Kategoriler
Genel

Dünyanın ilk TASARLANMIŞ BEBEKLERİ doğdu!

Son 66 yılda DNA’yı keşfedip bir de onun nasıl işlediğini çözdük. Onu okuyan makinalar yaptık. Ve nihayet son 6 yılda da onu değiştirebilecek araçlar geliştirdik. Artık bu araçları kullanarak doğmamış bebekleri tasarlamaya başlayacağımız yeni bir döneme giriyoruz. Bizden çok daha güçlü, dayanıklı ve yakışıklı, güzel çocuklarımızın olduğu bir gelecek… Mutlaka gelecek ama gerçekten güzel mi olacak?

Gen düzenleme işlemi o kadar da yeni sayılmaz, zaten yıllardır yapılıyordu. Bunun 4 seviyesi var. Anlaşılması kolay olsun diye ben bunları 4 katlı bir binanın içindeki kapılar olarak tarif etmeye çalışacağım. Bu binanın giriş katındaki kapı 1980’de iyileştirme amacıyla açıldı. Buna “gen tedavisi kapısı” diyelim isterseniz. İlk denemeler başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra 1990’da doktorlar ilk kez nadir görülen bir gen hastalığını tedavi etmeyi başardılar. Buna rağmen hala yöntem deneyselliğini koruyor. Özellikle birden çok genle ilgili kalp hastalıkları, yüksek tansiyon ya da Alzheimer gibi yaygın hastalıkların bu yöntemle tedavisi için araştırmalar devam ediyor.

Bunlar bir yandan devam ededursun bazıları ikinci kattaki kapıyı zorlamaya başladılar. “Eğer genleri düzenleyebiliyorsak onları neden sadece tedavi amacıyla kullanalım ki?” diye düşünenler 2004 yılında bu kapıyı açtılar. Burada iki fare görüyorsunuz. Birisi normal bir farecik. Buna bir isim verelim. Mesela “Vincent” diyelim. Diğeri de genleri tasarlanmış bir fare. Daha uzun süre koşabilmesi için düzenlenmiş. O yüzden buna “maraton faresi” demişler. Ben ona “Anton” demek istiyorum. Sebebini anlayacaksınız. Dakikada 20 metre hızla koşan bu iki fareden biri, Vincent 10 dakikada 200 metre koştuktan sonra pes ediyor. Genleri düzenlenmiş olan maraton faresi Anton ise koşmaya devam ediyor. Koşuyor, koşuyor, koşuyor. 1 saat koşuyor, 2 saat koşuyor. 4. Saate girdiğinde neredeyse 5 km koşmuş oluyor. Ancak ondan sonra pes ediyor gibi gözükse de kısa bir mola verip kaldığı yerden koşmaya devam ediyor. Evet, işte bu kapı açıldı. Buna da “gen dopingi” kapısı diyelim mi? Bu kapıdan içeriye sporcuların da girdiğini bir düşünsenize. Henüz bu konuda bir kanıt bulunamadı. Ama teorik olarak bir insanı daha hızlı ve daha çok koşan, atlayan, yüzen biri haline getirebileceğimizden eminiz. Ya da Arnold Schwarzenegger kadar güçlü biri haline getirebileceğimizden. Nasıl bu kadar emin olabiliyoruz? Buyrun Schwarzenegger faresiyle tanışın. Laboratuvarda genetik düzenlemeyle normalin 2-3 katı daha kaslı fareler geliştirildi bile.

Üçüncü kata çıkmaya hazır mısınız? “Daha ne yapılabilir ki?” diye düşünüyorsunuz değil mi? Aslında ilk iki kattaki işlemlerin hemen hemen aynısı. Küçük bir farkla. İlk iki katta yaptığımız gen düzenlemelerine somatik gen düzenlemesi deniliyor. Bunlar vücudumuzdaki üreme hücreleri dışındaki hücrelerde uygulanıyor. Ne anlama geliyor bu? Yapılan tedavi sadece o hastayı iyileştiriyor ya da iyileştiremiyor. Yapılan fiziksel değişiklik sadece bir farenin daha kaslı olmasını ya da daha hızlı koşmasını sağlıyor. Bu değişiklikler onların çocuklarına aktarılmıyor.

