yazdığı günlükleri ve kitapları okuyabilirsiniz. Filmin içinde görsel efektlerle süslü uzay yolculukları bulamayacaksınız. Son derece kısıtlı şartlarda ve çok düşük bütçeyle çekilen bir film bu. Işık hızında gerçekleşen gösterişli bir uzay yolculuğu yerine yaklaşık 5 dakika boyunca yollarda geçen bir sekans izleyeceksiniz. Orada göreceğiniz araba saatte 55 km hızla giderken ve sizin sabrınızı test ederken onun üstünde bulunduğu dünya adlı devasa uzay gemisinin ondan 2000 kat daha hızlı hareket ettiği aklınıza gelecek.
Tarkovsky’nin şiirsel ya da düşsel diyebileceğimiz evreninde semboller ve metaforlarla karşılaşacaksınız. Bunlar üzerinde düşünmeniz gerekecek. Mesela şu sahneye bir bakın. Uzay istasyonuna gitmeden önce kahramanımızın dünyadaki evinde geçirdiği son gece. Hiç bir konuşma yok. Mutlak bir sessizlik. Masanın üstüne uzaya götüreceği eşyalar dağılmış. Kapağı açık olan kitabın üstündeki resimden onun hangi eser olduğunu çıkartabildiniz mi? İnsanın keşfetme cesaretini sembolize eden Don Kişot. Yanındaki kutuda dünyadan götüreceği toprak parçası ve onun içinde küçük bir bitki var. Şu anda bugüne kadar yaşadığı evin yani konfor alanının içinde. Ama az sonra dışarı çıkması gerekecek. İlerideki merdivenler uzaya çıkacağı fırlatma rampası gibi gözüne çarpıyor. Odanın duvarları çıkacağı yolculuk konusundaki tutkusunu yansıtan resimlerle dolu. Yerden yükselen balonlar. Ev dediğimiz bu dünyadan ayrılınca neyle karşılacak? Başka yaşam türleriyle mi? Ve bir sonraki planda uzaydayız.
Biraz abartılı, maksadını aşan bir analiz yaptığımı mı düşünüyorsunuz? Belki de. Ama sanatın güzelliği de bu değil mi? Yoruma açık olması. Filmin ilerleyen dakikalarında Don Kişot’u uzay istasyonunda tekrar göreceğiz. Korku ve cesur olmaya çalışırken komik duruma düşmek hakkında konuşurlarken. Dünyadan aldığı toprağı ve bitkiyi taşıyan metal kutu ise filmin en başından en sonuna kadar kahramanımıza eşlik edecek. “Wall-e” filmini izleyenler bu bitki meselesini daha iyi hatırlayacaktır.
Filmin en beğendiğim sahnelerinden biri uzay istasyonundaki kütüphanede geçiyor. Kendisi de bir fotoğrafçı olan yönetmen çok güzel bir ışıklandırmayla sahneyi tablo güzelliğine kavuşturmuş. Bilim insanları etraflarını çepeçevre saran edebiyat ve sanat eserlerinin ortasında hayatın anlamını sorguluyor. Onların seslerini duyarken kamera bize bir insanı işaret ediyor. Ona duyduğumuz sevgiyi…
Sevgi ve fedakarlık konularını sıkça işleyen yönetmene bir yerde şu soru soruluyor: “Andrei, sanat nedir?” Sanatçının cevabı şöyle: “Sanatı ya da herhangi bir konsepti tanımlamadan önce daha önemli bir sorunun cevabını vermeliyiz. İnsanın bu dünyadaki hayatının anlamı ne? Belki buradayız çünkü kendimizi ruhsal olarak zenginleştirmemiz gerekiyor. Eğer hayatımız bu ruhsal zenginleşmeye bağlıysa o zaman sanat oraya ulaşmanın bir yolu.”
“Bazıları sanatın insanın dünyayı bilmesine yardımcı olduğunu söylüyor, tıpkı diğer entelektüel faaliyetlerde olduğu gibi. Ben bu türden bir bilmeye inanmıyorum. Bu konuda neredeyse bir bilinemezciyim. Bilgi bizi bu dünyadaki temel amacımızdan uzaklaştırıyor. Ne kadar çok bilirsek o kadar az şey bildiğimizi fark ediyoruz. Derine gittikçe ufkumuz daralıyor.”
Bilim kurguyu bir çeşit kaçış olarak görürüz. İçinde yaşadığımız dünyadan, başka dünyalara bir kaçış. Solaris, aslında başka dünyaları istemediğimizi bize gösteriyor. İsteğimiz yalnızca, içinde kendimizi göreceğimiz bir ayna.
“Tarkovski’ye göre Bilim Kurgu ve Solaris” için 3 yanıt
Size ulaşabileceğim bir yer gerekli burasıda bir yer fakat yardıma ihtiyacım var bir projem çalındı. ve bunu yapan firmayı yakından tanıyorsunuzdur belkide. bana yardımcı olurmusunuz. projemin çalınması bence sıradan bir olay olmamalı
Selamlar!… Öncelikle çok teşekkürler. Diğer videolar/hikayeler gibi bu paylaşım da çok kaliteli ve etkileyici. Benim istediğimbir husus da mümkünse Türk Yönetmenlerden, mesela Zeki Demirkubuz gibi yönetmenlerimizin de filmlerinden analiz ve hikaye yapabilir misiniz? Sevgiler!..
Sanırım Realitè isimli film de bundan ilham aldı. Çünkü onda da uzun süreli bir araba sürüşü çekiliyordu