Kategoriler
Bilim

Mısır Piramitleri Neden Orion Takımyıldızıyla Hizalanıyor?

Tıpkı bir ip gibi dizilmiş üç devasa piramit… Keops, Kefren ve Mikerinos… 

Bu gizemli piramitlerden Keops ve Kefren neredeyse aynı yükseklikte, ama üçüncüsü yani Mikerinos onlardan daha küçük. Neden böyle? Acaba onu inşa ederlerken Mısırlıların kaynakları mı bitmişti? Yoksa tembellikten mi küçük yapılmıştı? 

Tabi bir ihtimal daha var. Acaba piramitler dizilimleri ve boyutlarıyla bize bir şey mi anlatmaya çalışıyorlardı? Şimdi kafamızı yerden, göğe çevirelim.

Gökyüzünün en görkemli takımyıldızı Orion… Yerdeki üç Mısır piramidi, gökteki üç yıldızla neredeyse birebir hizalanıyor gibi: Alnilam, Alnitak ve Mintaka. Sadece hizalanmakla da kalmıyor. Bu üç yıldızdan ilk ikisi aynı parlaklıktayken… üçüncüsü biraz daha sönük. Tıpkı, piramitlerden birinin biraz daha küçük olduğu gibi… Piramitlerin büyüklükleri, adeta yıldızların parlaklıklarıyla hizalanmış. 

Hadi bunlar birbirine yakın üç yapı. Bir ip gibi dizilmeleri, gökyüzündeki yıldızlarla hizalanmaları biraz daha kolay. 

Şimdi size başka bir çizgi göstereceğim. Apollo ve Saint Michael çizgisi. Bu çizgi Avrupa’nın en uç noktalarından birinde, İrlanda kıyılarından başlıyor ve dümdüz ilerleyerek İsrail kıyılarında sona eriyor. Yani Dünya’nın sonu geldiğinde yapılacağı söylenen büyük kıyamet savaşı Armageddon’un gerçekleşeceği iddia edilen yerde! Fakat sadece çizginin sonu değil onun geçtiği hemen her yerde kutsal kabul edilen ya da antik değer taşıyan eski yapılar var. Bu çizgi Fransa ve İtalya’da manastırların ya da dini figürlerin mezarlarından geçiyor. Yunanistan’da ise Apollo’nun efsanevi doğum yerinden ve Delphi gibi meşhur tapınakların üzerinden… Böylece antik Yunan dünyasını Hıristiyan dininin en önde gelen merkezlerinden bazılarına bağlayan ve Batı Avrupa boyunca uzanan devasa bir kılıç ya da ok şekli oluşturuyor. Yaşadığınız döneme göre benzetmeler değişebilir. Apollo’ya inananlar onu ok olarak görür, Saint Michael’a inananlar kılıç olarak görür. Seçim size kalmış. Ben ışın kılıcı olarak görmeyi tercih ediyorum 🙂

Peki böyle bir çizgi niye var? Üstelik bu çizgi tek değil. Dünya’daki önemli tarihi, kutsal yapıların Ley line ya da Ley hatları adı verilen çizgilerle birbirine bağlandığını iddia edenler var. Bilimsel bir kanıtı olmamasına rağmen, bunları kültürel miras, antik inançlar ve gizemli yerlere olan ilgiyle ilişkili alternatif bir kavram olarak öne sürüyorlar. Bu dizilimlerin, bu ilginç hizalanmaların arkasındaki gerçek ne olabilir? 

Bunu piramit örneği üzerinden bir inceleyelim. Çünkü piramitlerle ilgili her gün yeni bir şeyler keşfediyoruz. Arkeolojik açıdan bitmek tükenmek bilmeyen, gizemli bir maden gibi onlar. 

Sizlere videonun başında gösterdiğim o üç piramidin, Orion’ın kemerindeki üç yıldızla hizalandığı teorisine, Orion korelasyon teorisi adı veriliyor. Teori dediğime bakmayın. Bu öyle Einstein’ın genel görelilik teorisi gibi bir şey değil. Bu bir fringe theory. Yani aslında o alandaki bilimsel fikir birliğinin dışında kalan düşünceler. Belki izleyenler bilir, böyle sıradışı bilimsel fikirleri ele alan Fringe diye bir dizi de vardı. Yani pek de arkasında desteği olmayan, uçuk kaçık olarak görülen fikirler bunlar.

Orion korelasyon fikrini ilk olarak Robert Bauval ve Adrien Gilbert 1993’te yazdıkları bu kitapta ortaya atmış. Giza piramitlerinden en büyük üç piramidin konumu ile Orion takımyıldızının Orion Kuşağı arasında bir korelasyon olduğunu ve bu korelasyonun onu yapanlar tarafından özellikle bu şekilde tasarlandığını öne sürüyor. 

  • (Robert Bauval’ın sesi) Bu fikrin arkasında çok güçlü bir sebep olmalı, güçlü bir motivasyon olmadan 100 metre yükseklikte anıtlar için inşaat planları yapmaya başlayamazsınız.

Orion’un yıldızları, eski Mısırlılar tarafından yeniden doğuş ve ölümden sonraki yaşam tanrısı Osiris ile ilişkilendiriliyordu. Yani herhangi bir takım yıldızla değil onların kültüründe olan yıldızlarla eşleşmesi çok ilginçti ve fikrin versiyonuna bağlı olarak, Samanyolu ile eşleşecek şekilde Nil nehri de buna dahil edilebiliyordu.

Normalde böyle bariz bir şeye dikkat çektiğinizde, bilim insanları konunun üzerine atlar. Böylesine çığır açacak potansiyele sahip fikirleri güzel bir yemek gibi düşünebilirsiniz. Birisi çıkıp “bu yemek şahane” der ve meraklı birileri de gidip tadına bakar. Gerçekten de güzel olduğunu görünce… Size bir şey bırakmazlar! Hatta o yüzden bazı bilim insanları, önemli fikirlerini hemen paylaşmak istemez. Paylaşırsa diğerlerinin problemin kritik kısımlarını çözeceğinden endişe eder. Çünkü fikir sizin olmasına rağmen, büyük problemi çözenler asıl krediyi alır. Fakat Robert Bauval’ın böyle bir endişesi yok gibi. Fikri doğrudan paylaşıyor. Normalde arkeologlar, Egyptologlar gelip yemeğin tadına bakıp, hemen üzerine atlamalı! Ama bu durumda öyle olmuyor. Tadına bakıyorlar ve ilgilenmeyip gidiyorlar. Onun yerine başka birileri çıkageliyor. Atlantis gibi kayıp uygarlıkları araştıran, önceden gelişmiş uygarlıklar olduğu fikrini savunan Graham Hancock… Ve Robert Bauval, onunla birlikte çalışmaya başlıyor. Yemeyenin malını yerler! 🙂

İyi de bu kadar bariz bir şey ortadayken, neden bilim insanları ilgi göstermedi? Robert’ı bilim insanı değil de sıradan bir yazar gördükleri için dışladılar mı? Ama önemli olan zaten Robert değildi ki. Fikri detaylandırıp krediyi hemen üstlenebilirlerdi! Olayların neden böyle gerçekleştiğini, Orion korelasyon teorisinin iddialarını ele aldıkça siz de anlayacaksınız. Ama esas vurgulamak istediğim şeyi videonun sonunda anlatacağım. 

Bu iddiaların güzel yanı, test edilebilir olması. Zaten bilimsel iddialar da böyle olmalıdır. Örneğin Einstein’ın meşhur görelilik teorisi. Einstein bunu bir teori olarak matematiğiyle, fiziğiyle paylaştı. Aslında paylaştığında hiçbir gözlemi veya deneysel ispatı yoktu. Fakat bir dilim almak isteyenler tadını fark etti. Çünkü teori test edilebilirdi. O yüzden de bunu yaptılar, test ettiler ve doğru olduğunu, teorinin tutarlı olduğunu çok geçmeden anladık. Bu yan konuyu merak edenler için de Einstein ve Eddington filmini önereyim.

Bu arada biz de bakalım Orion korelasyon teorisi “test edilebilirlik”te ne durumda? Öncelikle ne dediğini hatırlayalım. Mısırdaki üç piramit: Keops, Kefren ve Mikerinos. Bunlar Orion takımyıldızının kemerindeki Alnilam, Alnitak ve Mintaka ile hizalanıyor. Yani piramitlere kuşbakışı tepeden bakacak olursak, yıldızlarla nasıl hizalandıklarını test edebiliriz. Piramitler aslında bir doğru oluşturmuyor, çünkü küçük olan Mikerinos bu çizgiden biraz kayık. Zaten iddianın çıkış noktası da bu. Çünkü Alnilam, Alnitak ve Mintaka’da da benzer bir durum var. O halde bu üçlüyü alıp, diğerinin üzerine oturtmayı deneyebiliriz. Yapmamız gereken iki parlak yıldızı, iki büyük piramitle üst üste gelecek şekilde hizalamak. Eğer üçüncü yani sönük olan yıldız, küçük piramit Mikerinos ile üst üste gelirse… O zaman birebir örtüştüğünü söyleyebilirdik. Ama öyle olmadı.

Olsun, hemen vazgeçmeyelim. Çünkü itiraz edip şunu diyebiliriz. Mısırlılar bizden epeyce bir zaman önce yaşadı, binlerce yıl önce. Gökyüzü bizim yaşam süremiz boyunca pek değişmiyor ama, binlerce yıl içerisinde yıldızların konumu değişiyor. Yani şu anda gördüğümüz takımyıldızlar geçmişte daha farklı görünüyordu. Hmmm… O zaman bugün gördüğümüz Orion kemeri, Mısırların zamanında biraz daha farklı olabilir. O halde iddia hala ayakta. Neyse ki tekrar şanslıyız! Çünkü bu da test edilebilir bir iddia. Gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz tüm yıldızların, hatta çıplak gözle göremediğimiz çoğunun hareketlerini çoktan ölçümledik. Uzaya gönderdiğimiz uydular sayesinde her bir yıldızın bir yılda gökyüzünde ne kadar hareket ettiğini biliyoruz. O halde zamanı geriye sararak o günkü gökyüzünü tekrar oluşturabiliriz. 

Bu teorinin başka bir iddiasına göre zaten bu yapıları bildiğimiz Mısırlılar değil, milattan önce 10,000 yıllarında yaşamış antik ve daha gelişmiş bir uygarlık yapmış olmalıydı. Çünkü o yıllarda aslan görünümlü meşhur Sfenks’in doğusundan, Leo yani Aslan takımyıldızı yükseliyordu. Bu da mı tesadüf! Bu arada Sfenks’in tarihini hala kesin olarak bilmiyoruz. Burası önemli, çünkü argüman buradan güç alıyor. Bilinmeyen bir şeyi, aynı zamanda sınayamazsınız da! Fakat sınanabilecek iddiaları var.

Tam burada oyuna iki bağımsız astronom dahil oluyor: Ed Krupp ve Tony Fairall. Yıldızların kendi hareketlerine ek olarak, Dünya’nın ekseninin yalpalama hareketini de hesaba katıyorlar. Biz bu etkiyi kendi ömrümüz boyunca pek fark etmiyoruz ama Dünya’nın dönüş ekseni aslında bir yalpalama hareketi yapıyor. Bu hareket 26 bin yıllık bir periyoda sahip. Örneğin bugün Dünya’nın dönüş eksenine denk gelen Polaris, yani kutup yıldızı. Ama bundan 8 bin yıl sonra kutup yıldızı değişecek. Bundan 8 bin yıl sonra yeni kutup yıldızımız Deneb olacak. 12 bin yıl sonra da Vega. İşte tam da bu sebeple gökyüzünün 10 bin yıl önce nasıl göründüğünü bulmak için bu yalpalama hareketi de düşünülmeli.

İşte bunu düşünen ve ilgili tüm hesaplamaları yapanlar tek bir sonuca varıyorlar. Piramitler arasındaki ayrıma ve Orion’un kemerindeki ayrıma bakınca, arada 10 dereceden fazla bir fark buluyorlar. Ayrıca piramitlerdeki hizalamadan sapma kuzey yönünde olmasına rağmen, Orion’ın kemerinde bu sapma güney yönünde. Yani tamamen ters hareket ettikleri için aslında en baştaki hizalamayı da ters çevirmek gerekiyor. Bu durumda küçük piramitle sönük yıldızın ilişkilendirilmesi fikri de suya düşüyor. Ayrıca yine bu yüzden Sfenks’in de Aslan takımyıldızını gösterebilmesi için piramitlerin bu tarafında değil, öbür tarafında olması gerekiyor. 

İyi niyetle ve açık zihinle yaklaşıp burada bir karışıklık olmuş diye düşünebiliriz. Sonuçta doğru bir teoriyi geliştirirken de hatalar yapabiliriz ve bunlar düzeltilebilir. Fakat hepsinden önemlisi iyi bir teorinin eksikleri kapatması gerekir, çoğaltması değil. Bu yüzden Newton’ın kütle çekim teorisi yerine Einstein’ın genel göreliliğini kabul ediyoruz. Çünkü onun göreliliği daha fazla açığı kapatıyor ve daha fazla olayı doğru bir şekilde açıklıyor.

Yine de biz gözlerimizi açık tutalım ve Orion korelasyon teorisine biraz daha şans verelim. Çünkü hala Sfenks var! Aslana benzeyen ve ters konumda da olsa Aslan takımyıldızını işaret eden, yapım tarihi kesin olmayan antik bir yapı. Aslında arkeologlar ve jeologlar Orion korelasyon teorisinin 10,000 yıllık tahminin aksine milattan önce 7000-5000 aralığında yapıldığını öngörüyor. Fakat teori için en büyük sorun bu değil. Fikri ortaya atanlar Aslan görünümlü Sfenks’i Aslan takımyıldızıyla ilişkilendirirken önemli bir detayı daha atlamış gibi görünüyor. Bugün Aslan takımyıldızı olarak andığımız bu isimlendirme onlara ait değil. Bu isim binlerce yıl sonra Mezopotamya’dan ortaya çıkacak. Yani iddia edilen 10,000 yıllarında Aslan takımyıldızı diye bir şey bilinmiyor ki aslana benzeyen Sfenks bir şeyleri işaret etsin!

Şimdi neden bunun bir “fringe teori” olarak adlandırıldığını, bilim insanlarının neden bu tür şeylere pek de itibar etmediğini anlamışsınızdır. Çok basit test edilip yanlışlanabilecek fikirlerle dolu olması bir yana, tarihsel olarak da tutarsız, hiçbir kanıtsal desteği olmayan argümanlarla dolu. Bunun gerçek olabilmesi için tamamen alternatif bambaşka bir tarih olması gerekiyor ama bunun da hiçbir kanıtı ortada yok. Ben tüm bunları bir fikri yanlışlamak için anlatmadım. Çünkü olay piramitlerde veya Orion’da değil. Olay, hizalamada. Sık sık gezegenlerin hizalandığını, bunların bir şeylerle ilişkilendirildiğini o yüzden duyuyoruz. 2012 yılını hatırlayanlar Maya takviminin sonunu, kıyametin gelişini bekleyenleri de hatırlayacaktır. O zaman da gezegenler hizalanıyordu… Bununla da bitmiyor. Dünya üzerindeki önemli tarihi yapıtların hepsinin birbiriyle hizalandığını iddia eden fikirlerin de var olduğunu söylemiştim. Bu fikirlere göre eskiden yaşayan antik uygarlıklar bizden çok daha ötedeydi ve Dünya’nın enerji hatlarına bilerek bu yapıları inşa ettiler 🙂 Nasıl olduysa bu uygarlıklardan çanak çömlek bile kalırken böylesine önemli bilgiyi gösteren hiçbir şey kalmamış. Eminim öyle olmuştur 🙂 Bu tür bir zırvalığı ciddiye alıp açıklamak bile gereksiz olmalı. Ama bir şeylerin rastgele dağılmasından ne kadar anlam çıkarabileceğimizi unutuyoruz bana kalırsa. Örneğin aynı argümanı elektrik telleri için de söyleyebiliriz. Bir şehirde baktığımızda hepsi birbirine bir hatla bağlı. Ama böyle ulvi bir nedeni yok 🙂 En azından elektrik telleri hakikaten enerjiyle alakalı 🙂

Gelin başka “keşifler” de yapalım. Suriye’de Halep, Humus, Rakka, Minbic ve Palmira’yı birleştirirseniz bir yıldız ortaya çıkar. Buna Suriye pentagramı deniyor. Alın bu bilgiyi ve jeopolitik bir mantığa oturtun, Orta Doğu petrol ve doğal gazının daha derin, daha gizli bir düzeyde anlamı olduğunu iddia edin. Peşinizden bir sürü kişi gelir, merak etmeyin 🙂

Başlarda gösterdiğim Apollo ve Saint Michael çizgisini hatırlıyor musunuz? Hani bir kılıç gibi olan. O çizginin üç farklı varyasyonu var. Ve bunlardan biri önce Selanik’ten sonra da İzmir’den geçiyor. Haçlı seferlerini düzenleyenler bu çizgiye bakınca kılıç görüyorsa biz bakınca ne düşünürüz? Nasıl bir hikaye yazarız onu da siz yazıverin yorumlara…

Daha da kolayı var aslında bu işin. Elinize bir kalem ve kağıt alın. Bir eliniz kalemde bir eliniz kağıtta ikisini de rastgele hareket ettirip üç tane nokta koyun. Rastgele! İki nokta birleştiğinde zaten bir doğru oluşturur. Yani ikisi doğal olarak hizalı. Diğeri çok uzakta bir yere düşmediği sürece, o da hizalı gibi durur. Çok uzağa düşse de bu sefer üçgen gibi bir şekil ortaya çıkarır. Benimki biraz öyle olmuş ama Orion’ın kemeri gibi düz de olabilirdi. Ama bir dakika. Bu üçgen biraz tanıdık geldi. Bu… Yaz üçgeni değil mi? Evet işte bu Vega… Bu Deneb… Bu da Altair!.. 

İşte bu dizilimler, hizalamalar tam da bu yüzden sahtebilimlerin, komplo teorilerinin konusu olup duruyor. Çünkü rastgele olarak da bir şeyler hizalanabiliyor. Çünkü biz benzer şeyler arasında ilişki kurmaya çok yatkınız. Bunun tesadüfen olup olmadığını anlamamızın tek yolu, bilimi kullanarak fikirlerimizi test etmek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir