Kategoriler
Felsefe Gelecek Kitap

Cesur Yeni Dünya

1956’da CBS’te yayımlanan bir radyo programı bu.

  • Cesur yeni dünya, insanlığın insanlıktan çıkarılmasına dair fantastik bir kıssadır. 

Bu da Cesur Yeni Dünya’nın yazarı, kendi kitabını takdim ediyor!

  • Hikâyemde anlatılan olumsuz ütopyada insan, kendi egemenliğine tabi kılınmıştır. İcatlar, bilim, teknoloji, sosyal organizasyon, bu şeyler insana hizmet etmeyi bıraktılar, onun efendileri haline geldiler.

Yazar radyoda bu açılışı yaparken kitabının basımının üzerinden çeyrek yüzyıl geçmişti.  Kitaptan sonra büyük buhran, ikinci dünya savaşı gibi pek çok önemli olay meydana gelmişti. O yüzden az sonra diyecek ki “romanda 600 yıl sonrasını hayal etmiştim ama şimdi yazsaydım 200 yıl sonrası yeterli olurdu.” 

O bunları söyledikten sonra nice ekonomik buhranlar geçirdik, nice savaşlar gördük, görmeye devam ediyoruz. Eğer bugün olsaydı ne derdi acaba? Yoksa çoktan o olumsuz ütopyada, cesur yeni dünyada yaşamaya başladık mı? 

Şu radyo tiyatrosuna biraz daha kulak verelim. Yo yo, radyo tiyatrosu değil, onların deyimiyle: “Akıl Tiyatrosu.”

  • Radyonun insanın hayal gücüne adanmış seçkin dizisi: “aklın tiyatrosu.”

Çok güzel bir tanımlama! Şimdi o gelecek tasvirine geçiyorlar. Şu sesleri duyuyor musunuz? Bunlar cesur yeni dünyanın sesleri. Test tüpleri, tıslayan enjektörler, kanla dolu şişeler. Bunların içinde insanları üretiyorlar.

Yıl A.F. 632. Bakın Milattan Sonra yani M.S. demedim. A.F. After Ford demek. Ford’dan sonra 632. Tarihteki ilk Ford Model T arabanın üretildiği 1908’den 632 yıl sonrası. Dolayısıyla bize göre 2540. 

Neden milat sistemi yerine böyle tarihsel bir reset atılmış dersiniz? Çünkü Model T sembolik bir kilometre taşı. Taşıma bandı, uzmanlaşmış emek gibi bir takım yenilikçi tekniklerle kurulan toplu üretim metodunun ilk ürünü bu otomobildi. Teknolojinin kitlelere yaygınlaştırılmasının bir sembolü, arabaydı.

Dolayısıyla teknolojinin T’siyle bölmüşler tarihi. Onu üreten Henry Ford’u adeta ilahlaştırmışlar. “Oh my Ford” diyorlar mesela “Oh my Lord” der gibi. Yani “Aman Tanrım!”

İşte gelecekte bilimin ve teknolojinin adeta kusursuzlaştırdığı bir dünyaya gidiyoruz. Zaten olaylar da Yeni Londra’da bir “kuluçka ve şartlandırma merkezi”nde başlıyor. Yalnız buradaki taşıma bantlarında üretilen şey otomobil değil. Bebekler. Üstelik bu bebekler de model model geliştiriliyor. Alpha, Beta, Gamma, Delta ve Epsilon şeklinde insan türleri var. Yani gelecekte mükemmel (!) bir kast sistemi kurulmuş. Daha doğuştan başlıyor sınıfsal farklılıklar. 

Gri giyinen Alfa sınıfı en üstte, liderlerden ve düşünürlerden oluşan, zeki, güzel görünümlü bir üst sınıf bu. Mor giyinen Betalar daha alt düzey yöneticilerden ve vasıflı işçilerden oluşan orta sınıf. Yeşil Gammalar, hizmetçiler ve yarı vasıflı çalışanlardan oluşan işçi sınıfı. Bunlar Bokanovsky işlemi adı verilen bir yöntemle klonlanmışlar ama sonra doğal gelişimlerini sürdürmüşler. Yine Bokanovski yöntemiyle klonlanan Deltalara zihinsel gelişimi engelleyen alkol enjeksiyonları verildiği için alt seviye fiziksel işleri yapıyorlar ve haki renkli giyiniyorlar. Kitapları ve çiçekleri sevmeyecek şekilde programlanmışlar. Genel olarak tüketmeyi seviyorlar. Toplumsal piramidin en alt basamağında (siyah) Epsilon adlı klonlar var. Bunlar okuma yazma bilmiyorlar. Aşırı itaatkar olarak programlanmışlar. 

İşte geçmişteki piramitlerden farklı olarak gelecekteki Dünya Devleti bu şekilde, biyolojik mühendislik ve şartlandırma üzerine bina edilmiş. Standartlaştırılmış iki milyar insan on bin soyadı paylaşıyor. Önceden belirlenmiş rollerini yerine getirmek üzere kuluçkadan çıkıyorlar. Çocukluktan itibaren edilgen itaat, tüketim, rastgele cinsel ilişki, yalnızlıktan kaçış, grubu her şeyin üzerinde tutma gibi bu yeni dünyanın yeni erdemleri öğretiliyor. Hatta hipnopedya yöntemiyle uykuda bile bunlar telkin ediliyor. 

Dünya Devleti’nin yurttaşlarına ücretsiz haplar veriliyor. Soma adlı bu hapların temel fonksiyonu kimyasal olarak insanları anında mutlu etmek. Yani geleceğin bu ülkesinde mutluluk garanti, neredeyse zorunlu. 

  • Doğrusunu istersen dostum, sen mutlu değilsen hiçbir şey değilsindir.

Zorunlu mutluluk. Kendinizi böyle hissettiğiniz oldu mu? Acıdan, zorluktan kaçınmalıyım. Hemen mutlu olmalıyım! Acilen! Nedense böyle bir dünyaya doğru gittiğimizi hissediyorum. 

Romandan uyarlanan bir dizi şöyle başlıyordu: “Yeni Londra’ya hoş geldiniz. 3 kuralımız var: Mahremiyet yok. Aile yok. Tek eşlilik yok. Herkes çok mutlu (!)”

  • Herkes, herkese aittir.

Aldous Huxley İngiliz bir yazar ama gençliğinde Fransızca öğretmenliği yapmış. Kendi sınıfında bile düzeni sağlayamayan, kontrolü elinde tutamayan biriymiş. Öğrencileri arasında Eric Blair adında biri de var. Bu çocuk daha sonra George Orwell takma adıyla bir de roman yazdı: 1984. Yani distopyan toplumlar üzerine yazılmış bu iki klasik eser, bir öğrenci ve öğretmen ikilisinin kaleminden çıkmış. Peki sizce hangisi bugünleri daha isabetli olarak tahmin etmiş dersiniz?

George Orwell’in 1984’ü totaliter bir devletin baskısı altında bireylerin özgürlüğünün nasıl ortadan kaldırıldığını tasvir eder. Devletin “Büyük Birader” tarafından sürekli gözetlendiği bir dünya sunar. Tarih ve gerçeklerin nasıl değiştirildiğini, çarpıtıldığını gösterir. Baskı, korku ve şiddet üzerine kurulu bir toplum tasvir eder.

Onun öğretmeni Aldous Huxley ise cesur yeni dünyasında tersini sunuyor bize. Kağıt üzerinde baksak neredeyse ütopya diyeceğiz. Mutluluk ülkesi. Ama gerçekte ütopya görünümlü bir distopya bu. Üstopya! Bilim ve teknoloji çok gelişmiş ama kontrol amacıyla kullanılıyor. Herkes mutlu ama bireysel ve duygusal derinlik yok olmuş. İlaçlar, eğlence ve yüzeysel zevklerle insanlar pasifize edilmiş.

Bence bu iki farklı dünyayı da görüyoruz günümüzde. Aynı anda. 1984’teki gibi otoriter rejimler de var. Cesur yeni dünyadaki gibi tüketim kültürü de… Birinde kitleleri kontrol etmek için acı ve şiddet kullanılıyor. Ötekinde yönetici otoriteler kitlelere zorla değil, onlara sonsuz bir eğlence akışı sağlayarak, onları ilaçlar ve teknolojik araçlarla manipüle ederek toplu bir uyum yaratmaya çalışıyorlar. 

Birinde sopa, diğerinde havuç. 

Evet, belki milattan önce milattan sonra gibi tarihi bir reset henüz atılmadı. Teknoloji henüz o kadar kutsallaşmadı. Ama Henry Ford’dan 100 yıl sonra otomotiv dünyasında bu kez Elon Musk adı konuşulmaya başlandı. O bize Model T yerine Model S’yi sundu. Sonra da toplu üretim bandından farklı harfleri çıkarmaya başladı. Model X, Model 3, Model Y. Ne anlama geliyorsa (;-) artık tüm bu harfler? 

Bilimin ve teknolojinin yarattığı yeni bir kast sistemi ortaya çıkıyor olabilir mi? Alfalar, Betalar, Gammalar gibi Yunan alfabesinin harflerine indirgenmiş insan modellerine biz de yaka renklerine göre isim vermeye başlamadık mı? Cesur yeni dünyanın Betaları yerine bizim beyaz yakalı yöneticilerimiz var. Romandaki Deltaların karşılığı günümüzde mavi yakalı işçiler.  Bizde Gammalar yok ama pembe yakalı hizmetliler var. Gelelim toplumun en üst ve en altındakilere… Bizdeki Alfaların görünür bir yaka rengine ihtiyacı yok. Hatta görünmemek onlar için daha iyi. Bir yerlerde toplumsal piramidin en alt basamağının da olması lazım. Epsilon adlı klonlar. Okuma yazma bilmiyorlar. Bilseler de okuyup yazmıyorlar. Aşırı itaatkar olarak programlanmışlar. Tanıdık geldi mi?

Peki siz kendinizi bu piramidin neresinde görüyorsunuz? 

Bu sorunun cevabını yoklamak için keyfinizi, mutluluğunuzu kendi hayatınızın neresine yerleştirdiğinize bir bakın.

  • Biz her şeyi keyifli yapmayı severiz. 

Bu Okan Bayülgen’in sesi. Cesur Yeni Dünya’nın on yedinci bölümünün son kısmında “vahşi”yle karşılaşan modern denetçi arasındaki diyalog. Şimdi vahşinin cevabına bakın.

  • Ben keyif aramıyorum. Tanrı’yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum. Günah istiyorum.

Yeni ve eski dünya arasındaki çatışmayı belki de en iyi özetleyen kısım bu. 

  • “Aslında” dedi Mustafa Mond, “siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz.”
  • “Öyle olsun,” dedi Vahşi meydan okurcasına, “mutsuz olma hakkını istiyorum.”
  • Söylenecek daha önemli ne olabilir? Eğer doğru kullanırsan sözcükler X ışınlarına dönüşebilirler, her şeyi delip geçerler. Okursun ve delinirsin.

1984’te mi yoksa cesur yeni dünyada mı yaşıyoruz? Yazarın kendisi romanında değil ama başka bir yerde şöyle demiş.  

“Eğer yirminci yüzyılın ilk yarısı teknik mühendislerin çağıysa, ikinci yarısı pekâlâ toplum mühendislerinin çağı olabilir ve sanırım yirmi birinci yüzyıl da Dünya Denetleyicileri’nin, bilimsel kast sisteminin ve Cesur Yeni Dünya’nın çağı olacaktır.”

İki kolundan kıskıvrak yakalanmış “vahşi” ne yapmamı istiyorsunuz? diye soruyordu.

  • Ne yapmamı istiyorsunuz?

İki kolumuzdan havuçla ve sopayla kıskıvrak yakalanmış olduğumuzu bile bilmeyen bizler de sürekli bunu soruyoruz. Piramidin üstündekilere bakıyoruz ve: “Ne yapmamı istiyorsunuz?” Oysa onlara değil kendimize bakmalı ve şu soruyu sormalıyız. 

  • Kendine sorman gereken soru “Ben neyim?” olmalı.

Ben neyim? Kullandığım arabanın modeli mi? Alfabedeki bir harf mi?

Peki ya sen kimsin?

  • Özgür bir insan mısın? Yoksa araba yıkayıcısı mı?

Bu araba metaforuyla yeni bir tarih çizgisi başlattı Huxley. Yapmaya çalıştığı şey bizi uyarmaktı. Tıpkı araba gibi bilim ve teknoloji de bir araç. Sizi bir yerden daha iyi bire yere götürmeye çalışırken her an yoldan çıkabilir. Mutlu olmak gibi çok güzel gözüken bir amaç bile hedefinden sapabilir. 

O yüzden hiçbir şeye körü körüne bağlanmayın. Yoksa bunun bedeli, özgürlüğünüz olabilir.

“Cesur Yeni Dünya” için 2 yanıt

Son dönemlerde ağırlık verdiğiniz konu ve alanlar gerçeğin tespiti açısından çok keyiflidir. Noam Chomsky ,Demokrasi ve eğitim kitabında özellikle, bunu çok iyi özetlemiştir. Günceldir ve büyük biraderin planlarını finansal açıdan irdeler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir