Kategoriler
Sanat

Sanat beyni nasıl dönüştürür?

Düşünüyorum, öyleyse varım.

Ama nasıl düşünüyorum? Böyle kelimelerle mi, yoksa resimlerle mi?

Eğer resimlerle düşünüyorsanız “Görsel düşünme” yeteneğiniz var demektir. Sezgileriniz güçlüdür. Birdenbire bir problemin çözümünü bulabilirsiniz. Bunu nasıl yaptığınızı bile bilmeden…

Temple Grandin adında biri var. Hatta hakkında bir film bile yapıldı. Kendisi tam bir “görsel düşünür.” Son kitabında sizin de öyle olup olmadığınızı anlayabilmek için bazı soruları sıralamış. Mesela…

  1. Soru: Gördüğünüzü hatırlayıp, duyduğunuzu unutur musunuz? Ben farklı şekilde sorayım bu soruyu: “Tanıştığınız insanların yüzünü hatırlayıp, ismini unutur musunuz?”
  2. Soru: El yazınız yavaş mı? Başkaları tarafından zor mu okunuyor? Ben yine bir ek yapayım bu soruya: “Düşünürken, ders dinlerken bir kenara karalamalar yapıyor musunuz? Doodling?” 

Bu sorulara “evet” cevabını veriyorsanız görsel düşünüyorsunuz demektir. Einstein gibi. Tesla gibi. Onlar da görsel düşünürdü. Ama sadece böyle düşünmek çok zeki olduğunuz anlamına gelmiyor, hemen havaya girmeyin.

Karalama yapıyorsunuz çünkü bu karalamalar, bilgiyi korumanıza, yaratıcılığınızı artırmanıza ve farklı şeyler hakkında düşünmenize yardımcı oluyor. Aslında bir anlamda sanat yapıyorsunuz o sırada. Evet sanatı sadece müzelerde sergilenen resimler olarak paketleyip bir taraflara atmayın. Onu en geniş haliyle düşünün.

Resim dışında müzik, film ya da oyun. Hiç kendinizi böyle bir şeylerin içinde kaybettiniz mi? Çok etkileyici bir kitap okudunuz ve hemen onu bir arkadaşınızın eline tutuşturdunuz; o kadar duygusal bir şarkı dinlediniz ki, her kelimesini ezberleyene kadar tekrar tekrar söylediniz. Bir çoğumuz bunları ya eğlence ya da bir tür kaçış olarak düşünme eğiliminde. Oysa sadece bundan ibaret değil. Çünkü sanat neşenizi yerine getirir. İlham verir. İyi olmanızı sağlar. Size anlayış kazandırır. 

Sanat, insanlık olarak bizim tek gerçek küresel dilimizdir…

Çok güzel edebiyat parçaladım. Aforizmaları üstünüze üstünüze savurdum ama  gerçekten öyle. Çünkü artık sanatın hayatta kalmamız için vazgeçilmez olduğuna dair bilimsel kanıtlarımız var. 

Bakın bu konuda da yeni bir kitap çıktı: Your Brain on Art. Sanatın beynimizi nasıl dönüştürdüğünü ve hatta vücudumuzu nasıl iyileştirdiğini gösteren en yeni bilimsel çalışmalarla desteklenmiş. Bu alana nöroestetik ya da daha geniş anlamda nörosanat deniliyor.

Araştırmacılar, insan beyninin DaVinci’nin Mona Lisa‘sı gibi sanatsal eserleri neden bu kadar çekici bulduğunun ardındaki yanıtları sinirbilimde arıyor. 

Örneğin, şimdi size 11 tane tablo göstereceğim. Hızlı hızlı bakalım. Çok ayrıntılı incelemenize bile gerek yok. Yapabilirseniz elbette videoyu durdurarak tek tek görmeye çalışabilirsiniz. Şu anda ne oluyor biliyor musunuz? Binlerce kilometre uzaktan görsel düşünmenizi sağlıyorum. Daha doğrusu Van Gogh sağlıyor 🙂Çünkü araştırmalara göre Van Gogh’un bu dinamik resimlerine bakmak öznel bir hareket duygusu uyandırıyor ve beyindeki görsel hareket alanlarını V5/MT+ etkinleştiriyor.

Tabi benim favori tablom olan “Yıldızlı Gece”yi göstermedim hemen Van Gogh olduğunu anlamayın diye. Ama şu tablonun ayrıntılarına bir bakar mısınız? Adam gece gökyüzünü çalkantılı bir enerji alanı olarak resmetmiş. Patlayan yıldızların altında, bir köy var uzakta. Kaosun altında sessiz bir düzen yeri gibi öylece duruyor. Yerle göğü birbirine bağlayan bu alev aslında alev değil, bir  selvi ağacı. Yani geleneksel olarak bizim mezarlıklarla ve yasla ilişkilendirdiğimiz bir ağaç. Ancak Van Gogh için ölüm uğursuzluk değildi. “Yıldızlara bakmak beni her zaman hayal kırıklığına uğratıyor” demişti bir seferinde, “Neden gökyüzünün parlak noktaları, haritadaki siyah noktalar kadar erişilebilir olmasın?” “Bir yere gitmek için trene bindiğimiz gibi, bir yıldıza ulaşmak için ölümü göze alıyoruz.” Bu ne mesela? Sabah yıldızı? Venüs? Entelektüeller ona dilediği etiketi verebilir: Empresyonist ya da izlenimci diyebilir. Bense ona bakınca hayalgücü ve hafızayı görüyorum. 

Önemli olan bir sanat eserine bakınca sizin ne gördüğünüz. Mavi tonlara bakınca, hüzünlenebilir bir dinginlik yaşayabilirsiniz, sarılara bakınca daha canlı ve umut dolu olabilirsiniz. Bu sizin öznel deneyiminiz. Buna “estetik deneyim” adı veriliyor. 

Bu kişi nöroloji, psikoloji ve mimarlık profesörü Anjan Chatterjee. O ve meslektaşları 2014’te duyusal-motor sistemlerimiz, ödül sistemimiz ve bilişsel bilgi ve anlam oluşturmamızın birleşerek estetik bir anı oluşturduğunu açıklayan  ve “estetik üçlü” olarak bilinen kuramsal bir model geliştirdiler.

Az önceki tabloya baktığımızda ya da herhangi bir estetik deneyim yaşadığımızda beynimizde ve bedenimizde neler olduğunu bu üçlüye göre açıkladılar. 

Her şeyden önce duyusal-motor sistemlerimiz aracılığıyla bilgi alıyoruz. Koku dahil. Burnumuz 1 trilyon kokuyu 400’den fazla koku alma reseptörüyle algılayabilir ve bu hücreler her 30 ila 60 günde bir yenilenir. Bu duyumuz o kadar gelişmiştir ki, bazı kokuları bir köpekten daha iyi algılayabiliriz. Ve o koku duygularımızı ve hafızamızı etkiler. Tablo ve koku ne alaka diyeceksiniz ama unutmayın komple bir deneyimden söz ediyoruz. Görmek işin sadece bir parçası. Deneyimi tamamlayan başka şeyler de var. İşitmek gibi. O sırada duyduğunuz sesler ya da belki müzik. Bunların hepsi diyagramdaki ilk daireyi oluşturuyor. 

İkinci daire, beynimizin ödül sistemi. Tipik olarak bu sistemi etkinleştiren şeyler, beynin bizi hayatta tutmasına yardımcı olan yeme, içme, uyuma veya türümüzü hayatta tutmasına yardımcı olan üreme davranışları gibi şeyler… Yani biliyorsunuz. Sanattan aldığımız haz – tabi onu güzel bulduğumuzda – aynı temel tepkiyi oluşturuyor. 

Anlam oluşturmanın üçüncü dairesinde estetik deneyimler oldukça bağlamsal. Kültürünüz, kişisel geçmişiniz ve yaşadığınız zaman ve yer, bir şeyi nasıl algıladığınızı ve ona nasıl tepki verdiğinizi etkiliyor.

Bu üç düğümün ortasında, beyninize estetik olarak kaydedilen bir deneyim var. 

İşte Anjan diyor ki: “Sadece tatlı olan bir portakal, size bayat hissettirebilir. Gerçekten iyi bir tat hissi için biraz ekşilik de lazımdır ve sanat bunu karmaşık bir şekilde yapar.” 

Tam da bu sebeple Picasso 1937’de başyapıtı olan “Guernica”yı resmettiğinde, savaşın ürpertici ve vahşi doğasını yakaladı ve tüm dünyaya İspanya İç Savaşı’nın neden olduğu o evrensel acıyı düşünmeleri için yenilikçi bir yol sundu. Tatlıyla, acıyı ve ekşiyi karıştırdı. 

“İyi de abi ben öyle görmüyorum ya” diyorsanız problem tam olarak sizde değil. Neden biliyor musunuz? Az önceki diyagramda bir kesişim kümesi var ya. İşte oradaki estetik deneyim insanlar, mekanlar ve nesneler düşünüldüğünde farklı olabiliyor. 

Ne demek bu? Biz insan yüzünü ya da bir manzarayı gördüğümüzde ona güzel ya da çirkin deme konusunda pek zorlanmıyoruz. Ama nesneler söz konusu olduğunda kafamız biraz karışıyor.

Az önceki örnekler üzerinde düşünelim. Altlarına tarihlerini de yazdım. Bir şey dikkatinizi çekti mi? Da Vinci 1500’lerde Mona Lisa’yı yapmış. Vermeer, Delft kentinin manzarasını 1600’lerde boyamış. İnsan ve manzara. Kime göstersek bunları görür, anlar ve bir şeyler hisseder. Estetik deneyim yaşar. Şimdi diğer iki örneğe geçelim. Van Gogh’un “Yıldızlı Gece”si 1800’lerden. Picasso’nun “Guernica”sı 1900’lerden… İşin içine giderek nesneler girmeye başladı. Adeta çağlar geçtikçe sanat anlayışımız da gelişiyor. 

Nesneler söz konusu olduğunda beyin tepkilerimiz çeşitlenmeye başlıyor. Anjan bu durumu şöyle açıklıyor: “İnsan yapımı eserler, sanat ya da mimarlık, sadece birkaç bin yıldır şu anki biçimlerinde var olmuşlardır.” Yani beyinlerimiz henüz buna alışmamış durumda. İnsan ve manzaraya kıyasla. 

O yüzden özellikle bugünlere yaklaştıkça, modern sanat ortaya çıktıkça algısal tutarlılık kaybolmaya başlıyor. Anjan bu konuda da şöyle diyor: “Sen Jackson Pollock’u, ben Edward Hopper’ı sevebilirim ve ikimiz de bir güzellik deneyimi yaşıyoruzdur ama o güzellik deneyimini tetikleyen nesne çok farklı olabilir.” Başka bir deyişle, güzellik her zaman ve sadece bakanın gözündedir.

Nereden geldiğimiz, nasıl yetiştirildiğimiz ve benzersiz deneyimlerimizin hepsi neyi güzel olarak algıladığımıza katkıda bulunur.

Şimdi şu yüzyıllar içinde yaptığımız yolculuğa devam edelim. 2000’li yıllara gelelim. Bu kez Türk sanatçılardan bazı eserleri görüyorsunuz. Üstelik tuvaller ve formatlar da değişmiş durumda. Bu bir koleksiyon: Paribu Art Memory. Farklı disiplinlerden üretimin iç içe konumlandırıldığı hibrit bir yapı. Koleksiyonun ilk adımında bugün için dijital, konvansiyonel ve NFT olarak, toplam 47 eser yer alıyor. Paribu, değerlerinden beslenen bu yapıyla çağdaş sanat üretimini desteklemeyi hedefliyor ve aynı zamanda kendi sanat hafızasını yaratıyor. Üstelik bunu kendi ofisinde yapıyor. Bu yönüyle “hafıza”, Paribu ekibi için gündelik ofis yaşamının bir parçasını oluşturuyor. 

Peki neden? Bunun cevabını da şöyle veriyorlar: Yaşadığımız dünya, gelecek hakkındaki endişelerimizi durmadan besliyor ve onlara her gün yenilerini ekliyor. Yarınla ilgili kafamız soru işaretleriyle dolu. Peki böyle bir atmosferde, “yarının dünyası”nı sahiplenen bir marka ne yapmalı? 

İnsanın iyilik halini artırmak, her açıdan geliştiği bir atmosfer yaratmak ve gelecekle ilgili duygularını olumluya çevirmek. Bunun en etkin yolu da kültür ve sanat. O yüzden Paribu kurulduğu günden bu yana, doğru kurumlar ve alanında uzman kişilerle hedef birliği yapıyor; kültür sanata katkıda bulunuyor.

Bu doğrultuda, paydaşlarının da katılımıyla yaratıcı endüstrileri merkeze alan ve etkisi yüksek bir sosyal yatırım programı başlatıyor. “10 Creative Fellows” adlı bu program, gençlere yönetim ve kapasite geliştirme atölyeleri, burs, mentorluk ve ağ kurma fırsatı sunarak, kariyer yolculuklarında destek olmayı amaçlıyor. Yaratıcılık, yenilikçilik ve girişimcilik arasındaki paylaşım alanlarını çoğaltarak, bireylerin yaratıcılık potansiyellerini geliştirmeyi hedefliyor.

Eğer Türkiye’deki bir üniversitenin şu bölümlerinde lisans ve yüksek lisans öğrencisiyseniz 14 Ağustos 2023’e kadar açıklamalar bölümündeki bağlantıyı kullanarak başvuru yapabilirsiniz. 

Baktığımız tüm bu eserlerden, geçmişte yapılmış o meşhur tablolardan ne öğrendik? Sanat ve estetik sadece güzellikten ibaret değildir. İnsan deneyiminin tamamına duygusal bağlantı sunar. Dilin üstündeki şekerden fazlası olabilir. Eğer onda, zorlayıcı, aynı zamanda rahatsız edici olan bir şey varsa ve bu rahatsızlıkla uğraşmaya istekliysek, bir değişim, dönüşüm olasılığı sunar. İşte estetik deneyim dediğimi şey bu. O diyagramda tüm kümelerin kesiştiği merkez nokta!

“Yıldızlı Gece”ye baktığınızda ne hissettiğinizi belki kendinize bile tarif edemeyebilirsiniz. Ama o vücudunuzda nörokimyasalların, hormonların ve endorfinlerin salgılanmasını tetikler ve size duygusal bir rahatlama sağlar. Yakın gelecekte buna benzeyen şeyleri belki de sanal gerçeklik ortamında yaşayacağız.  Ve emin olun değişeceğiz. Çünkü şiir veya roman okuduğumuzda, bir film izlediğimizde, müzik dinlediğimizde veya dans ederek bedenimizi hareket ettirdiğimizde, biyolojik olarak değişiyoruz. O sırada sadece duygularımız değişmiyor, Aristo’nun katarsis dediği şeye yol açabilecek nörokimyasal bir alışveriş yapılıyor.

O yüzden “görsel düşünme” yeteneğine sahip olmasanız bile her gün sanatla meşgul olun. Anlamını hemen kavrayamadığınız resimlere bakın. Karalama yapın. Sağ elinizle yazıyorsanız bir de sol elinizi zorlayın. Beyninizin her noktasını işlek bir cadde gibi aydınlatmaya çalışın. Gerçekten var olmak için sadece kelimelerle değil, resimlerle de düşünün.

“Sanat beyni nasıl dönüştürür?” için 5 yanıt

I am a big fan of your content. I am not able to follow your videos because they are all in Turkish. I translate your texts into English using various applications. If you add English variations to your texts and English dubbing to your videos, you will receive a lot of attention. I appreciate your work in any case. I wish you a happy day 🙂

Hallo,

Please make a Video about “Refik Anadol”
Danke! I appreciate your contributions.

Viele Grüße

Elgun

Sanatı çok severim , hakkında kiçik bir ansiklopedi de okumuşdum ve çok sevdim. Böyle bilgileri bize ilettiğiniz için teşekkürler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir