Bugün canım da hiçbir şey yapmak istemiyor. Oturup video hazırlayacaktım, fakat yine hayallere daldım 🙂 Bilmiyorum sizin de aklınıza takılıyor mu böyle… Mesela bir robotu insandan daha iyi yapan şey nedir? Bizden çok daha güçlü olması mı? Yoksa daha dayanıklı olması mı? Yoksa sorduğumuz her bilgiyi anında hatırlayabilmesi mi?
Bence bunların hiçbiri değil. Ben size ne olduğunu söyleyeyim. Bence bir robotu bizden esas farklı kılan, güçlü kılan şey, ondan istenileni doğrudan yapması. Hiç sorgulamadan… Her seferinde ve hiç bıkmadan…
Bir komut veriyorsun, ardından hemen aksiyon ve sonuç… Komut zinciri…
Ama biz insanlar öyle değiliz. Bugün işte misal… Canım hiç çalışmak istemiyor. Kendimi bir türlü motive edemiyorum. Yapmam gerektiğini biliyorum, işin yetişmesi lazım. Komut net yani: Akşama kadar bu işleri bitir! Ama bunu yapmama karşı, içimden gelen bir direnç var. Düşününce ne kadar anlamsız değil mi? Bu hiç olmasa ve biz her şeyi kolayca yapabilsek, çok daha iyi değil mi? Elbette bunun bir açıklaması var. Kendimizi nasıl motive edebileceğimizi çözmek istiyorsak, bunları anlamalıyız. O yüzden bu videoda size kendinizi nasıl motive edebileceğinizi, motivasyon mekanizmasının nasıl çalıştığını anlatacağım. Bu problem, kişisel bir problem olduğu için herkesin çözümleri farklı olacak. O yüzden şunu yapın bunu yapın gibi tavsiyeler olmayacak. Ama öğrendiklerinizden kendinize tavsiyeler çıkaracaksınız.
Robotların komut, aksiyon, sonuç zincirinin aksine bizim zincirimiz daha farklı. Bizimkisi bir döngü, bir halka. Aksiyon, ödül, motivasyon halkası… Bir aksiyonun, eylemin sonucunda bir ödül kazanıyoruz. Örneğin bir sınava çalışmak. Canımız istemese de saatlerce uğraşıyoruz. Problemlere takılıyoruz ama yine de devam ediyoruz. Ve sonunda istediğimiz o yüksek notu almayı başarıyoruz. Bu bir ödül ve sonucunda bizi motive ediyor. Ediyor ki tekrar aynı eyleme devam edebilelim.
Fakat, hepimizin bildiği üzere bu olay bu kadar basit gerçekleşmiyor 🙂 Robot gibi tuşa basıp da gidemiyoruz. Bu döngünün yolunda bazı engeller var. Bu engeller, aradaki bağlantıyı koparabiliyor.
Her şeyden önce, birçoğumuz, aksiyona geçmek için önce motivasyon arıyoruz:
–Canım hiç istemiyor şimdi. Önce şu diziyi izleyeyim de biraz keyfim yerine gelsin, öyle çalışırım.
Halbuki önce aksiyonun gelmesi gerekiyor. Aksiyonun sonucunda elde ettiklerimiz bizi motive ediyor çünkü. Bazı psikologlar motivasyonu, belirli bir davranışı başlatabilme ve sürdürebilme arzusu olarak tanımlıyor. E peki bu en başta yoksa, bu davranışı nasıl başlatacağız, üstüne bir de nasıl sürdüreceğiz? Kimisi için bir müzik açmak yardımcı olabiliyor. Hemen o müziğin akışıyla iş de akmaya başlıyor. Kimisi içinse dikkat dağıtıcı. İşte bu tür nedenlerle çözümler de kişisel. Fakat insan olarak da bazı ortak etkiler var.
Bunun nedenlerini araştırmak için 1998’de ilkokul öğrencileriyle bir deney yapılıyor. Çocuklara çözmesi oldukça zor puzzlelar, bulmacalar veriliyor. Yani hiç uğraşmak istemeyeceğiniz, öyle yaparken eğlenmeyeceğiniz türde şeyler. Sonra bu öğrencilerin hepsine çok iyi not veriliyor. Fakat yüksek notun açıklaması olarak bir gruba “çok zeki ve yetenekli olduğunuz için” denirken, diğer gruba “çok çalışkan olduğunuz için” deniyor. Hikayenin ilginç kısmı burada başlıyor. Öğrencilerden tekrar bu tarz puzzleları çözmelerini istiyorlar ama bu sefer bulmacaların hepsi zor değil. Aralarında çok kolay olanlar da var ve öğrenciler istediklerini çözmekte serbestler. Sizce hangi grup, zor olanı, hangi grup basit olanı seçmiştir dersiniz? Bir düşünün bakalım. Özellikle düşünmenizi istiyorum. Çünkü motive olmakta zorlanıyorsanız ve bunu doğru tahmin edemiyorsanız, bu bilgi sizin için özellikle önemli olabilir.
Kendilerine “çok zeki ve yetenekli” oldukları söylenen çocuklar daha basit olan problemlere yöneliyor. Ve problemi çözüp keyif alıp almadıklarını sorduklarında da “Eh” cevabını alıyorlar. Yani hem basit bir probleme yönelme ve hem de bundan pek keyif almama durumu var. Öte yandan kendilerine “çok çalışkan” oldukları söylenen çocuklar zor problemleri tercih ediyor ve sonucunda da daha mutlu oluyorlar.
Peki bu bize ne anlatıyor? Yani kendimize çalışkan olduğumuzu mu söyleyelim 🙂 Aslında değinmek istediğim konsept locus of control yani kontrol odağı. Basitçe söyleyecek olursam, hayatımızdaki şeyler üzerinde ne kadar kontrolümüz olduğu inancı. Örneğin kendilerine “çok zeki ve yetenekli” oldukları söylenen çocuklar dış kontrol odağını temsil ediyor. Çünkü zeki ve yetenekli olmalarının kendilerinin kontrolünde olan bir şey olmadığını, bunun kalıtımsal bir şey olduğunu düşünüyorlar. Haliyle başarılı olmalarında çalışmanın çok da bir etkisi yok. Çevresel, dış faktörler esas rolü oynuyorsa, neden çabalasınlar ki? Yani en azından onlar öyle düşünüyorlar.
Öte yandan kendilerine “çalışkan” olduğu söylenen öğrenciler ise iç kontrol odağına bir örnek. Çünkü çalışkan olmak, kendilerinin belirlediği, kontrol ettiği bir şey. Yaptıkları eylemlerin sonucunda elde ettikleri başarı tamamen kendi çabalarının bir ürünü.
İşte halka bu noktada önemli. Bu ödül ile motivasyon arasındaki bağı kurabilmek için, sadece ödülden keyif almamak gerekiyor. Ödülü almamızı, bizi oraya getiren o yoğun çaba gerektiren sürecin bir ürünü olarak görmemiz lazım. Ödülü, çabanın kendisiyle bağladığımızda, tekrar çalışabilmek, tekrar o ödüle ulaşabilmek için bir motivasyonumuz oluyor. Yeter ki zincire bir yerden başlayın… Bir de zinciri kırma! 🙂
Bir başka örnek… Mesela kapı kapı dolaşarak bir şeyler satmaya çalışanları düşünün. Sizce böyle bir iş için en uygun kişi kimdir? Birlikte düşünelim. İşe başlıyorsunuz, ilk gününüz… Heyecanlı heyecanlı kapıları çalıyorsunuz ama kapılar ardı ardına kapanıyor. Tak tak tak… Kimse bir şey almak istemiyor. Bazıları dinlemiyor bile. Akşam oluyor ve patronunuz soruyor: Sence neden hiçbir şey satamadın?
İşte dış kontrol odağına sahip insanlar bu noktada, “hava kötüydü”, “bugün insanların moralleri bozuktu”, “kimsede para yok ki alsınlar” gibi cevaplar verme eğiliminde oluyor. Yani satış yapamamalarının gerekçesi, tamamen dış faktörleri gösteriyorlar. Bu onların motivasyonunu düşürüyor ve bir sonraki gün daha az motivasyonla çalışmaya başlıyorlar. Bütün dünya size karşı komplo kurarken, niye çabalamak isteyesiniz ki! En sonunda da bu nedenle de başarısız oluyorlar.
Muhakkak hayatta bizim kontrolümüz dışında olan ve başarımızı gerçekten etkileyen şeyler de var. Ama ne başardığımız, gördüğünüz üzere aynı zamanda bir algı meselesi. Her ne kadar kendimiz yaşasak, tecrübe etsek de hepimiz farklı farklı yorumlayabiliyoruz. Bu da bize aslında, olayın kontrolünü ele alabileceğimizi gösteriyor. O yüzden kendinizi motive etmek için yapabileceğiniz en iyi şeylerden biri, bu konuda gözünüzü açık tutmak. Benim en büyük tavsiyem, eğer sebebin bir dış faktör olduğunu düşünüyorsanız bile aksine kendini inandırmaya çalışmanız. Tabii kendinizi suçlamadan 🙂 Bunu, başarılı olmak için kendini motive etme antrenmanı olarak düşünün.
Tamam aksiyonu aldık. Çok çalıştık, uğraştık, sonunda ödülü elde ettik. Peki sonra? En başta bir soru sormuştum hatırlarsanız. Neden böyleyiz ki? Yani hakikaten bir robot gibi sürekli çalışabiliyor olsak daha iyi değil miydi? Sırf şu videoyu çekebilmek için, zihnime kırk takla attırmak zorunda mıyım! Aslında bunun iyi bir gerekçesi var. Enerjiyi korumak. Atalarımız için doğada bu çok önemli bir şeydi. Enerjinizi öyle sürekli bir şeylere harcayamazsınız çünkü yorgun bir anda hasta olursanız bu sonunuzun gelmesi demek olabilir. Bu ne yazık ki içimizden öyle kolay atamayacağımız bir şey ve sorumlusu da bir nevi bu: Dopamin.
Dopamin kısaca, beynimizde bize ödülü hissettiren molekül. Haliyle ne zaman dopamin salgıladığımızı, ne zaman artıp azaldığını anlamak önemli. Fakat bu konuda da hayli bir kafa karışıklığı var. Misal, Parkinson gibi bazı hastalıklardan muzdarip kişilere dopamin ilaçları yazılıyor. Bu ilaçları alan bazı hastalarda sonradan çok enteresan bir şey fark ediliyor. Ne olduğunu bir düşünün bakalım. Tamam bu biraz zor, o yüzden ben söylüyorum 🙂 Kumar bağımlılığı. Bu insanlar hayatları boyunca hiç kumar oynamamalarına, böyle bir bağımlılıkları olmamalarına rağmen, dopamin ilaçlarından sonra bu batağa düşüyorlar. Çünkü kumar aletleri, tamamen sizin dopamin üretiminizi hedef alıyor. Hızlı bir şekilde küçük oyunlarla ödüller veriyor ve daha fazlasını vaat ediyor. Aksiyon, parayı makineye koy, kolu çevir… Ödül! 50 lira kazandınız. Tekrar deneyin. Işıklar mışıklar böyle bir de… Resmen hipnoz oluyorsunuz. Ödülü alınca motivasyon da geliyor, tekrar aksiyon… Çark dönüyor. Dönüyor da dönüyor…
Bu yüzden dopaminin hayatımızdaki rolünü anlamak önemli. Fakat kendinizi nasıl motive edeceğinizin bir reçetesi yok. Çünkü herkes özel. O yüzden kendi çözümlerimizi üretmek için dopaminin mekanizmasını anlamak önemli. Mesela çalışırken kendinizi ne sıklıkla ödüllendirmelisiniz? Eminim motivasyon problemi yaşıyorsanız, belirli bir süre çalışıp kendinizi ödüllendirmeyi denemişsinizdir. Peki ne kadar işe yaradığını biliyor musunuz? Eğer sürekli çalışmanın en son1undaki o ödülü düşünürseniz, işler pek istediğiniz gibi gitmeyebilir. Bu noktada motivasyon da tıpkı kontrol odağı gibi ikiye ayrılıyor: İçsel motivasyon ve dışsal motivasyon.
İçsel motivasyonda, bir şeyi yapmaya motivesiniz çünkü o eylemi gerçekleştiriyor olmak zaten başlı başına size keyif veriyor. Örneğin en basitinden oyun oynamak. Bu eylemi gerçekleştirirken zaten keyif alıyorsunuz. Haliyle eylemin kendisi içsel bir motivasyon kaynağı.
Dışsal motivasyonda, sonunda bir ödül elde edebilmek için kendinizi bir eylemi yapmaya motive ediyorsunuz. Mesela yıllar boyunca sabah 5’te kalkıp antrenmanlar yapmanızın nedeni, en sonunda olimpiyat madalyası alabilmek olabilir.
E o zaman ben ikisine birden sahip olmaya çalışayım! Daha süper olmaz mı 🙂 diyebilirsiniz… Ama öyle olmuyor. Hatta ikisine sahip olmak, tam tersi bir etki bile yaratabiliyor. Buna da overjustification effect, yani aşırı gerekçelendirme etkisi deniyor. Örneğin resim yapmaktan çok keyif aldığınızı düşünün. İçsel bir motivasyonunuz var yani. Yaparken keyif alıyorsunuz, canınız ne isterse onu çiziyorsunuz. Eşiniz dostunuz çok beğeniyor onlara hediye etmeye başlıyorsunuz. Derken… Bir akrabanız diyor ki, “Yahu çok iyi çiziyorsun, bunları satmaya başlasana”. İyi bir fikir gibi görünüyor, çünkü zaten keyif alarak yapıyorsunuz. Bir de para kazanacaksınız! Fakat sonra satışlar çoğalıyor, sırf satışlara yetişebilmek için resim yapmaya başladığınızı fark ediyorsunuz. Ve birden resim yapmanın o tüm eğlencesi kaybolmaya başlıyor. Denkleme dışsal bir motivasyon eklendiğinde, yani resmi yap sonucunda ödül olarak para alacaksın fikri dahil olduğunda, bir anda içsel motivasyon da azalmaya başlıyor. Bu yüzden ikisi arasında bir denge yakalamak, doğru yerde doğrusunu kullanmak önemli.
Yani özetle… Hep deriz ya. Mutlu olduğun, yaparken keyif aldığın işi yap diye 🙂 İşte tam olarak bu. Hedefler olmalı ve doğru kullanılmalı. Sadece bunlara indirgenerek çalışılmamalı. Yaparken keyif alınmalı. Gerekirse yaparken keyif alınacak şekle getirilmeli. Kimse çamaşırları, bulaşıkları yıkamaktan pek keyif almıyor. Ama bunları yaptığımızda ailemizden birisi bize güzel bir söz söylediğinde, bunlar daha yapılabilir hale geliyor. Tek bir güzel söz söylemek, çok kolay yapabileceğimiz bir şey değil mi?
Bizimkisi belki robotların bu zinciri kadar basit olmayabilir. Fakat bizi insan yapan da bu değil mi zaten? Güzel sözler söylemek bizi motive etmeyecek olsaydı, bu şiirler, bu şarkılar kimler için yazılırdı? Ve kim bilir, belki de yarın bir gün, robotlar da kendi değerlerini yaratacaktır…