İşte üçüncü ve dördüncü katta yani sırada “germline gen düzenleme” teknikleri var. Bunlar üreme hücreleri üzerinde yapılan değişiklikler. Bunu yaparsanız sadece o kişiyi değil ondan doğacak çocukları da değiştirmiş oluyorsunuz. Pek çok bilim insanına göre “germline gen düzenlemesi”ni yapabilmek için henüz çok erken. Ayrıca dünyada 25 ülke bunu kanunlarla yasaklamış durumda. “O yüzden bu konuda herhangi bir şey henüz yapılmadı, henüz 3. kapı açılmadı” demeyi çok isterdim. Ama hangi iki ülkede yasak olmadığını söylemeden geçemeyeceğim.

ABD ve Çin. Zaten gen düzenleme teknikleri konusunda en fazla araştırma yapan iki ülke de bunlar. Birkaç ay önce Çin’li bir doktor dünyada ilk kez embriyo üzerinde gen düzenlemesi yaptığını duyurdu. Ve Kasım 2018’de üçüncü kapı açıldı. “Tasarlanmış bebekler kapısı.” Dünyanın ilk tasarlanmış bebekleri dünyaya geldi: Lulu ve Nana.

Tasarlanmış diyorum ama doktorları bunların genlerinin sadece iyileştirme amacıyla değiştirildiğini söylüyor. HIV virüsüne karşı bağışıklıkları var. Hayatlarında hiç AIDS olmayacaklar. Onların çocukları da olmayacak. “Ne kadar güzel bir şey!” diye düşünsek de bu konu büyük tartışmalara yol açıyor. Çünkü yapılan bu değişikliğin başka sonuçları olup olmayacağını bilmiyoruz. Ama kapı bir kez açılınca artık ondan içeri girenlerin sayısı da artacaktır.

Biyoloji derslerinden hatırlarsınız. İnsanların genleri kromozomlarda bulunuyor. 23 kromozomu annemizden, 23 kromozomu da babamızdan alıyoruz. Her bir kromozomun içinde de yaklaşık 20000 tane gen var.

Bunları hayatın kaynak kodu olarak düşünün. Şöyle bir benzetme yapabiliriz. Eğer bu videoyu bilgisayardan izliyorsanız karşınızdaki web sayfasını bir canlı olarak hayal edin. Binlerce yıldır etrafımızdaki bu canlılara bakıyoruz, bir YouTube videosu izler gibi onları izliyoruz. Ancak yüz yıldır bu canlıların ortak bir kodu olduğunu keşfettik. Daha 66 yıl önce birilerinin aklına sayfaya sağ tıklayıp kaynak koduna bakma fikri geldi. Yani DNA keşfedildi.

Eğer siz de izlediğiniz bu sayfaya sağ tıklayıp kaynak kodunu göster derseniz karşınıza bir sürü anlamadığınız yazılar çıkar. Hayatın kaynak kodu olan DNA da bizim için öyleydi. Tek görebildiğimiz dört farklı bazdan oluştuğuydu. Adenin, sitozin, guanin ve timin kelimelerinin baş harflerinin belli bir sırayla dizildiği bir kaynak kod sayfasının hayatımızdaki pek çok şeyi belirlediğini fark ettik. Fakat bu karmakarışık kodların anlamı neydi? İşte bunu çözebilmek için bilim insanları onlarca yıl çalıştı, toplamda 3 milyar dolardan fazla para harcandı ve nihayet 2000 yılında -sadece 19 yıl önce- “Human Genome Project” tamamlandı. Yani gen haritamız çıkartıldı. Artık onbinlerce genin tam olarak yerini ve neyi kontrol ettiğini biliyoruz. Bilmekle kalmayıp çok kısa bir sürede bunu değiştirebilecek, düzenleyebilecek araçlar ve teknikler de geliştirdik.

Videoyu izlediğimiz YouTube sayfasından hareketle artık şöyle bir şey yapabiliriz. Sayfaya sağ tıklayıp kaynak kodunu görebiliyoruz. Tasarımda neyi değiştirmek istediğimize karar veriyoruz. Mesela “two chinese girls” mavi gözlü olsun diyebiliyoruz. Biraz da iri olsun gözleri, gözbebekleri kalın olsun.

İşte estetik kaygılarla yaptığımız bu sayfa tasarımı değişikliğini henüz doğmamış bebeklerde yapmaya başladığımız gün dördüncü kapı açılacak. Ben bu kapıya müsaadenizle “GATTACA kapısı” demek istiyorum. En sevdiğim bilim kurgu filmlerinden birinin adı bu. GATTACA. İki hafta önceki videomda bahsettiğim Truman Show’un yazarı Andrew Niccol tarafından yazılıp yönetildi bu film. Çok da uzak olmayan bir gelecekte yaşayan Vincent ve Anton isimli iki kardeşin hikayesini anlatıyor. Farelere neden bu isimleri verdiğimi anladınız mı? Vincent doğal yollarla dünyaya gelmiş bir çocuk. Genleri ana babasından hiç düzenlenmeden aktarılmış, bizler gibi. Fakat teknoloji o kadar gelişmiş ki doğduğu anda kaynak koduna bakabiliyorlar. Doğduğu anda ölme nedenini ve zamanını bilebiliyorlar.

Nörolojik problem %60 olasılık
Manik depresyon %42 olasılık
Dikkat eksikliği %89 olasılık
Kalp hastalığı %99 olasılık

Doğuştan getirdiğiniz özellikler adeta CV’nizi oluşturuyor. Okula giderken, bir işe girerken, evlenirken, kısaca hayatınızın her dönemecinde size değil de bu genetik mirasınıza bakıyorlar filmde. Doğal olarak Vincent gibi bir gence hiçbir fırsatı vermiyorlar. “Gen ayrımcılığı” yapıyorlar.

Buna bilim-kurgu filmi dedim ama kurgu kısmı geçmişte kaldı. Biz de böyle yaşamıyor muyuz hayatlarımızı? Biz de nerede, kimin çocuğu olarak, hangi özelliklerle doğduğumuza karar veremiyoruz. Ama buna rağmen tüm hayatımızı bunun üzerine kurguluyoruz. Henüz gen ayrımcılığı aşamasına gelmedik, o kapıyı açmadık ama açtığımız diğer kapıları bir düşünsenize. Teninin rengi, konuştuğu dil, inanç sistemi ya da cinsiyeti yüzünden ayrımcılığa maruz kalan kaç milyon insan yaşıyor şu dünyada? Bunlar en klasik örnekler. Fakir bir ailede doğduysan hayatı hep fakir yaşayacak şekilde kodlanmaya devam ediyorsun. Güzel ya da yakışıklıysan başkalarından hep bir adım öndesin. Böyle olmaya sen karar vermediğin halde. Güzelliğin tanımını bile yapmadığın halde.

Dördüncü kapı açıldığında artık zenginler bir adım daha öne geçecekler. Çünkü başlangıçta ancak onlar bebeklerini tasarlayabilecek. Daha akıllı, daha kuvvetli, daha güzel bebeklere sahip olacaklar. GATTACA filminde Vincent’ın kardeşini Anton’u böyle tasarlıyorlar.

İlk olarak cinsiyetine karar verelim. Düşündünüz mü?

Onlara bir form uzatacaklar ve istedikleri özellikleri işaretlemelerini söyleyecekler.

Ela gözlü, siyah saçlı ve açık tenli olarak belirtmişsiniz.

Stephen Hawking ölmeden önce tasarlanmış bebeklerle ilgili bir öngörüde bulunmuştu. Toplumda genetik olarak diğerlerinden üstün yeni bir elit kesimin ortaya çıkacağını söylemişti. İronik değil mi? Hayata kaç sıfır geriden başlamış bir insan söylüyor bunları. Genetik hastalığı olan bir insan.

Yanlış anlaşılmasın tüm bunları sizlere karamsar bir tablo çizmek için anlatmıyorum. Çünkü ben Anton’un karşısındaki Vincent’ın tarafındayım. Daha doğduğunda tüm olasılıklar onun aleyhinde olmasına rağmen vazgeçmeyen kişilerin tarafında. Bir kaplumbağa kadar yavaş doğmuş olsa bile genleri sayesinde hızlı koşabilen tavşanlarla yarışmaktan korkmayan kişilerin tarafında.

