Ekim 2021’de Dünya’dan bir uzay aracı gönderilecek ve üzerinde şöyle bir plaka taşıyacak. Bu plakada uzay aracının adı, gönderilme tarihi, o tarihte gezegenlerin konumu ve izleyeceği rota gibi bilgilerin yanı sıra özenle seçilmiş bazı sözler var. Tam 20 tane söz bu araçla beraber uzaya çok özel bir görev için taşınacak. Bunları söyleyenler arasında Albert Einstein ya da Carl Sagan gibi isimleri görmek hiç de şaşırtıcı değil. Oysa tüm bu sözlerin içinde kaynağı anonim olan sadece bir tane söz var. O da bir Türk atasözü. Buraya yazıldığı şekliyle tercüme edersek anlamı “Balta ormana girdiğinde ağaçların çoğu, “Hiç değilse sap bizden biri” dedi.” Evet sözlerin neredeyse tamamı İngilizce yazıldığı için ufak anlam kaymaları olabilir. “Neredeyse tamamı İngilizce” diyorum çünkü bu sözlerden bir diğeri de Orhan Pamuk’tan alıntılanmış ve plakaya orijinal haliyle, Türkçe kelimelerle kazınmış. 20 sözden biri Türkçe atasözü, diğeriyse Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk’tan alınmış. Yazıların %10’u doğrudan bizimle ilişkili.
Tüm bunların ne anlama geldiğini açıkladığımda bu uzay görevinin neden bugüne kadar gerçekleştirilenler içerisinde “en şiirsel uzay görevi” olduğu konusunda sanırım siz de bana hak vereceksiniz. Çünkü uzay aracının ismi bile son derece anlamlı.
İki kanatlı bir kelebek gibi tasarlanmış bu yepyeni uzay aracıyla, Lucy ile tanışın.
Evet, aracın adı Lucy. Çok sevimli bir kız ismi. Fakat gösterdiğim 3 boyutlu görselleştirmeyle ses tonum pek uyuşmadığı için tanıştırma işini bir kez daha tekrarlayalım.
İki kanatlı bir kelebek gibi tasarlanmış bu yepyeni uzay aracıyla, Lucy ile tanışın.
Lucy, 16 Ekim 2021’de uzaya fırlatılacak -daha doğrusu fırlatma penceresi o tarihte açılacak- ve ben de bunu canlı olarak yayınlayacağım. Üstelik bu araç Trojan asteroitlerine gönderilen ilk uzay aracı olacak. O yüzden tasarımına yıllar önce başlandı ve her parçası büyük bir titizlikle hazırlandı. Bu parçalar birleştirildikten sonra da dayanıklılık testlerinden geçirildi. Uzayın çok sıcak ve çok soğuk olabilen zorlu koşullarına dayanabilmesi için gereken her türlü tedbir alındı. Çünkü onun gideceği yer bunu gerektiriyor.
Trojan asteroidleri güneş sistemimizin belki de en ilginç gök cisimleri. Her şeyden önce isimleri ilginç ve yine bir şekilde bizimle bağlantılı. Şu anda Çanakkale ili sınırları içinde yer alan Truva’da geçen o mitolojik savaştan geliyor. O yüzden bundan sonra Trojan asteroitleri yerine Truvalı asteroitler demeyi tercih edeceğim.
Diğer ilginç bir noktaysa bunların bulunduğu yerle ilgili. Asteroit kuşağını bilirsiniz. Bunlar Mars ve Jüpiter arasındaki bir yörüngede dolaşırlar. İşte bizim Truvalı asteroitler orada değiller. Biraz daha uzaktalar. Tam olarak Jüpiter’in yörüngesindeler ve iki grup halindeler. Bir grup Jüpiter’in önünde, diğer grup arkasında… Astronomlar az önce sözünü ettiğim destandaki savaştan ötürü birine Yunanlı grup, diğerine de Truvalı grup adını vermişler. Bu iki grup tam olarak Jüpiter’in 60° önünde ve arkasında yer alıyor. Ama aynı yolda olmalarına rağmen Jüpiter bunlara, ya da bunlar Jüpiter’e çarpmıyor. Epeyce ilginç bir geometrik durum öyle değil mi? Aslına bakarsanız gök cisimleri arasında böyle özel bazı noktaların oluştuğunu bir süredir biliyorduk. Buradakilerin açıklamasına gelince…
Güneş sisteminin en büyük iki kütlesi nedir? Tabiki Güneş ve onun etrafında dönen gezegenlerden en büyük olanı: Jüpiter. İşte bu asteroitleri bir yandan Güneş çekerken, diğer yandan da Jüpiter çekiyor ve bunlar bulundukları yörüngede sabit kalıyorlar. Bu özel noktalara Lagrange noktaları adı veriliyor. Yani biri diğerinden daha küçük, iki kütlenin yarattığı potansiyel denge noktaları. Tam da bu yüzden o noktada herhangi bir gök cismi varsa anlıyoruz ki bunlar çok uzun zamandan beri oradalar. Ta güneş sistemimizin oluşmaya başladığı ilk dönemlerden beri oralarda dönüyorlar. O dönemde büyük kütleli başka cisimler asteroitleri kendine çekip büyüyerek gezegenlere dönüştü. Oysa bu asteroitler sürekli denge konumunda kaldıkları için başka hiçbir gök cismiyle birleşmeden dönmeye devam ettiler. Milyarlarca yıl boyunca. O yüzden bunlara gezegenlerin artıkları ya da gezegen fosilleri dersek pek de yanlış söylemeyiz.
Gezegen fosilleri…
Dünyanın geçmişini nasıl anlıyoruz? Fosillere bakarak. İşte Güneş Sistemi’nin geçmişini de bu çok eski taşlara yani Truvalı asteroitlere bakarak anlamaya çalışabiliriz. Görevin şiirselliğiyle ilgili bir başka ipucunu bu uzay aracının ilk ziyaret edeceği asteroitin adından yakalıyoruz. Asteroitin adı Donald Johanson isimli bir antropologtan geliyor. Bakın astronom demiyorum, antropolog diyorum.
1974 yılında daha 30’lu yaşlarında çok genç bir akademisyen olan Donald Etiyopya’da araştırma yapıyordu. Bir sabah yanında bir öğrencisiyle birlikte her zamanki gibi fosil araştırmasına çıktı. Saatler süren ekspedisyonun ardından tam elleri boş kamplarına dönecekken yerde küçük bir kemik parçası dikkatini çekti. O bölgeyi biraz daha tarayınca bir kafatası kemiği, kaburga kemikleri, alt çene derken bir hominin iskeletinin parçalarını bulduğunu fark etti. O gece kampa dönüp de bulduklarını diğer arkadaşlarıyla paylaştığında henüz yaptıkları keşfin ne kadar önemli olduğunu tam olarak kavrayamamışlardı. Yine de ona bir isim vermeye karar verdiler. Akşam yemeği yerken bir yandan isim önerilerini konuşup bir yandan da Beatles’ın son kasedini dinliyorlardı. (Evet o yıllarda albüm gibi havalı deyimler yerine Beatles’ın son kaseti filan denilirdi.) Neyse… Tam o sırada şu parça çalmaya başladı: “Lucy In The Sky With Diamonds – Gökyüzündeki Lucy Elmaslarla” gibi bir anlamı var. İşte bu şarkıyı duyan Donald’ın kız arkadaşı neden ona Lucy adını vermiyoruz ki dedi ve böylece dünyanın en ünlü fosillerinden birinin adı konulmuş oldu: Lucy! O sırada çalan bir Beatles şarkısından ilham almışlardı.
Peki Beatles nereden ilham almıştı? Sonuçta şarkının sözleri neredeyse sürreel bir dünyayı tasvir ediyor. Grubun solisti John Lennon 3 yaşındaki oğlunun yaptığı bir resme bakarak bu sözleri yazmış. Oğlu da gittiği anaokulundaki sınıf arkadaşı Lucy’i çizdiğini söylemiş babasına.
Yani anaokulundaki kızı çizen çocuğun babasının yaptığı şarkıyı duyan kızın erkek arkadaşı bulduğu fosile şarkıda geçen Lucy ismini verince gezegenlerin fosilleri olarak nitelendirilen Truvalı asteroitlere gönderilecek o uzay aracına da bu ismi vermeyi uygun bulmuşlar.
Şaka gibi 🙂 değil, şiir gibi. Hatta 2001 Uzay macerası filminde kemikten uzay gemisine geçiş yapılan bir sahne gibi…
“Lucy In The Sky With Diamonds – Gökyüzündeki Lucy Elmaslarla” şarkısındaki Lucy artık bir uzay aracı ve gökyüzündeki elmaslar kadar değerli gezegen fosillerini araştırmaya gidiyor. Ne de olsa bu minik asteroitler, dev gezegenlerin nasıl oluştuğunu ve güneş sisteminin nasıl geliştiğini anlamak için bilimsel değerleri açısından baktığımızda gerçekten de gökyüzündeki elmaslar gibi.
Daha önce asteroitlere gönderilen başka uzay araçları olmuştu ve ben o görevlerden de bahsetmiştim ama bu kadar yaşlı asteroitlere gönderilen ilk uzay aracı Lucy olacak. Dünyanın oluşumundan önceki zamanlardan beri orada dönüp duran bu taşları inceleyecek.
Bugüne kadar yeryüzündeki teleskoplar ve uzaydaki Hubble tarafından izlenen bu asteroitler bizden çok uzakta olduğu için sadece genel bilgilerimiz vardı. Neredeler, nasıl hareket ediyorlar, kabaca ne büyüklükteler gibi bilgiler. Lucy sayesinde bunların yüzeylerinin yüksek çözünürlüklü görüntülerini elde edeceğiz ve onların jeolojisi, renk ve kompozisyonu, iç özellikleri gibi konularda çok daha ayrıntılı bilgi sahibi olacağız. Lucy’nin dördüncü bir görevi daha var ki benim en çok ilgimi çekeni o: asteroitlerin uyduları ya da halkaları olup olmadığını da araştıracak. Evet, “Satürn gibi bir gezegenin halkası var ama bir asteroitin de halkası olabilir mi?” sorusunun cevabını arayacak.
Lucy Ekim’de fırlatıldıktan sonra özel bir yörüngede hareket etmeye başlayacak. Önce bildiğimiz asteroit kuşağından geçecek ve Donald Johanson isimli o çok küçük asteroite uğrayacak. Sonra Jüpiter’in önündeki gruba gidip orada 4 farklı asteroiti inceleyecek. Hatta bu incelemelerin iki tanesi 30 gün arayla gerçekleşecek. Bu bilgileri topladıktan sonra çok ilginç bir yol takip edecek. Tekrar Dünya’ya yaklaşacak ve çekim kuvveti sayesinde yeniden hız kazanıp bu kez de Jüpiter’in arkasındaki asteroit grubuna doğru yol alacak. Orada ziyaret edeceği asteroitler aslında ikili bir sistem şeklindeler. Birbirine çok benzeyen bu iki gök cismi birbirinin etrafında dönüyor. Bu ikilinin etrafından geçen Lucy böylece resmi olarak görevini tamamlamış olacak. 2033 yılında. Yani tam 12 yıl sürecek bu görev. Peki sona erdikten sonra ne olacak? Lucy bu yolculuğu yapmaya devam edecek. Tekrar tekrar… Onun için tasarlanan bu uçuş rotası da tıpkı Truvalı asteroitlerinkine benzer şekilde son derece dengeli bir durumda. Görev süresi bitince Lucy’nin enerjisi kalmasa ve artık bize verileri gönderemese de aynı rotada hareket etmeye devam edecek. Yüzbinlerce yıl boyunca bir Jüpiter’in önündeki asteroitlere gidecek, bir arkasındaki asteroitlere. Bu ikisinin arasında da sürekli olarak yolu Dünya’dan geçecek. Dünya’ya yaklaşacak. Bir anlamda ondan güç alarak yoluna devam edecek. Bu da bizi neden üzerine o 20 sözün kazındığı konusuna getiriyor.
Aslına bakarsanız uzay araçlarının içine bu tür mesajlar yerleştirme konusu yeni bir şey değil. Güneş Sistemi’nden ayrılan ilk uzay aracının içine de yerleştirilmişti. Belki bir gün bu araç uzayın derinliklerinde başka bir akıllı yaşamla karşılaşabilir diye. Voyager plakları adı verilen bu mesajlarla ilgili başlıbaşına bir podcast yayına verdim, dileyenler açıklamalar bölümündeki linkle Dünya’dan gönderilen o mesajları dinleyebilir. Çünkü sadece yazılı değil sesli mesajlar da var orada.
İşte yeni gönderilecek Lucy uzay aracı da bir anlamda aynı geleneği sürdürüyor. Fakat önemli bir fark var. Voyager sürekli olarak bizden uzaklaşacak şekilde tasarlanmıştı. Zaten çoktan güneş sisteminin dışına çıktı. Oysa Lucy görevini tamamladıktan sonra sürekli olarak Jüpiter ve Dünya arasındaki yörüngesinde kalacak. Yani günün birinde başka akıllı yaşamlar değil de yine bizim gezegenimizdeki insanlar onu bulacak. Bir anlamda zaman kapsülü haline gelecek. Hani bazen bazı okullarda ya da kentlerde 50 yıl, 100 yıl sonra çıkarılmak üzere toprağa içinde çeşitli mesajlar olan kapsüller yerleştirilir ya. Bu kez Lucy, toprağa değil de uzaya bırakılan bir zaman kapsülü haline gelecek. Dolayısıyla onun üzerine yerleştirilen plakadaki o 20 söz, uzaylılara değil bizim kendi torunlarımıza bıraktığımız mesajlar aslında.
İşte bu gözle baktığımızda yapılan seçimler anlam kazanmaya başlıyor. O yüzden 2006’da Nobel Edebiyat ödülü alan ünlü romancımız Orhan Pamuk’un uzaya bırakılan o plakaya Türkçe olarak yazılan sözlerini gelecek nesillere bırakılmış bir mesaj olarak anlamamız gerekiyor:
Daha çok sevmek, daha çok gülmek, daha çok düşünmek isterdik. Daha çok görmek, daha çok anlamak, daha çok güvenmek isterdik. Şimdi bizden kalanlar bu istekler ve bu kelimeler. Huzur, rüyalar, uyku ve öpüşler vardı. İnsanlar, meyvalar, kağıtlar ve kalemler de vardı. Çünkü hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz. Yazı hariç. Evet, tabii, tek teselli yazı hariç.
Peki ya Türkçe atasözüne ne demeli? Bu sözü seçip gönderen kişi Billy Collins, Amerikalı bir şair. “Balta ormana girdiğinde ağaçların çoğu, “Hiç değilse sap bizden biri” dedi.” cümlesinin İngilizcesi olarak yazılmış. Böyle bir atasözünü hatırlayan var mı? Zannetmiyorum. Çünkü biz onu bu versiyonuyla kullanmıyoruz. Ben bu sözü okuyunca, bizim kullandığımız versiyonunu hatırlayabilmek için birkaç yıl kadar önce hazırladığım Atasözleri defterine başvurma ihtiyacı hissettim. Bu defterin tasarımını bizzat kendim hazırlamıştım ama atasözlerini bir defter satırı olacak kadar küçülttüğüm için büyüteçle bakmak gerekiyor. Aradığım cevabı 47. sayfanın 10. Satırında buldum: “Ağaca balta vurmuşlar, sapı bedenimden demiş.” Tüm atasözlerimizin içinden neden bu sözü seçmiş olabilirler sizce? “Ağaca balta vurmuşlar, sapı bedenimden demiş.”
Biraz düşününce ben kendimce bir teori geliştirdim. Ama sizinkileri de yorumlar bölümünden okumayı çok isterim. Gelecek nesillere, torunlarımızın torunlarına sizce neden bu mesajı bırakıyoruz? Daha da önemlisi kendi atalarımızdan kalan bu mesajı onların torunları olarak bizler ne kadar anlayabiliyoruz?
“Uzay aracındaki Türkçe mesajlar ne anlama geliyor?” için 2 yanıt
Şiir gibi insansınız…
Adem ile Havva ölümsüzlüğü çocuk üzerinden sağladığı için gibi bir pozitif yaklaşma hakkını kullanırsak,
Ben de bana bir cevap okumayı çok isterdim