Kategoriler
Bilim Uzay

Bu gezegende uzaylı yaşam mı keşfedildi? K2-18b

Hani bazı bilim-kurgu filmlerinde olur ya… Bir grup araştırmacı ilginç bir şeyler keşfeder. Şimdi buna benzer bir şeyi anlatacağım ama bu kez kaynak bir film değil, gerçek bir olay.

Cambridge’de ötegezegenleri araştıran bir grup astrofizikçi, her gün olduğu gibi o gün de topladıkları verileri inceliyordu. Son zamanlarda pek çok araştırmacının gözdesi olan K2-18b gezegeninin verilerine baktılar. Ve hiç beklemedikleri bir şeyle karşılaştılar. Orada olmaması gereken, sıradışı bir şeyler var gibi duruyordu. Bu gerçekten de mümkün olabilir miydi? Yoksa… Uzaylı yaşamın izlerini mi keşfetmişlerdi?

[…yaşamın işaretçisi olduğunu bildiğimiz bir molekülü tespit ettik]

[…orada olduğundan ve bunun yaşam kaynaklı olduğundan emin olmalıydık]

İşte bu olay, 2023 yılında Cambridge’de bir araştırma grubunun başına geldi. Belki hatırlarsınız, önceki yıllarda da Venüs’te bir fosfin molekülünün keşfi büyük yankı uyandırmıştı. Çünkü bu molekülü sadece yaşamsal süreçler üretiyordu. Fakat sonradan buna karşı da çıkılmıştı. Size bu tür bilimsel keşiflerin arka planında neler olduğunu detaylıca anlatacağım. Ama ondan önce dikkatinizi çekmek istediğim başka bir şey var. Farkında mısınız bilmiyorum ama, bu tür haberleri giderek daha sık duymaya başladık. Gerçekten de ET’yi bulmaya yaklaşıyor olabilir miyiz?

[Ekim 22’de bu cismin, bizim güneş sistemimize ait olmadığını anlamıştık]

[Diğer tüm önemli keşiflerde olduğu gibi, cevaplardan çok sorularımız vardı]

[…ET’yi gerçekten keşfetti]

Cambridge grubunun keşfi, K2-18b ötegezegeniyle alakalıydı. Başka yıldızların etrafında dolanan gezegenlere, ötegezegen diyoruz. Fakat oraya gidip de gezegende neler olduğunu ölçebilme şansımız yok. Daha ancak kendi Güneş sistemimizdeki gezegenlere uydular gönderebiliyoruz. Güneş sisteminin en uzak gezegeni Neptün’ün uzaklığı sadece 0.0005 ışık yılı. K2-18b ise 124 ışık yılı ötede! Neredeyse Neptün’den 250 bin kat daha uzak. O yüzden ötegezegenleri anlayabilmek için daha farklı yollara başvurmalıyız. İşte tam olarak öyle bir yol var. Neyse ki görmemizi sağlayan ışık… Göremediğimiz şeyleri görebilmemizi de sağlıyor.

Işık, bir ortamdan geçerken o ortam ile çeşitli etkileşimlere girer. Bunlardan biri de ışığın soğurulması. Belirli bir enerjiye sahip fotonlarla, yani ışıkla karşılaşan moleküller bu ışığı soğurur. Dolayısıyla o enerjiye sahip fotonların sayısında bir azalma olmasını bekleriz. Fakat bunun için, gelen ışığı enerjilerine yani dalga boylarına ayırmamız gerekiyor. Bunun için de Newton’ın prizması gibi, ışığı bir spektrometreden geçiriyoruz. Buradan geçen ışık, bir gökkuşağı gibi dalga boylarına ayrılıyor. Yani her bir dalga boyundan ne kadar ışık geldiğini ölçebiliyoruz. Örneğin burada yeşilin, kırmızıya göre daha az olduğunu görebiliyoruz. Eğer belirli bir noktada düşme varsa, o spesifik dalga boyundaki ışığın soğurulduğunu anlıyoruz. Örneğin burada kırmızıda bir düşüş gördük. Bunlara soğurma çizgileri adını veriyoruz.

İşte bu soğurulmalar tıpkı parmak izlerimiz gibi… Nasıl bizimkiler de birbirinden farklıysa, onlar da birbirinden farklı. Tabii bazen oldukça benzer de olabilirler. Yine tıpkı parmak izlerimiz gibi! Onlar da benzer olabiliyorlar. Her molekül, farklı özellikler gösterdiği için, ışıkla da farklı etkileşimlere giriyor. Misal hidrojen bu dalga boyunda soğurma yaparken, oksijen şu dalga boyunda soğurma yapıyor. Böylelikle eğer burada bir soğurma görürsek, bu ışığın bize ulaşmadan önce hidrojen dolu bir ortamdan geçtiğini anlayabiliyoruz. Evrenin neresinden ışık gelirse gelsin, bu çizgiler hep aynı yerlerde. Çünkü evrenin her yerinde aynı fizik kuralları geçerli. 

Araştırmacıların K2-18b’ye bakmalarının özel bir nedeni var. Çünkü evrende yaşam ararken, öncelikle bizim için geçerli yaşam koşullarının olduğu yerlere bakıyoruz. Su var mı? Sıcaklık nasıl? Çünkü çok sıcak olursa bazı kimyasal yapılar bozulmaya başlıyor, çok soğuk olursa da donma ihtimali var. İşte K2-18b, tıpkı Dünya gibi. Yıldızından o da bizimki kadar ışık alıyor. Dünya’nın sıcaklığına benzer bir sıcaklığı var. Aynı zamanda onun atmosfer ve okyanuslardan oluşan bir gezegen, yani Hycean olduğunu düşünüyoruz. Dünya’dan 9 kat kütleye sahip ve aynı zamanda 2.5 katı büyüklüğünde. Yani Dünya ile yan yana koyacak olsaydık, muhtemelen böyle görünürlerdi. Bu da gezegeni aslında Dünya ile Neptün arasında bir yerlere koyuyor. Bu yüzden de bu tür gezegenlere, Neptün-altı gezegenler deniyor. Bu Güneş sistemimizde örneğini görmediğimiz türde bir gezegen olsa da evrendeki en yaygın tür olduğunu düşünüyoruz. Bunlar güzel ve önemli detaylar. Ama bu gezegenin önemli bir farklılığı var. Malum, Dünya’nın atmosferinin %78’i Azot’tan oluşuyor. Fakat K2-18b’de Azot yerine, evrenin en bol elementi olan Hidrojen çoğunlukta.

K2-18b’nin atmosferinde aynı zamanda metan ve karbondioksit bulunuyor. Hem metan hem de karbondioksit, dünyadaki yaşamdan da bildiğimiz üzere biyolojik süreçlerle üretilebiliyor. Fakat illa ki öyle olmak zorunda değil. Mesela Jüpiter’deki metan oldukça meşhur. Çünkü bunlar aynı zamanda bazı fiziksel şartlar sağlandığında, kimyasal olarak da gayet kolay bir şekilde oluşabiliyorlar. Fakat yine de bir ötegezegende metan ve karbondioksit görürseniz, orayı biraz daha eşelemek istiyorsunuz. Eşeleyeceksiniz ki, oradan başka bir şey çıkarsa!.. İşte burada yaşam olabilir diyebilesiniz. Yani kanıtları üst üste koymaya çalışıyoruz. Ve tam olarak da bu oldu. 

Webb teleskobundan gelen verileri detaylı istatistiksel yöntemlerle inceleyen grup, K2-18b’nin atmosferinde DMS’ye rastladı. Yani dimetil sülfit. Ve tahmin edin bakalım DMS’nin olayı ne… DMS Dünya’da sadece biyolojik süreçlerle, yani yaşam sayesinde üretilebiliyor. Dünya’nın atmosferindeki DMS’den, okyanuslardaki fitoplanktonlar sorumlu. Ayrıca atmosferde bulut oluşumuna da katkı sağladığı düşünülüyor. 

Mükemmel bir keşif! Sadece yaşamın izini bulmakla kalmadık. Aynı zamanda gezegen, gözümüzde resmen daha da yaşanabilir bir yer haline dönüştü. Bundan daha iyi ne olabilir ki? Çıkalım kutlayalım! Yaşasın uzayda yaşam bulduk!.. Sakin olun. Çünkü her şey göründüğü gibi değil. Böyle bir haber duyduğunuzda, neye inanmanız gerektiğini şimdi size anlatacağım. Daha doğrusu neye inanacağınıza ben karışamam. Ama nasıl düşünmeniz gerektiğini gösterebilirim. Yani balık vermek yerine balık tutmayı anlatacağım.

Öncelikle elimizdeki her şeyi bir masaya yatıralım. Keşfedilen şey neydi? DMS’nin varlığı. DMS’nin varlığına dair ne biliyoruz? Dünya’da, yaşam tarafından üretildiğini. O halde çıkarımımız nedir? K2-18b’de DMS olduğuna göre, orada bir yaşam olabilir.

Şimdi buradaki kabullerimize ve olası yanlışlarımıza bakalım. Öncelikle DMS’nin Dünya’da, bakın Dünya’da, yaşam tarafından üretiliyor olması, başka yerlerde de öyle olacağı anlamına gelmiyor. Özellikle bambaşka bir fiziksel ve kimyasal yapısı olan bir gezegende, başka süreçler DMS’in oluşumuna neden oluyor olabilir. Bakın olur demiyorum, olabilir diyorum, çünkü emin değiliz. Ve bilginin eksik olduğu durumda kesin bir sonuca varmak, bizi hataya sürükleyebilir. Çünkü her şeyden öte, oradaki yaşam formları dünyadakinden farklı olabilir bir kere. Biz sadece bildiğimiz şeyi, bize benzeyenleri arıyoruz. Çünkü diğer seçenek çok daha farazi. 

İkinci problem ise göze daha az batan bir şey. Bu tür haberleri duyduğunuzda, bu detay pek paylaşılmaz. İşte bu problem de “DMS’nin varlığının bulunmuş olması”. Bu kimyasalları nasıl tespit ettiğimizi hatırlayalım. Işık bir ortamdan geçerken, bu ortamdaki moleküller tarafından soğuruluyordu. Bizde bunu o dalgaboyundaki ışığın şiddetinin azalması olarak görüyorduk. K2-18b geçiş yapan bir ötegezegen. Yıldızın önünden geçerken bir tutulma gerçekleştiriyor. Yıldızından nasıl bir ışık geldiğini bildiğimiz için, bu atmosferden geçen ışıkta azalan yerleri tespit edebiliyoruz. Bu sayede atmosferde şu şu moleküller var diyebiliyoruz.

Ama ne kadar ekmek o kadar köfte… Ortamda o maddeden ne kadar çok olursa, ışık da o kadar çok soğurulur. Dolayısıyla, bu düşme miktarı, oradaki miktarı da bize işaret ediyor. Fakat her ölçüm aletinin bir hata payı var. Eğer ölçülen değer hata payına göre çok küçükse bu bir sorun. Yani elime cetvel alıp ölçtüğümde size bunun 2 artı eksi 0.1 santimetre olduğunu söyleyebilirim. Yani 1.9 santim veya 2.1 santim arasında bir değerde olmalı. Çok da önemli bir fark değil. Ama 0.5 artı eksi 0.5 diyorsam o gerçekten 0 da olabilir, 1 de olabilir. Yani olabilir de, olmayabilir de… 

DMS’nin ölçümüyle ilgili olan sorun tam olarak bu. DMS’nin sinyali çok zayıf. Ve farklı analiz yöntemleri izlendiğinde bazen olduğunu gösteren sonuçlar çıkıyor, bazense olmadığını gösteren sonuçlar çıkıyor. Hatta gezegenin tam olarak bir heyecan olup olmadığına göre DMS’in varlığına dair açıklamalar da değişebiliyor. Şu anda gördüğümüz senaryonun, tamamen başka tipte gezegenlerle de mümkün olduğu gösteren simülasyonlar var.

Özetle, şu an için henüz kesin olarak yaşamın varlığını doğrulamış değiliz. Fakat hatırlayın. Metan ve karbondioksitin varlığı buraya dikkatimizi çekmişti. Onun nasıl bir gezegen olduğunu öğrendikçe, yaşamın daha da olası olduğunu anladık. Şimdi DMS’nin olası varlığıyla, kanıtları üst üste koyarak ilerliyoruz. Fakat DMS’i bulsak bile, bu orada bir yaşam olduğunu kanıtlamaya yetmeyecek. Araştırmaya devam edeceğiz. Araştırdıkça her seferinde üstüne koyacağız. Kuşku duyacağız ve sormaya devam edeceğiz. Çünkü doğru cevabı bulmak için, doğru soruları sormalıyız. Sormalı, öğrenmeli ve üstüne katarak ilerlemeliyiz. Bu yüzden önümüzdeki yıl Webb, başka bir ölçüm aracıyla yeniden K2-18b’yi gözlemleyecek. Bu seferi amacı, orada gerçekten DMS olup olmadığını keşfetmek. Hatırlayın. Uzun yıllardır ET’yi bulmaya çalışıyoruz. Bu haberlerin sıklığının artması işte bu yüzden. Teknolojik imkanlarımız arttıkça, kanıtlar birikiyor ve ET’ye giderek daha da yaklaşıyoruz.

[Oumuamua Dünya’ya uzaylılar tarafından bilerek gönderilmiş bir uzay aracı olabilir]

[…bu düşünebildiğim tek açıklama]

[…ET’den gelen sinyal]

ET belki orada belki orada değil. Orada olsun ya da olmasın. Giderek artan bu haberlerin sonunda bir gün…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir