Doğada kamp yapmak, sadece bir kaçış değil, aynı zamanda bir dönüş yolculuğudur. Bisiklete binmek, kuşları dinlemek, çadırda yatmak, hayalle gerçeği karıştırmak… Bu videoda modern yaşamın telaşından kurtulmaya çalışırken, onun araçlarından kaçamayanları göreceksiniz. Akıntıya karşı kürek çekmek gibi bir şey bu. Özüne dönmek için meditasyon ya da doğa belgeselciliği yapmak nafile. Doğaya dönmek, aslında insanın kendine dönmesidir. Yürüyüş yaparken, fark etmediğin ayrıntıların fotoğrafını çekip, çevreyi keşfetmek istersin. Kamp ateşinin etrafında toplanmak, hikayeler paylaşmak, bağlanmak. Bunları kitaplardan okumak da mümkün elbette ama havadan sudan bahsederken öğrenmenin keyfi başka. Hele bir de yanında kahvaltı varsa… Hissetmiş olabileceğiniz gibi epeyce farklı bir video olacak bu. Pek çok YouTube janrını birbirine karıştıracak. Teknoloji, vlog, seyahat, inceleme, fotoğraf ve hatta ASMR. Ama her şey bir çadırla başladı…
Kategori: Vlog
- Hava çok güzel, harika! Burayı neden seçtiğimizi söyleyeyim. Kasım ayında ayda ortalama 3 gün yağış alıyor. En sakin, en kuru bölge diye geldik buraya. Karşılaştığımız manzara da bu. Teşekkürler 2020, seni seviyoruz!
Evet 2020 her konuda ve tüm gücüyle kendini hissettirmeye devam ediyor. Atlantik kasırga sezonu da yıl içinde kendine düşen görevi yerine getirdi. Gerçekten de kasırgaların böyle bir sezonu var. Her yıl Haziran’da başlıyor ve Kasım ayında sona eriyor. 1850’den beri bu sezonda meydana gelen fırtınaların kayıtları tutuluyor.
Bakın 1850’lerde yılda en fazla 7-8 tane tropik fırtına oluşuyormuş. Sayfayı aşağıya doğru kaydırdıkça bu sayının yavaş ama istikrarlı bir şekilde arttığını görüyoruz. 2000’den 2019’a kadar 20 yılda toplam 340 fırtına sayılmış. Yani yılda ortalama 17 tane. Peki sadece 2020’de kaç tane oluştu dersiniz?
Dünyanın en büyük doğa tarihi müzesinde 24 saat geçirdik ve gelmiş geçmiş en büyük yaratığın altında uyuduk. Kampımızı bu kez dışarıda değil, içeride kurduk!
Güney Kore gerçek anlamda geçmişle geleceğin aynı anda görülebildiği bir ülke. Sokaklara çıkıp yürümeye başladığınızda bunu çok iyi gözlemleyebiliyorsunuz.
Çılgın rehberimiz bizim için her türlü mücadeleyi verirken biz de bu dijital kentin giriş kapısına ulaşmaya çalışıyoruz.
Burada bizi çok daha sakin bir başka rehber karşılıyor. Onun eşliğinde Samsung İnovasyon Merkezi’ni gezerken sadece teknolojinin değil Han nehri mucizesinin de tarihine tanık oluyoruz.
Kore’nin kalbinde Seul, Seul’un kalbinde de burası var: Gyeongbokgung. Gökler tarafından kutsanmış yer. Sırtını Bugaksan Dağı’na dayamış. 600 yıl kadar önce onu yapanlar, şimdi turist olarak içinde dolaşan bizler gibi bu geleneksel kıyafetleri giyiyorlardı. Ama avlunun etrafını saran duvarların hemen ardında yükselen o modern binaları hayal edebiliyorlar mıydı? Ya da o modern binaların içinde torunlarının dünyayı değiştiren teknolojileri geliştireceklerini görseler neler hissederlerdi acaba?
Üzerimde bir kral kıyafetiyle ortalıkta dolaşırken aklımda da bu sorular vardı. Nereden nereye… Cepleri bile olmayan bu kıyafetlerden, tüm dünyanın ceplerini fetheden telefonlara… Bunu nasıl başardılar? Daha 1953 yılında Kore Savaşı’ndan çıktıktan sonra dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Güney Kore 30 yıl gibi çok kısa bir sürede nasıl dünyanın en gelişmiş ekonomilerinden biri haline geldi? Aslına bakarsanız “Han nehri mucizesi” denilen bu konuyu tüm dünya merak ediyor. İşte ben de Samsung’un davetiyle gittiğim ve 1 hafta geçirdiğim bu yerde tarihinden, folklörüne, ekonomisinden teknolojisine kadar, 3 bölüm ve 4 kısım halinde “Han nehri mucizesi”nin kaynağını arayacağım.