“Uzaydaki daha yüksek bir zekâdan
ne olmayı hedefleyebileceğimizi öğrenmeye çalışıyorum.”
Temmuz 2025’in ilk günü, Şili’nin Rio Hurtado vadisinde bir teleskop rutin gece taramasını yaparken garip bir şey fark etti. Gökyüzünde hızla hareket eden bir nokta vardı. Rotasına ve hızına bakarak hemen bazı hesaplamalar yaptılar. Ve çok sıradışı bir şey buldular: bu nesne Güneş sistemimize ait değildi. Başka bir yıldız sisteminden geliyordu ve şu anda tam da bizim yakınlarımızdan geçiyor. Mars’la Dünya yörüngelerinin arasından, 270 milyon km kadar uzağımızdan. 30 Ekim’de de Güneş’e en yakın noktaya ulaşacak ama o kadar hızlı gidiyor ki Güneş’in bile çekim etkisinden kurtulup yoluna devam edecek, diye umuyoruz.
Bu nesneye 3I/ATLAS adı verildi. ATLAS onu keşfeden teleskopun adı ama önündeki “3I” takısı özel bir anlam taşıyor çünkü bu, tarihte gözlemlediğimiz üçüncü “interstellar” yani yıldızlararası nesne. 2017’de ‘Oumuamua’yı, 2019’da 2I/Borisov’u gördük. Şimdi sıra bu üçüncü nesnede. Sadece bu bile bizi heyecanlandırmaya yetmeli. Düşünün: şu anki tahminlere göre 7 milyar yaşında bu şey. Dünyamızdan çok daha yaşlı ve onca zamandır yıldızlararası boşlukta yolculuk etmiş, binlerce ışıkyılı uzaklıktan gelmiş ve şimdi de bizim güneş sistemimizin içinden geçiyor. Doğal olarak bu nadir fırsatı kaçırmamak için dünyanın hemen her yerindeki ve hatta uzaydaki teleskoplar hemen ona çevrildi.
Uzayda James Webb ve Hubble teleskopları, yeryüzünde de Şili’deki Very Large Telescope, Hawaii’deki Gemini, Kuzey Optik Teleskobu hepsi Temmuz ayından beri onu inceliyor. Düzinelerce araştırma ekibi gece gündüz gözlem yapıyor, veriler topluyor, makaleler yayınlıyor. Bugüne kadar yaklaşık 3,5 ay gibi kısa bir süre içinde 646 gözlem yapıldı ve buna dayalı 70 civarında makale yayımlandı. Her biri 3I/ATLAS hakkında yeni bir detayı ortaya çıkarıyor: onun kimyasal kompozisyonu, büyüklüğü, yörünge özellikleri, koma yapısı gibi.
Ancak tüm bu bilimsel çalışmalar arasında bir tanesi özellikle çok dikkat çekti ve hararetli bir tartışma yarattı. Şu makale: “Is the Interstellar Object 3I/ATLAS Alien Technology? – Yıldızlararası nesne 3I/ATLAS Uzaylı Teknolojisi mi?”
—
Harvard astrofizikçisi Avi Loeb ve iki meslektaşı, bu makalede bazı yörünge anomalilerine dayanarak, 3I/ATLAS’ın doğal bir kuyruklu yıldız değil de yapay bir teknolojik nesne olabileceği hipotezini ortaya attılar. Yani bu bir uzay aracı olabilir mi? Hatta makalede “Dark Forest – Karanlık Orman” teorisine göndermede bulunarak, eğer uzaylı medeniyetler varsa neden sessiz kaldıklarını bu şekilde açıkladılar. Karanlık bir orman gibi olan uzayda bir sürü akıllı varlığın avını bekleyen bir avcı gibi bir bekleyiş içinde olabileceklerini tartıştılar. Düşmanca bir bekleyiş. Bu, Fermi Paradoksu’nun en uç yorumlarından biri. Bilim topluluğunun büyük çoğunluğu bu hipotezi reddediyor ve nesneyi doğal bir kuyruklu yıldız olarak görüyor, ama soru şu: acaba gerçekten bu kadar emin olabilir miyiz? İlerleyen dakikalarda işte bu tartışmaya değineceğiz. Ama önce, 3I/ATLAS’ı daha önceki yıldızlararası misafirlerimizle bir karşılaştıralım.
