Kategoriler
Gelecek Tasarım

Marmara Denizi’nde yüzen bir kent yapılamaz mı?

Bu videoda sizlere bazı hipotetik sorular soracağım. İdeal bir kent sizce nasıl tasarlanmalı? Mesela bir kentte kaç kişi yaşamalı? Böyle de soru mu olurmuş demeyin. Bir düşünün bakalım. Kendi kendine yetebilen, sürdürülebilir, uzun soluklu, sağlıklı bir kentin ideal nüfusu bana göre 5040 kişi. Çünkü 5040 benim en sevdiğim sayılardan biri. Tabi bunun bir de matematiksel bir sebebi var ve onu birazdan açıklayacağım. Peki nereden icap etti de böyle kent tasarımları hakkında konuşmaya başladık derseniz, biliyorsunuz bu kanalda daha önce size çeşitli videolarla küresel iklim değişikliğinin olası sonuçlarını göstermeye çalıştım. Bunlardan biri de deniz seviyelerinin yükselmesi. 2050 yılına kadar aralarında İstanbul’un da yer aldığı dünyanın 10 büyük kentinden 9’u yükselen sulardan öyle ya da böyle olumsuz olarak etkilenecek. İşte geçtiğimiz hafta, 3 Nisan Çarşamba günü Birleşmiş Milletler’de bir toplantı yapıldı. Ortadaki ekranlardan gösterilen şey bir kent tasarımı. Oceanix City adlı bu konsept tasarımı sunanların amacı denizlerin üstünde yüzen kentler kurmak.

Kendi kendine yetebilen kentler. Ve bu kentlerin içinde enerjisini, suyunu, yiyeceğini üretebilen, çöpünü doğaya zarar vermeden dönüştürebilen insan toplulukları oluşturmak. Böyle bir sistem nasıl tasarlanabilir? Doğayla kavga etmeden… Denizlerle barışarak…

Dünyanın üçte ikisinden fazlası sularla kaplı. Oceanix City’nin tasarımcılarına göre gelecekte kentlerimizi tehdit edecek olan bu sularda boğulmak yerine ona uyum sağlamaya çalışmalıyız. İnsanlık denizlerin üstünde onun altındaki hayatla uyum içinde yaşayabilir.

Oceanix City adlı bu geleceğin yüzen kentinin en küçük birimi mahalleler. Üçgen şeklinde tasarlanmış yüzen platformların üzerinde yer alacak olan bu mahallelerin her bir köşesinin fonksiyonel bir anlamı var. Doğal köşe “koruma”yı; seranın olduğu köşe “üretim”i ve limanın olduğu köşe de diğer yerlerle “bağlantı”yı sağlayacak. Her birinde yaklaşık 50 kişinin yaşayacağı altıgen şekilli binalar en fazla 4 ila 7 kat arasında olabilecek. Böylece yüzen platformun dengesi sağlanmış olacak ve şiddetli rüzgarlardan etkilenmeyecek. Mahallelerin ortasında küçük bir çiftlik yer alacak. Dedik ya kendi kendine yeten ve sürdürülebilir bir tasarım olması gerekiyor diye. İşte geleceğin topluluklarında tarım işin merkezinde, kalbinde olmalı. Bunun etrafında diğer ihtiyaçlar, yaşam, çalışma ve alışveriş alanları, araştırma geliştirme laboratuvarları, teknolojik üretim odacıkları konumlandırılmalı. En küçük topluluklarda bile farklı kafalarda insanlar birbirine yakın olmalı. Toplumlardaki bu çeşitlilik sağlıklı gelişebilmek için temel şart.

Tasarıma dikkat ederseniz çatı alanlarını maksimum seviyeye getirmeye çalışıyor. Bunun amacı güneş panelleri için mümkün olan en geniş yüzeyi yaratmak ve enerji ihtiyacını karşılamak. Tasarımcılar yapı malzemesi olarak da bambu gibi doğal ve karbon izi bırakmayan materyaller kullanılmasını öneriyor. Bu kentler yukarı doğru değil aşağıya denizin altına doğru genişletilebilir ve oralarda çiftçiliğin üçüncü bir boyutu uygulanabilir. Suların altına yerleştirilecek biyo-kayalarla hem yok olmaya yüz tutan deniz hayatı canlandırılabilir hem de dalgaların ürettiği enerji kullanılabilir. Mahalle platformunun alt katı küçük elektrikli araçlar, bisikletler, otomatik dağıtım robotları gibi taşımacılık ihtiyaçları için ayrılmış. Bir bölümünde bu araçlar dururken diğer bölümlerde atıklar dönüştürülüyor, yiyecekler depolanıyor, yağmurdan ve denizden elde edilen sular arıtılıyor. Başta size ideal bir kentte kaç kişi yaşamalı diye sormuştum ya o sayılar önemli. Mesela bu tasarımda her mahalledeki kişi sayısının 300 olması gerektiği hesaplanmış. Bu şekilde sınırlandırılmasının sebebi bir insanın günlük yiyecek, su ve enerji ihtiyacıyla ürettiği atık miktarı.

6 mahalle bir araya gelerek içinde 1650 kişinin yaşadığı bir kasaba oluşturabilir. 6 kasaba bir araya gelince de 10000 kişilik bir kente dönüşebilir demiş bu tasarımcılar. Giderek bir desen oluşmaya başladı dikkat ederseniz. Fraktal bir desen. Doğadaki pek çok yapıya baktığınızda bu fraktal geometriyi görebilirsiniz. Organik bir büyüme için çok ideal bir form sunuyor. Tasarımcılar en küçük birimden en büyüğüne doğru altıgen bir geometri oluşturmaya çalışıyorlar. Arıların peteklerinde de gördüğümüz bu heksagon şekli, bir alanı kullanmanın en verimli yollarından biri. Yaşadığınız mahalleyi turlamak isterseniz 440 metre yürüyeceksiniz. Ama size en uzak noktası bile sadece 220 metre kadar uzağınızda olacak. Kasabınızda bir tur atmak isterseniz yine bu altıgen şekli sayesinde 600 metre yürümeniz yeterli. Tüm kenti de yürüyerek turlayabilirsiniz ama bunun için ideal araç bisiklet. 3 km uzunluğundaki bu parkuru bisikletle 10 dakikada tamamlayabilirsiniz. İşte bunlar hep geometrinin faydaları.

Hazır geometriye, matematiğe geçmişken ben neden videonun başında söylediğim 5040 sayısını sevdiğimi açıklayayım. Her şeyden önce bir başka en sevdiğim sayının, 7’nin faktöriyeli. Faktöriyel 7 (7!) = 5040 Ayrıca 10x9x8x7’nin de çarpım sonucu. Tabi bunlar sadece estetik güzellikler. Bir de fonksiyonel bir güzelliği var bu sayının. 11 hariç 1’den 12’ye kadar tüm doğal sayılara bölünebiliyor. 5040 öyle bir sayı ki 60 farklı böleni var. Yani bir kentte ihtiyaç duyabileceğiniz pek çok irili ufaklı organizasyonu bu sayıyla farklı ölçeklerde oluşturabilirsiniz. Nitekim filozof Platon da 2400 yıl kadar önce yazdığı “Yasalar” adlı kitapta bundan bahsediyor. Adalet ve yönetim kolaylığı açısından 5040 sayısının metropolisler için önemini vurguluyor. Büyük ihtimalle Pisagor fısıldadı ona bu sayıyı…

Oceanix City konseptindeyse kentin nüfusu 10000 kişi. Bir 80 kişi daha ekleseler çok daha güzel olacak ama neyse 🙂 Neden bu sayılar üzerinde bu kadar duruyorum? Çünkü kent tasarımları konusundaki en temel kitaplarından biri 1977 yılından beri “A Pattern Language” adlı bu kitap ve onun 12. Bölümünde çok çarpıcı bir ifade var: “5-10 bin kişiden daha büyük topluluklarda bireyler etkili bir sese sahip olamaz diyor.” Sürüye dönüşmeden, birey olma özelliklerini kaybetmeden bir topluluğa dönüşebilmenin sınırları adeta bu sayılar.

Bu büyüklükteki bir topluluğun yeme-içme dışındaki mekanik ihtiyaçlarının ötesinde farklı şeylere de ilgi duyacağı kesin. İşte 10000 kişilik kentler fonksiyonel olarak topluluğa bunları sağlayacak. Altıgen yapısı sayesinde her bir kasabaya farklı toplanma merkezleri yerleştirilecek. Eğitim merkezi, kültür merkezi, spor merkezi, yönetim merkezi, manevi/ruhani merkez, sağlık merkezi gibi yapılar. İhtiyaca göre oluşturulacak ikincil önemdeki diğer yapılar da kentin çeperlerine konumlandırılacak.

Bu özel tasarımı nedeniyle ulaşım, yakın mesafelerde daha çok kas gücüne dayanacak. En az yürümek kadar yüzmenin de önemli olduğu bu kentte başkalarıyla paylaşılan bisikletler, kayıklar ve tekneler tercih edilecek. Uzun mesafeler ve ağır yükler için de elektrikli otonom taşıtlardan faydalanılacak. Tabi sadece sudan değil havadan dağıtım yapabilmek de mümkün. Mesela Amazon’dan verdiğiniz siparişler böyle bir zeplinden dört bir tarafa dağılan drone’larla kapınıza kadar gelebilir. Yok, bu son görüntü gerçek değil, görsel efekt, bugünlerde sosyal medyada karşınıza çıkarsa inanmayın diye gösterdim. Ama drone postacılar çok yakında hayatımızın bir parçası haline gelecek ve yüzer kentlerin de dağıtım ihtiyaçlarını karşılayacak.

Okyanusların üstünde yüzen kentler fikri yeni bir fikir değil. Daha önce pek çok kez buna benzer konseptler ortaya çıktı. Ancak bu kez işler biraz daha ciddiye alınıyor gibi. Türkiye’nin de üye olduğu Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Programı bu projeye çok sıcak bakıyor ve destekliyor. Aynı Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri de var biliyorsunuz. Tam 17 tane. Bu konu çok önemli olduğu için başka videolarımda da ele alacağım ama özetle yoksulluğu ortadan kaldırmak, gezegenimizi korumak ve tüm insanların barış ve refah içinde yaşamasını sağlamak için konulan bu hedefleri dünyanın pek çok ülkesi şu anda canla başla hayata geçirmeye çalışıyor. İşte ben de tam bu noktada videonun başında yaptığım gibi hipotetik olan bir soru daha soruyorum.

Bu kentin ilk uygulamasını bir pilot proje olarak Marmara Denizi’nde yapamaz mıyız? Her şeyden önce bu projeyi kültürel olarak kendimize yakın hissediyorum. Ortası boş olan böyle bir kent tasarımı aslında geleneksel Türk mimarisindeki avlu kavramına sizce de çok benzemiyor mu? Ama bunun da ötesinde konuyla ilgili hazırlanan BM raporunda dikkatimi çeken bir nokta var. Dünya üzerinde gösterilen ve suların yükselmesinden olumsuz etkilenecek mega kentler içerisinde bir iç denize en yakın olan kent İstanbul. Üstelik çok önemli bir başka derdimiz daha var. Bu dert bizi deniz sularının yükseleceği 2050’den çok daha önce vurabilir. Deprem! Şimdiden alınabilecek önlemlerden bir tanesi bu tür yüzen uydu kentler yapmak olamaz mı? Şimdi diyeceksiniz ki zaten beklenen depremin kaynağı Marmara Denizi’ndeki fay hatları. Az önce bahsettiğim Oceanix City projesi okyanus şartlarına göre kategori 5 şiddetindeki kasırgalara dayanacak şekilde tasarlanmış. Ayrıca Marmara Denizi gibi bir iç denize sahip olmak bizim için çok avantajlı. Çünkü projenin başlangıcında ihtiyaç duyulabilecek hemen her şey hızlıca ve ekonomik olarak sağlanabilir. Dubai gibi kentlerde buna benzer projeler çölleri vahaya dönüştürdü ve oraları bir cazibe merkezi haline getirdi. Benzer bir dönüşümü biz neden yapamayalım? Videoyu başından itibaren bir de bu gözle izleyip böyle kentler inşa ettiğimizi bir hayal etsenize. Bugüne kadar göreceli olarak üstün olduğumuz inşaat yeteneklerini çoğunlukla plansız ve çarpık olarak değerlendirdik. Bunu tam tersine doğaya zarar vermeden, denizle uyum içinde olan böyle bir pilot projede planlı programlı olarak başarırsak ve kendi kendine yetebilen yüzen kentler konusunda bir saha tecrübesi kazanırsak bu bilgi birikimini 2050 yılına kadar dünyanın pek çok yerine ihraç edebilmemiz mümkün hale gelir. Çünkü gerçek bir soruna gerçekçi bir çözümün pratik bilgisi dünyada her zaman değerli.

Evet tüm bu sorularımın hipotetik olduğunu söyledim. Ama karşımızda duran sorunlar varsayımsal değil ve bu tür sorunlara önce böyle sorularla yaklaşmak gerekiyor. Dünya iklim konusunda geri dönülemez bir noktaya doğru hızla ilerlerken, ekonomik açıdan son derece sıkıntılı günlerden geçerken, geleceğimiz hakkında tasalanmak yerine, onu tasarlamaya çalışmak daha iyi değil mi?

“Marmara Denizi’nde yüzen bir kent yapılamaz mı?” için 13 yanıt

Haklı olduğun birçok konu var. Fakat çok uzak durduğun yâda deginmedigin birçok nokta var buda bu tarz projelerin gerceklestirilebilirligini tartışmaya açıyor barış kardeşim. Bir toplum ve halk gerçekliği var bundan bahsederken kaderimize razı olmayı kast etmiyorum şüphesiz toplumlara mesafe katettirebilenler hayal sahibi kişilerdir fakat bu hayalleri kurarken oluştururken realiteyi göz önünde bulundurmak projeyi uygulama sürecinde bize yardımcı olacaktır diye düşünüyorum. Videolarını izliyorum uzun süredir ve ilk defa şimdi düşüncelerimi burada dile getiriyorum. Birçok yerden güzel konulara değinmişsin in-san oturup üzerine günlerce tartışma yürütebilir sohbet edebilir fakat bunların bir çoğu gerçeklikten uzak yanı sen barış kardeşim biraz bu toprakların gerçekliğinden uzak hareket ediyorsun buda hep söylediklerinin hayal olarak kalmasına yâda düşüncede güzel bir nokta olarak kalmasına sebep oluyor.

Söz konusu proje geleceğe ilişkin önemli bir gelişim alanı oluşturacaktır ancak projenin elestirilecegi noktalar vardır. Proje marmara denizine yapılması bilimsel verilerle hareket edildiğinde yerindedir ancak marmara denizinde hangi bölgenin tercih edileceği daha elzemdir. Proje istanbul kıyılarına konumlandırılması halinde zenginler için bir alternatif oluşturur ve sadece farklı yaşam tarzına hitap eder. Sonra bir metropol kıyısında böyle bir proje sosyolojik yönden bireyin kendini ortaya koyması bakımından engeller teşkil edilecektir. Yine proje körfez bölgesi ve boğaz trafiğini en küçük bir olumuzluk yaratmayacak şekilde belirlemelidir. Balıkesir veya Tekirdağ kıyıları düşük nüfus yoğunluğuda düşünüldüğünde yerinde olacaktır. Proje üzerinde titizlikle düşünülmesi gerekir tüm olumsuzluklar masada konuşulduğu sürece başarı kaçınılmazdır. Umarım yazdıklarım ileride proje ya olursa diyenler için kamuoyu oluşturur nitelikte olur.

Barış abi, merhaba. Ben ve arkadaşlarım bir sohbet anında böyle kendi kendine yeten bir köy kurma proje hayali düşünmüştük, tabi biz kara üstünde kurmaya dahi razıydık. Ancak henüz öğrenci olmamız bu projeyi ileri tarihe ertelememize neden oldu. Ben elektrik elektronik mühendisliği son sınıf öğrencisiyim, arkadaşlarım ise işletme. Şimdi videonuzu görünce çok hoşuma gitti ve düşündüm ki bizim gibi videoyu görüpte bu konu üzerinde çalışmak isteyecek insanları bir araya getirsek ve bu konuda çalışmalar yürütebilsek çok güzel olmaz mı?

Merhaba, yorumunuzu yeni gördüm de bu nedenle sizinle iletişime geçmek istedim. Bahsettiğiniz konuda acaba bir çalışmanız var mı? Çalışmalarınızı inceleme imkanım var mı? Sizlere katkıda bulunmak ve bu çalışmalarda rol almak isterim tabii sizler için de bir sakıncası yoksa.

Tüm insanlığı sığdırabilmemiz için okyanusları da kullanmamız lazım
Büyük dalgalar vs ciddi zararlar vermez mi

Merhaba Barış bey,
Sizin gibi kaliteli içerik üreten, araştırmacı, bilim ve teknolojiyi yakından takip eden, paylaşımcı kişilere ülkemizin gerçekten çok ihtiyacı var. Bunca olumsuzluklara rağmen gençlere iyi örnek olduğunuz için çok teşekkürler.

Barış abi bize daima videolarında düşündürücü içeriklerle geliyorsun yaptığın videoların içerikleri ve anlatımın beni bilgilendiriyor ve bir nebze ilerleme adına geliştiğimi hissediyorum(düşünce bazında)Ancak bu anlatılan içerikle ilgili yorumum kentsel dönüşüm projesini hayata geçirene kadar teknolojimizin 2050 lili yıllarda yaşanabilecek başka bir gezegen bulacağına eminim en azından buna inancım çok fazla,olur da 2050 yılına kadar yaşarsak bu gün konuştuklarımı hatırlamanı diliyorum seni seviyorum..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir