Tüm zamanların en “baba” filmi neden BABA? Ta 1972 yılında gösterime girmiş bir film, neden hala sinemaseverlerin gözdesi? Konunun uzmanlarının yaptığı en iyi filmler listelerinde neden hep en tepede? İnsanlar bu filmi neden çok seviyor, sinemacılar neden bu filmi bir sinema şaheseri olarak görüyor?
Her şeyden önce şunu bir ayıralım: Bir filmi sevmek ile “iyi film” demek aynı şey olmayabilir. Bazen bir film size kendi hayatınızla ilgili bazı şeyleri hatırlatır. Filmin konusunu kişisel olarak önemli buluyor olabilirsiniz. Bazı filmleri değişik nedenlerle başkalarından daha çok sevebiliriz. Bir de kişisel bir anlamı olmasa bile sinemasal ya da sanatsal değeri adına, “iyi” dediğimiz filmler olabilir. Film sanatını ciddi bir iş, ciddi bir disiplin olarak kabul edip çalışan insanlar, koca koca üniversiteler var. Yani, bir filme “iyi” demek için nesnel, objektif kriterlerle filmleri araştırmak, okumak, analiz etmek mümkün. Üzerinde bir felsefe inşa edilebilecek kadar geniş bir konudan bahsediyoruz: Sinema. İşte bütün bu “ciddi” kriterleri masaya koyduğumuzda, İtalyan asıllı Amerikalı yönetmen Francis Ford Coppola’nın filmi Godfather, Türkçe adıyla Baba, çekildiği günden bugüne kadar hep en üstlerde oldu. Gelin bunu sorgulayalım. Neden?
Silahı bırak kanoliyi al
Godfather bir suç filmi. Karşımızda organize suçlar kapsamına girebilecek her türlü suçu, organize bir şekilde işleyen bir aile var. Bir suç hariç. Filmin geçtiği yıllarda bir düzenini kurmuş köklü suç aileleri var bir de yeni nesil suçlular var. İşte bu genç ve hırslı “yeni nesil” suçlular en büyük ve en güçlü aileyi, Corleone Ailesi’ni, yanlarına çekmek istiyorlar. Çünkü o tek suçu işlerken Corleone ailesinin gücüne ve politik nüfuzuna ihtiyaçları var. Karşılarındaki en büyük engel; Corleone ailesinin onurlu ve karizmatik reisi, Vito Corleone. Nam-ı diğer Godfather. Aile çevresinde doğan hemen her bebeğin vaftiz babası olduğu için herkes ona Baba/Godfather diyor. Kolay mı öyle; “Baba, baba, yeni bir suç keşfettim çok karlı! Hepimiz aşırı zengin olacağız ama insanları zehirlememiz gerekiyor.” deyip Godfather’ı kolayca ikna edivermek?
Tahmin edebileceğiniz gibi Godfather’ın bulaşmak istemediği o iş, uyuşturucu işi. Kimilerine göre bütün zamanların en iyi aktörlerinden biri Marlon Brando canlandırıyor Godfather Vito Corleone’yi. Filmin oyuncu seçmelerinde Baba’nın bir buldog gibi görünmesinin uygun olacağını düşünerek tıpkı benim şimdi yaptığım gibi damağının içine pamuk ve yün karışımı bir şeyler tıkıştırmış. Yönetmen bu fikri beğenince bir diş doktoru Brando için bir tür protez imal etmiş ve o hafızalarımıza kazınan Baba imajı ortaya çıkmış.
Küresel boyutlarda uyuşturucu madde ticareti ta 1700’lerde başlamış. Ama filmimizin de konusunun geçtiği 1940’larda henüz bugünkü kadar bilinmiyor ve o kadar da yaygın değil. Vito Corleone her türlü yasadışı işe yeşil ışık yaksa da özellikle gençleri bu şekilde zehirlemeye razı olmuyor. Yükselmekte olan bu yeni suç dalgasının karşısında duruyor. Çok büyük paralar kazanmayı seviyor ama bu şekilde olsun istemiyor. Zaten her şey de Baba’nın bu duruşundan sonra patlak veriyor.
Filmin konusunun yaslandığı arkaplan kısaca böyle. Ama Godfather filmini özel yapan bu değil. Zaten Godfather böyle uyuşturucu temalı ilk film de değil. Uyuşturucu ticareti, mafya, silahlar, suç dünyası, kokuşmuş polisler, dehşet veren çatışma sahneleri, bol cinayet ve kan… Bu saydıklarım hep, öykünün atmosferini oluşturuyor. Ama Godfather filmini özel kılan ve tarihe mal eden asıl şey öyküsü… Aradan elli yıl geçmesine rağmen, filmi izleyen insanların, hala kendilerinden bir şeyler bulmasının sırrı bu. Ölümsüz öyküler işte böyledir. Aslında ölümsüz öyküler, birbirini hep tekrar eder. Özü değişmez. Ortam, kişiler, temalar değişir ama öz hep aynıdır.
Olmak ya da olmamak işte bütün mesele
Mesela, babalar ve oğulları arasındaki ilişki, kutsal kitaplar dahil çok sayıda ölümsüz öyküye ilham kaynağı olmuştur. Şekspir, Dostoyevski ve daha niceleri, babalar ve oğulları hakkında çok şeyler yazmışlar.
Sözgelimi Şekspir’de, oğulların babaları hakkında kafaları biraz karışıktır. Yani Şekspir daha çok, baba ve oğul arasındaki karmaşık duygu durumlarını ele almayı tercih eder. Tıpkı Hamlet’teki gibi. Dostoyevski ise, Karamazov Kardeşler’de, oğullarının dünyasından kopmuş, bencil ve kötü bir baba figürü çizer. Yaşlı ayyaş Fyodor’un üç oğlu vardır. Dimitri, İvan ve Alyoşa. Yazarın gözdesi Alyoşa’dır şüphesiz. Dostoyevski aslında o anıtsal romanını yazarken, dönemin Rus toplumundan sert ve gerçekçi bir kesit alır. Karamazov Kardeşler’de yaklaşmakta olan Bolşevik Devrimi’nin işaretlerini görmek mümkündür. Ama bunlar yine hep atmosferdir. Aslolan babalar ve oğulları arasındaki insanca dramdır.
Sinema dünyası da babalar ve oğullarını çok sever. Çöküşün Hikayesi – Legends of the Fall, Türkçeye çevrildiği haliyle İhtiras Rüzgarları… Güçlü bir baba ve etrafındaki üç oğlunun hikayesi… Oğullarını bildiği gibi yetiştirmek isteyen sert bir baba ile, kendi yolunu çizmek isteyen üç erkek evladın yolu illa ki bir noktada kesişir. Yani aslında çelişir, çatışırlar. Böyle bir durumda dramatik sonuçlar ortaya çıkması kadar tanıdık bir şey yoktur. Çünkü belki bizzat kendi ailemizde, ya da çevremizde, benzeri durumlara hep şahit oluruz.
Sözgelimi Gladyatör’deki baba ve oğlu. Koskoca Roma İmparatorluğu’nun en tepesindeki filozof imparator Marcus Aurelius. Mirasını devretmeye layık bir oğlu olmadığını düşünüyor. Mirası ne? Tarihin gördüğü en büyük devletlerden biri. Nasıl? Dramatik değil mi? Söz konusu miras, Koskoca Roma İmparatorluğu olmayıp da, bir işporta tezgahı bile olsa, durum çok benzer. Yine bize babalar ve oğulları arasındaki o tanıdık öyküyü verecektir. Yani dramatik açıdan pek bir şey değişmez.
Gladyatör’deki baba, oğlundan ümidi kesmiş olabilir. Ne var ki bazen güçlü babalar; problemli oğulları uğruna, sahip oldukları her şeyi kaybetmeyi bile göze alabilirler. En sevdiği dostu, oğlu gibi bildiği insanı bile, hasta ruhlu oğlu için silip atan bir babadır, John Rooney.
Ekranlardan çok daha yeni, bir başka örnek: Bu kez dev bir medya imparatorluğunun başındaki güçlü bir babayı görüyoruz. Logan Roy. Hikaye yine benzer. Farklı dünyalarda yaşayan evlatlar… Oyunu kendi kurallarıyla oynayarak kocaman bir imparatorluk kurmuş sert, acımasız bir baba. Bir insan düşünün, dişi ve tırnaklarıyla hayatta bir şeyler başarmış… Zengin olmuş… Sonra vaktinde belki de bezini bile değiştirdiği yeni yetme oğlu ona, “dünya değişti, sen eskidin, kuralların da artık geçersiz” diyerek ahkam kesiyor. Yepyeni bir neslin yaşadığı, yepyeni bir dünyada, baba ile oğul arasında böyle bir çatışma çok olası değil mi? Hele ki mevzu iş, para, finans vesaire ise. Zor durumlar. Her zaman gündemde bir konu… Bu yüzden de öykü anlatıcıların yolu hep babalar ve oğullarına çıkar.
Bak, oğluma ne yapmışlar!
Baba 2 filminde hayatına daha ayrıntılı bir bakış atma şansı bulduğumuz Vito Corleone daha küçük bir çocukken babasını kaybetmiştir. Canının kurtarılması için Sicilya’dan Amerika’ya kaçırılır, kaçması sağlanır. Babasız büyümüştür ama bir aile kurup kendi halinde bir hayat sürmek istemekte, bunun için de ufak tefek işler yapmaktadır. Namusludur. Ta ki yolu kazandığı üç kuruş paraya göz diken bir zorbayla kesişene kadar. Herkesi korkudan tir tir titreten zorba Fanucci, sert kayaya çattığının farkında değildir. Suça bulaşmaya hiç niyeti olmayan fakir ve uysal göçmen Vito, ailesinin geleceğini korumak için neleri göze alabileceğini, kendisi bile henüz bilmemektedir. Öğreniriz ki “aile”, Vito için birinci kutsaldır.
Babalar ve oğullarını anlatan öykülerde babalar, hep eşitliğin bir tarafındadır ve yalnızdırlar. İşte Vito Corleone de böyle yalnız bir baba. Güçlü ve iradeli. Kendi doğruları var. Eşitliğin diğer tarafında ise tabii ki oğulları duruyor. Vito’nun üç oğlu, büyüyüp yetişkin bir birey olurlar. Godfather filmi işte, bu eşitlikteki dengelere tanıklık yapmamızı sağlıyor.
Artık Godfather öyküsündeki denklemin diğer tarafında üç erkek evlat var. Sırasıyla:
Büyük oğlan Sonny:
- Serseri,
- Kabadayı,
- Öfkesine hakim olamayan,
- “Aile” kavramını hiçe sayıp, eşini her fırsatta aldatan…
Baba’nın alternatifi olmaktan çok uzak. Film boyunca yaptığı büyük hatalara seyirci olarak bizler de şahit oluyoruz.
Artı
- Yaşlı babası silahlı saldırıya uğradığında, babasını savunmayı düşünemeyen,
- Ambulans çağırıp yaralı babasını kurtarmaya çalışmayan,
- Bunun yerine kaldırıma oturup ağlamayı tercih eden,
- Zayıf karakterli
- Ve şehvet düşkünü ortanca oğlan Fredo.
Yine Baba 2 filminde zayıf karakteri yüzünden bütün aileyi tehlikeye attığına şahit oluyoruz Fredo’nun.
Artı
- Yasadışı işlere istemeye istemeye, mecburen bulaşmış bir babanın, “bari bu ufak oğlan avukat olsun” diyerek hayaller beslediği ufaklık.
- Babasının isteklerini hiçe sayıp askere yazılıp cephede savaşacak kadar gözü kara.
- Adeta karizmatik babasıyla didişmek ister gibi ablasının düğününe italyan olmayan bir kızı “bununla evleneceğim” diye getirip
- Aile fotoğrafına sokan inatçı.
- Başına buyruk bir küçük oğlan. Michael.
Eşittir (ya da eşit midir?) Baba.
Bu denkleme nereden bakarsanız bakın ama baba Vito’nun tarafından bakmayın. Durum içler acısı. Vito’yu çekip aldığınızda ayakta kalması zor görünen bir denklem.
Dünyanın en güçlü insanı da olabilirsiniz. İmparatorlukları, dünya çapında holdingleri, suç örgütlerini de yönetebilirsiniz. Ama arkanızda bir iz bırakamayacak olmak ne kadar tatsız değil mi? Yok mu sizin de aile çevrenizde konuşulan, belki bizzat tanık olduğunuz, böyle olaylar? Hayatı boyunca çalışıp didinen bir babanın ölümünden sonra, evlatların bu serveti çarçur ettiği hiç mi görülmemiş? Hikaye deyip geçmeyin aman ha… Hikayeler bize bizi gösterir. Evrensel hikayeler de bize insan adı verilen korkularla ve hayallerle dolu yaratığı…
Evlatlar hep haklı olsa, herkes kendi bildiğini yaşayacak olsa ne olurdu? Önceki nesillerin bilgisi tecrübesi işe yaramaz olsa, şu an hala yeryüzünde avcı-toplayıcı olarak geziyor olurduk. Öte yandan babalar hep haklı olsa ne olurdu? Yeniliklere hep karşı olsak, dünyaya uyum sağlamaya hep dirensek, sonuç yine değişmezdi. Yine avcı toplayıcı kabileler halinde yaşamaya mahkum olurduk. Demek ki konu babalar ya da oğulları arasında bir tercih yapmak değil.
Biraz da Freudien bir şekilde babalar ve oğulların bir rekabet içinde olduğunu söyleyebiliriz bu öykülerde. Ve tabii ki Godfather’da. Godfather son derece maskülen bir film. Yani kadın karakterler çok belirsiz. Varla yok arası. Sözgelimi öyküde “kutsal” bir anne var. Aileyi ayakta tuttuğu düşünülebilir. Ama işin aslı, aile, ölüm kalım mücadelesi verirken bu anneyi karar vericiler arasında göremiyoruz. Öte yandan kız kardeş Connie ise, Baba 2 ve Baba 3’te durumu biraz toparlıyor. Ama bu ilk filmde bir tür acıların kadını olmaktan öteye geçemiyor Connie.
Godfather filmi, güç ve şiddet eğiliminin baskın olduğu fazlasıyla eril bir dünya resmi çiziyor bize. Bir kralın ölüp yeni bir kralın doğuşuna tanıklık ediyoruz. Filmin öyküsü insan arketiplerini yalın bir şekilde ortaya koyuyor. Ortada dönen gerçek öyküyü görebilmek, hissedebilmek için herhangi bir alanda uzman olmaya gerek yok. Zengin, eğitimli, suçlu ya da masum olmak zorunda da değilsiniz. İnsan olmak yeterli. Nesilden nesile aktarılan, ölümsüz bütün öykülerde rastladığımız ortak özellik işte bu.
Film yoğun şiddet içeriyor ve kahramanları ile ahlaki olarak ortak bir paydada buluşmamız neredeyse imkansız. Filmin ana karakteri bir anti-kahraman. Yüceltilecek bir tarafı da yok. Kötü insanlar bunlar. Düpedüz suçlular. Ama unutmayın, bunlar insan. Bizim gibi. Çoğumuz bir baba ile birlikte büyüdük. Babanın ne demek olduğunu çoğumuz biliyoruz, belki bazılarımız “baba” da olduk. İzlerken sık sık “ben olsaydım” deyip kendimizi karakterlerin yerine koyduğumuz bu öyküler, aslında bizi bize gösteriyor. Böyle bir öyküye bakarak, babalar da, oğullar da kendilerine pay çıkaracak pek çok şey bulabilir. Oğulların babalardan öğreneceği çok şey var, babaların da oğullarından. İşte Godfather filmini özel yapan bu. Bu kadar görünürde olduğu halde görmekte güçlük çektiğimiz, hayatın gerçek öykülerinden birini bize göstermek…
“BABA, Neden bu kadar “Baba” bir film?” için 5 yanıt
Baba dizisine gerçekten de farklı bir perspektiften bakmamı sağladı hem video hem de bu yazı.
Yine Çok Güzel Bir Video Elinize Ve Emeğinize Sağlık
” Aradan elli yıl geçmesine rağmen, filmi izleyen insanların, hala kendilerinden bir şeyler bulmasının sırrı bu. Ölümsüz öyküler işte böyledir. Aslında ölümsüz öyküler, birbirini hep tekrar eder. Özü değişmez. Ortam, kişiler, temalar değişir ama öz hep aynıdır.”
”Dostoyevski aslında o anıtsal romanını yazarken, dönemin Rus toplumundan sert ve gerçekçi bir kesit alır. Karamazov Kardeşler’de yaklaşmakta olan Bolşevik Devrimi’nin işaretlerini görmek mümkündür. Ama bunlar yine hep atmosferdir. Aslolan babalar ve oğulları arasındaki insanca dramdır.”
Tema ve atmosfer sürekli değişir ancak asıl öz babalar ve oğulları arasındaki insanca dramdır.
”Bir insan düşünün, dişi ve tırnaklarıyla hayatta bir şeyler başarmış… Zengin olmuş… Sonra vaktinde belki de bezini bile değiştirdiği yeni yetme oğlu ona, “dünya değişti, sen eskidin, kuralların da artık geçersiz” diyerek ahkam kesiyor. Yepyeni bir neslin yaşadığı, yepyeni bir dünyada, baba ile oğul arasında böyle bir çatışma çok olası değil mi? Hele ki mevzu iş, para, finans vesaire ise. Zor durumlar.”
”…arkanızda bir iz bırakamayacak olmak ne kadar tatsız değil mi? ”
”Hikaye deyip geçmeyin aman ha… Hikayeler bize bizi gösterir. Evrensel hikayeler de bize insan adı verilen korkularla ve hayallerle dolu yaratığı…”
Hikayeler bize İNSAN adı verilen korkularla ve hayallerle dolu YARATIĞI gösterir.
”Demek ki konu babalar ya da oğulları arasında bir tercih yapmak değil.”
”Biraz da Freudien bir şekilde babalar ve oğulların bir rekabet içinde olduğunu söyleyebiliriz bu öykülerde.”
”Ama unutmayın, bunlar insan.”
” İzlerken sık sık “ben olsaydım” deyip kendimizi karakterlerin yerine koyduğumuz bu öyküler, aslında bizi bize gösteriyor. ”
Buraya kadar okuduklarımdan çıkarttıklarımdan biride aslında ”Hikayeler bize İNSAN adı verilen korkularla ve hayallerle dolu YARATIĞI gösterir” bu cümleden anladığım mesajla örtüşüyor. İnsan denen yaratık hayallerine doğru ilerleyip hayatını kuralına göre oynayarak potansiyelini açığa çıkarıp yükselebilir ve aynı yaratık korkularının esiri olup ahlaki olarak kötü,kötülük peşinde olan karakterde biri olarak en dibe de batabilir. Yani bu öyküler bizi bize gösteriyor ve hayatı kuralına göre oynama şeklimiz adına insan denilen ne tür bir yaratık olacağımızı belirleyecektir.
”Oğulların babalardan öğreneceği çok şey var, babaların da oğullarından. İşte Godfather filmini özel yapan bu. Bu kadar görünürde olduğu halde görmekte güçlük çektiğimiz, hayatın gerçek öykülerinden birini bize göstermek…”
Blogunda tekrar tekrar geri dönüp okumam gereken bir içerik olmuş Barış abim eline sağlık, kafamda oturtamadığım kısımları defterime not aldım şu sınav dönemim bitince mutlaka üzerinde düşünmeliyim.
Yazında ilgimi en çok çeken yerleri yorum olarak paylaşmak istedim kendime aslında 🙂 Çok dolu ve güçlü mesajları olan bir içerik, üzerinde yoğunlaşmam gerekiyor teşekkür ederim farkındalık katmaya çalıştığın için.
Blogunu okuduktan sonra birde videonu izledim, maşallah çok yakışmış takım elbise Barış abi 😀 en son sahne Sufinin gelmesi v.s harika olmuş çok etkilendim gerçekten derin mesajlar içeren bu kıymetli içeriğinden. Kendinize iyi bakın bys 🙂
Bu arada videoda ” I CHING ” kitabına da yer vermişsin, gerçekten fikir çekirdeklerini birleştirmene hayranım abi :D. Bu I CHING kitabını 2017 yılında ” Dünyanın en eski kehanetler kitabı nasıl okunur?” adlı içeriğinde işlemiştin o zamanki fikir çekirdeğiyle bu içerikteki GODFATHER yorumunu birleştirmen gözümden kaçmadı harika ^^
Merhaba. Barış bey orda baba-oğul konseptinin işlendiği eserleri sıralarken akla bir soru geliyor:Daha önce işlenmiş bir konsepti yahut fikri insanlara yeniden sata bilirmiyiz? Tabii ki onu değiştirmemiz gerekir.
Peki hangi oranda? Bir tek filmlerle sınırlı değil bu.
Yeni bir kullanıcı arayüzü duyurduk diğelim. Bu hem eski arayüzüne benzer olmalı ki insanlar yadırgamasın, hem de yeni olmalı ki insanlar ilerleme hissetsin. Bu konuda yorumunuzu bilmek güzel olurdu.
Örnek: Windows XP vs Vista; Windows XP vs Windows 7;
Emeğinize Sağlık