Astrofizikçiler onlarca yıldır teorik olarak güneş sisteminin dışından bazı nesnelerin gelebileceğini zaten tahmin ediyordu. Ama ilk gözlem daha 8 yıl önce 2017’de yapıldı. Hawaii’deki bir teleskop tarafından keşfedilen bu ilk nesneye ‘Oumuamua’ adı verildi. Hawaii dilinde “İzci” anlamına geliyor. Bu nesne o kadar tuhaftı ki bilim insanları hala onu tartışıyor: puro şeklindeydi, kuyruğu yoktu, gizemli bir şekilde hızlanıyordu. Ayrıntılı bilgi isteyenler için o zaman bu nesne hakkında da bir video hazırlamıştım, izleyebilirsiniz. O zamanlar onu yakından inceleyecek vaktimiz olmadı çünkü çok hızlıydı ve keşfedildiğinde zaten güneş sisteminden çıkıyordu. İkinci nesne 2I/Borisov, Kırım’da yaşayan Borisov isimli amatör bir astronom tarafından keşfedildi. Klasik bir kuyruklu yıldız gibiydi ve kimyası da bizim güneş sistemindeki kuyruklu yıldızlara benziyordu. Ama şimdi geçmekte olan bu üçüncüsü çok daha farklı özelliklere sahip. Hem ‘Oumuamua kadar gizemli, hem de Borisov gibi aktif bir kuyruklu yıldız. Üstelik çok daha büyük: çekirdek çapı 5 kilometre civarında. Oumuamua sadece 400 metre uzunluğundaydı. Yani 3I/ATLAS dev bir buzul gibi, yıldızlararası karanlıktan bize doğru süzülüyor.
1 Temmuz’da keşfedildikten 1 ay sonra, Ağustos 2025’in başlarında, 10 milyar dolarlık James Webb Uzay Teleskobu kızılötesi gözlerini 3I/ATLAS’a çevirdi. Bilim insanları su buharı, karbon monoksit gibi klasik kuyruklu yıldız gazları bekliyorlardı. Ama Webb’in gösterdiği şey herkesi şok etti: komanın yüzde seksen yedisi karbondioksitti. Su buharı? Sadece yüzde dörttü. Güneş sistemindeki hiçbir kuyruklu yıldızda böyle bir oran görülmemişti. Normalde bu mesafede, güneşten 3.3 astronomik birim uzakta, su buharı dominant olmalıydı. Ama 3I/ATLAS sanki başka bir evrenin mutfağından çıkmış gibi, tamamen farklı bir tarife göre pişmiş bir kaya gibi duruyor. İstatistiksel olarak bu fark o kadar büyük ki, bilim insanları “4.5-sigma sapma” diyor, yani bu tesadüf olamayacak kadar anormal. Peki bu ne anlama geliyor? Belki de 3I/ATLAS milyarlarca yıl boyunca galaktik ışınlara maruz kalmış ve yüzeyi “pişmiş” bir kabuk haline gelmiş. Ya da belki de başka bir yıldız sistemindeki özel bir bölgede, CO2 buz çizgisinde doğmuş. Her iki durumda da, bu yıldızlararası ziyaretçi bize evinin bambaşka bir yer olduğunu ısrarla gösteriyor.
İşte Webb teleskobu bu şok edici CO2 bulgusunu açıklarken, Şili’deki Very Large Telescope başka bir gizemi ortaya çıkardı. Temmuz ve Ağustos 2025’te yapılan spektroskopik gözlemler, 3I/ATLAS’ın komasında nikel atomları tespit etti. “Tamam, nikel var, ne var bunda?” diyebilirsiniz. Ama işte sorun şu: demir yoktu. Hiç. Evrende nikel ve demir ikiz kardeş gibidir, süpernova patlamalarında birlikte doğarlar, meteorlarda hep yan yanadırlar, güneş sistemindeki tüm kuyruklu yıldızlarda hep birlikte görülürler. Ta ki şimdiye kadar. 3I/ATLAS’ta sadece nikel var, demir yok. Bu durum öyle nadir ki, bilim insanları şaşkınlıklarını gizleyemedi. Bir açıklama öneriliyor: nikel tetrakarbonilli bileşikler, bunlar çok düşük sıcaklıklarda buharlaşabilen metal-organik moleküller. Bu tür nikel-demir ayrımı başka nerede görülüyor biliyor musunuz? Dünya’da. Ve sadece endüstriyel süreçlerde görülüyor, doğada değil. CATA’dan astronom Thomas Puzia’nın bu konudaki yorumu şöyle: “Bu nesne bize milyarlarca yıl öncesinden, bilmediğimiz bir doğal laboratuvardan kendi hikayesini anlatıyor.”
Bilmediğimiz bir doğal laboratuvar ifadesi çok çarpıcı. Çünkü hem doğal hem de yapay iması var burada. Peki bu nesne doğal mı, yoksa yapay mı? Bir karar verin artık diyesi geliyor değil mi insanın.
—
Bugüne kadar yapılan tüm araştırmalar içinde en çok tartışılan makale bu oldu demiştim. 3I/ATLAS uzaylı teknolojisi mi? Bu olağanüstü iddiayı ortaya atan kişi Abraham “Avi” Loeb. 80’li yıllardan beri astrofizik konusunda çalışmalar yapan ve şu anda da Harvard gibi prestijli bir üniversitede çalışan bir profesör. Kendisi hatrı sayılır derecede önemli bilimsel çalışmalar yapmış ve bunları yayımlamış. Ta ki 2017 yılına kadar. Kendisi o yıl gözlemlediğimiz ilk yıldızlararası gökcismi Oumuamua’nın uzaylı bir sonda olabileceği iddiasıyla ün kazandı. Ardından bu konu çok konuşulunca hemen şu kitabı yazdı: Extraterrestrial. Dünya Dışı demek. Bu kitap çok ilgi gördü ve epeyce de bir satış başarısı yakaladı. Bunun üzerine 2023’te bir kitap daha yazdı. Şu kitap. Interstellar. Bu da yıldızlar arası demek. Bu da çok ilgi gördü. İşte son yıllarda kazandığı bu popülerliğin de etkisiyle olsa gerek 3I/ATLAS keşfedildikten hemen sonra büyük bir hızla bu makaleyi hazırlayıp yine aynı tartışmaların alevlenmesine yol açtı.
Makalesinde bu uzay cismi hakkında dokuz tane “şüpheli” kanıt sıralıyor: Birincisi, yörünge düzlemi neredeyse ekliptik düzlemde diyor. Bunun olasılığı sadece yüzde 0.2. İkincisi, boyut: asteroit olması için çok büyük, olasılık milyonda birden az. Üçüncüsü, kometal gaz salımı görülmedi diyor, aslında sonradan görüldü. Dördüncüsü, Venüs, Mars ve Jüpiter’e çok yakın geçiyor diyor. Üç gezegene birden bu kadar yakın geçme olasılığını da % 0.005 olarak hesaplamış. Beşincisi, perihelionda yani Güneş’e en yakın olduğu noktada, yani önümüzdeki 30 Ekim tarihinde tam Güneş’in arkasında kalacak, Dünya’dan görülmeyecek. Altıncısı, bu nokta güneş sisteminde kalmak için fren yapmak isteyecek bir uzay aracı açısından çok ideal. Yedincisi, geldiği yön (galaktik merkez) onu erken tespit etmeyi zorlaştırdı. Sekizinci ve dokuzuncu olarak da Mars’a ve Jüpiter’e ulaşmak için gereken hız değişimi çok küçük diye sıralıyor ve bu hipotezini destekleyecek kanıtların ayrıntılarına geçiyor.
Loeb’in buradaki tavrı biz YouTuber’ların tavrına çok benziyor arkadaşlar. YouTuberlar da etkileşim almak için büyük ve sansasyonel iddialar ortaya atar, clickbaitmiş gibi gözüken ama tam da öyle olmayan thumbnailler hazırlar ve çarpıcı başlıklarla dikkat çekmeye çalışırlar. Bu başlıklar da genellikle soru şeklindedir. “3I/ATLAS Uzaylı Teknolojisi” diye bir iddia atmak yerine, sonuna bir takı ekleyip “Uzaylı Teknolojisi mi?” şeklinde onu soruya çevirirler. YouTube’da, sosyal medyada, gazetelerde, dergilerde soru işaretiyle biten bir başlık görürseniz bilinki büyük bir ihtimalle o başlığın cevabı “hayır” olacak. Cevabın “evet” olduğundan emin olsaydı, bunu soru yerine kesin bir ifade olarak yazardı. Buna “Betteridge’in başlık yasası” deniyor. Tabiki istisnaları var.
Bakın Avi Loeb’in başlığı da bir soru. Tamam özellikle bilimde her şey sorularla ve sorgulamayla başlar. İnsanları yanıltmadan bir merak uyandırma çabası da kötü bir şey değil. Ama bunu bir YouTuber değil de Harvard’lı bir profesör yaparsa o zaman konunun ciddiyeti de elbette sorgulanır. Zaten yazarımız makalede bunun bir düşünce deneyi olduğunu filan söylüyor ve “bu muhtemelen doğal bir kuyruklu yıldızdır” diyor ama ekliyor: “ya değilse?” “What if” sorusu da çok güzeldir “Peki ya şöyle olsa” şeklindeki sorular ve özellikle hikaye anlatıcılığında dolayısıyla bilim kurgu edebiyatında çokça kullanılır. Ama söz konusu kişi bilim dünyasından biri olunca doğal olarak bilim topluluğunun tepkisi de sert olur. Nitekim Michigan State’ten Darryl Seligman, “3I/ATLAS klasik kuyruklu yıldız aktivitesi gösteriyor” dedi. Chris Lintott ve başkaları bu makaledeki istatistiksel analizlerde yer alan hataları işaret etti. Videonun başında söylediğim gibi Webb ve diğer teleskoplar CO2, su, karbon monoksit tespit etti, bunlar tamamen doğal bir kuyruklu yıldızın imzası.
Kaldı ki makalenin tarihine bakarsak bu nesnenin keşfinden sonra neredeyse iki haftada hazırlandığını görüyoruz. Bir YouTuber olarak ben bile bilimsel bir videoyu hazırlarken daha fazla zamana ihtiyaç duyuyorum. Çünkü konuya ilişkin verinin toplanması, gözlemin yapılması, analizlerin ortaya çıkması için belli bir sürenin geçmesi gerekiyor.
Avi Loeb ne yapmaya çalışıyor, tam bilmiyorum, ben niyetini okuyamam. Ama yazdığı kitapları okudum. Aslında o kadar da sansasyonel olmayan şeyler de var içinde. Hani modern bir Carl Sagan olma çabasını satır aralarından hissedebiliyoruz. Ama en az bilim kadar kurgudan etkilendiği de kesin. Kitapların adına tekrar bakalım. Extraterrestrial, bu kelimenin kısaltması E.T. Ardından yazdığı kitabın adı da zaten son dönemlerin en iyi bilim kurgu filmleriyle aynı.
Yani bir yandan gençlere hayal kurdurtmak istiyor. Hatta buna dair bir ifadesi de var kitabının şurasında. Diyor ki:
Genç bilim insanlarına öğretmesi en zor derslerden biri şudur: Gerçeği aramak, çoğu zaman fikir birliğini aramakla çelişebilir. Aslında “gerçek” ve “uzlaşma” asla birbirine karıştırılmamalıdır. Ne yazık ki bu gerçeği en iyi, genelde alana yeni adım atan bir öğrenci anlar. Çünkü ondan sonra her geçen yıl, hem meslektaşlarının baskısı hem de iş bulma kaygısı, kişiyi “güvenli oynamaya” teşvik eder. – Avi Loeb, Extraterrestrial, sayfa 101.
Yani cesur olun diyor öğrencilerine. Bu güzel bir tavsiye. Kendisi de aynı cesareti cesur hipotezleriyle ortaya atıyor zaten. Ama ileri sürdüğü kanıtlar her seferinde veriyle çürütülüyor.
Bilim dünyasında sıkça kullanılan bir söz vardır: “Olağanüstü iddialar olağanüstü kanıt gerektirir.” Ve diğer meslektaşları Avi’nin gösterdiği kanıtları hiç de olağanüstü bulmuyor. Bilim böyle işler: cesur hipotezler önerilir, sonra kanıtlarla test edilir. Bir yazı yazarsınız, diğer meslektaşlarınız, konunun uzmanı olan diğer kişiler de o yazıya bakar. Yeterli ciddiyete sahipse hakemli bir dergide yayınlanır. Bu, öyle bir makale değil.
Ama Avi’nin buna da bir cevabı var. Onu da diğer kitabında yazmış. Diyor ki:
“Olağanüstü iddialar olağanüstü kanıt gerektirir” önermesinin neden zorunlu olması gerektiği bana pek açık değil (kanıt kanıttır, değil mi?); buna karşılık, olağanüstü bir muhafazakârlığın bizi olağanüstü derecede cahil bıraktığına inanıyorum. Başka bir deyişle, bu alanın daha fazla aşırı temkinli dedektife ihtiyacı yok.” – Avi Loeb, Extraterrestrial, sayfa 102.
Hımmm. Şimdi bir yandan hak vermek istiyorum kendisine, çünkü aşırı temkinli içerikler aşırı sıkıcı olabiliyor. Yine de bu “bilim dünyasında ne kadar temkinli olunmalı” sorusunu ben size de yöneltmek istiyorum arkadaşlar. Çünkü Avi hani neredeyse kendisini Galile’nin pozisyonuna sokuyor ve karşısındaki temkinli bilim topluluğunu da bir engizisyon mahkemesi gibi göstermeye çalışıp biraz kurban psikolojisiyle konuşuyor gibi geliyor bana. Bu arada temkini elden bıraktığında şöyle şeyler yazmış olduğunu da görebiliyoruz.
“Kutsal Kitap’taki hikâyede, 150 metre uzunluğunda, 25 metre genişliğinde ve 15 metre yüksekliğinde bir gemiden —Nuh’un Gemisi’nden— söz edilir. Tesadüfe bakın ki, bu ölçüler (herhangi bir anlamlı bağlantı kurulmasa da) ʻOumuamua’nın tahmini boyutlarına oldukça benzer. Elbette Eski Ahit’teki bu hikâyenin bir masal olduğunu biliyoruz. Ama ʻOumuamua bir masal değildi, sadece onu açık biçimde inceleyebilecek kapasitemiz yoktu. Bu yüzden doğasını ve bileşimini asla tam olarak öğrenemeyeceğiz. Yine de tıpkı masallar gibi, ne olabileceğine dair ihtimaller bizi hâlâ ilhamla doldurabilir.” – Avi Loeb, Interstellar, sayfa 183.
Evet de o işi E.T. gibi Interstellar gibi filmlere mi bıraksak acaba? Kendisinin de söylediği gibi Oumuamua’yı kaçırdık, gitti. İnceleyemedik. Ama şimdi 3I/ATLAS hala güneş sisteminde ve onu incelemeye devam ediyoruz.
Nitekim bu ayın yani Ekim 2025’in başında yeni veriler gelmeye başladı. Güneş’e yaklaşırken Avrupa Uzay Ajansı’nın Mars’ta bulunan iki uzay aracı – ExoMars Trace Gas Orbiter ve Mars Express – tarihi bir fırsatı yakaladı. 3 Ekim’de, 3I/ATLAS Mars’a sadece 30 milyon kilometre uzaklıktan geçti. Bu, hiçbir uzay aracının bir yıldızlararası nesneye bu kadar yaklaşmadığı bir andı. ExoMars TGO’nun kamerası beş saniyelik pozlamalar yaptı 3I/ATLAS’ın çekirdeği ve etrafındaki komayı görüntüledi. Normalde bu kameralar Mars yüzeyini birkaç yüz kilometre mesafeden çekiyor, yani 30 milyon kilometre uzaktaki bir kuyruklu yıldızı görmek muazzam bir başarı. Mars Express de denedi ama pozlama süresi çok kısaydı, o göremedi. Spektrometreler de ışık toplamaya çalıştı, belki de kimyasal kompozisyonu ölçebilecekler. Bu veriler şu anda analiz ediliyor.
Şimdi belki de en şaşırtıcı gerçeğe gelelim: 3I/ATLAS’ın muhtemelen bizden daha yaşlı olduğu bulundu. Michigan Üniversitesi’nden Aster Taylor ve Michigan State’ten Darryl Seligman, nesnenin galaktik hızını analiz ettiler. Ve ne buldular biliyor musunuz? 3I/ATLAS yaklaşık yedi milyar yaşında olabilir. Bir düşünün bizim Güneş sistemimiz sadece 4.6 milyar yaşında. Bu kuyruklu yıldız, Güneşimiz ve Dünyamız doğmadan üç milyar yıl önce başka bir yıldızın etrafında oluşmuş, o yıldız sisteminden bir şekilde fırlatılmış, belki başka bir yıldızın yakın geçişiyle, belki de gezegen etkileşimleriyle. Sonra milyarlarca yıl galaktik karanlıkta yolculuk etmiş, kozmik ışınlara maruz kalmış, süpernova patlamalarına tanık olmuş, yıldız doğum bölgelerinden geçmiş. Ve şimdi, bizim bu kadar yakınımızdan geçiyor.
Sadece bunlar bile bizi heyecanlandıramaz mı? Kanıtlar tersini göstermesine rağmen illa onu uzaylı teknolojisine bağlamaya çalışarak mı ilham verici olmalıyız? Evet, beni de çok heyecanlandırıyor böyle bir ihtimal. Ama bilimle, bilim-kurgunun ayırımını kafasında yapamayanlar için riskli bir durumu da ortaya çıkarıyor.
Risk demişken bu nesnenin Dünya’ya çarpma olasılığı filan olmadığını da yeri gelmişken hatırlatayım. Peki onu biz görebilecek miyiz? Çıplak gözle görmek zor; küçük bir amatör teleskop işinizi kolaylaştırır. 30 Ekim 2025’te perihelionda Güneş’e en yakın noktada olacak, 1.35 astronomik birim uzaklıkta. Biz o sırada araya Güneş girdiği için onu zaten göremeyeceğiz. Kasım 2025’te tekrar gözlenebilir hale gelecek, Kasım-Aralık civarında Dünya’ya en yakın noktaya gelecek. İşte o zaman ışık kirliliğinden uzak bir noktada gözlemlenebilir. Pratik olarak neler yapılabileceğini, güncel konum ve parlaklık için güncel efemeris bilgilerini o zaman gelince tekrar duyururum, aboneliklerinizi ve hatırlatıcılarınızı kontrol edin.
Peki sonra ne olacak? Sonra, sonsuza dek uzaklaşacak. Mart 2026’da Jüpiter’in yanından geçecek, güneş sistemimizden çıkacak ve bir daha asla geri dönmeyecek. Bu bizim onu inceleyebilmek için tek şansımız.
Ama evren hakkında daha yeni yeni pek çok şey keşfediyoruz. Önümüzdeki yıllarda daha önce sözünü ettiğim ve her gece gökyüzünü tarayan yeni Vera Rubin Gözlemevi belki her yıl böyle bir veya iki yıldızlararası nesne bulacak. 2029’da Avrupa Uzay Ajansı Comet Interceptor misyonunu fırlatacak, uzayda bekleme modunda duracak ve uygun bir yıldızlararası ziyaretçi geldiğinde hızla ona gidecek. Belki de bir gün gerçekten böyle bir nesneyi çok daha yakından görebileceğiz. Michigan State’ten öğrenciler bile şimdiden hesaplamalar yapıyor: 3I/ATLAS’a bir uzay aracı gönderebilir miydik? Diye. Güzel bir soru.
Bakın arkadaşlar soru sormak, cevap vermekten bile daha önemli olabilir. Felsefe böyle bir şey değil mi zaten? Kesin cevaplar vermekten çok, doğru soruları sorma sanatı. Şimdi felesefenin yanı sıra bir de bilimsel metotlar var elimizde. Ve bunları kullanan bazıları bilimin sınırına kadar gidip orada hayal gücümüzü ateşlemeye çalışıyor. Bu, tehlikeli ama gerekli bir şey. Çünkü her büyük keşif, bir zamanlar “aşırı” bir fikir olarak başlamıştı. Yine de, bilimle kurgu arasındaki dengeyi korumak zorundayız. Aksi halde, yıldızlara bakarken kendi gölgemizi bile uzaylı zannedebiliriz.