Bazen böyle renkli kurdeleler görürsünüz. Bunların anlamı ne biliyor musunuz? Mesela bu kurdele: Turuncu. Lösemi farkındalığının rengi.
Turuncu renk, lösemiden etkilenen kişiler, onların aileleri ve tüm sağlık camiası için umut ve dayanışmanın sembolü. Ve bu videonun yayına girdiği hafta da “Lösemili Çocuklar Haftası” olarak bunu bir sembolün ötesine taşımaya çalışıyor. Lösemili Çocuklar Vakfı LÖSEV tarafından yapılan faaliyetler, bize erken teşhisin, araştırmanın ve tedavi seçeneklerinin önemini hatırlatıyor.
LÖSEV, tüm Türkiye’deki lösemili ve kanserli çocuklara ücretsiz tedavi sağlıyor. Bunun yanında eğitim, maddi ve sosyal destekler veriyor. Eğer siz de bu çabayı güçlendirmek isterseniz en azından bu hafta boyunca onlara gönüllü olarak katılıp bu farkındalığın artmasını sağlayabilirsiniz. #LÖSEVdeHerÇocukKahraman temalı bu etkinlikleri duyurmak, onlara katılmak ya da elinden gelenler için maddi destekte ve bağışta bulunmak gibi çok farklı seviyelerde bir dayanışma gerçekleştirilebilir. Dileyenler açıklamalar bölümündeki bağlantıdan onlara ulaşarak neler yapabileceklerini öğrenebilir.
Bakın bu sadece bir kurdele. Fakat daha pek çok farklı kurdeleler var. Bunların hepsi de farklı farklı hastalıklar konusunda bir farkındalık oluşturmaya çalışıyor. Çünkü dünyada her yıl 10 milyon kişi kanserden hayatını kaybediyor. Siz olmasanız bile, ailenizden ya da arkadaşlarınızdan biri böyle bir şeyle mücadele etmek zorunda kalabiliyor. Şimdi yıl olmuş 2024. Yapay zeka diyoruz, uzaya gönderdiğimiz roketleri havada yakalayıruz ama hala böylesine illet bir hastalığa tam olarak çare bulamıyoruz? Neden? Neden onlarca yıldır bu konu üzerinde çalışmalar yapılmasına rağmen hala bir çözümünü bulamıyoruz?
İşte bu videoda bunları bir konuşalım istiyorum Onun için de sizi kanser araştırmalarında önde gelen kişilerden biriyle tanıştıracağım: Prof. Jeffrey Peterson. Kendisi oldukça agresif meme kanseri türlerine getirdiği yenilikçi keşifleriyle tanınıyor. Bir röportajında, kanser tedavilerinin neden bu kadar zor olduğunu şöyle bir örnekle anlatıyor.
Lunaparkta, hani o balonları vurduğunuz poligonları düşünün. Bu balonlardan her biri insan genomundaki yaklaşık 500 kinaz proteinini temsil ediyor. Bu kinaz proteinleri hücrede hiperaktif sinyallemeyle kansere yol açan bir protein grubu ve bazı ilaçlar özel olarak bu sorunlu proteinleri hedef alıyor. Tıpkı bizim elimizde tüfekle hedef almamız gibi. Normalde bir ilaç firması, patlaması gereken bir balonu bulmak için yıllarca araştırma yapıyor. Sadece tek bir balon. Yani bu durumda geliştirdikleri ilaç, aslında pompalı tüfekten çıkan saçmaları temsil ediyor.
Şimdi tüm bunları karanlıkta yaptığınızı düşünün. Elinizde yalnızca tek bir balonu aydınlatmaya yarayan bir fener var. Ateş ettiğinizde balonu vurup vurmadığınızı görebiliyorsunuz ama diğer balonlara ne olduğunu bilmiyorsunuz. Fakat diğer balonlara ne olduğu da çok önemli çünkü bunlar vücudun diğer işlevlerini yerine getirmekte görev alıyorlar. Eğer ateş ederken, bu diğer kinaz proteinlerini de vuruyorsanız, ilacınız bir yandan işe yararken, bir yandan da yan etkileri nedeniyle tedavinin etkinliğini düşürüyor.
Üstelik “Kanser tek bir hastalık değil”. Az önce lösemiden yani kan kanserinden bahsettik. Sonra bir sürü kurdeleler gösterdik. Ama kanser deyince bunlardan çok daha fazlası var. İnsan vücudunun farklı noktalarında ortaya çıkan 200’den fazla hastalıktan söz ediyoruz. Akciğer, meme, prostat, kolon, tiroid, beyin… Hatta bu kanser türleri de kendi içerisinde alt türlere ayrılıyor. Örneğin Prof. Peterson’ın araştırması meme kanseri üzerine. Fakat bütün meme kanserleri üzerine değil. Çok ender görülen ve çok daha agresif olan üçlü negatif meme kanseri (TNBC) üzerine. Hatta onun bile spesifik bir tedavi yöntemi üzerine… Çünkü bir sürü farklı yaklaşım var ve her biri ayrı ayrı uzmanlıklar gerektiriyor.
Bütün bu kanser türlerini ve onların alt türlerini işte bu şekilde ayrı ayrı çalışmak gerekiyor. Bu koskocaman bir ağaç. Birinde işe yarayan yöntem, diğerinde işe yaramayabiliyor. Haliyle araştırmacılar da genelde yaygın türler üzerine odaklanıyor. Yani kaynakları, hastalığın yaygın olduğu alana kaydırıyorlar. Fakat bu aynı zamanda, ender görülen türlere yakalananların, daha zor çözüm bulması demek. Prof. Peterson bu yüzden meme kanserinin yalnızca %15’ini oluşturan bu alt tür üzerinde çalışmak istemiş. Çünkü hem az görülmesi hem de zorlu bir problem olması nedeniyle bu hastaları göz ardı etmememiz gerektiğini, o konuda birilerinin bir şeyler yapması gerektiğini düşünmüş.
Tabi zorluklar daha yeni başlıyor.
Kanser, vücudumuzdaki sorunlu hücreler kontrol dışı çoğalmaya başladığında oluşur. Bunun gerçekleşebilmesi için de kabaca üç farklı yol bulunur.
İlk yol: Kendini imhada sorun
Normalde vücudumuzdaki hücre sayısında bir denge vardır. Sürekli yeni hücreler üretilirken, bir yandan da eski hücreler imha edilir. Hücrenin apoptoz adı verilen bu kendini imha sürecini gerçekleştirebilmesi, aslında oldukça karmaşık bir sinyaller ve moleküller zinciri sayesinde mümkün. Eğer bu süreci kontrol eden genler mutasyon sırasında zarar görürlerse, hücreler ölmeleri gerektiği halde yaşamaya devam ederler. Başta kulağa iyi gibi gelen bu süreç, aslında sorunlu olan hücrelerin yaşayıp çoğalmasına ve giderek daha büyük bir problem olmasına neden olur.
İkinci yol: Onkogenler
Anne karnına düştüğümüz andan yetişkinliğe kadar oldukça hızlı büyürüz. Bir süre sonra bu büyümemiz dursa da hücre büyümesi ve bölünmesi sürekli olarak devam eder. Bu hücre büyümesinden ve bölünmesinden sorumlu genlere protoonkogen denir. Fakat bunlarda bir mutasyon meydana gelirse, bu genler kontrolsüz olarak çoğalmaya ve gerekenden fazla aktive olmaya başlayarak onkogenlere dönüşür. Bu yüzden de hücre çoğalması kontrolsüz bir şekilde ilerlemeye devam eder.
Üçüncü yol: Tümör baskılayan genler
Aslında vücudumuzda sürekli olarak mutasyona uğramış hücreler oluşuyor. Fakat vücudumuzun bunlarla başa çıkmasının çeşitli yolları var. Tümor baskılayan genler yani kısaca TSG’ler bunlardan biri. Bu genlerin kodladığı proteinler hücre bölünmesini ve büyümesini kontrol eder. Bunlardan en bilineni P53 proteinidir. Bu protein DNA’nın tamir edilip edilemeyeceğine karar verir. Eğer hasar zarar edilmenin ötesindeyse de bu hücrenin çoğalmasını engeller ve yok olması için sinyal gönderir. Fakat eğer P53 gibi proteinleri üreten genler zarar görürse, bu süreç de kontrol edilemez ve sorunlu hücreler kontrolsüz bir şekilde çoğalmaya devam eder.
Normalde vücudumuzda sorunlu bir hücre oluştuğunda apoptozla yok olması ve çoğalamaması gerekir. Fakat bu aşamalardan birinde sorun meydana gelirse, bu sorunlu hücre ölmez ve kontrolsüz bir şekilde çoğalmaya devam eder. Mutasyona uğramış genlere sahip bu hücre, her bölünmesinde daha da çok mutasyonu beraberinde getirir. Birbirimizden genetik olarak bir miktar farklı olduğumuz için de bu mutasyonların bazıları kişiye özel olabiliyor. İşte tam da bu nedenle kansere öyle “tek bir çözüm” bulmak mümkün olmuyor.
Hatta bu anlattığım sebepler yüzünden kanser aynı zamanda bir yaşlılık hastalığıdır. Çünkü zaman geçtikçe, vücutta mutasyona uğramış hücre sayısı birikerek katlanır. Her mutasyon elbette zararlı değil. Fakat yaş ilerledikçe, zararlı mutasyonların birikme ihtimali de artıyor. Bu durum aynı zamanda kanser sayılarında geçmiş yüzyıla göre neden artış gördüğümüzü de “kısmen” açıklıyor. Çünkü artık daha fazla yaşıyoruz. Ve daha fazla yaşadıkça, daha fazla mutasyona sahip hücre taşıyan insan sayısı artıyor. Haliyle kanserli sayısı da artıyor.
Bu tıpkı internette gördüğümüz o çok eski fotoğraflar gibi. Birisi bir fotoğraf görüyor ve ekran görüntüsünü alıp onu paylaşıyor. Sonra başka birisi ondan tekrar ekran görüntüsü alıyor. Fakat her seferinde görüntü sıkıştırıldığı için, kalite giderek bozulmaya başlıyor. Başlarda bu çok sıkıntı olmasa da, bir noktadan sonra görüntü tanınmaz hale geliyor. Eğer bir aşamada bu görüntüyü yok etmez ve onun yerine tazesini alamazsanız… İşte bu, kanser oluyor.
“Yani aslında kanser, sağlıklı DNA’yı koruyamama problemi.”
İşte ne yazık ki bazıları bu sorunlu mutasyonlarla doğuyor. Yani zincirin en başından, sağlıklı bir noktadan başlamak yerine, ortalarından başlıyor. Bu da erken yaşlarda görülen bazı kanser türlerinin sebebini bize açıklıyor.
Kontrolden çıkıp çoğalan sorunlu hücreler, tümör dediğimiz yapıları oluşturur. Aslında tüm tümörler kanser oluşturmaz. Hatta her zaman ciddi bir tehlike bile oluşturmazlar. Fakat olur da sinirlere baskı yaparsa, ya da beyin içerisinde bulunup beyne baskı yaparsa tehlike arz edebilir. Örneğin görmeyle alakalı sinirlerimizin yanında büyüyen bu tür bir tümör, siniri sıkıştırarak görmeyi engelleyebilir. Fakat bu “iyi huylu” olarak adlandırdığımız “bening” tümörler, sadece oluştukları yerde kalırlar ve alındıktan sonra da çoğunlukla başka bir tedaviye gerek kalmadan kaybolurlar.
Ama bir de, “kötü huylu” yani malign denilen tümörler var. Bunlar bulundukları dokudan koparak lenfler aracılığıyla ya da kan dolaşımına karışıp başka organlara gidiyorlar ve orada çoğalmaya devam edebiliyorlar. Yani metastaz yapıyorlar. Taşınan bu kanserli hücreler genelde damarların inceldiği yerden dokuya geçmeye başlıyor. Çünkü burası hücrelerin artık sıkıştığı yer. Vücudumuzdaki çoğu organdan gelen kan akciğerde dolaşıma girdiği ve burada çokça kılcal damar bulunduğu için de genellikle kanser öncelikle akciğere yayılıyor.
Normalde bağışıklık sistemimiz her an böyle sorunlu hücreleri arıyor ve bulduğunda yok ediyor. Fakat kanser hücrelerini normal hücrelerden ayırt etmek o kadar kolay değil.
Diyelim ki bahsini ettiğimiz onkogenler tekrar aktive oldu. Bu durumda vücudumuzda bulunmaması gereken onkogen proteini dolaşmaya başlıyor. Fakat bağışıklık sistemimiz bu proteinlerin orada olmaması gerektiğini biliyor. Mesele, bu proteinleri hangi hücrelerin ürettiğini bulabilmesi. Neyse ki hücreler, MHC Sınıf 1 molekülü adı verilen özel bir molekül sayesinde ürettikleri proteinleri yüzeylerinde gösteriyorlar. Yani kimliklerini çıkarmış bir şekilde bağışıklık hücrelerinin onları kontrol etmelerine olanak tanıyorlar. Tıpkı bir polis çevirmesi gibi. Eğer bağışıklık hücresi, sistemine kayıtlı binlerce sorunlu proteinden birinin burada olduğunu görürse, bu sorunlu hücreyi anında yok ediyor.
Tabi kanserin mutasyon kökeni burada da büyük bir rol oynuyor. Kanserli hücre eğer MHC Sınıf 1 molekülü üretmesine sebep olan gende bir mutasyon geçirir ve artık bunu üretmezse, bu bağışıklık hücrelerine karşı görünmez hale gelebiliyor. Yani radara yakalanmıyor. Fakat evrim bunun için de bir çare bulmuş: Doğal katil hücreler. Bunlar, diğer bağışıklık hücreleri gibi kimliğinde sorun olanları aramıyor. Onun yerine kimliğini göstermeyenleri, kaçakları tespit ediyor. Yani MHC Sınıf 1 molekülü olmadığı için, içerisinde nasıl bir protein ürettiğini göstermeyen hücreler, bunlar tarafından bulunup yok ediliyor.
Fakat kanser ne yazık ki bundan da kaçmanın yollarını buluyor. Üstelik vücudumuzda sayısız protein var ve her biri farklı farklı işlevlere sahip. Bunların yapıları ve işlevleri de kendi içerisinde değişebiliyor. Öte yandan kanser, kişinin genetiğine göre de farklılık gösterebiliyor. Hatta tek bir tümör içerisindeki hücreler bile farklılık gösteriyor. İşte tüm bu nedenlerden ötürü kanser için tek bir reçete üretmek mümkün olmuyor. Bu yüzden Prof. Peterson gibi isimler, belirli kanser tiplerinin belirli alt kategorilerinde, spesifik bir tedavi yöntemi üzerinde çalışmak durumunda kalıyor. Bunların ne kadar çok çeşitli olduğunu düşününce, ne kadar çok araştırmacı, ne kadar çok emek ve para gerektiğini daha iyi anlıyoruz.
Örneğin lösemi önlenebilen ama tedavisi çok pahalı olan bir hastalık. Bazı hastalara kök hücreler naklediliyor. İlaçla tedavisi 3 sene sürüyor.
Tam olarak bu yüzden kanserde erken tanı çok önemli. Her ne kadar videonun başlığında “neden hala çözülemiyor” demiş olsam da, kansere karşı birçok çözüm geliştirdik. Bunlardan en önemlisi, hastalığı ve etkenlerini anlamak. Örneğin akciğer kanseri sebebiyle ölümlerin %80’inin sigara gibi tütün ürünleri tüketimine bağlı olduğunu biliyoruz. Birçok kanser ölümü giderek azalış gösterirken, akciğer kanserinin bu yüzden artış gösterdiğini de biliyoruz. Herkesin bir tanıdığı vardır ya hani ömrü boyunca paket paket sigara içer ama kanser olmaz, başka birisi vardır hiç içmemiştir ama o olmuştur. İşte genel tablo böyle değil. Sigara tüketimini kesmenin, bizi akciğer kanserinden büyük ölçüde koruduğunu kesin bir şekilde biliyoruz. Buna ek olarak alkol tüketimi, uzun süre güneş ışığı altında kalmak, kötü beslenmek, egzersiz yapmamak… Bunların hepsi bizim kontrolümüzde olan, önleyici çözümler.
LÖSEV’in sayfasında lösemiden korunmak için yapılması gerekenler gayet güzel bir şekilde anlatılmış. Bunları okumak, öğrenmek, paylaşmak lazım.
Bunun yanında bazen virüsler de kansere neden oluyor. Örneğin HPV virüsünün altı farklı kansere neden olduğu biliniyor. Sadece ABD’de her yıl 4000’den fazla kadın HPV’ye bağlı rahim ağzı kanseri yüzünden hayatını kaybediyor. Oysa HPV’ye karşı bir aşımız var ve bu aynı zamanda bir kanser aşısı. HPV aşısı olanlar, bu virüs kaynaklı kanserden de korunmuş oluyorlar. Hatta Uğur Şahin ve Özlem Türeci ile tanıdığımız Biontech firması da akciğer kanseri üzerine bir aşı denemesini başlattılar. Bahsini ettiğim bağışıklık hücrelerine kanser hücrelerini tanıtıp yok ettirmek amaçları. Eğer bu yöntem başarılı olursa, kanser tedavisinde bir devrim yaratabilir. Bu arada söylemeliyim, bunun gerçekleşmesini zaten bir süredir bekliyorduk.
Tüm bunların yanında düzenli doktor kontrolleri, doğru uygulanan check-uplar sayesinde gelişmiş ülkelerde erken tanı daha çok koyuluyor. Bizim bunu başarabilmemiz için, eğitim şart. Ne zaman doktora gitmemiz gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Belirli bir yaşın üzerinde düzenli kolonoskopi yaptırmak, problemi daha problem olmadan yakalamamızı sağlıyor. Bu konuda toplumsal bir bilinç kazanmamızın neden önemli olduğunu, eğitim seviyesi düşük ülkelerdeki kanser tablosu zaten bize açıkça gösteriyor.
Eğitimsizliğin bir başka yan etkisi daha var. Toplumda sahtebilimcilerin sesi daha bir yüksek çıkmaya başlıyor. Eğitim seviyesinin düşük olduğu ülkelerde, aşı karşıtlığının artışının akabinde bu tür hastalıklardaki ölümlerin de arttığını görüyoruz. İnsanlar kendilerine zarar vermek için üretilen şu sigaranın kanser yapacağını bile bile içmeye devam ederken… Kendilerini korumak için geliştirilen, bağımsız araştırmacılarca test edilen aşılardan kaçar hale getiriliyor. Çünkü aşıların bir oyun olduğuna ikna ediliyorlar. Birileri tarafından oyuna getiriliyoruz, orası kesin…
Kanser, öyle tek bir videoya sığdırılamayacak kadar derin ve karmaşık bir biyokimyasal labirent. Bilim dünyasının en çok kafa yorduğu konulardan biri olması da bu yüzden – sadece bir yıl içinde yapılan araştırmaların çıktılarını bu odaya yığsam, tavanı deler geçerdi. Ancak kanser sadece dört duvar arasında, laboratuvarlarda çözülecek bir bilmece değil; insanlığın ortak mücadelesi, hepimizin hikâyesi.
Az önce bahsettiğim Prof. Peterson’ı düşünüyorum mesela. Meme kanseri araştırmalarına adadığı hayatının yanında, dünyayı keşfetmeye olan tutkusuyla da tanınırdı kendisi. Araştırmalarım sırasında çevresindekilerin anlattıklarından öğrendim ki, sadece laboratuvarda değil, evinde de olağanüstü bir insanmış – sevgi dolu bir eş, fedakâr bir baba. Sayısız kanser hastası için bir umut ışığı olan Prof. Peterson’ı ne yazık ki geçen sene, ömrünü adadığı hastalığa yenik düşerek kaybettik. O, insanlığa olan görevini yerine getirdi. Şimdi bayrağı devralmak, onun başladığı mücadeleyi sürdürmek bizim sorumluluğumuz…
Şimdi, sıra bizde.