Kategoriler
Sinema

Dünyayı Ardında Bırak

Dünyayı Ardında Bırak. Bu yılın en ilginç filmlerinden biri. Psikolojik gerilimli, gizemli bilim-kurgulu, kıyamet senaryolu bir hikaye. Eğer yeni bir tür eklemek gerekirse ben buna bir de “siber-pandemi” filmi demeyi tercih ederim. Çünkü bir ailenin tatili sırasında başlayan bir siber saldırıyla konumuz gelişiyor, ama detaylara şimdi girmiyorum, videonun ilk kısmında “spoiler”sız bilgiler vereceğim.

Bu film benim radarıma yönetmeninden dolayı girdi: Sam Esmail. Kendisini nereden hatırlıyoruz? Bay Robot dizisinden. 8,5 yıl önce bu dizinin estetik anlayışı ve 6 yıl önce de dizideki siber güvenlik konuları hakkında iki ayrı video yapmıştım. Bay Robot’un ne kadar başarılı olduğunu hatırlatmama gerek yoktur herhalde. İşte onun arkasındaki isim -Sam Esmail- çekmiş bu filmi. 

Kadrosunda Mahershala Ali, Julia Roberts, Ethan Hawke gibi oyuncular var. Yani böyle bir filmde görmeyi bekleyeceğimiz ünlü isimler. Ama jeneriği izlerken hiç beklemediğimiz iki isim daha karşımıza çıkıyor: Michelle ve Barack Obama. Eski ABD başkanı ve karısı, bu filmin yapımcısı. Nasıl yani? Ne alaka? diye düşünürken film başlayıveriyor. Alakaya birazdan geleceğiz, çünkü bu konuda çok ilginç teoriler var. Bir tarafta Mark Zuckerberg’ün yer altı sığınağı, diğer tarafta önümüzdeki yıl gösterime girmesi planlanan ve Amerikan iç savaşını ön gören başka bir film daha. 

Bu film sembollerle, metaforlarla, görünenin altında ve üstünde gizlenmiş gizemlerle dolu. O yüzden eğer açık bir cevap, gösterilenlere dair herhangi bir net açıklama, kapalı bir son bekliyorsanız bu beklentinizi tatmin etmeyecektir. Ama bu videoda ben kendi gördüklerimi analiz etmeye çalışacağım. 

Önce hızlıca hikayemizi özetleyeceğim. Spoiler kaygısı taşıyanlar ve önce filmi mutlaka kendisi izlemek isteyenler bu aşamada bizden ayrılabilir. “Benim vaktim yok, zaten filmin sonu da hiç güzel değil diyorlar o yüzden sen bize bir özet geç sonra da teorileri ver” diyenler kalsın. 

  1. BÖLÜM – ÖZET

Bu Dünya. Bu Güneş. Doğuyor. Kuşbakışı ABD. New York. Bu da Amanda. Ana karakterlerimizden biri. Bir pazarlama profesyoneli. O sabah uyanıyor ve ani bir kararla ailesini tatile çıkarmaya karar veriyor. Bu da kocası Clay. Bir profesör. Hemen yola koyuluyorlar ve biz de filmin adını ilk kez o zaman duyuyoruz.

  • “Dünyayı ardında bırak.” En azından ilanda böyle yazıyordu. 

Kastettiği ilan muhtemelen bir AirBnb ilanı. Sezon sonu olduğu için lüks bir evi kelepir bir fiyata kiralamışlar. Hem de nerede bu ev biliyor musunuz? Point Comf2ort’ta. “Konfor Noktası” demek. Gerçekte filmde gittiklerini söyledikleri Long Island’da böyle bir yer yok. Tabiki özellikle bu isim konulmuş. Bu arada ailenin iki de çocuğu var. Rose ve Archie. Tipik zamane çocukları. Teknolojiyle içi içe. Ailenin dört ferdini de ilk kez bu sahnede kesintisiz bir planda birlikte görüyoruz. Aynı arabanın içindeler ama farklı dünyalarda yaşıyorlar. Hepsi kendi “konfor noktası”nda. Anne telefonla konuşurken baba müzik dinliyor, çocuklardan biri oyun oynarken diğeri tablet cihazından Friends dizisini seyrediyor. Bu dizi de hikaye açısından önemli ama analizini sonra yapacağım. 

Aile nihayet kiraladıkları eve ulaşıyor. Ama ev, ev değil saray yavrusu. Bizim aile orta direk olduğu için evi görünce çok mutlu oluyorlar. En azından birkaç günlüğüne de olsa sınıf atlamış gibi hissedecekler. Bir konfor noktası daha. 

