Büyük Giza Piramidi… Yapımından 4500 yıl sonra bile ayakta duran ve hala keşfedilmeyi bekleyen gizemlerle dolu, Dünya’nın 7 harikasından biri. Bir arkeoloji madeni… Ve ondan da öte, bugün bile duruşuyla bizi etkileyen bir yapıt.
Fakat Dünya’nın diğer 6 Harikası’nı hatırlıyor musunuz? Şöyle bir düşünün bakalım.
Babil’in asma bahçeleri. Rivayete göre Kral Nebuchadnezzar II tarafından, memleketinin yeşilliklerini özleyen Kraliçe Amytis için yaptırılmış.
Tarihte bilinen ilk “balkon bahçeciliği” projesi yani!
Rodos heykeli. Rodos adasının kuşatmadan kurtulmasını kutlamak için inşa edilmiş. O dönemin en uzun ve görkemli yapıtıymış.
Antik dünyanın ilk “selfi noktası” desek yeridir!
İskenderiye feneri. Milattan önce 200’lü yıllarda yapıldığında yüksekliği yaklaşık 100 metreymiş. Sonrasında yüzyıllarca ondan daha yüksek inşaat yapabilen olmadı.
Eski Mısır’ın TOKİ’si bile o kadar cesur değilmiş yani!
Halikarnas mozolesi. Günümüzde Bodrum’a karşılık gelen Halikarnas’ta millatan önce 350 yıllarında inşa edilmiş. Çevresinde 400 heykel varmış.
Mausolus’un anısına yapılan bu anıt öylesine dilimize yerleşti ki, mozole kelimesi anıtmezar anlamına gelir oldu.
Zeus heykeli. Coğrafyacı Strabo notlarında onu şöyle tarif ediyordu: “Zeus ayağa kalkıp tapınağın çatısından dışarı fırlayacak gibi.”
Karısı Hera’dan kaçacak delik arıyor belli ki! Hani mitolojide Zeus eşi Hera’yı sık sık aldatırmış ya o yüzden de sürekli kaçak güreşirmiş, oraya gönderme.
Ve Artemis tapınağı. Günümüzde Selçuk’ta yer alan bu tapınak avcılık, doğa ve doğumla ilişkilendirilen Yunan tanrıçası Artemis için yapılmıştı ve futbol sahasından daha büyüktü.
Yani yere halıyı da serdin mi bu sütunlar arasında çift kale maç yapabilirsin. O derece!
Bir de Kolezyum. Dünya’nın bugün bile en büyük amfitiyatrosu olan gladyatör filmlerine de konu olmuş… Bir dakika. 8 etti yahu! Kolezyum bunlardan biri değildi! Ama sanki bu listede olmalıymış gibi değil mi? Onun neden bu listeye giremediğini birazdan anlatacağım.
Ne yazık ki bu 7 Harika’dan 6 tanesi artık yok. Sadece Büyük Giza Piramidi ayakta kalmayı başarabildi ki o da içlerinden en eskisi. Diğerleri ya depremler sonucu yok oldu ya da işgalcilerin saldırıları sonucunda yok edildi. Fakat bunlar o kadar uzun zaman önceydi ki, onlara dair bilgilerimiz çok kısıtlı. Örneğin Rodos heykelinin bacakları iki tarafa açık mıydı? Yoksa birleşik miydi? Bunu bilmiyoruz. Babilin asma bahçeleri tam olarak neredeydi? Bunu da bilmiyoruz. Efes’te kalıntıları arasında gezdiğimiz Artemis tapınağının kalıntıları orijinal tapınağa değil, sonradan tekrar inşa edilen tapınağa ait.
Peki aradan bu kadar uzun zaman geçmesine rağmen neden böyle “Dünya Harikaları” inşa etmiyoruz? Üstelik o dönemin insanlarından çok daha gelişmiş olanaklara sahibiz. Yoksa böyle yapılara olan ilgimiz yok mu oldu? Sanmıyorum çünkü ben “Mısır piramitleri benim ilgimi çekmiyor” diyeni görmedim 🙂 Eğer diğerleri ayakta kalsaydı eminim onlar da ilgimizi çekerdi. Ama burada gözümüzün önünde gizlenen iki şey var ve bu iki şey, soruya bakış açımızı tümden değiştiriyor.
Birinci bakış açısı şu: hala Dünya harikaları inşa ediyoruz. Evet. Aslında Dünya harikaları inşa etmeye hiç son vermedik. İnanmıyor musunuz? Üstelik bu Dünya harikalarından biri Dünya’nın çevresinde sürekli hareket ediyor! Neyden bahsettiğimi anladınız mı? Yukarıya bakın.
Uluslararası Uzay İstasyonu. Yerden 400 kilometre yüksekte, 5 uzay ajansının bir araya gelip kurduğu 109 metre uzunluğunda ve 73 metre genişliğinde bir Dünya harikası. Üstelik sürekli geliştirilmeye ve büyümeye devam ediyor. 22 farklı ülkeden astronot ağırlayarak birçok deneye ev sahipliği yaptı. 2010 yılı itibariyle maliyeti 150 milyar doları aştı. Yani kendisine en çok yatırım yapılan “tek şey” olma ünvanını kazandı. Sizi bilemem ama o tek şey, bence bir “dünya harikası”. Üstelik vakti zamanında savaşmış ülkeler olarak bir araya gelip insanlık olarak böyle bir şeyi yapmamız, onu daha da büyük bir Dünya harikası yapıyor.
Bu mevzuyu da öyle klişeden “Bilim önemlidir” mesajına bağlamaya çalışmıyorum. Çünkü Uluslararası Uzay İstasyonu bu kulvarda tek değil. Benim aklıma gelen bir tane daha var. Sizin de aklınızdan aynı şey mi geçiyor? Onun için de aşağı bakmamız lazım.
CERN’deki LHC, yani Büyük Hadron Çarpıştırıcısı. 1998 ve 2008 yılları arasında 100’den fazla ülkeden on binlerce bilim insanı ve mühendis bir araya geldi. Yerin tam 175 metre altına, 27 kilometrelik bir tünel açtı. Tam İsviçre-Fransa sınırına. Burada yüksek enerjili parçacıkları kafa kafaya çarpıştırarak, evrenin gizemlerine dair bilgilerimizi artırdık.
Üstelik sadece bu da değil. Yine CERN’den çıkan, öyle gözle pek göremediğimiz, fakat hepimizin hayatında muhteşem bir değişim yaratan bir “yapıt” daha var. İnternet! İşte internet tam olarak burada başladı. Parçacıkların birbirine nasıl bağlandığını aradığımız yer, bizi birbirimize bağladı. Gerçi son zamanlarda bu icat insanları ayrıştırmak için de kullanılıyor ama, parçacıklar olarak kutuplaşmak ya da bağlanmak bizim irademizde.
Yani aslında tüm bu “Dünya harikası” mevzusu “değerlerimiz” ile alakalı. Zeus tapınağı yapıldı çünkü onu yapanlar için Zeus çok önemli bir tanrıydı. Rodos heykeli yapıldı çünkü onu yapanlar işgalden kurtulmuşlardı. Babil’e asma bahçeleri yapıldı çünkü onu yapanlar için kraliçe pek kıymetliydi 🙂
Bugün bu tür yapıların hepsi de çok büyük paralar gerektiriyor ve bu paralar aslında hepimizin cebinden, vergilerinden çıkıyor. Haliyle her şeyden önce, “bizlerin bu tür şeyleri istemesi” gerekiyor. Önceden kralların kraliçelerin sağı solu belli değildi. Ne yapıp yapmayacaklarına öyle bugünkü gibi halkın tepkisini düşünerek karar vermiyorlardı. Gücü olan, istediğini yapıyordu. Halk sefalet içerisinde sürünüyordu belki ama, bize “Dünya harikaları” kalıyordu.
Zaman değiştikçe, “değer verdiğimiz şeyler” de değişti. Bizi ileriye götürecek şeylere, bilime teknolojiye ağırlık vermeye başladık. Sadece krala değil, halka da hizmet eden şeylere önem verir olduk. Çünkü bilimde, teknolojide, insan haklarında geri kalanın, uygarlık mücadelesinde de geri kaldığını gördük. Amaaa… Neden artık dünya harikaları yapmıyoruz sorusuna ikinci bir bakış açısı daha var. Olay yine “değerlerde”.
Yedi Dünya Harikası’nın Dünya haritasındaki dağılımına bakın. Buna Dünya haritası demek pek mümkün değil sanki. Çünkü Dünya’nın çok küçük bir bölümüne yapılmış hepsi de… Bu sırada dünyanın geri kalanında hiç mi önemli yapılar inşa edilmiyordu? Ediliyordu tabii ki.
İşte bu “Yedi Dünya Harikası” tam da bu sebeple aslında Helenik Yedi Harika olarak tanımlanır. O dönemin Yunan’ı bu coğrafyada büyük bir etkiye sahipti. Hem estetiğe hem de tarihe büyük bir özen gösterdiler ve bu etki de tüm coğrafyaya yayıldı. Aslında bundan daha fazla sayıda eser vardı ama onlar içlerinden yedi tanesini seçtiler çünkü o zamanlarda bilinen beş gezegeni, Güneş’i ve Ay’ı temsil ediyordu.
Halbuki başka toplumların, başka dünya harikaları listeleri de var. Hatta bazıları bu eserleri “Antik Dünya Harikaları”, “Orta Çağ Harikaları” ve “Modern Çağ Harikaları” olarak üçe ayırmayı tercih ediyor.
İşte Roma’daki Kolezyum bunlardan biri. Burası devasa bir amfitiyatro. O dönemde halkın bir nevi eğlence noktasıydı. Çeşitli halk gösterileri düzenlenirdi, gladyatör dövüşleri gerçekleştirilirdi, hatta infazlar bile yapılırdı.
Bir diğeri de Çin seddi. Öyle söylendiği gibi uzaydan görünmüyor. Ama siz buna aldanıp da onu ufak sanmayın. Çünkü 21 bin kilometre uzunluğuyla Dünya’nın en uzun yapıtlarından biri. Evet toplamda 21 bin kilometre! Dümdüz olsa, Dünya’nın çevresinin yarısı ediyor! Böyle bir yapının Dünya harikası olmaması mümkün mü? Vakti zamanında yabancıları sınırın dışında tutmak için tasarlanan bu yapı o yüzden bugün dünyanın dört bir yanından turistlerin akın ettiği bir yere dönüştü.
Benzer şekilde mimarisiyle yeni ufuklar yaratan Ayasofya. İtalya’nın ikonik yatık kulesi Pisa. Çin’deki sıradışı özgünlüğüyle Porselen Kule. Aslında bu kule 19. Yüzyılda isyancılar tarafından yıkıldı fakat 2010 yılında 156 milyon dolarlık bir bağışla bir replikası yapıldı. Yine İngiltere’nin en ikonik ve en eski yapılarından Stonehenge. Fotoğraflarda sıkça karşımıza çıkan Brezilya’daki Kurtarıcı İsa Heykeli. Hindistan’daki Taj Mahal… Bunların hepsi bulundukları toplumların ikonik eserleri. Hepsi kendi içerisinde bir değere sahip ve gelecek nesillere bir iz bırakıyor.
Düşününce ne kadar çok var değil mi? Aslında dünya harikaları inşa etmeye sürekli devam ediyoruz. Sadece “harika” olarak gördüğümüz şeyler zamanla değişiyor. Yine de bir sınırı var mı bunun? Galiba evet… Bazı şeylerin harika olarak anılmayacağını gayet iyi biliyoruz. Ve gerçekten harika olan bir şeyi, tüm dünya bir şekilde benimsiyor. Çünkü o şey, bir tarih taşıyor. Bir ders anlatıyor.
“Formdan ziyade fonksiyonellik”, işte çağımızın ana akım görüşü bu. İnşa ettiğimiz gökdelenleri, estetik zevkler için değil, daha çok iş maksadıyla yapıyoruz. Güzel görünmesini önemsemek yerine, çoğunlukla işlevselliğini esas alıyoruz. Burada ölçüyü kaçırırsak şehirler beton yığınlarına dönüşüyor. İnsanlığımızı unutuyoruz, robotlaşıyoruz.
Ama ölçülü yapılırsa da bazı şehirler kendi tarzını oluşturuyor. Örneğin “The Bear” dizisinin çekildiği Chicago böyle bir şehir. Her tarafta kendi tarzını yansıtan gökdelenler görürsünüz ama şehrin bir rengi ve bir havası vardır. Diziyi izlerken de o havayı alırsınız. Gökdelenler bu yüzden büyük şehirlerin bir nevi “harikası” haline geldi ama bırakın binlerce yıl ayakta kalmayı, birkaç yıl sonra daha büyüğü ve daha görkemlisi inşa ediliyor. Bu bile bir yarışa, bir gösteriş mücadelesine dönüştü.
Modernizmle gelen minimalizm, süslemelerin yok olması, bizi birçok detaydan kopardı. Giyimlerimiz bile artık böyle değil, çok daha pratik ve sade olacak şekilde. Hatta bu durumu “Geçmişte İnsanlar Neden Daha Şık Görünüyordu” videosunda detaylıca anlatmıştım. Evlerimiz değişti, iç mimarimiz değişti. Her şeyin pratiğini, sadesini, basitini tercih eder olduk. Daha mı iyi oldu? Onu sizin takdirinize bırakıyorum. Ama bilin ki, “Neden Artık Dünya Harikaları İnşa Etmiyoruz” diye soruyorsak, bir şeyleri farkında olmadan yanlış yapıyoruz.