Uzun süredir bir dizi tavsiyesi yapmıyordum ama bir yandan da çok güzel diziler izlemeye devam ediyorum, çok güzel diziler keşfediyorum. Bu videoda onları sizlerle de paylaşmak istedim. Hiç spoiler olmayacak merak etmeyin. Kısaca konularından bahsedip neden önemli olduklarına değineceğim. Başka bazı dizilerle kıyaslayacağım. Ne kadar zaman ayırmanız gerektiğinden söz edip geçeceğim. Listede her türden dizi var: gerilim, bilim kurgu, dram ve tabiki komedi türünde. Yeni çıkan güncel diziler olduğu gibi, klasikleşmiş eski ama kaliteli yapımlar da var. Bakalım hangileri ilginizi çekecek? Hangilerini izlediniz, ve sizin yorumunuz ne oldu? Onları da merak ediyorum ve listemize yılın en görkemli dizisiyle başlıyorum.
Shogun
Shogun, Japon tarihine ilişkin epik bir dizi ve konusu 1600’lü yıllarda geçiyor. O dönemin Japonya’sını çok canlı bir şekilde tasvir ediyor. Aksiyonu, entrikaları, bazılarına garip gelebilecek gelenek ve görenekleri…
Hikaye 1600 yılında bir hayalet geminin küçük bir Japon liman kasabasına gizlice girmesiyle başlıyor. Erasmus adlı bu gemi, bir zamanlar 500 denizciden oluşan beş gemilik bir Hollanda filosunun parçasıymış, ancak İspanyollar ve Portekizlilerle yıllar süren çatışmalar ve uzun deniz yolculuklarında taze sebze/meyve yiyememekten oluşan sağlık problemleri nedeniyle geriye yalnızca bir avuç adam kalmış.
Bu adamlardan biri aynı zamanda dizinin en önemli iki karakterinden biri ona az sonra geleceğiz. Ben önce diğer önemli karakterden bahsetmek istiyorum: Lord Toranaga. Doğu’yu temsil ediyor. Politik olarak güçlü, zeki ve hesapçı ama bir o kadar da gizemli bir kişilik. Japon feodal sisteminin en üst kademesinde yer alan bir soylu. Daimyo’lara (feodal beyler) hükmetme gücüne sahip. Sert ama adil bir lider. Sadık kaldığı sürece adamlarını koruyor ve ödüllendiriyor. İhanete ise hiç tahammülü yok. Hikayenin akışını etkileyen çok önemli kararlar alıyor ve bunları büyük bir otoriteyle uyguluyor. Dizideki merak unsuru daha çok onun oynadığı bu dört boyutlu satranç gibi olan hamlelerden geliyor. Kendisinin ne yapacağını önceden kestirebilmek çok zor.
Diğer karakterimiz İngiliz denizci John Blackthorne. O da Batı dünyasını temsil ediyor. Bu diziye kaynaklık eden romanın yazarı James Clavell de Batılı olduğu için Doğu’ya bakışı onun gözünden görüyoruz. Dolayısıyla Shōgun dizisi, farklı dünyalardan iki hırslı adamın dramatik çatışmasını konu alıyor diyebiliriz. Hikayede, Blackthorne’un Japonya’daki serüvenini, Japon soyluları ve samuraylar arasındaki çatışmaları, entrikaları ve ihanetleri izliyoruz. Japonya’nın o dönemdeki kapalı toplum yapısı, gelenekleri ve değerleri de ayrıntılı bir şekilde tasvir ediliyor.
Neden izlenmeli?
- Bu dizi en başta tarihi derinliğinden ötürü izlenmeye değer: 17. yüzyıl Japonya’sının feodal düzenini, samuray kültürünü, geleneklerini, siyasi karmaşasını oldukça ayrıntılı bir şekilde yansıtıyor. Biz izleyicilere o döneme ait kültürel bir pencere açıyor. Bu noktada bir uyarı yapayım. Oldukça kanlı ve sert sahneler var. Bunlara hazırlıklı olmak lazım. Tarihi bir belgesel değil sonuçta. Aksiyon ve gerilim bazı sahnelerde oldukça yüksek.
- İkinci olarak kültürlerarası etkileşim açısından önemli bir dizi bu. Amerikan yapımı olmasına rağmen yarıya yakını Japonca. Dolayısıyla kendini adeta bambaşka bir gezegende bulan Avrupalı denizcinin ruh halini çok iyi yansıtıyor. Japon toplumuna entegre olma sürecini ve kültür çatışmalarını ilgi çekici bir şekilde işliyor. Hani hikaye anlatıcılığında hep sözünü edip duruyorum. Bir karakter A noktasından B noktasına giderken nasıl dönüşür? Biz en çok bunu izlemeyi seviyoruz diye. Kültürlerarası etkileşim karakter gelişimini de çok doğal bir şekilde ilerletiyor.
Ben kaynak romanı okumadım ama bugünlerde şu kitabı okuyorum: The Peregrine. Doğa severler için harika bir kitap. Diziyle ne ilgisi var diyeceksiniz? Doğrudan bir ilgisi yok. Ama Lord Toranaga’nın böyle bir kuşu var. Doğan besliyor. Hayat felsefesini de buradan etkilenerek oluşturmuş gibi. Bir kuşa bakmanın, onu elle beslemenin, böyle bir canlının “seni tek efendisi olarak görene kadar sana güvenmeyi öğrenmesinin” değerini biliyor. Onun sırrı sanki yanına aldığı kişileri de işte böyle tek tek seçmesinde… Bir sahnede kullandığı şu cümle kendi seçtikleri hakkında da bize bu bilgiyi veriyor gibi. Kendi beslediği doğanı anlatırken diyor ki: “Bu kuş kendini güneşe karşı gizliyor. Enerjisini koruyor ve harekete geçmek için en doğru anı bekliyor.”
İşte bu tür ince detaylar oldukça görkemli bir prodüksiyonla birleşince izleme keyfi yüksek bir yapıma dönüşmüş. Japon felsefesi, samuray erdemi, sadakat, onur gibi kavramları da derinlemesine işlediğinden ortaya kültürel açıdan zengin bir hikaye çıkmış.
Kaç bölüm?
Shogun dizisi her bir bölümü yaklaşık 1 saat süren toplam 10 bölümden oluşuyor. Her ne kadar belki yeni bir sezon olabilir diyenler varsa da şu an için tek sezonda başlayıp biten bir hikaye.
Outer Range
Listemizdeki en tuhaf dizi bu. Nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum. Stil olarak tamamen western görünüyor. Bir çiftçimiz var. Josh Brolin canlandırıyor. Ailesi ve arazisi için mücadele veriyor. Ve bir gün Wyoming’in o vahşi doğasında akıl almaz bir gizemi keşfediyor. Bir delik. Kara bir delik. İşte buradan itibaren neo-Western anlatıma bir de supernatural elementler eklenmeye başlıyor.
Bu diziyi geçen yıl yayınlanan ilk sezonuyla keşfetmiştim. Mayıs ayında 2. Sezonu yayınlandı. 7 bölümü birden! İlk sezonu izlediğimde hikayenin biraz yavaş ilerlediğini düşünmüştüm. Bazı kısımları da kafa karıştırıcı gelmişti. “Dark” diye bir dizi var, belki izleyenler hatırlayacaktır. Kafa karıştırıcı deyince benim aklıma hep o geliyor. Bundaki doğaüstü temalar da kısmen ona benziyor ama o kadar da karışık değil. 2. Sezonu izlemeye başladım. 3. Bölümdeyim. Kaliteyi bozmadan devam ediyorlar. O yüzden tavsiye etmek istedim.
Neden izlenmeli?
- Çünkü gizemli ve şaşırtıcı bir hikayesi var: Olaylar bir çiftlikte durup duruken ortaya çıkan gizemli kara deliğin etrafında gelişiyor. Bu olağanüstü ve doğaüstü olay, aile fertlerinin hayatlarını derinden etkiliyor ve dolayısıyla büyük bir merak unsuru katıyor.
- Atmosferik ve görsel açıdan etkileyici: hikayenin arka planında böyle açık, geniş araziler, görkemli dağlar görüyorsunuz. Görüntü yönetmeni bu doğal güzelliği ve atmosferik görüntüleri öne çıkartacak şekilde çalışmış.
- Oyunculuklar güçlü. Performansları diziye bir derinlik katıyor. Karakterler karizmatik. Kendilerini izletiyor.
- Benim izlemeye devam etmekteki gerekçemse içerdiği felsefi ve varoluşsal temalar oldu. Çünkü sadece gizem yetmiyor, sizi ekran karşısında bir yere kadar tutuyor. Bir türlü çözülemeyen gizemlerden de biraz sıkılıyor insan haliyle. Burada gizem hala tam olarak çözülmedi ama bunun yanında başka temalar da var. Aile bağları, ölüm, zaman, varoluş gibi daha derin temaları da işliyor. Biliyorsunuz evrendeki kara delikler zaman ve uzay kavramları üzerine düşünmemizi sağlayan şeyler. Bu hikayedeki kara delik teknik olarak öyle değil elbette. Ama hikaye anlatım aracı olarak hemen hemen aynı kaldıraç etkisini taşıyor. Hem zamanı kurcalıyor: zaman yolculuğu, öldükten sonra hayat ve benzeri yöntemlerle ve hem de mekanı didikliyor, kocaman bir çiftlikte ortaya çıktığı için komşularla olan sınır ilişkileri, toprak kavgası, bağlılık, fedakarlık gibi kavramları buradan beslemişler. Tüm bunları yaparken de geleneksel western tarzını modern bir bilimkurgu hikayesiyle harmanlamışlar. Beni hala izlemeye devam ettiren de işte bu özgün yaklaşım.
Kaç bölüm?
Outer Range dizisi her bir bölümü 45 dakikayla 1 saat arası süren 8 bölümlük ilk sezon ve 7 bölümlük ikinci sezondan oluşuyor. Ben bu videoyu hazırlarken 3. Sezon ile ilgili olumlu ya da olumsuz herhangi bir haber yoktu. Ucu açık bir hikaye diyebiliriz.
Fallout
Listemizin en eğlenceli dizisine geldi sıra: Fallout. Fallout, aslında post-apokaliptik bir video oyunu serisinin adı. Çok meşhur ve eski bir oyun serisi bu, oradan uyarlanmış. Bana göre “The Last of Us” gibi bu da en iyi oyun uyarlamalarından biri. Ama izlemek için oyunu oynamış olmanıza gerek yok.
“Fallout” evreni, 2077 yılında yaşanan yıkıcı bir nükleer savaş sonrasında hayatta kalan insanların hikayesini anlatıyor. Dünya, büyük ölçüde yok olmuş ve radyoaktif hale gelmiş. İnsanlar, hayatta kalmak için “vault” adı verilen yer altındaki sığınaklarda yaşıyor. Ancak, bu sığınaklar zamanla bozuluyor ve insanların bir kısmı dışarı çıkmak zorunda kalıyorlar. Yeryüzüne çıkan bu insanlar çeşitli tehlikelerle dolu bu dünyada hayatta kalmaya çalışıyorlar; mutantlar, haydutlar gibi tehlikelerle mücadele ediyorlar. Bunlardan biri de Lucy adında genç bir kadın. Kayıp babasını aramak için Los Angeles’taki “Vault 33”ün güvenli ortamından ayrılıp “Wasteland” denilen tehlikeli çorak arazide bir yolculuğa çıkıyor.
Ben bir çırpıda izleyip bitirdim, hatta ayrıntılı bir analiz videosu hazırlamayı da düşündüm ama sonra araya başka işler gelince bir türlü yapamadım. Eğer bu diziye özel bir video isterseniz yorumlarda yazabilirsiniz. Hatta bu videoda sıraladığım dizilerden en çok hangisini merak ediyorsanız onu belirtin, böylece bu kanala özel kendi listemizi oluşturalım, ben de ona göre hak eden yapımlar için ayrıntılı analiz videoları hazırlayayım.
Peki Fallout neden izlenmeli?
- Çünkü post-apokaliptik türün iyi örneklerinden biri. Hani yetti artık bu hayatta kalma dizileri diyorsanız bile izlemeye değer bence. Örneğin dizideki tasarımları çok sevdim. Retro-fütürist bir estetiği var. Bunu kara mizahla harmanlayıp kıyamet sonrası dünyaya benzersiz bir bakış sunmuşlar.
- İlgi çekici karakterleri var. Bu karakterlerin geçmiş hikayeleri iyi düşünülmüş. Hepsi de kendine göre bir motivasyona sahip. Böylece üç temel karakterin yolu bir şekilde kesişiyor ve bu kesişimden ilginç sentezler ortaya çıkıyor.
- Düşündürücü temalar içeriyor. Hayatta kalma, umut, savaşın sonuçları, nükleer felaket ve tüm bu olumsuz durumlar karşısında insan ruhunun dayanıklılığı gibi kavramları düşünmemizi sağlıyor.
Kısaca gözünüzü kapatıp başka bir evrene uyanmak istiyorsanız “Fallout” dizisi, böyle bir dünyayı size veriyor. Elbette keyif alıp almayacağınız kişisel tercihlerinize bağlı. Kıyamet sonrası ortamların, kara mizahın hayranı değilseniz, şiddet içeren, kanlı -gore- sahneler bana göre değil diyorsanız, bu dizi de size göre olmayabilir.
Kaç bölüm?
Fallout dizisi ortalama 1 saat uzunlukta 8 bölümden oluşuyor. 2. Sezon haberi de resmen geldi. Dolayısıyla yeni sezonu gelene kadar kendi içinde başlayıp bir noktaya kadar gelen bu hikayeyi takip edebilirsiniz.
Dark Matter
Gelelim listemizde yayını hala devam eden en güncel diziye. Dark Matter, Karanlık Madde. Adından da tahmin edebileceğiniz gibi bir bilim kurgu dizisi.
Başrıolünde bir fizikçi var. Kaçırılan ve alternatif bir gerçekliğe atılan bu fizikçi, orada hayatının izleyebileceği potansiyel yolları buluyor. Ancak bir yandan da kendisinin alternatif bir versiyonu nedeniyle ailesinin hayatının tehlikeye girdiğini öğreniyor.
Konusunu duyunca karmaşık gibi gelebilir ama bu konuda yapılmış diğer örneklere göre izleyiciye daha çok açıklama yapılan bir konspet hazırlamışlar. Yine bu yıl gösterime giren “Constellation” diye başka bir dizi var. Konu olarak ona çok benziyor. O diziyi de oyuncularının hatrına sonuna kadar izledim. Ama açıkcası çok beğenmedim. Onun olması gereken hali gibi geldi Dark Matter bana.
Neden izlenmeli?
- Sadece adı yetmez mi? Karanlık madde 🙂 Bilim kurgu kavramlarına düşünceli bir yaklaşım getirmeye çalışıyorlar. Ama bu dizi en az bilim kadar duygusal ilişkilerden besleniyor.
- Aslında hepimizin zaman zaman yaptığı sorgulamalara bir fırsat veriyor. Hayatınızın önemli anlarını düşünün. Okulda seçtiğiniz bölüm gibi. Bunu değil de şunu seçseydim ne olurdu? Duygusual olarak yakınlaştığınız bir kişi. Onunla devam edip mesela evlenseydim ne olurdu, ayrılsaydım ne olurdu? İşte bu tür düşünce deneylerinden hoşlanıyorsanız bu diziyi izleyebilirsiniz.
Kaç bölüm?
Ben bu videoyu hazırlarken 6. Bölümü gösterildi. Şimdilik iyi gidiyor diyebilirim. İlk sezon toplam 9 bölüm olacak ve sezon finali 26 Haziran’da yayınlanacak.
3 Body Problem
3 Cisim Problemi dizisi bu yıl izlediğim en iyi yapımlardan biri. O yüzden hakkında ayrıntılı bir video da hazırlamıştım. Bu listeye bir kez daha almamın sebebi müjdeli bir haber. Dizi yenilendi. Üstelik hem ikinci ve hem de üçüncü sezonlarının olacağı resmen açıklandı. Dolayısıyla izlemediyseniz izlemeye değer. İzlediyseniz de aynı hikayenin Çin yapımı versiyonuna bir göz atabilirsiniz.
Hikayemizi hatırlayacak olursak 1960’larda astrofizikçi Ye Wenjie’nin babasının trajik ölümüne tanık olduğu ve insanlık konusunda hayal kırıklığına uğradığı Çin Kültür Devrimi sırasında başlıyor. Bu karakterimiz gizli bir askeri üste, Trisolaris olarak bilinen yakındaki bir yıldız sisteminden gelen uzaylı bir uygarlıkla temas kuruyor. Üstelik o uygarlıktan bizimle iletişim kurma sinyalini almasına rağmen! Onun bu kararı, insanlığı yüzyıllar boyunca etkileyecek bir dizi olayı harekete geçiriyor. Sonra günümüzdeki bir grup bilim insanına dönüyoruz. Bunlardan bazıları gizemli bir şekilde intihar ediyor. Bazıları da açıklanamayan olaylarla boğuşuyor. Kısa süre sonra, üç güneşten oluşan istikrarsız bir sistemde yaşamaya çalışan uzaylıların Dünya’yı istila edip yeni bir yuva kurmayı planladıklarını keşfediyorlar.
Neden izlenmeli?
- Çünkü son zamnaların en zihin açıcı yapımlarından biri. Bilimsel keşif, kültürel devrim, siyasi entrika ve yabancı bir medeniyetle ilk temasın potansiyel sonuçlarını araştırıyor. İnsan varlığının kırılganlığını ve teknolojik olarak bizden üstün dünya dışı bir güçle yüzleşmenin zorluklarını hikayeleştiriyor.
- Kaynak materyalden bazı yönleriyle sapsa da yazarın vizyonunun özünü yakalıyor ve hem kitap hayranlarının hem de hikayeye yeni başlayanların dikkatini çeken, görsel olarak büyüleyici ve düşündürücü bir uyarlama sunuyor.
Kaç bölüm?
Dizinin Netflix versiyonu 8 bölümlük ilk sezon şeklinde yayınlandı. 2025’in sonlarında ikinci sezon ve 2026’da da üçüncü sezonun yayınlanması planlanıyor. Böylece kitap üçlemesine pararle bir sezon üçlemesi yapılmış olacak. Dizinin Çin versiyonu toplam 30 bölüm olarak yayınlandı ama bölümler daha kısa.
Ripley
Ripley estetik olarak beni en çok etkileyen dizi oldu. Bazı sahneleri hala aklımdan çıkmıyor. Tümüyle siyah-beyaz çekilmiş. Neo-noir psikolojik gerilim türündeki bu diziyi özellikle Hitchcock severlere tavsiye ediyorum.
1950’li yılların sonlarında New York’ta dolandırıcılık yapan uyanık bir karakteri Tom Ripley’in hikayesini anlatıyor. Zengin bir adamın, İtalya’ya gidip bir daha dönmeyen oğlunu eve dönmeye ikna etmesi için bu kişiden yardım isteniyor. O da atlayıp İtalya’ya gidiyor. Orada hem zengin adamın oğlu ve hem de onun kız arkadaşıyla tanışıyor ve bu üçlü birbirini farklı şekillerde etkilemeye başlıyor.
Patricia Highsmith’in “Yetenekli Bay Ripley” romanından uyarlanmış. Tüm zamanların en iyi gerilim romanlarından biri olarak kabul edilen bu eser yayınlandıktan hemen sonra Fransız yapımı bir filmi gösterime girmişti. Orada Ripley karakterini Alain Delon canlandırmıştı. Daha sonra aynı hikaye 1999’da tekrar beyaz perdeye taşındı ve Ripley karakterini de bu kez Matt Damon canlandırdı. Ben her iki filmi de izlemiş ve beğenmiştim. Bu diziden sonra romanını da okudum. Ama tüm bu versiyonlar içinde en çok etkilendiğim kesinlikle yeni yayınlanan dizi versiyonu oldu. Bunda elbette Ripley karakterini canlandıran oyuncu Andrew Scott’un çok büyük bir etkisi var.
Kanalımın sıkı takipçileri aynı oyuncunun oynadığı bir Black Mirror bölümü hakkında ayrıntılı bir video hazırladığımı hatırlayacaktır. Başka performansları da çok etkileyiciydi. Örneğin Sherlock ve özellikle de “Fleabag” dizisinde çok başarılıydı. Ama bu dizide bence kariyerinin zirvesine çıkmış.
Bir kere romandan bile zengin bir materyal üretmişler. Dizinin siyah beyaz olması sadece bir atmosfer yaratmıyor. Aynı zamanda ışık gölge oyunlarına daha fazla dikkat etmenizi sağlıyor. Dizini herhangi bir sahnesinde, rastgele durdur, ekran görüntüsü al, duvar kağıdı yap. Fotoğraf severler için o derece tatmin edici bir görsellik var.
Ancak bu dizi sabırlı olan izleyici için güzelliklerini açıyor. Bazı yerleri bazı kişilere yavaş ve hatta sıkıcı gelebilir. Ama mesela “Better Call Saul” izleyip sevdiyseniz, ona benzer bir tadı verecek sekanslara bol bol rastlayacaksınız. Bazı yerlerde merdivenlerin bile çok önemli bir rol oynadığına tanık olacaksınız.
Yapımı beni acaip şaşırttı. Örneğin normalde adım atacak yer bulamadığınız Venedik’in kanallarında çekmişler bazı sahneleri. O kadar turisti yok edip 1960’lı yılların atmosferini koca şehirde yaratmayı nasıl başarabilmişler bilemiyorum.
Neden izlenmeli?
- Doğrudan bir anlam arayışı için değil. Bunu bir söylemiş olayım. “Ripley” aslında günahla ilgili bir dizi. Günahın her türüyle, kıskançlıkla açgözlülükle, yalanla, cinayetle ilgili. Pek çok modern dizinin düştüğü bir hata olarak bunları yüceltmek yerine, çekicilikten uzak ve son derece perişan görünmesini sağlıyor.
- Kitaptan ve eski filmlerden farklı olarak sanatsal bir boyutu da var. Eğer İtalyan sanatını, mimarisini, kent tasarımını ve tabiki Rönesans dönemine ait tabloları seviyorsanız bol bol göreceksiniz. Ve tabiki Caravaggio’yu keşfedeceksiniz. Gölgelerin ressamını. Bir yandan hikaye ilerlerken bir yandan sessiz sakin onun karanlık tabloları sizi izleyecek, üstelik siyah beyaz bir fotoğraf estetiğiyle.
Kaç bölüm?
Uzunlukları birbirinden epeyce farklı 8 bölümden oluşuyor. Limited series olarak yayınlandı. Yani hikaye başlıyor ve sona eriyor.
Şimdi biri yeni diğeri eski iki tane de bonus dizi önerim olacak. Bunların ikisi de dedektif dizisi. Yeni olandan başlayalım.
Sugar
Sugar adını baş karakteri John Sugar’dan alıyor. Colin Farrel’ın canlandırdığı ve gerçekten de şeker gibi bir karakter bu. Dizide yüksek profilli bir Hollywood yapımcısının torunu kayıplara karışıyor ve Sugar, işi gereği onu bulmak için devreye giriyor.
Neden izlenmeli?
- Baş karakterin çizdiği enteresan portre bir sebep olabilir. Eski filmlerden, eski arabalardan ve eski tarz tavırlardan hoşlanan bir karakter bu. İlginç bir kurgusu var. Açıkçası yyıllardır videolarımda uyguladığım kurgu tekniğini böyle bir dizide görmek beni şaşırttı ve sevindirdi.
Çok abartmaya gerek yok ama farklı bir dedektif dizisi özleyenler için iyi gelebilir. Zaten o yüzden bonus dizi olarak bu listeye aldım. Gelelim ikinci bonusumuza…
Monk
Monk, 2002-2009 yılları arasında yayımlanmış eski bir dedektiflik dizisi. O yıllarda büyük bir keyifle izlemiştim. COVID döneminde ister istemez yeniden aklıma düştü bu dizi. Çünkü baş karakteri dedektif Adrian Monk’un çok acaip özellikleri var. Mikroplar da dahil olmak üzere yüzlerce şeyden korkuyor. Obsesif-kompulsif rahatsızlığı var. Ta Sherlock Holmes döneminden beri anlatılan o zaafları olan dedektif rolünü çok daha farklı bir boyuta taşımış durumda.
Neden bu listeye aldığımı da söyleyeyim. Evde çocukla birlikte ailece bir şeyler izleme ihtiyacından bu diziye tekrar başladık. Ve yeniden acaip sardı 🙂 125 bölümden oluşuyor ama bu listedeki diğer dizilerden farklı olarak her hikaye bir bölümde başlayıp orada bitiyor. Yani konuyu unutmak gibi bir derdiniz yok. Çerez gibi izliyorsunuz. Komik, eğlenceli bir dizi ama bir yandan da bazı sahnelerde aşırı duygusal bir hale gelebiliyor. İkinci izleyişimde fark ettiğim bir başka şey de gerçekten iyi yazılmış bölümleri var.
Neden izlenmeli?
- Çünkü çok özgün ve eğlenceli bir karakteri var: Adrian Monk bazen size çok sempatik gelecek bazen de sizi sinir edecek. Takıntıları, obsesif kompülsif bozukluğu ve garip davranışları dizinin mizah unsurunu besliyor. Yan karakterlerden favorimse polis memuru Randy
- İzlemek için ikinci neden nostalji olabilir. Formulaik dizileri özlediyseniz tam aradığınız şey. Her bölümde Monk, çözülmesi gereken karmaşık bir cinayet vakasıyla karşı karşıya kalıyor. Bu vakalar hem merak uyandırıcı hem de akıllıca kurgulanıyor. Her bölümde mutlaka söylenen kalıp sözler bile var. Mesela “What are you doing?” Ne yapıyorsun? Bu sözün hangi bölümde kaç kez söylendiğini merak edenler şu linke bakabilir. Tekrar eden ve bir geleneğe dönüşen bu kalıplar zaten sürekli bilgi bomabardımanına maruz kalan beyninizi sakinleştirebilir. Mizah ve dram dengesi de iyi kurulduğu için dizi, ağır vakalar ve Monk’un obsesif davranışlarının getirdiği komedi unsurları arasında gidip geliyor. Bu sayede ne çok ağır ne de çok hafif bir izleme deneyimi sunuyor.
Ben bazı bölümlerde kendi takıntılarımı ve düzenlilik arzumu buluyorum. Bu anlamda belki sizin de abartılı bir karakteri görüp aynada kendinize bakıp bir çeki düzen vermenize vesile olabilir. Ne de olsa bu karmakarışık dünyada biraz da olsa hepimizin bir düzene ihtiyacı var.