Dördüncü kapı açılmak üzere sevgili dostlarım. Benim GATTACA dediğim bu kapının bizi götüreceği dünyada hayatın kaynak kodu olan DNA’daki o dört harf G, A, T ve C harfleri insanı yeniden tanımlayacak. Yaklaşık 20 yıl önce GATTACA filmi çekildiğinde henüz “İnsan Genomu Projesi” bile tamamlanmamıştı. Hangi genin ne işe yaradığını bilmiyorduk. O yüzden filmin sonunu gelen bazı tepkiler nedeniyle kesmek zorunda kaldılar.

Artık genlerimizi hem biliyoruz, hem de değiştirebiliyoruz. Yeniden yazabiliyoruz. Böylesi bir güce hazırlanabilmek için anlatıyorum size bunları. Çünkü büyük güç beraberinde büyük sorumluluklar getirir. Irk, dil, din, cinsiyetten sonra bir de gen ayrımcılığı dönemine doğru gidiyorsak eğer, bazı şeylerin doğuştan gelmediğini de anlamamız gerekiyor. Bizi biz yapan şeylerin en önemlileri hala bizim elimizde. Tasarlanmış bebekler gelmeden önce kendi hayatlarımızı tasarlamayı öğrenmeliyiz. Çünkü bizim elimizde olan en büyük güç bu tasarım gücü.

“Dünyanın ilk TASARLANMIŞ BEBEKLERİ doğdu!” için 22 yanıt

abi peki yasaklı olan ülkeler arasında türkiye var mı ? bu dna da yapılan değişikliklerde hata olma olasılığı var mı ? yani sağlıklı olacak olan bir çocuğu dna sında oluml değişiklikler yaptığımızı zannederken aslında hayatını karartma olasılığımız ? şimdiden teşekkür ederim . 🙂

Selamlar barış bey son bölümde çalan müziğin adı nedir acaba? İyi çalışmalar dilerim.

Baris abi videolarin cok guzel emeklerin icin cok tesekkur ederim. Videonun sonunda kullandigin fon muziklerini paylasabilir misin?

Videolarınızın kaynağını paylaştığınız sitenizde videoların bitiminde başlayan o anlam katan müzikleri bizimle paylaşablir misiniz?

Videonun sonunda filmin kesilmiş sahnesi esnasında çalan müziğin adı nedir abi ?

Videoda kullandığım müzikleri telif haklarını ödeyerek bir müzik kütüphanesinden satın aldığım için paylaşamıyorum. Bu tür müzikleri Shazam ya da başka veritabanlarından bulup dinleyebilmek mümkün değil maalesef.

Kütüphanenin ismini verebilirseniz belki bizlerde satın alabiliriz. Buda yasak değildir umarım.

Telif haklarını satın aldıysanız YouTube kanalınızda bunu paylaşma imkanınız oluyor mu? Oluyorsa lütfen paylaşır mısınız müzik kafama takıldı ve devamını çok merak ediyorum /ediyoruz. Benimki ufak bir istek ama yine de bu benzetmeyi yapmak isterim:
Eminim ki 4. Fiziksel boyutun nasıl olduğunu tam anlamıyla bilmek ve görmek isterdiniz, bunun için 4. Boyuttan bir varlıkla 3. Boyutta iletişime geçmeyi başardınız ve ondan sizi 4. Boyuta imkanı varsa götürmesini nr kadar çok isterdiniz değil mi? 🙂 Merakımız, biz insanların bu zamana kadar ilerleme sebebi oldu, hep merak ettik bir şeyleri ve araştırdık. Şuanda ben de müziği çok merak ediyorum, lütfen imkanınız varsa kanalınızda paylaşır mısınızzz? 🙂

Barış bey kütüphane’ye nereden erişim sağlayabiliriz? Müzik çok hoşuma gitti, satın alıp dinlemek istiyorum.

Barış bey bence biraz ütopik yaklaşım olmuş. İyi bir hikaye şeklinde anlatmışsınız. Biyolog kitaplarını okumasak oldu, kesin olacak derim kendi açımdan.
Biraz storyteller yetenekleriniz konuşmuş bu videoda

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir