Kategoriler
Bilim Teknoloji Uzay

Dünyanın en büyük kamerası uzayın filmini çekmeye başladı! 3200 Megapiksel

Bu gördüğünüz SUV arazi aracı büyüklüğündeki şey yaklaşık 2.8 ton ağırlığında ve bu bir kamera. Bugüne kadar yapılmış en büyük kamera. İçinde 3200 megapiksellik dev bir CCD sensör dizisi var. Çözünürlüğü daha iyi anlatmak için şöyle diyelim. İnsan gözü onun çektiği görüntünün tamamını göremiyor. Hani büyük resmi görmek derler ya. Bu en büyüğü. Yakaladığı tek bir görüntüyü göstermek için yaklaşık 400 tane 4K TV ekranı gerekiyor. Bir basketbol sahası dolusu TV ekranı. Peki neyi çekecek bu kamera? Şimdiye kadarki en büyük ve en ayrıntılı evren videosunu.

İyi de uzaydan görüntü yakalaması için bunun bir teleskopa bağlanması gerekmez mi? Evet ve bu kamera 20 yıldır geliştirimi devam eden Rubin Gözlemevi’ndeki 8 metrelik bir teleskopa bağlandı. Böylece bu gözlemevi şimdiye kadar yapılmış en büyük astronomik keşif makinesine dönüştü.

Ve bu makine 23 Haziran 2025’te ilk paylaşımını yaptı. İşte tüm dünyaya aynı anda gösterilen ilk görüntü.

Daha önce gördüklerimizden ne farkı var diye düşünebilirsiniz. İlk olarak şu anda gördüğünüz şey dünyanın bu en büyük kamerasıyla kaydedilen ilk görüntü ama onun tamamı değil. Sadece yüzde ikisi. Başka bir deyişle, resmin tamamı ekranda gördüğümüzden 50 kat daha büyük.

Üstelik bu tek bir kare. Oysa bu kamera gece boyu bunun gibi bir sürü kareyi kaydedip adeta gecenin filmini çekecek. Her karesi bu kadar ayrıntılı olan timelapse videolar yapacak. Dünyanın Güney yarımküresinin tamamını 3-4 gecede bir tarayacak ve sonra tekrar başlayacak. 

Onu daha önce yapılan diğer büyük teleskoplardan ayıran şey de bu. Diğer teleskoplar çok güçlü bir dürbün gibi. Oysa Rubin Gözlemevi bir çeşit güvenlik kamerası gibi. Diğer teleskoplar uzayın bir kısmına odaklanarak oranın fotoğrafını çekiyor. Bu kamera gökyüzünü sürekli tarayarak onun çok yüksek çözünürlüklü videolarını kaydediyor. Bu işin nereye doğru gittiğini anlamaya başladık değil mi?

Ama önce onun bulunduğu gözlemevine bir bakalım çünkü onun tasarımı da epeyce bir yenilik içeriyor. Tam adı Vera C. Rubin olan bu gözlemevi Şili’nin kuzeyinde 2682 metre yükseklikteki bir dağın zirvesine inşa edilmiş. Şili konumu ve berrak havası nedeniyle daha pek çok teleskopa ev sahipliği yapan bir ülke. Ama bu gözlemevinde 3 şeyi farklı yapmışlar.

İlki az önce bahsettiğim dünyanın en büyük kamerası, Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiş durumda. 3200 megapiksel çözünürlüğe sahip devasa görüntüler çekiyor. 1 megapiskel 1 milyon piksel demek yani az önce de belirttiğim gibi insan gözünün görebileceğinden çok daha fazla piksel demek. Sadece bir Rubin görüntüsü, 45 dolunay büyüklüğünde bir gökyüzü alanını kapsıyor. Yani bunu print etsek basket sahası kadar olacak. Peki biz tüm ayrıntılarını nasıl göreceğiz? Onun için de özel bir görüntüleme aracı geliştirmişler. İnternetten dünyadaki herkes kullanabiliyor. Sadece bilim insanları değil, herkes. Bu görüntüleme aracıyla neler yapabileceğinizi az sonra göstereceğim.

Ama önce bu gözlemevini farklı kılan ikinci şeyi göstereyim. Simonyi Survey Teleskobu. 8.4 metrelik bu teleskopta üç aynalı bir tasarım kullanmışlar. 300 tonluk bir teleskop olmasına rağmen çok hızlı hareket edebiliyor. Dünyadaki başka hiçbir büyük teleskop bu kadar hızlı değil. Diğer teleskopların manevrası dakikalarca sürerken bu saniyeler içinde açısını değiştirebiliyor. O yüzden gözlemevinin yöneticileri “diğer teleskoplar araba kadar, bizimki uçak kadar hızlı diye” övünüyorlar. Bilim insanlarının böyle şeyleri yarıştırmasına bayılıyorum.

Gözlemevinin üçüncü parçasıysa data center. Her gece Terabaytlarca veri kaydediyor. Bunları yaklaşık 20 TB’lık paketlere dönüştürüyor. Düşünün bu 4 TB’lık bir harddisk. Her gece bunun gibi 5 tanesini dolduruyor. Ama bunlar nerede? Şili’nin kuş uçmaz kervan geçmez ıssız bir dağının başında. İşte oradan fiber optik bağlantıyla en yakın merkeze ve daha sonra da ABD, İngiltere ve Fransa gibi yerlerdeki veri merkezlerine gönderiliyor.

Şimdi o ilk görüntüye dönelim ve ne gördüğümüzü bir anlamaya çalışalım. Burada yıldızlar ve galaksilerle dolu evrenimizi görüyoruz. Gece gökyüzüne çıplak gözle baktığımızda yıldızlar arasında bomboş gözüken o siyah bölgelerin yerine burada her yer ışıl ışıl. Bu görüntüde ışık gelmeyen neredeyse hiç piksel yok. Ve şimdiye kadar sadece Rubin Gözlemevi’nin çektiği bu ilk görüntüde uzayı bu kadar yoğun olarak görüyoruz. Yani gerçek uzay bu. Karanlık filan değil, ışıl ışıl.

Sarmal galaksiler, eliptik galaksiler, yüzlercesinin birleşerek oluşturduğu galaksi kümeleri. Şuraya bakın mesela, inanılmaz bir görüntü. Bu yakındakiler mavi sarmal galaksiler, daha uzaktaki sarı ve kırmızı renklerde olanlar eliptik galaksiler. Bu renklendirme de tesadüfen yapılan bir şey değil, biz her şeyi dümdüz beyaz görüyoruz ama bu kamera ışık tayfının daha fazlasını görüp renklendiriyor ve bu, bilim için çok önemli. Çünkü aslında bir anlamda uzayı 3 boyutlu olarak görüyoruz şu anda. Önemli çünkü bu renkleri kullanarak galaksilere olan mesafeleri tahmin ediyor bilim insanları.

Ayrıca bu görüntüde galaksilerin rastgele dağılmadığını, kümelendiğini fark ediyoruz. Bu kümelenmelerin istatistiksel detayları ve LSST kamerasının renklerinden belirlenen bu galaksilere olan mesafeler, evrenin genişleme tarihinin incelenmesini sağlayacak. Daha da önemlisi karanlık madde ile karanlık enerjinin nasıl işlediğine dair çok hassas, daha önce eşi benzeri görülmemiş bir şekilde ayrıntılı gözlem yapma fırsatı sunacak. Zaten o yüzden bu gözlemevinin adı karanlık madde konusunda çalışmalar yapan bilim kadını Vera C. Rubin’den geliyor. 

İnanması çok zor belki ama sadece bu görüntüde 10 milyona yakın galaksi var. Galaksi diyorum, yıldız demiyorum. Yaşadığınız kentteki 10 milyon kişiyi bir araya toplayıp fotoğrafını çektiğinizi düşünün. Sonra o fotoğrafa zoom yapınca bir de bakıyorsunuz ki aslında her bir kişi 100 milyar kişiymiş. 10 gezegen dolusu insanmış. Eskiden gökyüzüne bakınca gördüğümüz 3 – 5 parlak nesneyi yıldız deyip geçiyorduk. Meğer onların bir kısmı işte yüz milyarlarca yıldızdan oluşan galaksilermiş. Ve işte sadece bu görselde o galaksilerden 10 milyon tane var.

Aynı bölgenin şu görseline bakın şimdi de. Bazı isimler görüyorsunuz, çünkü daha önce bunlar gözlemlenmiş ve isimlendirilmiş. Ama daha soluk olan çoğu nesnenin ismi yok. Çünkü daha önce incelenmemişler. Bu nesnelerin çoğu, insanlar tarafından daha önce hiç görülmemiş.

Her gece Rubin Gözlemevi, gökyüzünü sürekli tarayacak ve bu görselleri yakalamaya devam edecek. Bilim insanları, gökyüzünün bir bölgesine ait çok sayıdaki bu görüntüyü birleştirerek o bölgenin tipik olarak nasıl göründüğüne dair bir şablon görüntü oluşturacak. 

Bu kamera yeni görüntüler yakalamaya devam ettikçe her yeni görüntü şablon görüntüyle kıyaslanacak. Değişiklikler piksel piksel taranarak belirlenecek ki bu tekniğe “fark görüntüleme” adı veriliyor.

“Peki geceden geceye nasıl bir fark oluşabilir?” diye sorabilirsiniz. Çünkü biz bakınca hep aynı şeyleri görüyor gibiyiz. Ama bazı şeyler değişiyor. Temel olarak 3 şey: Parlaklık, hareket ve titreşim. 

Mesela parlaklık değişiyorsa orada bir supernova var demektir. Hızlı bir hareket varsa o asteroit olabilir. Ya da yıldızlararası bir cisim. Şunu hatırlıyor musunuz? Titreşme varsa o bölgedeki bir pulsardan söz edebiliriz.

Az önceki ilk görüntüde 10 milyon galaksi var demiştik. Ama unutmayın o sadece Dünya’nın güney yarımküresinden görülebilen gökyüzünün küçük bir parçası. Rubin Gözlemevi onlar gibi 40 milyar gök cismini önümüzdeki 10 yıl boyunca sürekli takip edip sadece fotoğrafını değil videosunu çekecek. Gökyüzünün tüm hareketlerini yakalamaya çalışacak. 

Gökyüzünde hareket eden nesneler de iki türde olabilir. Galaksimizdeki yıldızlar hareket eder ama nispeten yavaş hareket ederler. Bunu zaten tespit ediyorduk, yavaş hareket ettikleri için. Ama bir de çok daha hızlı hareket eden nesneler var. Asteroitler. 200 yıl önce onların olduğunu bile bilmiyorduk. Oysa şimdi bu yeni gözlemevinin sadece birkaç gecelik verilerle keşfettiği asteroitlere bir bakalım.

Burada henüz hiçbir şey hareket etmiyor. Bu sadece, asteroitleri konuşmak için yakınlaştıracağımız o görüntünün küçük bir bölümünü göstermek için.

Burada da hiçbir şey hareket etmiyor. Görebileceğiniz şey, iki sarmal galaksi. Göremeyeceğiniz şey ise bu iki güzel galaksinin önünden geçen asteroitler. 

Burada o asteroitleri renkli çizgiler olarak görüyoruz. Bunlar uydu değil, pozlama sırasında hareket eden asteroitler. Ve bu renkli görüntü, birçok tekil pozlamanın birleştirilmesiyle oluşturulmuş. Android cep telefonu olanlar bunu deneyebilir, Samsung’da “star trail” olarak geçiyor. Ama o sadece yıldızları yakalıyor. Gökyüzünde asteroitler çok daha hızlı hareket ettikleri için, bir resmini çektikten sonra kayboluyorlar. Bir pozlamalık ömürleri var. Bu nedenle, bu renkler renkli görüntüyü oluşturmak için kullanılan ana renklere karşılık geliyor.

Yani kırmızı, yeşil ve mavi. Ve böylece, bilim insanları ham görüntüyü birleştirirken bu asteroitleri oradan kaldırabiliyorlar. Geliştirdikleri yazılım hızlı hareket eden asteroit gibi gök cisimlerini tanıyor ve tekil görüntü haline getirirken bu çizgileri ortadan kaldırıyor. O yüzden onları daha önceki görsellerde fark etmedik. Ama onların verisi ve hareket bilgisi de kaydedilmiş durumda. Üstelik beklenmedik hareketler gözlenirse sistem bunu da bir uyarı olarak yayınlıyor.

Şimdi de o hareketi görelim. Bu videoda 10 saatlik gözlem boyunca elde edilen görüntüleri izliyoruz. Yıldızlar ve galaksiler daha statik ama asteroitler çok daha hızlı.  İşte 10 saat boyunca kaydedilen bu görüntülerdeki asteroitlerin tamamı yeni keşfedilmiş. 

Şimdi de farklı geceler boyunca keşfedilmeye devam eden yeni asteroitleri görüyoruz. Alt tarafta hangi gece kaç tane yeni asteroit keşfedildiğini görebilirsiniz. 

Ve şimdi onların Güneş Sistemindeki yerlerini göreceğiz. Bu koyu mavi halka, güneş sisteminin o bölgesinde olduğu zannedilen tüm asteroitlerin bir simülasyonu. Açık maviyle gösterilen küçücük dilimse az önce izlediğimiz geceler boyunca keşfedilen asteroitlerin konumu. Yani tüm bu yeni keşifler bu büyük halka’nın daracık bir diliminde bulunmuş.

Bu birkaç gecelik veride 2000 civarında yeni asteroit bulundu. Bunlardan 7 tanesi Dünya’ya yakın nesne olarak tanımlandı. Çünkü yörüngeleri Dünya’ya çok yaklaşıyor. Ama endişelenmeyin, hiçbiri Dünya’ya çarpacak bir konumda değil. Yine de bir çeşit erken uyarı sistemi gibi de çalışacak çünkü daha böyle Dünya’ya yakınlaşacak binlerce yeni gök cismini tespit edecek. Ve 2 yıl içinde bu kamerayla yaklaşık beş milyon yeni asteroit keşfedeceğiz. Bu, dünyanın tüm astronomlarının son 200 yılda keşfettiğinden beş kat daha fazla. Bir başka deyişle 200 yıl önce ilk asteroidin keşfinden bu yana bulduğumuz asteroitlerin tamamından çok daha fazlasını sadece bu yeni teleskop 2 yıl içinde keşfedecek.

Bu kamera ayrıca patlayan, ölmekte olan yıldızları yani süpernovaları da inceleyecek. Bazı yıldızların parlaklığı dakikalar içinde değişebiliyor. Bu kamera sadece fotoğraf değil video gibi görüntü kaydettiği için ilk kez bu tür yıldızların davranışlarını analiz edebileceğiz. 

Bakın analiz edebileceğiz diyorum. Çünkü kar amacı gütmeyen bu gözlemevi elde ettiği verileri sadece bilim insanlarıyla değil tüm insanlarla paylaşacak. O yüzden lütfen öğretmenler öğrencilerine, öğrenciler arkadaşlarına, arkadaşlar da meraklılara duyursun. Bu videonun altına linklerini de bırakacağım. Bir yerlere kaydedin. Çünkü önümüzdeki 10 yıl boyunca gökyüzünün neredeyse canlı videosunu hep beraber izleyebileceğiz. 

Şimdi de onu göstereyim. Web tabanlı bu aracı Google Maps kullanır gibi kullanabiliyorsunuz. Burada gözlemlenen alan, Dünya’dan yaklaşık 55 milyon ışıkyılı uzaklıkta Başak Kümesi ve çevresini gösteriyor. Gökyüzünün sadece 14 derecelik bir parçası ve Rubin tarafından sadece 7 gecede toplanan 3 trilyon pikselden fazla veriden oluşuyor. Ve evet zoomlayarak her bir pikseli ayrı ayrı görebiliyorsunuz. Mesela burası Messier 49. Sarımtırak renginden de anlayabileceğiniz gibi eski yıldızlardan oluşan bir galaksi. Sol tarafta daha açık mavi renkli yıldızlardan oluşan galaksiler var. Bunlar evrenin doğumhaneleri. Orada yeni yeni yıldızlar oluşuyor. 

Bu alt taraftaki yakışıklı Messier 61. Tıpkı bizim Samanyolu gibi bu da sarmal bir galaksi. Gözlemevine adını veren Dr. Vera 1970’lerde bu tür sarmal galaksilerin dönüşünü inceledi. Ve onun çalışmaları evrende karanlık maddenin varlığına dair ilk ikna edici kanıtları sağladı. Karanlık madde ve karanlık enerji konuları gerçekten çok ilginç evrenin en gizemli konularından biri arkadaşlar. Bununla ilgili güzel bir video da hazırlamıştım, merak edenler ve hala abone olmamış olanlar o videoyu da mutlaka izlesinler. Yine açıklamalar bölümüne linkini bırakırım. 

Bazı galaksilerin sadece iki kolu var. Mesela NGC 4334 adlı bu galaksinin. Bu da NGC 4343 adında başka bir sarmal galaksi ama onu yandan gördüğümüz için böyle bir disk gibi gözüküyor. 

Burada da sanki bir savaş var gibi. Herkes birbirine girmiş. Birden fazla galaksi birleşmeye başlamış. O galaksilerdeki yıldızlar, gaz ve toz bulutu gibi şeyler kuyruklarını ve yaylarını germeye başlamış. Hemen altındakilerse aslında birbirlerinden öyle bir uzaklıktalar ki az önceki gibi bir etkileşime girmeden birlikte var olabiliyorlar. Biz bunları yan yana görüyoruz ama aslında sağdaki 50 milyon soldaki 70 milyon ışık yılı uzaklıkta. 

Burada dikkat ederseniz turuncu ve kırmızı noktaların sayısı artmaya başladı. Ve onlar mavi ya da sarımtırak bölgelere göre çok daha küçükler. Çünkü bize en uzakta olan galaksiler onlar. Bir anlamda evrenin ilk zamanlarını görüyoruz onlara bakınca. Bir anlamda bu bir zaman makinesi.

Bakın burada da asteroitlerin izlerini bırakmışlar. Normalde onları görüntü kirliliği oluşmasın diye otomatik olarak gizliyorlar demiştim ama burada örnek olarak göstermişler, isterseniz siz manuel olarak bu yolları açıp kapayabiliyorsunuz. Peki neden böyle renkliler? Kamera her seferinde 30 saniye civarında bir pozlama yapıyor. Asteroit bu her bir pozlama yani gözlem arasında hareket ediyor ve onu yakalayan her filtreye kompozit görüntüde farklı bir renk atanıyor, bu da asteroitlerin o çok renkli yollarına sebep oluyor.

Bakın bunlar galaksi değil yıldız. Ve diğer gök cisimlerine göre bize çok çok daha yakınlar. Çünkü bizim galaksimizin içindeler. O yüzden ışıkları kamerada böyle sivri sivri uçlara yol açmış. Dünya’nın dönüşü nedeniyle her görüntüde farklı bir açıyla görünüyor ve böyle renkli bir desen oluşturuyorlar.

Eğer beğendiğiniz bir yer bulursanız onun tam sizin gördüğünüz ölçekte bir linkini oluşturup başkalarıyla paylaşabilirsiniz. Üzerinde tartışıp konuşabilirsiniz. Zoom out yapıp da resmin tamamına bakınca kenarların pürtüklü olduğunu fark ediyoruz. İşte bu kamera her gece kenarlara o eksik parçaları da eklemeye devam edecek ve gökyüzündeki diğer kozmik hazineleri keşfetmemizi sağlayacak. 

Bakın az önce daha önce hiç görülmeyen şeyleri gördük. Bu kadar yüksek çözünürlükteki görüntüler için insan gözü ya da ekranlar bile yeterli değil, o yüzden bu tür bir araç kullandık. Eğer tüm bunları görüp de hala tüyleri diken diken olmayanlar varsa daha ne diyeyim, ya yeterince bilmiyorlar ya da düşünmüyorlar demektir. Daha da kötüsü önemsemiyorlar. Size düşen görev, tabi kabul ederseniz işte bu merak duygusunu yaymak olmalı. Keşfettiğiniz şeyleri paylaşmak. Bakın burada Dünya üzerinde yaşayan herkesten daha fazla sayıda yıldız var. Yani kendinize bir yıldız seçip, onu sahiplenebilirsiniz. Hiç kimse engelleyemez. Herkese yetecek kadar var. Hatta fazlasıyla. Kendinize bir yıldız seçtikten sonra da onu her gece izleyip ilham alabilirsiniz. 

Bu benim yıldızım.

Kaynak: RubinObs/NOIRLab/SLAC/NSF/DOE/AURA.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir