5 Haziran 2065. Bugün UV indeksi 40’ı gösteriyor. 50 yıl öncekinin 4 katı. Artık gündüzleri dışarıya çıkamıyoruz. Salatalıkların da sonunun geleceğini söylüyorlar. Sanırım bu son salatalığım. Onu bu kapta saklasam iyi olacak…
Neyse ki bunların hiçbiri olmayacak. Çünkü neyse ki bu kadın var. Susan Solomon… Yanında duran Dünya’nın neden ters olduğunu anlayacaksınız. Çoğumuzun adını bile duymadığı Solomon, işte bizi o apokaliptik gelecekten kurtaran bilim insanlarından biri. Özellikle 80’lerde sürekli televizyonlarda çıkan şu haberlerden bahsediyorum…
Belki bir kısmınız hatırlıyordur, ben gayet net aklımda. Gerçi yaşımı belli ettim biraz… O zamanlarda söylenenler nasıl bir travma gibi aklıma kazındıysa… Hatırlamak bir yana hala deodorant sıkarken bile şöyle bir duraksıyorum. Neyse şimdi belki gençler ne dediğimi anlamamış olabilir, nasıl bir trajediden kaçtığımızı gelin bir göstereyim.
İşte vakti zamanında, televizyonlar, gazeteler böyle haberlerle doluydu. Atmosferimizde yer alan ozon tabakası deliniyordu! Nasıl delinir? Ozon tabakası da ne? Ne işe yarar? Çoğumuz bilmiyorduk. Ama üzerinde delik açılıyorsa pek de hayra alamet olmasa gerek!
Ozon, aslında bildiğimiz oksijenden oluşuyor. Sürekli soluduğumuz, hayatın en gerekli elementlerinden biri olan oksijen. Fakat oksijen genelde O2, yani molekül formunda bulunuyor. İki oksijen atomu bir arada. Bize hayat veren bu. Eğer buna üçüncü bir oksijen daha dahil olursa, o zaman O3 ortaya çıkıyor ki buna ozon diyoruz.
Tek bir oksijen bize faydalı olan o2’yi bize zarar verebilen O3’e dönüştürdü. Evet ozon, solunduğunda pek de faydalı değil, hatta ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Fakat burada öyle. Yani yeryüzünde. Yukarıda tam tersi bizim için faydalı. Zaten doğal haliyle yeryüzünde pek bulunmuyor. Özellikle atmosferin üst stratosfer ve mezosfer katmanında üretiliyor. Güneş’ten gelen yoğun UV yani moröte ışınları, buradaki oksijen moleküllerine çarpınca, serbest bir oksijen ortaya çıkarıyor. Bu serbest oksijen bir oksijen molekülüne gidip, üç oksijen bir ozon oluşturabiliyorlar. Yine aynı şekilde gelen UV ışınları bu ozon moleküllerine çarpıp, bir oksijen molekülü ve serbest bir oksijen atomu oluşturuyor. Sonra bu serbest oksijen yine gidip başka bir oksijen molekülüyle birleşiyor ve tekrar ozon oluşuyor.
İşte bu bir döngü. Buna ozon-oksijen döngüsü diyoruz. Üretimle, tüketim arasında hassas bir denge var. Bir ozon yok oluyor, bir ozon üretiliyor. Böylelikle atmosferde hep aynı miktarda ozon bulunuyor. Bunun gerçekleşebilmesi için UV ışınlar kullanıldığından, yeryüzüne daha az UV ışık ulaşmış oluyor. Devasa bir ozon kalkanı yani. İşte yeryüzünde hayatın kolayca devam edebilmesinin nedeni. Ozon olmasaydı, zararlı UV radyasyonu altında gezegen kavrulurdu. Şimdi kaptınız mı olayı.
Bakmayın bizi tehlikeden koruyan koca bir kalkan olabilir, ama aynı zamanda çok hassas bir terazinin de üzerinde duruyor. İşte 1980’lerde bu terazinin dengesi şaştı. Tam burada 1985’te bilim insanları ozonda %40 azalma olduğunu fark ettiler. Antarktika’da ozon tabakası deliniyordu. Dünya’nın sonu geliyor gibiydi.
Bu sırada genç Solomon ve ekibi hemen Antarktika’ya uçtular. Çeşitli ekipmanlar ve ölçüm aletleri götürmüşlerdi. Sadece ozona dair değil, atmosfere dair ölçebildikleri her şeyi ölçtüler. Tabii Antarktika’ya gittiğinizde en büyük hedefiniz soğuk ısırığı kapmamak oluyor 🙂 Ama onların hedefi başkaydı. Üst katmanlara erişebilen hava balonlarıyla örnekler topladılar, ölçümler yaptılar. Bunun sonucunda Solomon ve ekibi şaşırtıcı bir keşifte bulundu. Chlorine oxide seviyesi, beklenenden 100 kat daha yüksek çıktı.
Tabii bunun ne anlama geldiğini anlamaları pek uzun sürmedi. Chlorine oxide, atmosferin üst katmanlarında UV ışınlarına maruz kalan Chlorofluorocabonların yani kısaca CFC’lerin bozunmasıyla oluşuyordu. Ve bilin bakalım bu CFC’ler nereden geliyordu. Evet… Son zamanlarda kullanmaya başladığımız deodorant gibi aerosol ürünlerden. Buzdolaplarında, klimalarda, kullandığımız bu köpüklerde… Her yerde vardı.
Aslında CFC’ler gündelik hayatımızda, aşağıda, yeryüzündeki hayatımızda sorun yaratmıyorlar. Peki ya yukarıda neler oluyor? Başı boş halde gezen CFC’ler atmosferin üst katmanlarına ulaştığında, UV ışık bunu Chlorine’e (klora) ayırır. Sonra bu Chlorine ozondan bir oksijeni çalarak Chlorine monoxide oluşturur. Ardından başı boş bir oksijen atomuna denk gelen Chlorine monoxide, bir oksijen molekülü oluştuktan sonra başı boş bir şekilde dolaşmaya başlar, sonra başka bir ozona gidip onu da parçalar.
Tehlikeyi görüyorsunuz değil mi? Düzenli bir şekilde işleyen bir sisteme, her yere zıplayarak ilerleyen ve her çarptığı yeri dağıtan bir şeyi ekliyoruz. Bu gezegenin yaramaz çocukları olarak bizler bir müdehalede bulunuyoruz. Tek bir molekülün yapabilecekleri kısıtlı. Fakat her geçen gün daha da fazlasını ekledikçe, zincirleme bir reaksiyonla ozonu yok ediyorduk. Bununla da bitmiyor! CFC’ler 100 yıldan uzun süre atmosferde kalabiliyor. Yani ömrümüz boyunca saçtığımız her CFC, atmosferde giderek birikiyor, zincirleme reaksiyonu daha da hızlandırıyor.
İşte Solomon ve takımı bunu keşfettiler. Ardından bilim insanlarının ciddi uyarıları başladı. Kanıtlar ortadaydı. Bir şeyler yapmazsak, sonu hiç iyi olmayacaktı. Tıpkı 2065’te o yaşanabilecekler gibi… Beklenen manzara tam olarak buydu.
Buydu da… E ozon deliğine ne oldu? Epeydir kimse ozon hakkında falan konuşmuyor. Gerçi arada bir haberleri çıkıyor ozonda delik tekrar geldi geldi falan diye ama, onun nedenleri başka, onu da anlatacağım. Önce neden artık pek konuşmadığımızı tartışalım.
Cevap basit. Çözüm bulduk. Bugün ozon tabakası iyileşmiş durumda. Kendini yeniledi. Nasıl oldu bu? İşte böyle. Bütün ulusları bir araya getirerek. Montreal Protokolünü imzaladık. Hepimiz… 1987’de imzalanan bu protokol, ozon tabakasının delinmesine neden olan çeşitli kimyasalların üretiminin azaltılmasını, alternatiflere geçilmesini hedefliyordu. Ve bu başarıldı. Bu sayede bugün ozon tabakası iyileşmiş durumda.
Hadi canım. Bu kadar kolay olmamalı.
En başlarda gösterdiğim şu animasyonu hatırladınız mı? Burada ozon tabakasının Eylül’e doğru ne kadar delindiği görünüyor. Ama bir şey yaptım. Yaramazlık! Yılı gizledim. Şimdi tekrar bakın.
Nasıl olur?! 2023! E hani ozon tabakası iyileşmişti. Anlatacağım. Ama önce bu eforlarımızın nasıl bir fark yarattığını konuşalım. Deodorant sıkarken tedirgin oluyorum dedim hatırlarsanız. Çünkü bizim nesil bunu kişisel olarak algıladı. Çevreyle ilgili problemlerde bize kişisel bir görev düşüyor. Buradaki K harfini özellikle vurguluyorum. Çünkü az sonra bunu akılda kalıcı basit bir kısaltmaya dönüştüreceğim. KAP kısaltmasına. Sadece gezegenin değil bizim yaşamımızda da karşılaştığımız problemlerin çözümünde bu kısaltma aklınızda olsun. İlk kelimesi Kişisel. Sürdürülebilirlik konusunda ben ne yapabilirim? Doğru kaynakları, nasıl doğru şekilde kullanabilirim?
Montreal Protokolünü mümkün kılan şeylerden biri neydi biliyor musunuz? O dönemin ABD başkanı Ronald Reagan ve İngiltere başbaşkanı Margaret Thatcher’dı. Reagan cilt kanseri nedeniyle tedavi gördüğü için, UV ışınların artmasının nelere neden olabileceğini bizzat tecrübe ediyordu. Thatcher ise kimya eğitimine sahipti. Neler olabileceğini anlayan bu iki başkan, bütün dünyanın seyrini değiştirdi. Problemin kişisel olması…
Problemi kişisel olarak hissederseniz, çözümün de bir parçası olursunuz.
İşte bunlar bizim, kişisel olarak yapabileceklerimiz. KAP kısaltmasını ben Doktor Solomon’un bir konuşmasından çıkardım. Kendisi çözümün üç basamağı olduğunu söylüyor. Kişisel olması, algılanabilir olması ve pratik olması. Kişisel, çünkü hepimizi ilgilendiriyor. Algılanabilir, çünkü NASA işte böyle uydu görüntülerini gözlerimizin önüne seriyor. Pratik çünkü…
Sebebi basit. CFC’leri kısıtlamak söz konusu olduğu zaman, alternatif bir seçenek vardı. CFC’lerin yerine geçebilecek bir alternatif. Bunu bulmak bir yıl bile almadı. Üretmesi kolay, maliyet düşük… CFC’lerin kaldırılması öyle pek kimseyi rahatsız etmedi. Üreticileri hariç! Onlar bilim insanlarını KGB ajanı olmakla filan bile suçladı ama, orası bildiğiniz hikaye işte. Bu alternatifi hayatımıza hemen entegre edebildik. Oysa ki fosil yakıtların yerini aynı şekilde dolduramıyoruz. Alternatifleri daha masraflı. Faydalarını daha uzun sürelerde görüyoruz. Ve genelde de, kısa vadeli çözümler arıyoruz. Çünkü çoğu lider sadece kendi döneminde yaşanacakların hesabını yapıyor, on yıl sonrasının değil. Böyle bir çözümün yokluğu, bizi bir faciaya sürüklese bile…
Bak kaptırdım gittim kendimi… Az kalsın işin ironik yanını söylemeyi unutuyordum. Yani CFC’lerin yerine pratik bir çözüm bulmuştuk ya. Hah işte, onlar da HFC yani Hydrofluorocarbon. Hakikaten de ozon tabakasına CFC gibi bir olumsuz etkisi yok. Fakat görünen o ki bu bir seragazı ve iklim değişikliğine katkısı var. Neyse ki 2016 Montreal Protokolüne HFC de dahil edildi ve kullanımı azaltılıyor. Fakat bunlar büyük bir problemin küçük halkaları. Daha büyük adımlar atmalıyız.
Belki de tek ihtiyacımız, gerçekten neler olabileceğini anlayan, sadece bugünü değil, yarını da düşünebilen liderlerdir. Ne de olsa Solomon gibileri hep burada olacak. Biz adını duymasak bile dünyayı kurtarmak için araştırmaya devam edecekler. Tıpkı adını hiç duymadığımız, ama CFC’lerin mekanizmasını çözerek Nobel ödülü alan bu üç bilim insanı gibi… Neden hiçbirini duymadık? Topu hep liderlere atıyoruz ama onları da bizler seçiyoruz. Bu insanları tanımazsak, bilmezsek, duymazsak, seçeceğimiz liderden ne bekleyebilir, ne talep edebiliriz ki?
Ozon tabakasının yenilenmesinde bu “liderlik” vasıflarının etkisi büyük oldu. Biz kişisel yaşamımızın lideri olacağız, algılanabilir sonuçlar için seçimlerimizi yapacağız ve pratik olacağız.
Bak yine kaptırdım kendimi bu “KAP”a… 🙂
Peki abi bir sürü şey söyledin de NASA’nın sitesinden gösterdiğin grafikte delik yine büyümeye başlamış. Buna ne diyeceksin?
Diyeceğim ki o deliği biz açmadık. Doğanın kendisi açtı. İklimle ilgili konularda bu da önemli bir ayırım. İnsan kaynaklı mı yoksa doğa kaynaklı mı?
Şu anda gerçekleşmekte olan durumun sorumlusunun 2022’de patlayan bir su altı yanardağı olduğu tahmin ediliyor. Onun etkisi geçtikçe, CFC gibi zamanla birikmediği için tekrar düzelecek. Doğa kendini onarıyor, yeniliyor. İşte bu yüzden ara sıra böyle haberler görüyoruz. Eğer böyle bir haberi gelecekten görüp de geldiyseniz hoş geldiniz. Eğer farklı bir durum varsa yeni bir video yaparım. Aboneyseniz ve bildirimleri açmışsanız zaten önce onu izlemişsinizdir.
Bu videodaki amacım biraz içimize su serpmekti. Elimizde insan eliyle bozulan doğanın yenilenmesi konusunda başarılmış bir örnek var. Yaklaşmakta olan iklim değişikliğinin yaşanmışı, bir demosu. Ondan ister dersler çıkaralım, ister ilham alalım. Ama rehavete kapılmayalım. Yoksa bu kap, son kap olabilir.
“Ozon Deliğine Ne Oldu?” için bir yanıt
Yeni nesil nükleer teknolojiler konusunda bir video yapmanı tavsiye edebilirim. SMR small modular reactor teknolojisi nükleer bir Rönesans ve yeni bir nükleer çağ vadediyor, ilgini çekebilir