Storytelling açısından ortalama bir yerden başlayan mutluluk grafiği giderek yükseliyor. Ta ki Amanda’nın Konfor Noktası Marketine gidip alışveriş yaparken, bol miktarda su ve konserve malzeme satın alan sakallı bir adamı görmesine kadar… Orada grafiğimiz bir duraksıyor. Adam kamyonetine bol bol istif yapmış. Neden ki? Daha sonra evdeyken internet erişiminde sıkıntılar başlıyor. Ailenin küçük kızı Rose, Friends dizisinin son bölümünü bir türlü izleyemiyor. Yakındaki bir plaja gidip tam rahatlayacaklarken, bir petrol tankeri hızla üzerlerine doğru gelip karaya oturuyor. Rahatsız olmuş bir şekilde eve döndüklerinde, artık ne televizyonları ve ne de Wi-Fi’ları çalışmaz hale geliyor.

  • Plajda ne olduğunu merak ettim ama internetimiz yok.

Bay Robotçular bu logoyu hatırladı mı? E-corp’un logosu. O dizide dünyanın en büyük çok uluslu holdingi olarak geçiyordu. Dünyayı teknolojiyle yöneten “evil – şeytani” bir organizasyon!

Çocuklar her şeyden habersiz neşe içinde havuzda yüzerken annenin radarına bu kez de bahçeye giren geyikler takılıyor. Geyik deyip geçmeyin. Filmin posterinde bile onlar var. Neden acaba?

– Geyik görmek şans getirir. En azından Mezoamerikan mitolojisinde.

Bakalım gerçekten de öyle mi? Geyik görmek onlara şans getirecek mi?

 Bu mutlu bir aile tablosu. Bu Dünya. Bu da Güneş. Batıyor. 

Gece geç bir vakitte çocuklar uyurken, anne ve baba Jenga oynuyor. Tam o sırada kapı çalınıyor. İki yabancıyla tanışıyoruz. G.H ve onun kızı Ruth. Bu evin kendilerine ait olduğunu söylüyorlar. Şehirde bir elektrik kesintisinin meydana geldiğini, o yüzden bu eve dönmek zorunda kaldıklarını açıklıyorlar. Ruth’un annesi bir iş gezisi için Fas’a gitmiş ve ertesi gün geri dönecek. 

Amanda hemen şüpheleniyor. Neden acaba? Kendilerinin belki de asla alamayacakları böyle bir eve siyahi bir kişinin sahip olması inandırıcı gelmemiş olabilir mi? Üstelik onlar sadece bu mutlu beyaz aileden daha zengin değil aynı zamanda daha iyi giyimli ve daha kültürlü görünüyorlar. Az önce klasik müzik konserinden çıkmışlar. Daha sofistike zevkleri var. 

Ancak Clay onların söylediklerine ikna olarak geceyi orada geçirmelerine izin veriyor ve tam o sırada az önce özenle uğraştıkları o Jenga kulesi birdenbire devriliyor.

Foreshadowing, önceden ima. Tek başına şu birkaç saniye bile bize hikayenin özünü fısıldıyor. Medeniyetin kırılganlığı, stabilitenin çözülmesi, modern sistemin tahmin edilemezliği. Filmin başında yükselmeye başladıktan sonra duran Storytelling grafiğimiz artık tıpkı bu Jenga parçaları gibi devrilmeye başlayacak bundan sonra. 

Bu Dünya. Bu Güneş. Bu da uydu. Dönüyor.

Sabah ola hayrola derler ama değişen bir şey yok. Elektrikler ve internet hala kesik. Amanda, telefonunda dört haber bildirimi buluyor: iki tanesi elektrik kesintileri hakkında, bir tanesi olanların “hacklemeler”den kaynaklandığı konusunda bir bilgi, ve bir tanesinde bilgiler sayılar ve sembollere dönüşmüş. Rose, arka bahçeye bu kez daha büyük bir geyik grubunun geldiğini görüyor. Şansa bak! Clay, şehre gidip konu hakkında bilgi toplamak istiyor, ama GPS’inin çalışmaması nedeniyle yolunu bile bulamıyor. Yolda İspanyolca yardım isteyen sıkıntılı görünümlü bir kadına rastlıyor, ama onu arabasına almadan öylece uzaklaşıyor. Gökyüzünden kırmızı bir şeyler atan bir dron görüyor. Sonradan o şeylerin Arapça yazılmış broşürler olduğunu anlıyoruz.

Tam o sırada G.H., komşusunun evine gidiyor ve evin harap olduğunu görüyor. Yakındaki plajda sahile dağılmış cesetler ve kopmuş vücut parçalarıyla karşılaşıyor. Bunun bir uçak kazası olduğunu anladıktan hemen sonra yere çakılan başka bir uçaktan zor kurtuluyor. Ortalık 11 Eylül gibi. Ama etrafta hiç kimse gözükmüyor.   

Rose, geyiklerle ilgili endişelerini abisi Archie’ye anlatıyor, ancak ergen bir erkek olan abisinin kafası başka şeylerle meşgul. Yine de kardeşiyle birlikte Hansel ve Gratel misali bu geyiklerin peşine düşünce garip bir ambar buluyorlar. Eve dönerken Archie’yi bir kene ısırıyor. 

Burada bir kamu spotu gireyim. Kırsal arazide geyik geçen yerde mutlaka kene de olur ve onun ısırığını geç fark ederseniz Lyme hastalığına yakalanabilirsiniz. Bir keresinde kamp yaparken tam burada yakaladık; neyse ki erken fark edip ısırmadan üzerimden attık. Yine de antibiyotikle filan önlem almaya çalışmak lazım. Bir de keneyi kaybetmeyip doktora göstermek gerekiyormuş. Kamu spotumuz sona ermiştir.

G.H. komşusunun evinde yere çakılan bir uçaktan zor kurtulmuştu hatırlarsanız. Böyle perişen bir halde dönüyor ama önce Ruth ve Amanda’ya neden ıslak olduğu konusunda yalan söylüyor. Neyse ki daha sonra uydu telefonunu kullanamadığını, uydu altyapısının zarar görmüş olabileceğini teorize ederek Amanda’ya uçak kazasını anlatıyor. O sırada aniden kulakları sağır edecek keskin bir gürültü duyuluyor.

G.H., Amanda’ya daha önce gördüğü su ve konserve malzemesi istifleyen o sakallı adamın, Danny olduğunu söylüyor. 

  • O, Danny. Size bahsettiğim müteahhit o.

Evlerini yenileyen adammış. Böyle kıyamet senaryolarına açık ve hazırlıklı biri. Tam Mark Zuckerberg’e Hawaii’de yer altı sığınağı yapabilecek tipte biri. 

Clay kasabadan bilgi toplamak için gidip de havadaki bir drondan bırakılan broşürlerle karşılaşıyordu ya. Hani üzerinde Arapça yazılar vardı. Bu yazıların ne olduğunu kim anlıyor dersiniz?

  • Amerika’ya Ölüm. 

Evet bizim ergen deyip geçtiğimiz Archie. Oynadığı bir oyunda görmüş. Ve işte bu bardağı taşıran son damla oluyor. Bizim aile hemen bulundukları yeri terk edip daha güvenli olacağını düşündükleri bir yere -Amanda’nın kızkardeşine- doğru yola çıkıyorlar. 

Çıkıyorlar ama yollar kapalı. Hem de hepsi de beyaz hepsi de yepyeni Tesla’lar yüzünden tıkanmış. Şansa bak! Peki Tesla’ların beyaz ve yeni olması dışındaki en önemli özelliği ne? Otomatik sürüş özelliği. 

Bunları dört tekerlekli cep telefonu gibi düşünebilirsiniz. Bakın bilgisayar demiyorum, cep telefonu diyorum çünkü bunlar gibi onlar da sürekli internete bağlı. Hiç kapanmıyorlar. Bir yere gidip park etseniz bile internet erişimi kesilmiyor. Hatta park ettiği yerden onu çağırabiliyorsunuz. Peki ya aracın sahibi olarak siz değil de başka biri araya girip çağırırsa? İşte bir anda böyle bir durumun yaşandığını fark eden ailemiz kendisini gerçek bir araba oyununda buluyor. Canlarını zor kurtarıp geri dönüyorlar.

O gece, G.H., Amanda’ya hükümetin bir komplo içinde olabileceğini açıklıyor. Geyik sürüsünden sonra bir de flamingo sürüsüyle karşılaşıyoruz. Kulakları sağır eden o sesi bir kez daha duyuyoruz. 

Bu Dünya. Bu Güneş. Ve bu da Ay. Peki ya bayrak?

Ertesi sabah kene tarafından ısırılan Archie’nin dişleri dökülmeye başlıyor ve Rose ortadan kayboluyor. Amanda ve Ruth onu aramaya giderken G.H., Clay ve Archie’yi ilaç almak için o sakallı adama -Danny’ye- götürüyor. 

Ya… Gördünüz mü? O fildişi kulesi gibi Jenga parçaları nasıl da darmadağın oluverdi. O elitleri, krem de la kremleri aldı ve bu kafayı sıyırmış gibi gözüken adamın önüne getirdi. 

Danny yıllardır duyduğumuz bazı komplo teorilerinin gerçekleştiğini anlatıyor. Archie’nin dişlerinin dökülmesini ve herkesin yaşadığı o acı verici gürültünün bir mikrodalga silahının sonucu olduğunu söylüyor. 

Bunun üzerine zaten pozisyonu gereği piyasalardan gidişatı, kendi deyimiyle “eğriyi” gören G.H., Clay’e bu kez kendi varsayımını söylüyor: Amerika’da bir darbenin yaşandığını, bu yüzden güç pozisyonundaki insanların teknolojiyi bozarak ve kaosu besleyerek iç savaşa izin verdiklerini anlatıyor. 

Tam o sırada Amanda ve Ruth, New York şehrinin bombalandığını görürken, sabahtan beri ortalıkta olmayan Rose da komşunun evine giriyor ve orada bomboş ve tam teşekküllü sığınağı buluyor. Sığınaktaki Acil Uyarı Sistemi durumun ciddiyetini doğrularken Rose başka hiçbir şeye bakmadan doğrudan filmler ve dizilerle dolu TV’nin karşısına geçiyor ve filmin başından beri bir türlü izleyemediği Friends dizisinin son sezonunun, son bölümünü izlemeye başlıyor. Gerçekten de adı “The Last One – Sonuncu” olan bölümü. Ve bu şekilde dünyayı ardında bırakmış oluyor.

  1. BÖLÜM – TEORİLER

Bıraktığımız yerden, filmin sonundan başlayalım. 2 saat boyunca internet kesintisi nedeniyle bir türlü sezon finalini izleyemeyen küçük kız nihayet o son bölümü izlemeye başlıyor. Kendi konfor noktasına ulaşıyor. O diziyi neden bu kadar önemsiyor peki? 

  • Beni mutlu ediyor. Buna ihtiyacım var. Senin yok mu?

Çünkü onun umursadığı en önemli şey bu dizideki hayali karakterler. 

  • Ross ve Rachel’a ne olduğunu asla öğrenemeyeceğim.

Filmin başka bir yerinde de Ruth şöyle bir tanım yapıyor bu dizi hakkında.

  • Ama bence hiç var olmamış bir zamanın nostaljisi gibi.

Hani biraz kafa dağıtmak için izlediğimiz eğlencelik şeyler vardır ya. Kendi sıkıcı hayatımızdan kaçmak için sığındığımız konfor noktaları. Ama medyanın tek işlevi sadece kaçış sağlamak değil aynı zamanda toplumu yansıtmaktır. 

  • Yeni kitabında kız, medyanın gördüğü işlevi irdeliyor. Medya hem bir kaçış hem de yansımadır, diyor.

Demek ki bu filmdeki o küçük kız da bizi yansıtıyor. Etrafımızda, kendi dünyamızda neler neler olup bitiyor ama bizim umurumuzda bile değil! Aşağıya uçaklar düşerken, kentlere bombalar yağdırılırken bile biz dizimizi açar son bölümümüzü izleriz. Bizim sonumuz değil, Ross ve Rachel’ın sonu daha önemli!

Küçük kızın peşine düştüğü tek şey bu dizi değil. Geyiklerin de peşine düşüyor. Aslına bakarsanız üzerindeki NASA tişörtü gibi gözlem gücü çok yüksek. Karaya vuran gemiyi de, geyikleri de ilk o fark ediyor. 

Geyikler herhalde doğayla olan iletişimsizliğimizi resmetmek için oraya konmuşlar. Fakat daha derin bir okuma yapabiliriz. Bir kere onlar et değil ot yerler. Avcı değil avdırlar. O yüzden pek kimseye zararları yoktur. İnsanlarla temastan kaçınma eğilimindedirler. Fakat bu filmde o davranış kalıplarının değiştiğini görüyoruz. 

Yönetmen Sam Esmail’in farklı kompozisyonları ve kamera açılarını sevdiğini biliyoruz. Sevdiği bir başka şey de renk sembolizmi. Bu filmde seçtiği renkler: Mavi ve Kırmızı. Mavi duvarlı bir yatak odasında başlayıp, mavi bir arabayla o dünyayı arkalarında bırakıyorlar. Mavi renk, gökyüzünde ve denizde de gördüğümüz için bize stabilite hissi verir. Konfor alanımızı temsil eder. Kırmızı rengi anlamak daha kolay. Sizi o konfor alanından çıkarabilecek tehditleri, tehlikeyi, bilinmeyeni sembolize eder. 

Haritadaki QR kodunu görüyor musunuz? Çok kolay fark edilmeyecek şekilde gizlenmiş. Peki bu kodu taradığınızda ne oluyor biliyor musunuz? Bir web sitesine gidiyorsunuz. Gerçek bir web sitesi. Burası West Virginia eyaletinde terk edilmiş bir eğlence parkı. Sadece bu yönüyle bile hikayeye dolaylı olarak hizmet ediyor. Dünyayı ardında bırak. Ama daha derin bir mesajı da var. Çünkü bu eğlence parkının terk edilmesinin sebebi lanetli topraklar olduğuna inanılması. İsmine dikkat ederseniz (Shawnee) Amerikan yerli kabilelerinden geliyor. Bu topraklar onların elinden alındığı gibi pek çok katliama da sahne olmuş.

İyi de bu kadar detayın filmle ne ilgisi var diyeceksiniz. Karaya vuran tankeri hatırlıyor musunuz? Onun adı “White Lion – Beyaz Aslan.” Sadece geyikler ve flamingolarla olan tematik bütünlüğü sağlamakla kalmıyor aynı zamanda tarihi bir gerçekle de ilişkili. Şu gemiyi görüyor musunuz? Onun da adı White Lion. Afrika’dan Amerika’ya gelen ilk gemi. Tutsak edilerek zorla taşıdığı insanlar Virginia kolonisinde köle olarak satıldı ve böylece bu gemi Amerika’da köleliğin resmen başlamasına sebep oldu. Köleliğin başlangıç yılı: 1619. Clay’in arabasındaki radyoda duyabildiği tek anons 1619 MHz bandından yapılmıştı ve şöyle diyordu o anonsta: 

  • …Güney’de korkunç bir çevresel felakete yol açtığını ve hayvanların göç davranışlarını etkilediğini görüyoruz.

1619’da Virginia’da White Lion gemisiyle başlayan kölelik. Geyik sembolü zorla göç ettirilen ve kimseye zararı olmayan bu insanlarla da ilişkilendirilebilir mi? Amerikalıların kendilerinden başka tüm ülkelerdeki diğer insanlara bakışı bu bakış olabilir mi?

Şu planın kompozisyonundaki ironiye bakar mısınız? Evi kiraya verenler, yani evin gerçek sahipleri dışarıda, evi geçici bir süreliğine kiralayanlar içeride. 

O evin duvarlarındaki tablolar da elbette sembolik. Gözlere bakar mısınız?

Ama özellikle iki resim var ki film boyunca değişiyorlar. Biri yatak odasındaki dalgalar. Eve ilk geldiklerinde alçak durumda olan bu dalgalar hikayenin tansiyonu arttıkça kabarıyor ve bir noktadan sonra karakterlerin boyundan daha büyük hale geliyor. Adeta dünyada meydana gelen sorunlar onların arkalarındaki duvarda giderek yükselen dalgalara dönüşüyor. 

Bir de salondaki şu soyut tablo var. O da eve ilk geldiklerinde neredeyse bir ses dalgası formunda. Daha sakin ve stabil görünümlü. Ama film ilerledikçe o düzen bir kaosa dönüşüyor. 

Ses dalgası demişken. Filmde duyduğumuz o kulakları sağır eden sesin bir silah olduğu söyleniyor. Bir mikrodalga silahı.

  • Ses aracılığıyla yayılan bir tür radyasyon üretiyor.

Gerçek hayatta da buna benzer bir durum yaşanmış. Hem de Küba’da. O yüzden “Havana Sendromu” olarak literatüre geçmiş. Oradaki ABD büyükelçiliğinde çalışan diplomatların bir tür beyin hasarı yaşadığı ve bunun kaynağının mikrodalga silahlar olabileceğine dair bazı ipuçları bulundu. Daha sonra benzer sağlık sorunları Çin’deki Amerikan diplomatlarında da yaşandı. 2020’de hazırlanan kapsamlı bir raporda “yönlendirilmiş” mikrodalga radyasyonun, bu hastalıkların olası nedeni olduğu açıklandı. 

Bu da bizi filmde yaşanan o büyük krizin ne olabileceği konusuna getiriyor. Aslında G.H. bu konudaki düşüncesini karanlık bir monologla açıklıyor. Güçlü bir ülkeyi istikrarsızlaştırmanın o kadar da zor olmadığını söylüyor. Son derece düşük maliyetli ve verimli bir şekilde destabilize etmek için üç adımlı bir teoriden söz ediyor.

Birinci adım: İzolasyon. İletişim ve ulaşım yöntemlerini tamamen kapatmak. Böylece kimse olup bitenler hakkında bir şey öğrenemez ve aslında herkes kendi coğrafi konumunda umutsuzluk ve kafa karışıklığı içinde hapsolur.

İkinci adım: Senkronize Kaos. Neredeyse her teknolojik aracın birbirine internetle bağlı olduğu bir ortamda başlatılacak siber atak bir pandemi gibi yayılabilir. Bu da her yerde karışıklık çıkmasını sağlar.  Ek olarak filmdeki gizemli ses ve sivillere sessizce zarar veren ve dezenformasyon yapan kırmızı broşürler de bu karışıklığın yayılmasını kolaylaştırır.

Üçüncü adım: İç savaş. Eğer insanlar karşılarında apaçık bir düşmanı bulamazlarsa, teorik ve “doğal olarak” birbirlerine saldırırlar. Şiddet de bir pandemi gibi yayılma potansiyeline sahiptir. 

Böylesine tüyler ürpertici mesajları pek de gizlemeden açık seçik vermişler bu filmde. Yapımcısının eski ABD başkanı Obama olduğunu söylemiştim. Bu noktaları birleştiren bazı kişiler bu filmin “predictive programming” amacıyla çekildiği yorumlarını yapmaya başladı. Üstelik 2024’te yine çok sevdiğim bir başka yönetmenden Alex Garland’dan benzeri bir temayı içeren başka bir film daha geliyor. Filmin adı: İç Savaş. Bütün bunlarla insanları bir iç savaşa ya da daha da kötüsü olası bir Üçüncü Dünya Savaşı’na mı hazırlamaya çalışıyorlar? “Predictive programming” iddialarının arkasında bu kaygılı soru var. Bu sorular öylesine arttı ki filmin yönetmenine de iletildi. Ancak Obama’ların bu filme olan katkısının son aşamalarda gerçekleştiğini söylüyor yönetmen. “Başkan Obama tam bir sinema aşığı” diyor. Ayrıca filmin uyarlandığı kitap da onun okuma listesindeymiş. “Güvensizlikle ilgili bir teması ve eğer bir topluluğa ait olmaz ya da aramızda güçlü bir bağa sahip olmazsak başımıza neler gelebileceğine dair uyarıcı bir hikaye olduğu için bize destek verdi sağolsun” diyor. Bu konuda elimizde böyle bir beyan olduğu için ben de niyet okumak istemiyorum. Yani anlayacağımız siber ataklarla bir iç savaşın çıkabilme riskini anlatan bu filmin de adı resmen “İç Savaş” olan diğer filmin de tam 2024’teki ABD seçim döneminden önce gösterime girmesinin herhangi bir psikolojik hazırlıkla ilgisi yokmuş. 

  1. BÖLÜM – SON

Filmin sonu bazı izleyicileri tatmin etmeyebilir. Çünkü bunun mutlu bir son mu yoksa mutsuz mu olduğu bile anlaşılmıyor. Küçük kız tam teşekküllü bir sığınağı buluyor. Ama ailesini çağırmak aklına bile gelmiyor. Medyanın, sosyal medyanın her türüyle adeta büyülenmiş gibi büyüyen yeni bir nesil var. Bir virüsle başlayan pandemi döneminde zaten hayatlarının çok önemli bir bölümü kayboldu bu neslin. İzolasyonu da senkronize kaosu da kısmen yaşadı. Ama asıl tehlike siber pandemide. Çünkü siber pandemi kendi önceliklerinden başka hiçbir şeyi umursamayan insanlar haline dönüştürüyor bizleri. Herhalde filmin sonunu da böyle okumak gerek. Zor zamanlar geliyor. “Friends” kelimenin tam anlamıyla “Dostlar” demek. Eğer kendi aramızda güçlü bağlar kurmayı, iyi geçinmeyi, başkalarını umursamayı, birlikte yaşamayı öğrenmezsek, bu bizim sonumuz olur. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir