Ulukurt geri döndü! (mü?)
Tam 10 bin yıldır yeryüzünden tamamen silinmiş, sadece fosillerinden bildiğimiz efsanevi bir canlıyı, bugünün dünyasında yeniden canlandırmak mümkün mü sizce?
Kulağa bir bilim kurgu filminden fırlamış gibi geliyor, değil mi? Neydi o film? Jurassic Park.
İşte bu hafta böylesine inanılmaz görünen bir haberle başladı: Bilim insanları, bunu başardı! Kısmen.
Evet, yanlış duymadınız. Nesli tükenmiş bir hayvan yeniden aramızda dolaşmaya başladı. Buz Devri’nin ikonik yırtıcısı Ulukurt (Canis dirus)… geri döndü!
En azından bunu gerçekleştiren şirketin iddiası bu şekilde. Ancak bu canlıları ‘nesli tükenmişlikten geri döndürmek’ yerine, aslında ‘Ulukurt’a benzeyen sentetik bir organizma ortaya çıkarıldı’ demek daha doğru bir tanım olur ve bunun gerekçesini ilerleyen dakikalarda açıklayacağım. Biz şimdi Colossal’ın sunduğu hikayenin izinden gitmeye devam edelim.
Geçtiğimiz Ekim ayında doğan bu yavru kurtlar aradan 6 ay geçtikten sonra bu hafta Dünya’ya duyuruldu. Birine Remus, diğerine de Romulus adını vermişler. Roma’yı andırıyor değil mi bu isim, zaten ilgisi var anlatacağım daha sonra.
Bu iki yavru ilk doğduklarında köpek yavrularına benziyorlar. 15 günlükken, minik patileriyle ilk adımlarını atmaya başlamışlar.
Bir aylık olduklarında, yavrular köpeklerden farlı oalrak gelişimlerinin dönüm noktasına ulaşmış: Geçiş evresine. 1 aylıkken hırlamayı, çiğnemeyi öğrenmişler ve yuvalarından çıkıp gerçek dünyaya ilk adımlarını atmışlar.
Üç ay sonra, 2025’in başında yavrular için sosyalleşme dönemi başlamış. Bu, gelişimlerinin en kritik evrelerinden biri. Sütten kesilmişler, oyun oynayarak içgüdülerini keskinleştirmişler ve aralarındaki bağı güçlendirmeye başlamışlar. Bu dönemde dişleri büyümüş. Geyik boynuzları ve dallarla oynarken hem dişlerini güçlendirmişler hem de bu egzersiz kemiklerinin gelişimine yardımcı olmuş.
Beşinci ayda içlerinde yeni bir içgüdü uyanmış: Yavrular artık hiyerarşiyi algılamaya, birbirlerine meydan okumaya ve sürü kurallarını öğrenmeye başlamışlar. Bu dönem, onlar için hızlı büyüme ve sosyal düzenin farkına varma evresi diyor bilim insanları. Onlar itişip, kapışarak her ne kadar oyun oynuyor gibi görünse de, aslında bu hareketler sürü yaşamına ciddi bir hazırlık.
Tekrar vurgulamakta fayda var. Bu gördüğünüz kurtların 10.000 yıl önce nesli tükenmişti. Şu anda gizli bir yerdeki 2000 dönümlük çitlerle çevrili özel bir arazide serbestçe koşturup oynayan bu kurtlardan Dünya’da sadece iki tane var-dı.
Bilim insanları bu iki erkek kurttan sonra bir de dişiyi Dünya’ya getirmişler. Bunun da adı: Khaleesi. Soyu tükenmişlikten kurtarılan ilk dişi ulu kurt.
Bu yavrular henüz sadece 6 aylıkken bile 1 metre 20 santimetre uzunluğa ve yaklaşık 40 kilogram ağırlığa ulaştılar! Yetişkin bir Ulukurt’un ne kadar devasa olabileceğini hayal edebiliyor musunuz?
Peki ama nasıl? Binlerce yıl önce yok olmuş bir tür nasıl geri getirildi? Bu Ulukurtlar soyu tükenenlerle birebir aynı mı? Ve daha da önemlisi, gelecekte başka hangi hayvanlar geri döndürülecek?
İşte bu videoda, adeta bilimin sınırlarını zorlayan bu inanılmaz hikayenin tüm detaylarına ineceğiz. Ama önce “Ulukurt, Ulukurt” deyip duruyoruz da tam olarak nedir bu Ulukurt? Bizim bildiğimiz kurtlardan ne farkı var?”
Latince adı “Canis Dirus” olan bu hayvanlara İngilizce’de “Dire Wolf” adı verilmiş. Yani aslında “Korkunç, müthiş, dehşetli” kurt oalrak tanımlanmış. Çünkü Ulukurtlar, Buz Devri sırasında Kuzey ve Güney Amerika’da yaşamış devasa büyüklükte yırtıcılardı. Onları şu anda zaten yaşamakta olan ama maalesef nesli tükenmeye yüz tutmuş gri kurtların daha büyük, daha kaslı ve daha güçlü kuzenleri gibi düşünebilirsiniz. Bildiğimiz kurtlara göre daha geniş kafaları, inanılmaz güçlü çeneleri ve çok daha büyük dişleri vardı. Yani tam bir mega-avcı da diyebiliriz onlar için. Günümüz kurtlarından oldukça farklı bir soya sahipler aslında, o kadar ki bazı bilim insanları onları tamamen ayrı bir cins olarak bile değerlendiriyor.
Peki, bu heybetli canlılar neden yok oldu? Buz Devri sona ererken iklim değişti ve Ulukurtların avladığı mamutlar, dev bizonlar gibi devasa hayvanlar da ortadan kalktı. Ulukurtlar bu büyük avlar konusunda o kadar uzmanlaşmıştı ki, avları yok olunca onlar da hayatta kalamadılar ve yaklaşık 10 bin yıl önce tamamen nesilleri tükendi.
İşte bilim insanları, onları geri döndürmek için binlerce yıllık Ulukurt fosilleriyle işe başladı. 13 bin yıllık bir Ulukurt dişinden ve tam 72 bin yıllık bir kulak kemiğinden DNA örnekleri çıkardılar. Bu DNA’yı analiz edip Ulukurt’un genetik şifresini çözdüler.
Ama burada ilginç bir durum var: Bu hayvanları geri getirmek için buldukları o antik DNA’yı doğrudan kullanmadılar. Onun yerine, günümüzde yaşayan normal kurtların genlerini aldılar ve tam 14 farklı gen üzerinde yalnızca 20 küçük değişiklik yaptılar. Sadece bu birkaç değişiklikle Ulukurt’un dev boyutları, daha güçlü kasları ve geniş çeneleri ortaya çıktı.
Standart klonlamadan farklı olarak, direk dokudan değil, kan örneğinden alınan özel hücrelerle (endotel progenitör hücreleri) kullanılarak klonlama yapılmış. Bu yöntem hem daha az invaziv, yani daha az zarar verici hem de başarı oranı daha yüksek bir yöntem.
Bu düzenlenmiş genetik materyali kullanarak klonlama yöntemiyle 45 embriyo üretilmiş ve bu embriyoları taşıyıcı anne köpeklerin rahmine yerleştirmişler. Evet, yani bu yavruların anneleri aslında normal evcil köpekle. Tabi özel olarak seçilmiş sağlıklı ve büyük cins köpekler, taşıyıcı anne olarak kullanılmış ve yavrular sezaryen yöntemiyle dünyaya getirilmiş. 4 kişilik bir ekip bu ameliyatı gerçekleştirmiş, ve 4 kişilik başka bir ekip de yavruların bakımıyla ilgilenmiş.
Taşıyıcı anne ile sadece birkaç gün kaldıktan sonra, annenin aşırı korumacı davranması nedeniyle biberonla beslenmeye geçilmiş. 8 haftada sütten kesilmişler.
Bilim insanları yavruların doğumundan kısa süre sonra çok şaşırtıcı bir olay yaşamış. Romulus ve Remus henüz birkaç haftalıkken, veteriner ekibinden biri onları tartıyormuş ve o sırada ‘Küçük Deniz Kızı’ çizgi filminden bir şarkıyı mırıldanmaya başlamış.
Şarkının melodisi önce yükselmiş, sonra alçalmış… ve tam o anda beklenmedik bir şey olmuş: Bu minik Ulukurt yavruları, o şarkı sesini duyunca, hayatlarında ilk kez ulumaya başlamışlar.
“O an odadaki herkes donakaldı” diye anlatıyorlar. Çünkü bu uluma, 10 bin yıldır dünya üzerinde hiç duyulmamıştı. Yani Romulus ve Remus, adeta geçmişten gelen bir çağrıyı yeniden canlandırmış gibi oldular.
Düşününce benim tüylerim diken diken oluyor. Çünkü bu iki yavruya Roma’yı kuran efsanevi ikiz kardeşlerin isimleri verilmişti. O efsanede Romulus ve Remus’u bir dişi kurt büyütmüştü. Şimdi ise tam tersi oluyor: Geçmişin unutulmuş kurtlarını, insanlık büyütüp hayata döndürüyor.
O günden itibaren bu yavrular büyük bir hızla büyümüşler. Yani normal köpeklerden çok daha hızlı bir şekilde. Ayrıca çok belirgin kurt davranışları sergilemeye başlamışlar.
Henüz çok küçükken bile içlerindeki avcılık içgüdüsü çok güçlüymüş. Hareket eden yaprakları, küçük böcekleri avlamaya çalışıyorlarmış. Beslenmelerinde sığır eti, at eti, geyik eti ve ciğer gibi sakatatların kullanılmış. Başlangıçta etleri püre halinde vermişler, sonra bütün olarak verilmeye başlanmış ama henüz hiç canlı av avlamamışlar.
Ve bu arada insanlara da mümkün oldukça yaklaşmamışlar. Kendilerini besleyen bilim insanlarına bile hep mesafeli kaldıklarını söylüyorlar.
Yani hangi genleri nasıl değiştirdiler bilmiyorum ama bir şekilde içlerinde 10 bin yıl öncesinden kalma bir mesaj tekrar ortaya çıkmış gibi: ‘İnsanlara güvenme!'”
Nitekim az önce de söylediğim gibi onları hayata döndüren bilim insanları da şu anda yerlerini saklıyor. 2000 dönümlük ve errafı 3 metre yüksekliğinde çitlerle kaplı özel bir arazide oldukları bilgisini veriyorlar. Bir yandan da bu yavruların doğada hayatta kalıp kalamayacağını araştırıyorlar.
—-
SPONSOR
—-
İşte tam bu noktada, bu heyecan verici gelişmenin arkasındaki bazı önemli detaylara ve kritik tartışmalara değinmek gerekiyor. Colossal şirketinin ‘Ulukurtları geri getirdik, nesli tükenmiş bir türü canlandırdık’ iddiası, medyada büyük yankı uyandırsa da bilimsel olarak tam da gerçeği yansıtmıyor.
Evet, kullanılan teknoloji, özellikle kandan hücre alıp klonlama yapabilmek ve çoklu gen düzenleme (multiplex editing) gibi yöntemler gerçekten çığır açıcı. Bunlar gelecekte tür koruma çalışmaları için umut vadeden gelişmeler.
Ancak ortaya çıkan bu canlılar, 10 bin yıl önce yaşamış Ulukurtların birebir aynısı değil. Daha doğrusu, bunlar aslında günümüz gri kurtlarının DNA’sı üzerinde, Ulukurt’a benzemesi hedeflenen belirli özellikleri ortaya çıkarmak için yapılan sadece 20 kadar genetik değişiklikle yaratılmış hayvanlar. Yani bir nevi ‘Ulukurt görünümlü’ gri kurtlar.
Hatta işin ilginç yanı, bazı önemli bilimsel araştırmalar Ulukurtların gri kurtlarla o kadar da yakın akraba olmadığını, yaklaşık 6 milyon yıl önce ayrılan çok daha eski bir soydan geldiğini ve belki de çakallara daha yakın olabileceğini gösteriyor. Colossal bu görüşe katılmıyor gibi görünse de, kendi iddialarını destekleyen detaylı bilimsel verileri henüz kamuoyuyla paylaşmadı.
Dolayısıyla bu canlıları ‘nesli tükenmişlikten geri döndürmek’ yerine, aslında ‘Ulukurt’a benzeyen sentetik bir organizma yaratmak’ demek daha doğru bir tanım olur. Bu durum, onların eski ekosistemleri ve avları yok olduğu için günümüz doğasında doldurabilecekleri doğal bir ‘niş’ olup olmadığı sorusunu da gündeme getiriyor.
Yani yapılan şey, geçmişteki bir türü birebir diriltmekten çok, ileri genetik mühendislik teknikleriyle yeni bir canlı formu tasarlamak anlamına geliyor.
—
Peki, bu canlıları geri getirmenin amacı neydi? Bilim insanları neden binlerce yıl önce kaybolmuş bir hayvanı yeniden canlandırmak istedi?
Peki bilim insanları neden 10 bin yıldır nesli tükenmiş bir türü, yani Ulukurt’u tekrar hayata döndürmek istedi?
Aslında amaç, sadece ilginç bir deney yapmak değil. “Bu çalışma, gelecekteki canlıları korumak için atılan dev bir adım.” diyorlar.
Dünyada her yıl yüzlerce canlı türünün nesli tükeniyor ve gezegenimizin biyolojik çeşitliliği hızla azalıyor. Hatta 2050 yılına kadar bu çeşitliliğin %30’u yok olacak.
İşte bilim insanları, Ulukurt’u yeniden hayata döndürürken öğrendikleri yöntemlerle, nesli tükenme tehdidindeki canlıları korumayı amaçlıyor.
Bu işlemi gerçekleştiren Colossal şirketi, Ulukurt’ta kullandıkları yöntemlerle Kızıl Kurt’un neslini kurtarmaya çalıştıklarını ifade ediyor.
“Bu yöntem sayesinde, nesli tükenmeye çok yaklaşan türlere kaybettikleri genetik çeşitlilik tekrar kazandırılabilir.” diyorlar.
Bu arada sadece kurtlar üzerinde değil başka canlılar üzerinde de çalışıyorlar. Çok daha iddialı projeler üzerinde.
Bunlardan biri, binlerce yıl önce yok olmuş dev tüylü mamutları geri getirmek. Hatta bunun için, mamut genleri taşıyan fareler bile şimdiden üretildi. Geçtiğimiz yıllarda bu projeye ilişkin ayrıntılı bir video hazırlamıştım.
Bunun yanı sıra 100 yıl önce yok edilen Tazmanya Kaplanı’nı geri getirmek de bilim insanlarının gündeminde. “Bu türler üzerinde yapılan çalışmalar, nesli tükenmekte olan akrabalarını korumakta da büyük rol oynayabilir.” diyorlar.
Yani Ulukurtların geri dönüşü aslında çok daha büyük bir hikâyenin başlangıcı olabilir. Ama işte düşünmeden edemiyoruz. İnsanlık bu türleri geri getirmekle doğru mu yapıyor, yoksa doğaya müdahale etmek riskli bir iş mi? Bu sorunun cevabı var mı sizde?
Şimdi gelin, bu çalışmaların getirdiği etik tartışmalara ve risklere biraz daha yakından bakalım.
En büyük endişelerden biri, ‘yeniden canlandırılan türlerin’ doğaya salındığında ne gibi sonuçlar doğuracağı.
Geçmişte insanlar, doğaya müdahale ettiklerinde pek çok kez beklenmedik sonuçlarla karşılaştı. Mesela Avustralya’ya getirilen kamış kurbağaları, böceklerle savaşmak yerine yerel hayvanların neslini tüketmeye başladı.
Ya Ulukurt veya ileride mamut gibi büyük canlıların doğaya etkisi beklenenden çok daha farklı olursa?
Ayrıca bu yöntemlerin riskleri de var. Klonlama ve diğer genetik mühendislik teknikleri, hayvanlarda sağlık problemlerine sebep olabilir. Bazı uzmanlara göre, klonlanan hayvanların çoğunda bağışıklık sorunları, organ bozuklukları ve erken yaşlanma gibi problemler yaşanıyor.
Bir başka etik kaygı da, bu hayvanların sosyal ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağıyla ilgili. Ulukurtlar normalde çok geniş alanlarda, büyük sürüler halinde yaşardı. Ama bugün doğan yavrular, hayatlarını bir koruma alanında küçük gruplar içinde geçirmek zorunda kalacak. Bu onlar için yeterli olacak mı, onların doğasına uygun mu?
İşte böyle bir çağda yaşıyoruz. Bir yanda doğayı yok eden de biziz, diğer yanda doğanın kadim çocuklarını yeniden yaşama döndüren de yine biz. Bu genç Ulukurtlar, sadece fosillerden bildiğimiz bir sesi tam 10 bin yıl sonra ilk kez duyurdular bize.
Belki de asıl soru, onları geri döndürmenin doğru olup olmadığı değil. Asıl soru: Onlara yeniden hayat verdiğimiz bu dünyayı, onların yaşayabileceği kadar güzel ve güvenli hale getirebilecek miyiz?