Kimsenin görünmediği bir dünya hayal edin. İnsanları göremiyoruz. Sadece kafalarına taktıkları şapka, gözlerindeki gözlük gibi şeyler görünüyor. Ya da etkileşime girdikleri buna benzer aksesuarlar. Böyle şeyler sadece filmlerde olur diye düşünüyorsunuz değil mi? Hollywood filmlerinde. Doğru, haklısınız. En azından bugüne kadar öyleydi. Ama artık sadece sinemalarda değil YouTube’da da fantastik filmler görmeye başladık. Bu kez Hollywood’u beklemenize de gerek yok. Bugün size bahsedeceğim dizi Türkiye’de üretildi. Leyla ile Mecnun dizisinin hayranları toplanın. Onur Ünlü’nün yazıp yönettiği Görünen Adam başladı.
Kategori: Sinema
Lola’nın üçüncü çığlığı
Bir karar vermem gerek! Bunu söylerken sizin adınıza da konuşuyorum. Siz de bu video boyunca izledikleriniz sırasında bir karar vermeniz gerekecek. Hangi konuda mı? Şu anda aklınızdaki en önemli şey her neyse onun hakkında. Bir karar vermemiz gerek.
“Hayatımda hiç olmadığı kadar yardımına ihtiyacım olduğunu ve yardım edebilecek tek kişinin de sen olduğunu söyleseydim bana yardım eder miydin?”
“Run Lola Run” yani “Koş Lola Koş” 1998 yapımı bir Alman filmi. İzlemediyseniz tavsiye ederim, izlediyseniz mutlaka tekrar izleyin. Görünüşte aksiyon ve macera dolu bir film. Ama bu sadece filmin en üst katmanı. İzledikçe çok daha derine inebiliyorsunuz. Konunun sadece koşmakla ilgili olmadığını anlıyorsunuz. Kader, şans, seçimlerimiz ve sonuçları hakkında bir film bu. Her iyi filmde olduğu gibi, hayatın ta kendisi hakkında bir film.
14 Filmden 12 Havalimanı Hikayesi
Tarih 28 Haziran 2016. O gece ailemle birlikte İstanbul’un Avrupa yakasından Anadolu yakasına aracımızla seyahat ederken ve tam da onun çok yakınındayken o acı haberi duyduk. İstanbul atatürk Havalimanı’na düzenlenen terör saldırısında 44 kişi yaşamını yitirdi. Evet buna benzeyen haberleri hemen hemen her gün duymaya başladık. Evet hemen arkasından yasımızı ilan ettik ve tuttuk. Ama ben bir türlü alışamadım. Hiçbir şey olmamış gibi davranamadım. YouTube’a girip de “havalimanı” ya da “airport” diye arattığımda çıkan bu görüntüleri kabullenemedim. O yüzden bu hafta filmlerden hatırladığım kadarıyla ve tam da öyle hatırlamak istediğim şekliyle sizlere bir havalimanı hikayesi hazırlamak istedim. Evet bu bir havalimanı hikayesi. Gelen yolcuların ve giden yolcuların hikayesi…
Tarkovski’ye göre Bilim Kurgu ve Solaris
Son yayınladığım videoda yapay bir zeka tarafından senaryosu yazılan bir bilim kurgu filminden bahsetmiştim. Bu videodaysa gerçek bir zeka tarafından yapılan bir bilim kurguyu paylaşmak istiyorum. Pek çok kişinin adını bile bilmediği, bilse bile izlemediği, izlese bile sırf George Clooney oynadığı için yanlış versiyonunu seçtiği bir film bu. Doğru versiyon, izlenmesi gereken film: 1972 yapımı Solaris.
Bilim kurgu filmlerinden ne beklersiniz? Görsel efektler, robotlar, zamanda yolculuk… Bunların hiç birisi Solaris’te yok. Çünkü bu filmin yönetmeni Andrei Tarkovsky. Benim en favori yönetmenlerimden biri. Bir de Ingmar Bergman’ın. Bir de Akira Kurosawa’nın. Gelmiş geçmiş en yetenekli yönetmenlerin en çok saygı duyduğu yönetmenlerden biri. Hayatı bir yansıma, bir rüya olarak yakalayıp yeni bir film diliyle aktarabilmeyi başarmış bir şair, felsefeci, yönetmen.
Filmlerdeki Renklerin Sembolik Anlamı
Televizyonun sadece siyah beyaz yayın yaptığı yıllarda sinemada filmleri renkli olarak izlemek bambaşkaydı. Artık renksiz bir ekran kalmadı. Nereye baksak renkli ekranlardan izliyoruz filmleri. Bunları izliyoruz izlemesine de renkleri gerçekten görebiliyor muyuz?
Filmlerdeki renklerden konuşmak istiyorum bugün biraz. Onların temsil ettiği fikirlerden. Renk sembolizminden. Şu izlediğiniz film dünyanın ilk renkli filmi. 1902 yılında çekilmiş. Sinemanın ilk yıllarında renkli film çekebilmek çok zordu. O yüzden sinemacılar renksiz kaydettikleri görüntüleri kare kare elle boyuyorlardı. İşte daha o zamanlarda renkleri bilinçli olarak seçip ona sembolik anlamlar yükleme konusunda denemeler başladı. Neden? Hikayeyi daha güçlü bir şekilde anlatabilmek için. Nasıl yani?
Batman ve Superman’in neden aynı filmde göründüğünü bilmiyorum. Çünkü henüz filmi izlemedim. Ama süper kahraman filmlerinin eskisi gibi görünmediğinin farkındayım. Bunun sorumlusu galiba bilgisayarlar. Yoksa onu kullanan tasarımcılar mı?
Benim için süper kahraman filmleri içinde Superman’in bambaşka bir yeri vardır. Superman serisinin ilk filminden bahsediyorum. Afişinde “bir insanın uçabileceğine inanacaksınız!” diyordu. Sadece bu söz bile bence çok şey vaat ediyor. Yapımı 5 yıl sürmüş bu filmin. Çünkü bir insanın uçabileceğine inandırmak teknolojik olarak çok zordu o yıllarda. Bilgisayarlar görsel efektler üretebilecek kadar hızlı değildi. O yüzden film yapımcıları ve yönetmenler “pratik efektler” üretmek zorundaydı. Minyatürler, maketler kullanmak, arka planı boyamak (matte painting) ya da oraya görüntü yansıtmak gibi çözümler üretiyorlardı. Bu çözümler bize ilkel gözüküyor olabilir. Çünkü şimdilerde hemen her şey bilgisayarlarla yapılıyor. CGI denilen “Computer Generated Images” yani bilgisayar tarafından üretilen görüntüleri izliyoruz. Süper kahramanları süperleştirmenin daha kolay bir yolu var mı? Açıkçası ben kolaycı bir insan değilim. O yüzden cevabını merak ettiğim asıl soru şu: yeni nesil görsel efektler daha mı inandırıcı?