Burası Neretva Vadisi. 3,5 milyar yıl önce Mars’ta bu bölgede gürül gürül bir nehir akıyordu. 3,5 milyar yıl sonra Dünya adlı bir gezegenden oraya gönderilen bu robot ilginç bir taşla karşılaştı. Bu taşın üzerinde tıpkı Dünya’dakilere benzer izler vardı. Perseverance’ın bu bulgusu, Mars’ta yaşam keşfine şimdiye kadar en çok yaklaştığımız an. Kızıl Gezegen’de olası bir biyoimzanın tanımlanması çığır açıcı bir keşif ve bu Mars’ı anlamamızda büyük bir ilerleme sağlayacak.
Evet dün yapılan NASA basın toplantısında bu animasyon ve çok önemli bilgiler paylaşıldı. Ve ben de size Mars’ta hayatın izlerini bulmuş olabileceğimiz bu yeni keşiften bahsedeceğim bugün. Önce kısa bir özet geçeyim.
NASA’nın Perseverance rover’ı geçen yıl Temmuz ayında Mars’ın Jezero Krateri’nde “Cheyava Falls” adını verdikleri kayada leopar desenine benzer lekeler keşfetti. Bu lekeler, milyarlarca yıl önce Mars’ta mikroskobik yaşamın var olmuş olabileceğine dair en güçlü ipuçlarını veriyor. NASA yetkilileri bu bulguyu “Mars’ta yaşam keşfetmeye en yakın geldiğimiz an” olarak tanımladılar. Elbette bu henüz kesin bir yaşam kanıtı değil, bilim insanları “potansiyel biyoimza” diyor dikkatli bir şekilde. Ama eğer doğruysa, bu evrendeki yerimiz hakkındaki anlayışımızı temelden değiştirecek bir keşif olacak. Peki bu kayada tam olarak ne buldular ve neden bu kadar heyecan verici?
Perseverance rover’ı 2021’de Mars’a indi biliyorsunuz, o zamanlar canlı olarak inişini izlemiştik hep birlikte. İşte bu rover aslında tam da böyle bir keşif için tasarlanmış bir araç.
İniş için Jezero Krateri‘ni seçmişlerdi çünkü milyarlarca yıl önce burada dev bir göl varmış. Bu krateri besleyen nehir kanalları hâlâ görülebiliyor Mars’ın yüzeyinde. İşte tam bu yüzden Jezero mükemmel bir avcılık alanı. Başka bir gezegenden örnekler toplamak için harika bir alan. Çünkü Dünya’da yaşamın en iyi korunduğu yerler de böyle yerler. Eski göl ve nehir yatakları. Perseverance’ın bulduğu “Cheyava Falls” kayası da tam böyle bir yerde, Neretva Vallis adlı eski bir nehir vadisinde duruyor.
Bu arada bu isimlendirmelere dikkatinizi çekmek istiyorum. Jezero kraterine indi dedik değil mi? Jezero Bosna Hersek’te bir köyün adı. 500 kişi filan yaşıyor. Ve Göl demek. Hatta Osmanlılar zamanında o köyün adı Gölhisar diye geçiyor kaynaklarda.
İşte Mars’taki Gölhisar’a inen Perseverance’ın örnek topladığı kayanın bulunduğu yerin adı da Neretva Vallis, yani Neretva vadisi.
Neretva da yine Bosna Hersek’teki bir nehir. Hatta meşhur Mostar Köprüsü de o nehrin üzerine kurulmuş durumda.
Mars’taki Neretva vadisi de zamanında suyla doluymuş, kratere doğru akan suyla oyulmuş o vadi. Rover’ın üzerindeki bilimsel enstrümanlar oradaki tortul kayaların kil ve silt içerdiğini keşfetti. Bunlar Dünya’da mikroorganizmaların kalıntılarını mükemmel şekilde koruyan malzemeler. Yani aslında Perseverance tam da doğru yerde, doğru tür kayalara bakıyordu. Birazdan sağ üst köşede gördüğümüz “Bright Angel – Parlak Melek” alanına doğru ilerleyeceğiz. Çünkü keşif orada yapıldı. Ama ondan önce bunu sizin de araştırabilmeniz için bir şey göstereceğim.
Bakın burada Perseverance’ın ilk gününden itibaren neler yaptığını harita üzerinden görebilirsiniz. Tüm bunların linklerini açıklamalar bölümüne bırakacağım. İlk indiği yer burası. Hemen örnekler toplamaya başladı. Sample_num 1 ilk örnek. Sonra bu şekilde hareketine devam etti. 4 yıldır izlediği tüm rota bu şekilde. Gölün içinden kenarına doğru ilerledi. Bir yandan yanında getirdiği dronu uçurdular, başka bir gezegende insan eliyle uçurulan ilk araç oldu o da. 72. uçuşunu şu noktada gerçekleştirdi. Burası haritadan da görebileceğiniz gibi üzerinde konuştuğumuz meşhur vadi. Neretva vadisi. Ve burada şu nokta bizi ilgilendiriyor. 25 numaralı örneğin alındığı yer.
Geçen yaz, tam benim doğum günümde, 23 Temmuz 2024’te Perseverance orada bir kayayla karşılaştı. Şu kayayla. Hemen bir selfie çekti çünkü bilim ekibi hiç beklemediği bir şey gördü orada. Ok ucu şeklindeki bu kaya, yaklaşık 1 metre uzunluğunda ve 60 santim genişliğinde. Üzerinde ilginç desenler var. Küçük benekler ve noktalar.
Bilim insanları bunlara “haşhaş tohumu” ve “leopar lekesi” adını verdiler. Kayada büyük beyaz damarlar uzanıyordu. Bunlar kalsiyum sülfat minerali ve bir zamanlar suyun bu kayadan aktığının kesin kanıtı.
Suyla ilgili daha önce de kanıtlar bulundu diyeceksiniz, bunun ne önemi ya da farklılığı var? Bu kayadaki en ilginç şey bu damarlar arasındaki kırmızımsı bölgelerde bulunan milimetre boyutundaki düzensiz beyazımsı lekeler. Her birinin etrafında siyah bir halka var, o yüzden leopar desenine benziyor. İşte bunu fotoğraflardan gören bilim ekibi hemen Rover’ın üzerindeki SHERLOC adlı cihazı çalıştırdı.
Adını meşhur dedektifimizden alan bu bilimsel enstrüman da orada organik karbon molekülleri tespit etti, yani yaşamın yapı taşlarını.
Elde ettikleri Raman spektrumlarında, organik madde varlığının göstergesi olan G bandını gördüler. Bu, çamurun organik maddeyle birlikte çökelmiş olduğunu gösteriyor. Ve PIXL adlı diğer bir cihaz da bu lekelerin demir ve fosfat açısından zengin olduğunu buldu. Dünya’da da bazı kayalarda böyle desenler var ve bunlar genelde iki şekilde oluşuyor: ya mikroplar tarafından yapılıyor, ya da yaşamın kullanabileceği kimyasal reaksiyonlarla meydana geliyor.
İşte bilim insanları, bu leopar lekelerinde bulunan kimyasal bileşimi analiz ettiklerinde, iki özel mineral buldular: vivianit ve greigit. Vivianit, hidratlı demir fosfat içeren bir mineral; Dünya’da genelde göl tortullarında, bataklıklarda ve çürüyen organik madde çevresinde bulunuyor.
Greigit ise demir sülfür minerali, onu da bazı mikroorganizmalar üretiyor. Daha da ilginci, bu iki mineral organik karbon ile birlikte, elektron transferi reaksiyonlarının sonucu oluşmuş gibi görünüyor. Bu tam da mikroorganizmaların enerji üretmek için kullandığı türde reaksiyonlar.
İşte tüm bu bulgular geçtiğimiz Çarşamba günü saygın bilim dergisi Nature’da yayımlandı. Araştırmanın başyazarının bir toplantısına katıldım, orada dedi ki: “Bright Angel formasyonunda bulduğumuz kimyasal bileşikler kombinasyonu mikrobiyel metabolizma için zengin bir enerji kaynağı olabilir.” Yani mikropların faaliyetleri sonucunda oluşmuş olabili diyorr. Tabii ki bu mineraller yaşam olmadan da oluşabilir ama yüksek sıcaklık ya da asidik koşullar gerekir bunun için. Oysa Mars’taki bu kayalarda böyle koşulların izine rastlamadılar. O yüzden bugüne kadar bulunan en önemli kanıtlardan biri haline geldi.
Peki o zaman neden bilim insanları “Mars’ta yaşam bulduk!” diye bağırmıyorlar? Çünkü bilim böyle çalışmıyor. NASA’nın proje bilimcisi Katie Stack Morgan da vardı katıldığım toplantıda ve o da şöyle söyledi: “Astrobiyoloji iddiaları, özellikle geçmiş dünya dışı yaşamın keşfi ile ilgili olanlar, olağanüstü kanıt gerektirir.” Evet, bu mineraller ve organik maddeler Dünya’da genelde mikroorganizmalarla ilişkili ama Mars’ta başka açıklamaları da olabilir diye temkinli açıklamalar yapıyorlar. Örneğin, az önce de söylediğim gibi organik moleküller çok yüksek sıcaklıklarda pişirilirse ya da asitli koşullara maruz kalırsa benzer lekeler oluşabilir. Bu rada temkinli yaklaşımın bir başka sebebi de geçmişte başka bilim insanlarının yanılmış olmaları.
Örneğin 1984’te Antarktika’da bulunan Mars meteorunda da yaşam izleri olduğu sanılmıştı, ama sonradan jeolojik süreçlerden kaynaklandığı anlaşıldı. O yüzden bu sefer daha dikkatliler. “Biyotik olmayan açıklamalar bulgularımız ışığında daha az olası görünse de, onları tamamen dışlayamayız” diyor Katie Stack Morgan. Bu yüzden şimdilik “potansiyel biyoimza” diyorlar, kesin yaşam kanıtı değil.
Kesin yanıtı almak için bu kayaları, bu örnekleri Dünya’ya getirmek gerekiyor. Zaten hedef de buydu, Perseverance gönderilirken yaptığım canlı yayında bundan bol bol söze etmiştim, amaç örnekleri geri getirmek diye anlatmıştım. Ancak şu anda ABD yönetimindeki değişiklikler nedeniyle burada bir sorun yaşanıyor. NASA ve Avrupa Uzay Ajansı’nın Mars Örneklerini Getirme Misyonu (Mars Sample Return) tam bir bütçe krizi içinde. Başlangıçta 6-7 milyar dolara mal olacağı düşünüyordu, şimdi 11 milyar dolara kadar çıktı bütçe isteği. NASA’nın bir önceki yöneticisi Bill Nelson “11 milyar dolar çok pahalı ve 2040’a kadar beklemek kabul edilemez” dedi. Çünkü mevcut planla örnekler ancak 2040’larda Dünya’ya gelebilecek. Perseverance şu ana kadar 30’dan fazla örnek topladı ama onları getirmek için robotik bir iniş aracı, Mars’tan fırlatma roketi ve bir de yörünge aracı gerekiyor. Bu karmaşık sistem bütçeyi patlatınca NASA “sıfırdan planlamaya” başladı. 2025 yılı için sadece 200 milyon dolar bütçe ayrıldı, ondan önceki yıl 300 milyon dolardı. Dolayısıyla Rover’la bilimsel olarak yapabilecek neredeyse her şey yapıldı, sınırlarına gelindi. Bundan sonra kesin yanıtlar için bu kayaları Dünya laboratuvarlarına getirmek şart.
Peki bu ne zaman olabilir? Maalesef bu sorunun cevabı giderek daha da belirsizleşiyor. NASA şu anda iki farklı seçenek üzerinde çalışıyor: Birincisi, Curiosity ve Perseverance’ı indiren “sky crane” teknolojisini kullanarak daha küçük bir misyon tasarlamak. İkincisi ise SpaceX ya da Blue Origin gibi özel şirketlerin ağır iniş araçlarını kullanmak. Her iki durumda da en erken 2035, en geç 2039’da örneklerin Dünya’ya gelmesi bekleniyor. Ama NASA 2026’ya kadar hangi yolu seçeceğini bile bilmiyor. Üstelik bütçe sorunu çözülmezse bu tarihler daha da kayabilir. Çin’in Tianwen-3 misyonu da Mars örnekleri getirmeyi planlıyor ve belki onlar daha hızlı olabilir. Burada ironik bir durum daha var: Aynı dönemde Mars’a astronot göndermeyi planlıyoruz ama kayaları getiremiyor olabiliriz. En iyimser senaryoda bile Cheyava Falls’taki “leopar lekeli” kayanın sırrını çözmek için en az 10 yıl daha bekleyeceğiz. Bu arada Perseverance Mars’ta örnekleri toplamaya devam ediyor, sanki birinin onları alacağından eminmiş gibi. Sabır diyeceğiz artık. Bilim insanlarından öğreneceğiz sabretmeyi de, bazı şeylere tahammül etmeyi de. Sabretmek bilimin en zor gereksinimlerinden biri galiba.
Ama buna değer. Çünkü bu keşif aslında insanlık için çok daha büyük bir sorunun parçası: Evrendeki yerimiz nedir? Eğer Mars’taki bu leopar lekeli kayada gerçekten yaşam izleri varsa, bunun anlamı şu: yaşam Dünya’ya özgü, tek seferlik bir mucize değil. Carl Sagan’ın dediği gibi, eğer sadece iki gezegende yaşam varsa, bu “evrende yaşamın her yerde olabileceği” anlamına gelir. Perseverance’ın bulduğu o minik mineral tanecikleri belki de 3.5 milyar yıl önce Mars’taki gölde yaşayan mikropların son nefesinin kanıtı. O zamanlar Mars sıcak ve ıslaktı, Dünya ise henüz yaşamın ilk adımlarını atıyordu. Her iki gezegende de aynı süreçler işliyorsa, galaksimizin 100 milyar gezegeninde neler olup bittiğini hayal edin. Tabii ki henüz kesin değil. Bilim böyle çalışıyor: küçük adımlarla, şüpheyle, sabırla. Ama şunu unutmayın: Bu araştırmanın kendisi bile mucizevi. 200 milyon kilometre ötedeki bir robotu kontrol edip, milimetre küçüklüğündeki mineral taneciklerini inceliyoruz. İnsanlık olarak çok büyük sorular sorabileceğimiz bir döneme girdik. Mars bize bu soruların cevaplarını verecek mi? Birkaç yıl sonra göreceğiz. Ama ancak sorular sorduğumuz sürece, cevaplara yaklaşacağız. Ancak sorular sorduğumuz müddetçe, evrenin sırlarını çözmeye devam edeceğiz.