Kategoriler
Tasarım Teknoloji

Apple Vision Pro – İlk İzlenimler

Bu Apple Vision Pro

Apple’a göre “mekansal bilgi işlem çağı”nı başlatacak olan araç. Bu bir artırılmış gerçeklik, sanal gerçeklik, karışık gerçeklik aracı. Gerçekliği nasıl tanımladığınıza bağlı olarak değişir. Bu kafanıza takabildiğiniz, yüzünüze geçirebildiğiniz bir bilgisayar. Dijital içerikle fiziksel mekanı birleştirme vizyonu bu. Kişisel bilgisayarların yaygınlaşmaya başladığı 80’li yıllardan beri böyle bir hayal var. Bu hayal, bilgisayarları masaüstünden dizüstüne oradan da ceplerimize kadar taşıdı. Şimdi sıra kafamızda! 

20 yıldan beri çeşitli teknoloji şirketleri sanal gerçeklik kaskları ya da başlıkları yapıyor. 10 yıldan beri bunların boyutları epeyce bir küçüldü ve hatta Google Glass’la neredeyse bir gözlük haline geldi. Ama pek tutmadı. Elimizdeonun yerine bu var. Ama bunun yetenekleri çok kısıtlı. Bir de şu var. Bu çok daha yetenekli ama bunun da başka sınırlamaları var. Bugün itibariyle “ana akım” olmaya aday en gelişmiş teknoloji örneği işte bu. 

Apple özelinde konuşacak olursak, 2007’deki iPhone lansmanından bugüne kadar duyurdukları en inovatif, en gelişmiş araç. Bu ürün kategorisinin yaygınlaşması açısından önemli bir dönüm noktası olabilme potansiyelini taşıyor. O yüzden kutunun açılımı “unboxing” de dahil olmak üzere tüm ilk deneyimimi, ilk izlenimlerimi sizlerle de paylaşmak istiyorum. 

Ben genelde ürün incelemesi yapmak yerine teknoloji vizyonu ve kültürümüze olan etkisini anlatmayı tercih ediyorum. Bilgisayarlar bunu etkiledi, telefonlar bu etkiyi çok daha güçlendirdi. Şimdi artık bu ve benzeri cihazların da gelecekte bilgi işleme ve dijital içerikle etkileşim konusunda bir tür ikonik bir etkisi olacağına inandığım için donanımından, yazılımına ve oradan da uygulamalara kadar ayrıntılı bir analiz yapacağım, hazır olun.

UNBOXING

Fiyatından başlayalım. Vergisiyle birlikte yaklaşık $4000 dolarlık bir cihaz. Fiyatı hakkındaki düşüncelerimi daha sonra anlatacağım ama bu fiyata aldığınız şey işte böyle bir kutunun içinde geliyor. Eğer benim gibi gözlük kullanıyorsanız bir de Zeiss’in bu cihaz için ürettiği özel optiklerden alıyorsunuz. Okuma gözlüğü kullanıyorsanız $100, reçeteli gözlük kullanıyorsanız da $150’lık bir ek ödeme yapıyorsunuz. Optikleri Zeiss üretip size gönderiyor. Hatta karışmasın diye üstüne adınızı da yazdırabiliyorsunuz. Mıknatısla Apple Vision Pro’ya takılıp kullanılıyor. Bu, gözlük kullananlar için zorunlu bir aksesuar. Bunun dışında çanta gibi opsiyonel başka aksesuarlar da var. 

Bu “solo knit band.” Varsayılan olarak bununla kullanılıyor. Ama alternatif bir bant daha var. İşte bu da “dual loop band.” 

Güç adaptörü. Neredeyse Macbook Pro bilgisayarlarınkiyle aynı gibi. 30 Wattlık bir adaptör. Çok hızlı sayılmaz. USB-C bağlantısı var. İsterseniz prize bağlı bir şekilde kullanabiliyorsunuz ya da şarj edebiliyorsunuz. 

Bu da cihazın pili. Harici olarak geliyor. Çünkü gözlük kısmında herhangi bir enerji kaynağı yok. Pil birazcık ağır. Kapasitesi… üstünde yazıyor: 3166 MAH. Hımm. Bu büyüklükteki bir pilden biraz daha fazla kapasite bekliyor insan. Muhtemelen soğutma mekanizması gibi şeyler var içinde. Bu haliyle 2,5 – 3 saat kadar çalışabildiği söyleniyor. Bakalım, deneyeceğiz. Buradaki kablosu ayrılamıyor ama birileri SIM kart çıkarıcı iğneyle ayırmayı başarmış bile. İçinden lightning kablo ucuna benzer bir şey çıkmış. Neyse. Ben bu bataryanın şeklini bir şeye benzetiyorum, bilerek mi tasarımını böyle yapmışlar emin değilim ama neye benzettiğimi sonra söyleyeceğim, bakalım siz ne düşüneceksiniz?

AVP’nun siparişini verirken mutlaka iPhone ya da iPad kullanmak zorundasınız. Çünkü kamerayla yüzünüzü tarıyor. Şeklini belirliyor ve ona göre “Light Seal” yani ışık engelleyici ve “Light Seal Cushion” yani ışık engelleyici yastık veriyor. Sizin yüz şeklinize ve boyutuna göre belirleniyor bunlar ve mıknatısla gözlüğe takılıyor. 

Çıplak haliyle Apple Vision Pro işte böyle bir şey. Bir kayak gözlüğü boyutlarında. Bütün bilgi işlem gücü bu donanımın altında. İçinde iki çip var: dizüstü bilgisayarlarda da olan M2 çip ve bu cihaza özel geliştirilmiş R1 çipi. Dışında alüminyum bir çerçeve ve onun önünde de cam var. Ama o camın içinde bir ekran daha var. “Eyesight” özelliği bu ürünü diğerlerinden ayıran özgün ve biraz da tuhaf bir özellik. Birazdan onu deneyeceğiz. Kenarlarında soğutma açıklıkları bırakılmış. Üzerinde LIDAR tarayıcı, optik lensler, sensörler ve kameralarla dolu, içinde yüksek çözünürlüklü iki OLED ekran olan irice bir telefon boyutlarında diyebiliriz. İç tarafta bir de sensörler var ve bunlar gözlerinizin hareketlerini takip ediyor. Baktığınız yere odaklanıyor. Aynı zamanda göz hareketlerinizi bu öndeki ekrana yansıtıyor. Altında da kameralar var. Bunlar da tüm yüzünüzü ve vücudunuzun ve özellikle de ellerinizin hareketlerini takip ediyor. Onları da dijital avatarınıza yansıtıp sizin karşılıklı iletişimlerde 3 boyutlu versiyonunuzu kullanabilmenizi sağlıyor. Bu minik tekerlek Apple Watch ve Airmax Pro’da da olan “digital crown.” Benzer tasarım dilinin devamı olarak diğer tarafta da sadece bir tane büyük buton var. 

Bu kafa bantları da yine ilk sipariş verirken yapılan o kameralı ölçüme göre belirleniyor. Farklı boyutları var. Bu giyilebilir bir cihaz olduğu için ayakkabı ya da t-shirt gibi size uygun bir ölçüde almanız gerekiyor. İşte bu ölçülere göre kutudan iki farklı türde bant çıkıyor. Dual versiyonu kafanızı arkasından ve üstünden sarıyor. Varsayılan olarak takılı gelen bantsa sadece arkadan sarıyor. Bu daha şık, bu daha konforlu.  

Kafanıza taktıktan sonra şuradaki tekerleği çevirerek sıkılığını ayarlıyorsunuz. AVP yanaklarınızın ve alnınızın üstüne yerleşiyor. 

Diğer bantı takmak için turuncu şeritleri çekip çıkarıyorsunuz. Geriye kalan şu uzantıların içinde hoparlörler var. Bunlar kulağınıza doğru yönlendirilmiş durumda. Normalde kulaklıkla da kullanılabilir ama bu yönlendirilmiş “uzamsal ses” modelini daha önce birkaç farklı gözlükte daha denedim ve epeyce hoşuma gittiğini söyleyebilirim. Özellikle podcast ya da YT videosu izlerken bir yandan da ortamdan kopmamayı sağlıyor. Bakalım bu cihazdaki “spatial audio” özelliği nasıl olacak birazdan onu da test ederiz. 

Son olarak böyle bir kılıfı da var. Ne kadar korur bilemiyorum. Bir de mesela Quest Pro’da böyle çıplak haliyle güçlü güneş ışığına maruz bırakmayın gibi bir uyarı vardı. Üzerindeki kameralar ve sensörler etkilenmesin diye. Bu da o kadar hassas mı bilemiyorum.

Kutudan çıkanlar bu kadar. Bir de çıkmayanlar var. Ne gibi? Benzeri cihazlarda bu tür kontrol araçları da gelir. Bunda öyle bir şey yok. Çünkü sadece ellerinizi ve gözlerinizi kullanarak kontrol ediyorsunuz. 

Evet, sanırım artık çalıştırabiliriz. Tüm parçaları sandviç gibi birbirine kenetleyip birleştirdikten sonra pilin ucundaki şu bozuk para büyüklüğündeki kısmı şuraya takıp, çeviriyoruz. Bu kısım mıknatıslı, yani magsafe değil. Çünkü yanlışlıkla çıkarsa birdenbire kapanabilir ve VR ortamında birdenbire karanlıkta kalmak pek de hoş olmayan bir deneyim. 

Evet şimdi ilk kez çalıştırıyorum. Hazır mıyız?

Ready Player One. 

Nasıl oldum? Hala açılıyor. Hello yazısını gördüm. MacOS işletim sisteminde de çıkan aynı kaligrafiyle yazmışlar. Tabi bu artık yeni bir işletim sistemi: VisionOS. Görsel işletim sistemi. Evet, açıldı. Şimdi ayarlarımızı yapıp, personamızı yaratma vakti geldi. 

İLK KULLANIM

İlk açtığınızda içindeki lensler harekete geçiyor ve gözünüze uygun bir mesafeye yerleşiyor. Sonra ellerinizi tarıyor. Etrafınızdaki mekana çeşitli noktalar yerleştiriyor ve gözünüzle o noktalara bakmanızı istiyor. Noktalara bakıp parmaklarınızla seçim yapıyorsunuz. Bilgisayar kullanırken fareye tıklamak yerine bu cihazda parmaklarınızı birbirine dokunduruyorsunuz. Elleriniz o sırada görüş mesafesi içindeyse bu hareketi hemen algılıyor. 

Bilgisayarlardaki uygulama ekranını açmak için digital crown’a dokunuyorsunuz ve bulunduğunuz mekanın içinde uygulama ikonları beliriveriyor. Bu ikonlar kafanızı çevirdiğinizde sizinle beraber dönmüyor. Yani gerçekten mekanın bir parçası haline gelmiş gibi gözüküyor. Bir anlamda fiziksel dünyanın üstüne dijital dünyayı ekleniyor. “Augmented” yani artırılmış gerçeklik denmesinin sebebi de bu. Burada terminolojik bir ayırım yapmak lazım. Fiziksel dünyayı kendi gözlerimizle doğrudan değil yüksek çözünürlüklü kameralar aracılığıyla görüyoruz. Yani teknoloji şirketlerinin o çok arzuladığı gerçek dünyanın üstüne bilgiyi yerleştirme vizyonu için hala biraz erken gibi. 10 yıl önce Google Glass bunu denedi ama olgunlaşması gereken bazı teknolojileri beklemek gerekiyor. 

Vision OS işletim sistemi biraz mobil cihazlardaki iOS’e benziyor. Bir uygulamayı açmak için gözünüzle onun ikonuna bakıp, parmaklarınızı birbirine değdiriyorsunuz. Kaydırmak için yine parmaklarınızı birleştirip havada aşağı-yukarı ya da sağa-sola hareket ettiriyorsunuz. Yani el ve göz koordinasyonu çok önemli. Kullanımı epeyce bir sezgisel yapmışlar ama yine de vücudunuzun bu yeni kontrol biçimine adapte olması gerekiyor. Bilgisayarlarda ilk kez klavye/fare kullanmak, mobil cihazlarda parmakla dokunma/büyütme hareketlerini yapmak gibi yeni tür bir etkileşim şekli bu. 

İşletim sisteminin tasarımına baktığımızda içinde bulunduğunuz mekan duygusunu kaybetmemek için her şeyin şeffaf tasarlandığını görüyoruz. Bazı şeyler de ışık/gölge oyunları yaparak sizin 3 boyutlu evren algınıza uygun davranmaya çalışıyor. Bilgisayarlardaki “windows” yani pencereler vardır ya. İşte bu da Vision OS’teki bir pencere gibi düşünün. Onu alıp mekanın içinde farklı yerlere taşıyabiliyorsunuz. Büyütüp, küçültebiliyorsunuz. Ya da açıp kapayabiliyorsunuz.

Bilgileri unutmamak için tavsiye edilen “hafıza sarayı” metodu vardır ya, ben onu anlatmıştım bir videomda. Bilgiyi mekanla ilişikilendiriyorsunuz kısaca o yöntemde. İşte burada da açtığınız pencereleri etrafınızdaki mekana serpiştirebiliyorsunuz.

Eğer kendinizi gerçek mekandan izole etmek istiyorsanız, üstündeki şu tekerleği çevirmeye başlıyorsunuz. Bunu çevirdikçe gerçeklik sanal bir battaniyeyle örtülmeye başlanıyor. Kendinizi bir anda değil, yavaşça bambaşka bir yerde buluyorsunuz. Başlangıçta 10-15 tane sanal mekan seçeneği koymuşlar. Mesela Hawaii’deki bir volkanın zirvesi. Daha geçen yıl oraya gidip bir video çekmiştim.  Yosemite, çok güzel bir doğal park, buranın da videosu var kanalda. Ooo Ay da varmış. E oraya da artık gelecek sene gideriz 🙂 

İster daha önce gittiğiniz yerleri hatırlamak ve isterseniz hiç bir zaman gidemeyeceğiniz yerleri deneyimlemek için VR gerçekten çok güzel bir teknoloji. Ama bu tür deneyimler yeni değil onu da söyleyelim. Bu cihaza özel de değil. Ben Quest Pro kullanarak Uluslararası Uzay İstasyonu’nda epeyce bir zaman geçirdim, sanal olarak 🙂 Artık modüllerinin içini avucumun içi gibi biliyorum. Zaten VR deneyiminin en büyük faydalarından biri de bu tür eğitim simülasyonları olacak. O yüzden Türkçe eğitim yazılımları geliştirenlere de çok iş düşecek. Şimdiden bu yeni düşünce biçimlerini araştırmaya, keşfetmeye başlamak lazım.

Peki bu tür bir cihazı eğitim ya da araştırma yapmak için kullandığımızda en çok ne yaparız? Yazı yazarız değil mi? İyi de bu aletin fiziksel bir klavyesi yok. Dokunmatik mobil cihazlarda da olmadığı gibi. Onlarda cama dokunarak yazıyoruz. Bunda havaya dokunarak yazmaya çalışıyoruz. Biraz garip bir şey bu. Ama neyse ki başka yöntemlerle de bilgi girişi yapılabiliyor. Örneğin gözünüzle harfe bakıp parmaklarınızı birbirine dokundurduğunuzda da yazabiliyor. Bu biraz daha hızlı bir yöntem. Ya da isterseniz sesinizle konuşarak da giriş yapabiliyorsunuz tıpkı cep telefonlarında yapılabildiği gibi. 

UYGULAMA ÖRNEKLERİ

Şimdi biraz da uygulama örneklerine bakalım. Uygulamalarla üç farklı kategoride etkileşime girebiliyorsunuz. En basiti ve ilk akla geleni tarayıcıyı açmak ve internet sitelerine girmek. Tıpkı bilgisayarlarda ya da cep telefonlarında da yapabildiğimiz gibi. 

İkinci kategori hazır iOS uygulamaları. Yani iPhone ve iPad’de yayınlanmış uygulamalar. Eğer onları geliştirenler “ben bu platformda yer almak istemiyorum” demedilerse onların uygulamaları da buraya otomatik olarak taşınıyor. Burada olmaması için “istemiyorum” demeleri gerekiyor. “Niye bir uygulama geliştirici böyle yenilikçi bir cihazda yer almak istemesin ki?” diye düşünebilirsiniz. Ama mesela Netflix bunu istemedi. Spotify da istemedi. YouTube da burada yok. En azından bu ilk versiyonda hemen uygulamalarını taşımak istemediler. Çünkü en ufak bir hata, ya da kullanıcı deneyiminde meydana gelebilecek en ufak bir kusur bu büyük markaların başını ağrıtabilir. O yüzden sanırım biraz daha yaygınlaşmasını ve en iyi kullanım örneklerini görmeyi beklemeyi tercih ettiler. Bir de uygulama geliştiricilerle Apple’ın arası bugünlerde biraz nanemolla. Neyse… 

“Day Zero” daha ilk günden gelen uygulamalar arasında Disney var mesela. Zaten onlar daha geçen yaz yapılan tanıtımda da yer almışlardı. Elbette Apple’ın kendi video platformu Apple TV+ var. 

İki kategori saydım şimdiye kadar dikkat ederseniz. Her iki kategoride de örneğin bir video izleyecekseniz bunu yapabiliyorsunuz. YouTube’u tarayıcıdan açıp izleyebilirim. Netflix’in bir uygulaması yok ama ona da yine Safari’den bağlanabilirim. Ancak bu durumda sadece bir pencerenin içinden izlemiş oluyorsunuz. O pencereyi büyüterek bir sinema keyfi alıyorsunuz. Fakat yine de bu cihazın tüm potansiyelini kullanamıyorsunuz. 

İşte bir de üçüncü bir uygulama kategorisi var ki o da bu tür platformlara özel bir deneyim sunabilen uygulamalar. Yani 3D etkisini kullanan. Çevrenizi sarmalayan uygulamalar ya da videolar. 

Videolarda buna VR180 ya da VR360 deniyor. Yani 180 derece ya da 360 derece sizi kuşatan görüntüler. Ve aslına bakarsanız YouTube’da bu kategoride yayınlanmış epeyce bir video var. Fakat YouTube’un native bir uygulaması olmadığı için bunların hiçbirini kullanamıyorsunuz. Apple TV+ içinde bu VR180 formatında neler yapılabileceğini göstermek için bazı içerikler hazırlamışlar. Ve gerçekten de muhteşem olmuş. Ancak bunları böyle 2 boyutlu bir videoda sizlere gösterebilmem çok zor. O yüzden ancak tarif edebiliyorum. 

“Augmented 3D” etkisini gösteren bazı uygulamalar da var. Mesela “Jig Space”de 3D modelleri yükleyip üzerinde parmaklarınızla modifikasyonlar yapabiliyorsunuz. Onları gerçek boyutlarında gösterebiliyorsunuz. Etrafında dolaşıp inceleyebiliyorsunuz. 

Bu tür örnekleri belki kişisel kullanıcılar bir müddet baktıktan sonra bırakır, ama iş ve eğitim dünyasında kullanabilmek mümkün. İş demişken temel ofis uygulamaları da var. Mesela benim “profesyonel konuşmacılık” yaparken en çok kullandığım sunum aracı Keynote hemen yerini almış. Böyle bir ortamda parmaklarımı kullanarak sunum tasarlar mıyım bilemiyorum. Ama yeni bir kullanım şekli sunmuşlar. O da sunuma hazırlık, yani prova aşaması. Diyelim ki yarın bir toplantınız var ve kritik bir sunum hazırladınız, onu sanal bir konferans odasına gidip prova edebiliyorsunuz. Ya da daha büyük bir kitle karşısında mesela bir TED konuşması yapacaksınız. O zaman da sizi daha büyük bir venüye götürüyor, hatta burası tam olarak Apple’ın Kaliforniya’daki merkezinde bulunan meşhur Steve Jobs konferans salonu. Orada konuşuyormuş gibi hazırlık yapabiliyorsunuz. Ne de olsa “topluluk karşısında konuşma korkusu” diye bir şey var ve bazıları için ölüm korkusundan bile güçlü bir şey bu ve onu aşabilmenin yolu da böyle bir mental hazırlıktan ve bol bol prova yapmaktan geçiyor. 

İşte asıl bu tür uygulamaların artması lazım ki böylesine pahalı bir cihazı almak için yeterince güçlü bir sebep oluşabilsin. Bu uygulama çok güzel, harika ama tek başına yeterli bir alım motivasyonu vermiyor. Endüstride bunun için “killer app” öldürücü uygulama diye bir tabir var. Belirli bir platformun veya teknolojinin benimsenmesini sağlayacak kadar ilgi çekici ve popüler olan uygulama veya yazılımlar diyebiliriz buna. Mesela Instagram ya da WhatsApp cep telefonları için bu tür bir uygulamadır. Ben Meta’nın VR gözlüğü ilk çıktığında BeatSaber diye bir oyun vardı. Hala var. Sadece onu görerek satın alma kararı vermiştim. Oyunla egzersizi ve müziği birleştirip tüm vücudunuzu hareket ettiren türde bir uygulama olduğu için. VR dışında böyle bir deneyimi yaşayabilme imkanı yok. Yani bir “compelling reason”dan bahsedeceksek böyle bir şey olmalı. 

Hazır oyunlardan söz açılmışken bu cihazın şimdilik zayıf karınlarından biri de oyunlar. oyun oynanabiliyor, hatta controller da bağlanabiliyor ama bunlar VR oyunlar değil. Bu konuda zaten geleneksel olarak Apple bilgisayarlar değil de Windows işletim sistemli Nvidia kartlı oyun bilgisayarları akla geliyor. Oradaki ekosistem çok güçlü. VR tarafında da -özellikle mobil VR’da diyelim- bunu Meta ve PlayStation VR sahiplenmeye çalışıyor. Yüzlerce oyun var oradaki marketplace’de. Hatta PC’ye bağlayıp Stream VR ortamına geçerseniz bu kez “Triple A” kategorisindeki premium oyunları da sanal gerçeklik ortamında oynayabiliyorsunuz. Ama burada henüz onlar yok. Henüz diyorum ama gelecekte olacak mı onu da bilmiyorum. Gönül ister ki şöyle “Half-Life: Alyx”i bir de burada oynayabilelim. 

PCVR platformunda benim için öyle bir “killer app” var ki. Onu herkesin deneyimlemesini gerçekten çok isterim. Google Earth VR. Resmen dünyanın hemen her yerini 3 boyutlu olarak gezebiliyorsunuz ve hatta bazı yerlerde kentlerin, sokakların içinde dolaşabiliyorsunuz. Muhteşem bir deneyim. Aslında sadece ona özel bir video ya da belki de bir canlı yayın bile yapabilirim. Bilmiyorum merak edenler varsa yorum olarak yazıp abone olabilir ya da hatırlatıcılarını aktif hale getirebilir. İleride bu tür VR içeriklerin sayısını artırıp arttırmama kararını biraz da sizin ilginize göre belirleyeceğim.  

Burada Google Earth VR yok, harita olarak Apple Maps var. Fakat kesinlikle aynı deneyim değil. Aynı kategorideki uygulamalar değil çünkü bunlar. Bu platformun gelişmesi için Google Earth gibi ya da Meta Quest’teki Wonder gibi bazı uygulamaların da gelmesi gerekiyor. Netflix’i tarayıcıdan izleyebilirim evet ama bir dizinin bölümlerini indirip offline bir ortamda izleyebilmem için native uygulamanın gelmesi gerekiyor. YouTube’daki normal içerikleri izleyebilirim ama VR180 içeriklerini izleyebilmem için native uygulamanın gelmesi gerekiyor. 

Eğer hali hazırda bir Mac bilgisayar kullanıyorsanız doğal olarak onunla entegrasyonu çok güçlü. Bilgisayarın ekranına bakınca bağlantı kurma seçeneği beliriyor ve fiziksel ekranı karartıp sanal bir ekran olarak karşınıza getiriyor. Bu sırada fiziksel klavye ve farenizi de kullanabiliyorsunuz. Dolayısıyla harici ve çok büyük bir ekranınız olmuş oluyor. Tek monitörle çalışıyorsanız bu gerçekten işe yarayabilecek bir özellik. Fakat ben de daha yeni aldığım için uzun süreli olarak çalışmayı henüz denemedim. Belki önümüzdeki günlerde 6-7 saat gerçekten çalışmayı deneyip sonuçlarını sizinle paylaşırım. Bu arada bu özellik de Meta Quest de var ama harici bir uygulamayı indirip yüklemek ve sık sık güncellemek gerekiyor. Ama o hem Windows’da hem Mac’de çalışıyor. Bu sadece Mac’de. Yani Apple sahip olduğu ekosistemin uyumlu çalışabilmesi özelliğini burada böyle bir fırsata dönüştürmüş.

Bu cihazın benzerlerinden çok daha gelişmiş özellikleri var. Ama problem bunu takmadan anlayamıyorsunuz. Ürünü diğerlerinden bir bakışta ayrıştıracak bir alameti farikası olması lazım. İşte o da dışında yer alan ekranı. Sizin gözlerinizi gösteriyormuş illüzyonunu yaratıyor. Aslında gözlerinizin bir simülasyonunu gösteriyor. Dijital bir avatar ya da bu cihazın terminolojisinde bir “Persona” yaratıyorsunuz. İçindeki sensörler saniyede 90 kez gözlerinizi tarıyor ve bir optik kimlik oluşturuyor. Cep telefonlarında parmak iziyle ya da yüzünüzü tarayarak oluşturulan kimlikler gibi düşünebilirsiniz. Böylece sizi tanıyor, ayarlarınızı getiriyor ve bilgi güvenliğinizi sağlıyor. 

Ama bunun dışında işin bir de “estetik ve psikolojik” bir tarafı var. Ön ekrandan gözlerinizin yansımasını gösteriyor. Bakın bu özelliğin kullanıcı olarak sizinle doğrudan bir ilgisi yok. Etrafınızdakiler için yapılan bir gösterim bu. Eğer siz o sırada içeride dışarıyı gören bir durumdaysanız gözleriniz gözüküyor. Yani sizin o sırada etrafınızdaki şeylerin farkında olduğunuzu ifade ediyor. Gerçek dünyadaki uyanık olma durumuna benzetiyorum ben bunu. Yok o sırada AR değil de VR bir deneyimin içindeyseniz, bir film seyrediyorsanız ya da başka bir ortamdaysanız, bu kez dış ekrandaki görüntü gözlerinizi göstermiyor. Mavili, morlu bulanık bir animasyon gözüküyor. Çünkü siz o sırada çevrenizdekilerin farkında değilsiniz. Bir çeşit rüyalar alemindesiniz. 

Eğer o sırada dışarıdan biri gelip de size bakıp konuşmaya başlarsa içinde bulunduğunuz ortamda da bulanık bir şekilde görüntüleniyor. Eğer dikkatinizi oraya verirseniz görüntü netleşiyor ve dışarıdaki ekranda da gözleriniz belirmeye başlıyor. Bulunduğunuz sanal ortamdan teleport ediliyorsunuz. Telefonda gelen arama gibi. 

Yıllar evvel “Ayna Dünyalar” adında bir video yapmıştım ve orada tarif ettiğim dünya daha sonra Metaverse olarak yaratılmaya çalışıldı. İsimler değişiyor sürekli ama böyle bir dünyayı yaratma çabası değişmiyor. Yine başka bir videomda “MetaHuman” kavramından söz etmiştim. İşte onun adı burada “Persona” olmuş. Ve yine bu cihazı kullanarak kendi personanızı yaratıyorsunuz.

Önce ellerinizi tanıtarak işe başlıyorsunuz. Ardından çıkarıp yüzünüzün karşısına yerleştiriyorsunuz. Göz seviyesine kaldırıp sesli yönergeleri takip ediyorsunuz…

Personam hazır. Biraz garip gözüküyor. Farklı ışık ayarlarıyla dijital bir makyaj da yapılabiliyor. Renk ısısı ve parlaklığıyla oynanabiliyor, ten renginize en uygun hale getirebiliyorsunuz. Gözlük takabiliyorsunuz. Benziyor gibi de, benzemiyor gibi de. Humanoid robotlarda da görülen o meşhur “Uncanny Valley – Tekinsiz Vadi” etkisi. Tuhaf bir görüntü bu. Sanki dijital bir aynaya bakmak gibi. Ama karşıda gördüğünüz tam olarak siz değil, ayna dünyadaki ikiziniz gibi. 

Bu personayı FaceTime ya da Zoom gibi başkalarıyla iletişimde de kullanabiliyorsunuz. Ben denemedim ama aynı anda birkaç kişi böyle bir toplantıya girince kimin kime baktığını o anda herkes görebiliyormuş. Gerçekten de ilginç ve etkileyici bir deneyim olsa gerek. Teleportasyon gibi. 

Bir yandan da endişe verici bir tarafı var. Tüm mimiklerinizle dijital bir kopyanız oluşturuluyor. Sadece sizin de değil. İleride belki de milyonlarca insanın. Bu arada şu anda yani ilk 2 günde bu cihazdan 180.000 tane satıldı bile. Bu yıl 400.000 set satılacağı öngörülüyor. Ve henüz sadece ABD’de satılmasına rağmen birkaç milyar dolarlık bir pazar oluşmuş durumda. İşte milyonlarca insanın dijital kopyası, metahumanlar oluşmaya başlayacak önümüzdeki yıllarda. Bu kadar çok kişinin yüz bilgisiyle Sims benzeri bir simülasyon yarattığınızı düşünsenize. “Acaba bir simülasyonda yaşıyor olabilir miyiz?” felsefi sorusunu artık sadece teorik değil pratik olarak da tartışacağız.

Bir içerik üreticisi olarak VR içerikler üretmek konusunda yıllardır hazırlık yapıyorum. Mesela Hawaii’deki o volkanın tepesine çıktığımda ya da Yosemite, Grand Canyon gibi doğal güzelliklerin olduğu yerlerde epeyce bir VR görüntü kaydettim. Bu konudaki dağıtım platformları olgunlaşınca VR180 ve VR360 gibi formatlarda içerikler yayınlamaya başlayacağım. Şu anda ben de bu yenilikçi formatlarda en iyi hikaye anlatıcılığı nasıl yapılır onları test ediyorum sürekli. 

Uygulama alanlarından Eğlence ve İş kategorilerini daha çok sahiplenmiş. Ama VR uygulamalarının en popüler iki kategorisini -Oyun ve Egzersiz kategorilerini- sanki bilerek boş bırakmış gözüküyor. Oyundan bahsettik biraz da egzersizden bahsedelim.

EGZERSİZ
Meta Quest platformunda beni şaşırtan şey sadece egzersiz uygulamaları değil, Beatsaber gibi bazı oyunların bile ciddi anlamda vücudun her tarafını çalıştırabilmesi olmuştu. Sadece evin içinde kapalı ortamda değil, bahçede, açık havada bile kullanıp epeyce bir enerji atabiliyorsunuz. Vision Pro’da henüz bu tür uygulamalar yok. Belki de pilin harici olması nedeniyle ya da güvenlik endişesiyle özellikle koymamış olabilirler. Akıl sağlığı açısından faydalı olabilecek bir meditasyon uygulaması var ama vücudu harekete geçirecek şeylerden kaçınmışlar.

PİL
Pil durumu enteresan. Çünkü böyle bir kabloyla bağlanması hiç Apple tarzı bir çözüm değil. Ama bunu da kafaya eklerlerse neredeyse 1 kg civarında bir ağırlığa ulaşıyor. Dolayısıyla harici yapmayı tercih etmişler. Aslında bu bir avantaj olabilir diye düşünmüştüm. Yedek bir pil alıp, bitmeye yakın ona geçilebilir. Ama çalışırken pil değiştirmek de mümkün değil. Yani “hot swap” özelliği yok. Yedek piliniz de olsa onu takmadan önce cihazı kapatmanız gerekiyor.

AĞIRLIK
Az önce ağırlığından söz ettim. Gerçekten de ağır bir cihaz. Aslında Quest Pro’dan hafif olmasına rağmen ağırlık merkezi yüzünüzün önüne geldiği için belli bir süre sonra rahatsız etmeye başlıyor. Meta Quest’in ilk versiyonunda da vardı bu problem. Quest Pro’da pili arkaya yerleştirerek ağırlığı dengelediler ve kullanım kolaylığı açısından bu biraz işe yaradı. Fakat pil arkada olunca kafanızı yaslayamıyorsunuz. Sanırım Apple daha sakin bir kullanım şeklini tercih ettiğinden, oturarak yatarak da kullanılmasını istediğinden, pili enseye yerleştirmek yerine ayırma yoluna gitmiş. Ağırlık merkezini kafanın biraz daha ortasına çekebilmek için “dual loop band”i kullanabiliyorsunuz ama o da bir yere kadar işe yarıyor, bir de estetik açıdan epeyce bir çirkin duruyor bana göre. Saçı başı dağıtıyor. 

FİYAT
Fiyatı $3500’dan başlıyor ve bir takım opsiyonlarla $5000’e kadar çıkabiliyor. İlk sürümü sadece ABD’de satılıyor. Adında “Pro” eki var. Dolayısıyla bu ürünün herkese göre tasarlanmadığı çok açık. Bu konuya hevesli “early adopter” denilen erken benimsiyeciler, AR, VR gibi konularda çalışan profesyoneller ve bu platforma uygulama ve içerik yapmayı düşünebilecek geliştiriciler hedeflenmiş. Tüm bu özellikler sizde varsa, ABD’de yaşıyorsanız ve bu fiyatı ödemeye razıysanız bile önce bir Apple Store’a gidip denemenizi tavsiye derim. Sadece bu ya da benzeri videolara göre karar vermek bence yeterli değil. Böyle yeni ve parlak ürünlerin çok çekici bir tarafı vardır ama o ilk balayı dönemi bitince bir köşede tozlanmaya başlayabilir. Bu, insanların çok büyük bir çoğunluğu için çok büyük bir yatırım. O yatırımın geri dönüşü eğlence olabilir, iş olabilir ya da geleceğe yönelik bir girişim olabilir ve gerçekten hakkını verebilir. Eğer durumunuz böyleyse alabilirsiniz. Değilse de alabilirsiniz ama şu haliyle lüks bir cihaz. Eminim ileride bunun Pro olmayan modelleri, daha uygun fiyatlı olarak ve daha gelişmiş özelliklerle çıkacaktır ve çok daha fazla insan kullanmaya başlayacaktır. Çünkü gerçekten bu deneyimi herkesin yaşayabilmesini isterim. Zaten şu anda aynı seviyede olmasa bile çok daha ucuz alternatifleri var. Meta Quest 3 çıktı yakın zamanda ve $500 civarında. Yani 7 tane alabiliyorsunuz bu fiyata. Eminim önümüzdeki günlerde başka büyük teknoloji şirketleri de yeni alternatifler sunmaya başlarlar.

SONUÇ

Apple bu cihazın patentini ne zaman almış biliyor musunuz? Ta 2007 yılında. Yani ilk iPhone çıktığında bir gün böyle bir cihazı da yapmayı hayal etmişler. Ve işte ben bu pilin şeklini ilk iPhone’a benzetiyorum. Peki bunun ucundaki gözlük bu durumda yeni tür bir iPhone mu? İkinci iPhone anını mı yaşıyoruz?

Bu soruya cevap vermeden önce başka bir soruyu cevaplandırayım.

Bir gün herkes böyle gözlüklerle mi dolaşacak? Hayır. O gün geldiğinde bundan çok daha küçük ve hafif cihazlar, normal gözlükler ve hatta belki de lensler kullanmaya başlayacağız. Ama bu konsept yani “fiziksel gerçekliği bilgi işlem gücüyle zenginleştirme konsepti” yeni bir dönüşüm anı. 

Vision Pro’nun bu haliyle bile çok önemli mühendislik ve teknolojik başarıları var. Mikro OLED ekranları, video aktarımı, el ve göz izleme teknolojileri gerçekten çok ileri. Ancak bunların yanında bazı önemli eksiklikleri ve dezavantajları da bulunuyor.

Ağırlığı fazla ve dengesiz. Pili dışarıda ve çalışırken değiştirilemiyor. Optik bir AR deneyimi olmadığı için en gelişmiş kameraları kullansa da bunların sınırlarından kurtulamıyor. Renkler ve netlik konusunda olabilecek en iyi noktaya getirmeye çalışsalar da el ve göz izlemede tutarsızlıklar yaşanabiliyor, iş kullanımında bir klavye ve fare kadar verimli değil.

Çok pahalı bir ürün, ama Apple ürünleri geleneksel olarak aynı kategorideki diğer ürünlere göre zaten pahalıdır ve donanımsal özelliklerine baktığımızda böyle bir fiyata gelmesi de gayet normaldir. Ancak böyle bir fiyat aynı zamanda onun yaygınlaşmasının ve ana akım bir cihaza dönüşmesinin önünde de ciddi bir engel. 

Çoğu deneyim diğer insanlarla paylaşılamıyor, oldukça yalnız bir kullanım deneyimi sunuyor. Tek başına film izlemek için harika olabilir ancak günlük işler için MacBook ve iPad gibi cihazlara göre daha verimsiz.

Sonuç olarak, teknik başarıları takdire şayan ancak günlük kullanım, paylaşım, verimlilik ve fiyat açısından daha gideceği çok yol var. Gelecekte muhtemelen daha iyi bir noktada olacak ancak şu anki haliyle genel kullanıcılar için henüz erken bir cihaz gibi görünüyor.

Peki bu ikinci bir iPhone anı mı? 

Geldik bu soruya. Önce iPhone anı ne demek, bunu bir tanımlayalım. iPhone ilk çıktığında yani yaklaşık 15 yıl önce, ben zaten dokunmatik bir telefon kullanıyordum. Windows işletim sistemiyle çalışıyordu ve hatta bir kalemi vardı. Ona özel bazı yazılımlar yükleyip parmakla çalışabilir hale getirmiştim. Yani neredeyse kendi iPhone’umu yapmıştım. MP3 player’ım vardı, müzik dinliyordum. Dizüstü bilgisayarım vardı, çalışıyordum. Akşam da evimde televizyon seyrediyordum. Yani teknoloji de vardı, deneyim de… Ancak problem erişimdi. Bunların hepsi, herkeste yoktu. 15 yıl önce iPhone hepsini birleştirip, tek bir cihazda topladı ve rakiplerinin de yardımıyla herkese erişmesini sağladı.

15 yıl sonra bugün Vision Pro ortaya çıktı ve ben yine yıllardır Virtual Reality cihazları kullanan biri olarak denedim. Teknoloji yine var. Deneyim de öyle. Ama Vision Pro’nun hemen hepsinden daha gelişmiş özellikleri var. Pro olmayan daha uygun fiyatlı modelleri çıkarıp erişim problemini de çözerse “sanal gerçeklik” geniş kitleler için de gerçek bir gerçekliğe dönüşebilir. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir