Kategoriler
Bilim Gelecek

Vücudunuzu Dondurabilir Misiniz?

Bugün dondurmanın sırlarını konuşacağız, ama bu dondurmanın değil. İnsan vücudunu dondurmak ve yüzyıllar sonra çözdürüp kullanmak mümkün mü? Buna geçmeden önce… Hani sakın yapma dedikleri şeyler vardır ya. Şimdi onlardan birini yapacağım ve bu ağzına kadar su dolu cam şişeyi buzluğa koyup donduracağım 🙂 Su öyle sıcak falan değil bu arada, elimle tutabildiğim bir sıcaklıkta. Vücut sıcaklığımda yani… Buzluk batmasın diye de şöyle kilitli poşete koyuyorum. Yanına bir tane çilek yerleştireceğim. Aradan biraz zaman geçsin geri gelip bakarız.

Yaşam demek, su demek. İnsan vücudunun yarısından çoğu su. Kemiklerimizde bile su var! Ve su, çok enteresan özellikleri olan bir madde. O yüzden insan bedenini dondurmak da, enteresan ve çok zorlu bir konu. İyi de neden böyle bir fikir gelmiş dersiniz insanların aklına? Ne gerek var ki vücudu dondurmaya?

Yıldızlararası seyahat yapacaksınız. Yeni bir gezegende yeni bir hayata bilet almışsınız. Ama önünüzde çok uzun bir yolunuz var. İnsan ömründen daha uzun. Oraya varana kadar, yaşlanıp ölebilirsiniz. Ya da uzay gemisindeki sınırlı kaynakları tüketebilirsiniz. 

O yüzden gitmek istediğiniz gezegeni görebilmenin tek bir yolu var, ve o yolun adı: Kriyonik. Özel olarak üretilmiş bu kabinler, sizin yaşamsal faaliyetlerinizi durduruyor. Yani sizi donduruyor. Yüzyıllar geçse de hiç yaşlanmıyorsunuz. Ta ki uyandırılana kadar. 

Passengers filmi tam olarak bu konuyu ele alıyor. Bir anda kaza sonucu kriyonik kabini açılan bir karakter var: Jim. Kendini bomboş bir uzay gemisinde buluveriyor. Etrafta kimsecikler yok. Kabine geri girmenin bir yolunu arıyor ama bir türlü bulamıyor. Gemide ona yardımcı olabilecek bazı kişiler var ama onların hepsi de dondurulmuş biçimde uyumaya devam ediyor. Uzay gemisinin önünde daha 90 yıllık bir yolculuk var. İnsan ömründen daha fazla. İşte tam bu sırada uyanmışsınız. Böyle bir durumda siz olsanız, ne yapardınız?

Neyse ki kendimizi Jim’iki gibi bir durumda bulmaktan hala çok uzaktayız. Henüz ne yıldızlararası seyahat yapabiliyoruz ne de böyle kendimizi koyup da dondurabileceğimiz, sonra da çözebileceğimiz kabinlerimiz var. Fakat dondurulmak sadece yıldızlararası seyahat için değil, ölümün eşiğinde olanlar için de bir seçenek. Mesela şu an için tedavisi olmayan bir hastalığınız olduğunu düşünün. Belki gelecekte ona bir çare bulacaklar, ama sizin o kadar zamanınız yok. Böyle bir durumda dondurulup, gelecekte hastalığa çözüm bulunduğunda çözdürülmek gibi bir seçenek olsaydı önünüzde, o zaman ne yapardınız?

Tabiki dondurulmak isterdim diyenler mutlaka çıkacaktır. Şu anda tekrar uyandırılmak, yani donduktan sonra çözülmek konusunda bir teknoloji yok. Fakat dondurulmuş birçok kişi var. Evet doğru duydunuz. Şu anda dondurulmuş bir şekilde böyle devasa kabinlerde geleceği bekleyen insan bedenleri var. Çünkü birileri kriyoniğin mümkün olabileceğini iddia ediyor. Bazı özel şirketler, beden ölümü resmi olarak gerçekleşen gönüllüleri alıp donduruyor. Bayağı bayağı böyle kabinlerde donduruyorlar. Donduruyorlar derken de bu sefer gerçekten dondurmayı kast ediyorum, -196 C°’ye kadar. Eğer sitelerine girip bakacak olursanız, farklı farklı paketleri de var. Sadece insanlar da değil. 170’den fazla kişin evcil hayvanlarını dondurmuş! Neden? Çünkü bu bir umut. Hayatta başka bir şans… Geleceğe tanıklık edebilme… Daha uzun bir ömür… Yaşlanmayı durdurabilme… Organların korunması… Böyle pazarlıyorlar. Ücret 30 bin dolardan başlıyor; 200 bin dolara kadar gidiyor.

İyi güzel de bunun sonunda ne olacak? Bunların nasıl gerçekleşeceği hakkında herhangi bir fikrimiz yok. Sadece bizim değil, bu özel şirketlerin de yok! Açık açık da söylüyorlar zaten. “Gelecekte mümkün olabilmesi durumunda…” diye yazıyorlar sözleşmeye. “Yani bugün sizi donduruyoruz ama nasıl çözüleceğini biz de bilmiyoruz. Zaten beden ölümü gerçekleşmiş, belki gelecekte bir çözüm olur.” diyorlar açık açık. Tek sorun sonunu bilememek değil. Başka bazı sorunlar da var ve şimdi onlardan birini göstereceğim.

Evet aradan birkaç saat geçti. Su komple donmuş gibi duruyor ama cama bir şey olmamış. Hani buzluğa ağzı kapalı cam şişede su koyarsak patlıyordu? 🙂 Kandırıldık mı yoksa? Yani normalde patlaması lazımdı. Lazımdı çünkü onun üzerinden bir şey anlatacaktım 🙂 O yüzden gidip biraz daha bekleteceğim ya da başka bir şişeyle tekrar deneyeceğim, belki bu çok sağlamdır. Bir dakika… Duydunuz mu? İnanmıyorum. Elimdeyken çatlamaya başladı 🙂 Umarım kamera bunu yakalamıştır. Bakın, yakından göstereyim. İşte bu gördüğünüz olay, kriyoniğin en büyük sorunlarından biri. 

Su, her yerde. Gezegenimizin dörtte üçü su. Onsuz bir hayat düşünemiyoruz. Ötegezegenlerde yaşam ararken bile, önce suyun sinyallerini arıyoruz. Hayatın yapıtaşı… Ama bir o kadar da sıradışı. Neredeyse bildiğimiz tüm maddeler soğudukça büzüşür. Bu yüzden elektrik telleri yazın sıcakta sarkarken kışın gerilir. Fakat su, biraz daha farklı davranıyor. Soğurken büzüşüyor ama yalnızca 4 dereceye kadar… 4 derecenin altında genleşmeye başlıyor. Zaten o yüzden buzlar suyun üzerinde yüzebiliyor, çünkü buz genleştiği için yoğunluğu sudan daha düşük. İşte bu genleşme yüzünden, esnek olmayan cam gibi maddeler bu gerilime dayanamayıp patlıyor. 

İşte hücrelerimiz de buna çok benzer. Onlar da aslında içi su dolu bir zardan oluşuyor. Organeller bu suyun içerisinde, sitoplazmada yüzüyor. Tabii tek bir hücremiz yok. Her dokuda, organda farklı farklı hücreler var. Fakat hepsi dondurdukça, kırılganlaşıyor. Yoğunluk farkından dolayı hücre içi konsantrasyonlar değişiyor. Tekrar çözdürseniz de, ortalık mahvolmuş hücrelerle dolu olduğu için eski haline geri gelmiyor. 

Eğer sulu bir meyveyi buzluğa atıp tekrar çözdürdüyseniz ne demek istediğimi anlayabilirsiniz. İşte bu normal sakladığım çilek. Bu da buzluktan çıkarıp çözdürdüğüm çilek. Çözülünce meydana gelen farkı çıplak gözle bile görebiliyoruz. Yani özetle… Cam kırıldı bir kere.

Peki bu özel şirketlerin yaptığı gibi öyle -196’lara kadar dondurmak, katılaştırmak yerine başka yolları düşünsek? Yani bir şekilde hücrelere zarar vermeden, canlıları dondurabilir miyiz? Bunu öğrenmenin en iyi yolu, doğaya bakmak. Ve dondurucu soğuklar deyince de ilk akla gelen yerlerden biri Alaska… Dünya’da soğuk koşullara adapte olabilmiş birçok canlı var. Kendilerini korumak için farklı farklı yöntemler geliştirmişler. Kimisi bir araya gelerek ısınıyor, kimisi kış uykusuna yatıyor, kimisi de kalın kürkler giyiyor… Ama içlerinden bu kurbağa, çok daha şaşırtıcı bir özelliğe sahip. Alaska Ağaç Kurbağaları, vücutlarını tam 8 aya kadar dondurabiliyor. Evet yanlış duymadınız. Bu kurbağa bayağı bayağı kendini donduruyor. 

Kışın başlangıcında, buz kristalleri kurbağanın karın boşluğunu doldurmaya başlıyor. Ardından organları çevreliyor. Gözleri beyazlaşıyor çünkü oradaki lens donuyor. Bunu yapabiliyor çünkü vücudu özel “kriyoprotektanlar” salgılıyor. Kurbağanın karaciğerinden salgılanan “glukoz”, vücudundaki tüm hücrelere yayılıyor. Böylece artan bu şeker solüsyonu, işte bu tür bir donmayı engelleyerek hücreleri koruyor. Bu bir nevi patatesi ya da başka bir sebze meyveyi tuz dolu suya atmak gibi. Eğer patatesi tuzlu suya atacak olursanız patatesteki su, dışarıdaki yoğun ortam nedeniyle çekilir ve patates büzüşür. Fakat eğer patatese de tuz ekleyecek olursanız, bu sefer dış ortamla denge sağlandığı için patates olduğu gibi kalır. İşte glukoz, yani kurbağanın kullandığı kriyoprotektan, tam olarak bunu sağlıyor. Tam donma gerçekleştiğinde ise hiçbir hareket yok. Sıfır kas hareketi, sıfır kalp atışı, sıfır nefes alıp verme. Aylar sonra çözüldüğünde, hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyor.

Diyebilmek isterdim. Ama öyle olmuyor. Organların yeterince beslenememesinden kaynaklı görülen “iskemi” veya “oksidatif stres” gibi bazı sorunlar yaşamaya başlıyor. Ayrıca bu kriyoprotektanların bir limiti var. Normalde bu kurbağalar en fazla -6 C° soğuğa dayanabiliyorlar. Fakat bulundukları yerlere bakınca, daha soğuğa da dayanabilmeleri gerekiyor. Gerçekten yapılan bazı çalışmalar, kısa süreli de olsa -18 C°’lere varan soğuklarda hayatta kalabildiklerini gösteriyor. 

Fakat burada ufak bir problem var. Biz Alaska Ağaç Kurbağası değiliz 🙂 Hatta bu canlının tam olarak bunu nasıl başarabildiğini de çözemedik. Organizmalar büyüdükçe, yapı da karmaşıklaşıyor. 

Aslında kriyoniğin bizim için gerçekten faydalı bazı uygulamaları var. Bunlardan biri doku ve organların saklanması. Vitrifikasyon sayesinde buz kristalleri oluşmadan, hücreleri koruyabiliyoruz. Fakat bunlar sadece kurbağa boyutunda organlar hatta bazen ondan da küçük olan yumurta hücresi gibi bazı hücreler. Bütün bir insanı başarıyla dondurmak şu an için pek mümkün görünmüyor. O yüzden pek çok bilim insanı bu fikri araştırmayı bile terk etmiş durumda. Çünkü kriyoprotektanlar, birçok farklı şekilde bize geri dönüşü imkansız zararlar veriyor. Patates ve tuzlu su örneğini hatırlayın. Patatese tuz basıp büzüşmesini engelleyebiliriz ama patates bundan sağ çıkamayabilir. Yani o zaten patates ama… Anladınız demek istediğimi 🙂

Başka sorunlar da var. İnsanları donduran bu şirketler, şu anda sadece “klinik olarak ölü” durumundakileri dondurabiliyor. Hedefleri ise, ölmek üzere olan, tedavisi mümkün olmayan durumdaki hastaları da ölmeden önce dondurabilmek. 

Şimdi belki de hiç akla gelmeyecek başka bir sorunu düşünelim. Ya sizi donduran şirket daha sonra iflas ederse? Böyle bir durum geçmişte yaşandı. Bu işi yapan bazı şirketler kapandı ve dondurulmuş bedenler öylece ortada kaldı. 

Siz uyandırılana kadar şirketin varlık gösterip gösteremeyeceğini bilemiyoruz. Sahi ne zaman uyandırılacağınıza kim karar verecek? 100 yıl sonra mı 1000 yıl sonra mı? Ne zaman?

Passengers filmine dönelim. Spoiler vermek istemiyorum ama onu sıradan bir uzay filmi olarak izlediyseniz önemli bir detayı kaçırdınız demektir. Filmin odağı, bu aralar çok ihmal ettiğimiz bir şey. Onu izlediğimizde sadece uzay gemisini, kriyoniği, robotları görüyor olmamız bile, bu önyargımızın bir kanıtı. 

Çünkü aslında Passengers filmi, bu insan dondurma sürecinin “etik problemlerini” hedef alıyor. Az önce aklımıza gelen o soruları soruyor: Ne zaman çözülmek istediğinize kim, nasıl karar verecek? Ya sizi çözmeye karar verirlerse ve o sırada bunu yapacak olan teknoloji yeteri kadar gelişmemişse? “Yeterli teknoloji”yi hangi otorite, nasıl tanımlayacak? On yıllar ya da yüzyıllar sonra Dünya ne halde olacak? Ütopya mı yoksa bir distopya mı? Dondurulduğum ülkenin yönetim biçimi değiştiyse? Benim uyutulduğum zamandaki kurallar değiştiyse?

Herhangi bir teknolojik alışverişte başımıza gelen problemlerde bile nasıl gerim gerim geriliyoruz. Söz konusu hayatımız olduğunda yaşanacakları hayal edebiliyor musunuz? İşte Passengers da aslında buna dikkat çekmeye, bunu sorgulatmaya çalışıyor. Çünkü her şeyin teknolojiyle çözüleceği illüzyonuna kapılmış durumdayız. Herkes mühendisliği seçiyor ve sosyal bilimleri terk ediyor. Gittiğimiz yer, gelecek değil.

Kriyonik, teknolojik olarak şu anda bizden çok uzakta duruyor ama… Zaten tek başına teknoloji her şeyi çözmüyor. Gelişen bilim ve teknolojiyle beraber, gelişen bir ahlaka da ihtiyacımız var. Çünkü bunun mu yoksa bunun mu yaşanacağını, yalnızca insani değerlerimiz belirleyebilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir