Kategoriler
Sanat Sinema

Neden kimse bu diziyi konuşmuyor?

Size çok kaliteli olmasına rağmen adı pek duyulmamış bir dizi önermemi ister misiniz? Black Mirror (Kara Ayna) kalitesinde bir dizi. “Kesin izlemişimdir… Twilight Zone – Alacakaranlık Kuşağı? Değil. Westworld – Batı Dünyası. O da değil.” Her ikisi de çok kaliteli diziler… Westworld’ün felsefesini daha önce bu kanalda otomatik piyano üzerinden anlatmıştım. Ancak şimdi bahsedeceğim dizi bunlar kadar popüler değil. Yine de bazı bölümleriyle Westworld kadar felsefi, Twilight Zone kadar gizemli, Black Mirror kadar da ürpertici. Inside No: 9 – 9 numaranın içinde.

Bu bir kara komedi. 2014 yılından bu yana 4 sezonda toplam 24 bölüm olarak yayımlandı. Bölümler birbirinden tamamen bağımsız. Antoloji formatında. 30 dakikada hikaye başlıyor ve bitiyor. Yani izlemesi kolay, tabi 18 yaşından büyükseniz. Daha küçüklere tavsiye etmiyorum.

İçeriğiyle ilgili “spoiler”a girmeden enteresan bazı bilgiler vermeden önce şunu söyleyeyim. Çok iyi başlayan bu dizinin en son bölümü tam bir TV fiyaskosuna dönüştü. Sadece o son bölümün başına gelenlerin hikayesi ve perde arkası bile dizinin geri kalanı kadar enteresan. Eğer diziyi bugün izlemeye başlayacaksanız bu videoyu sonuna kadar izleyip nasıl bir şeye başlayacağınızı görün ve ondan sonra izleyip izlememe kararı verin derim.

Dizinin bölüm hikayeleri birbirinden tamamen farklı. Kimisi günümüzden kimisi geçmişten. Buna rağmen 24 bölümün 24’ünde de ortak olan 3 tane özellik var:

Birincisi mekan. Aslında mekanlar da farklı ama hepsi 9 numara. Her hikaye tek bir 9 numaralı mekanın içinde geçiyor. Bu 9 numaralı bir malikane, bir bina ya da bir apartman dairesi olabilir. Hatta ilk bölüm neredeyse tamamen bir dolabın içinde geçiyor. Düşük bütçeli kısa film çekmek isteyen hemen her gencin aklına buna benzer proje fikirleri gelmiştir 🙂 Bu dizide bütçeyi düşük tutmak için değil de yaratıcılığı yüksek tutmak için böyle bir format geliştirdiklerini düşünüyorum.

Tek mekanı anladık da neden hep 9 numara sorusunun açık bir cevabı yok. Dizinin adı öyle. Herhalde… diye düşünmüştüm başlangıçta. Ama sonra fark ettim ki her bölümde “acaba ne zaman 9 numarayı göreceğiz?” diye beklemeye başlıyorum. Üstelik bir noktadan sonra sadece bina, apartman, oda numaraları olmaktan çıkıyor. 2. sezonun ilk bölümü bir trenin 9 numaralı kompartımanında geçiyor. Aynı sezonun 4. Bölümünün tamamını güvenlik kameralarından izliyorsunuz. Ana güvenlik kamerası da 9 numaralı kamera. 4. Sezonun ilk bölümü bir otelin 9. katındaki koridorda geçiyor. Mekanlar hikayenin tamamlayıcısı değil, belirleyicisi oluyor. Dikkatsiz izleyicilerin kolayca gözden kaçırabileceği pek çok ayrıntı bize sessizce hikaye anlatmaya devam ediyor. Şimdi şu örneğe bir bakalım.

3. Sezonun 5. Bölümünün açılışında Vivaldi’nin dört mevsimi eşliğinde sabah koşusunu yapmakta olan bir adam görüyoruz. Nefeslenmek için durduğunda yerde bir ayakkabı teki görüyor. Kime ait olduğunu anlamaya çalışıyor. Bulamayınca kenara kaldırıp evine gidiyor. Tam kapıdan içeri girecekken izleyici olarak siz işte 9 numaralı kapıya geldi herhalde diye düşünüyorsunuz. Ama ısrarlı bir geciktirmenin ardından ters köşe. 22 numaralı evdeyiz. Aklınızda birden oluşan soru işaretlerinin cevabı bir sonraki planda veriliyor. Bu kez ayakkabının numarası 9. Peki hikaye onun içinde nasıl geçebilir? 30 dakikayı 4 eşit parçaya bölerek bunu anlatmışlar. Ana karakterin ruh halindeki değişimi 4 mevsimle paralel kurgulamışlar. Hikayenin sonunda kış geldiğinde neden o ayakkabı tekinin o kadar önemli olduğunu gözyaşlarınızı tutamayarak anlıyorsunuz. Dikkatsiz izleyiciler hızla bir sonraki bölüme geçerken, biraz daha dikkatli olanlar başa dönüyorlar. Başta gördüğümüz yanıltıcı kapı numarasının tek amacının bizi yanıltmak ya da şaşırtmak olmadığını anlıyoruz. Seçilen 22 sayısı da onu oluşturan her bir 2’nin ayrı bir kapı üstünde olması da doğrudan doğruya hikayenin özüyle alakalı. Sadece bu bölümde neden Stanley Kubrick ya da Wes Anderson gibi simetrik kompozisyonlar yapıldığı da ortaya çıkıyor. Evet tüm bölümler bu kadar etkileyici olmasa da çoğunda böylesine ilginç detaylar var. Daha dizi bile duyulmadığı için bu ayrıntılar çoğu kişi tarafından gözden kaçırılıyor.

Her bölümün ikinci ortak özelliği bu ikili. Bunlar dizinin yaratıcıları. Aynı zamanda senaristleri. Yetmiyormuş gibi oyuncuları. Sürekli farklı bir karakter olarak karşımıza çıkıyorlar. Her bölüm sanat yönetimi açısından da farklı özellikler taşıyor. İlk sezonun ikinci bölümünün adı “sessiz bir gece.” İzledikçe fark ediyorsunuz ki gerçekten sessiz bir bölüm bu. En sondaki bir iki cümle dışında hiç diyalog yok. Sadece vücut dili, ses efektleri ve müzikle hikaye anlatımı var. Kısmen sessiz sinema döneminin, Charlie Chaplin filmlerinin karakteristiğini yansıtıyor: fiziksel komedi ve slapstickin nefis bir karışımı. Bunun bir TV yapımı olduğunu hatırlatmama izin verin. TV için yapılan işlerde genellikle tamamen diyalog üzerine yüklenilir. Diyalogtan kaçınarak görüntünün gücüne yaslanan sinemacı bile pek kalmamışken böylesine cesur bir bölümü yazmış olmaları gerçekten şaşırtıcı. Bu bölümde oynattıkları konuk oyunculardan birinin seçimiyse “yok artık” dedirtici. Evet bu karakter Charlie Chaplin’in torunu. Gerçek torunu. Bu bilgiyi bilmeden izleyecekler pek bir şey kaçırmış olmayacak. Ama bilenler için hikaye başka bir katmanda yeni bir anlam kazanmış olacak.

Toplam 12 saat süren 24 bölümün tamamını izleyemem ben bana bir bölüm söyle oradan notumu vereyim diyorsanız doğrudan 2. Sezonun 2. Bölümüne gidiyorsunuz. “Christine’in 12 Günü” bölümünü izliyorsunuz.

Üçüncü ortak özellik bir çeşit sürpriz yumurta. Her bölümü birbirine bağlayan gizli bir obje. Bu tavşan heykeli. Evet her bölümde sahnelerin bir yerinde bu heykeli gizlemişler. Bu tür küçük numaralar sinema sanatında her zaman tartışma konusu olmuştur. Hikayeye bir şey katmadığını hatta onun değerini azalttığını söyleyenler bile olabiliyor. Benim görüşüm şu: bu tür noktalar hikaye anlatıcısıyla onu dinleyenler arasında özel bir bağ oluşturuyor. Bu tür içerikleri yüzeysel olarak izleyip geçen geniş kitleler var. Bir de üzerinde kafa yoran, sadece diyaloglara değil, mekanlara, objelere, arka plana bakarak oradan da bir şeyler çıkartmaya çalışan bir azınlık. İşte kitapların, filmlerin, dizilerin, YouTube videolarının çoğu sadece o büyük kitlelerle ilgileniyor. Ama bazıları da bir yandan onlara bir şeyler anlatırken bir yandan azınlık için, onların bu dikkati, zekası, sorgulama çabasını karşılıksız bırakmamak için böyle güzel ayrıntılar sunuyor. Şimdi size bahsettiğim bu tavşan heykelini bir bölümde nasıl sakladıklarını göstereyim.

En beğendiğim bölümlerden biri. 3. Sezon 3. Bölüm. Sphinx Bulmacası. Tahmin edebileceğiniz gibi içinde bir bulmaca var. Tavşanımızı şöminenin hemen önüne koymakla yetinmemişler. Bir de bu bulmacanın içine gizlemişler. Bölümde karakterler bu bulmacanın tamamını çözemiyorlar. Kalan bir kaç kelimeyi bulmaya zahmet ederseniz şöyle bir çözüm ortaya çıkıyor. Tam ortada aşağıya doğru inen bir siyah bir beyaz şeklindeki sütunu gördünüz mü? Buradaki harfleri birleştirdiğinizde ONE LEPUS yazısı ortaya çıkıyor. Bu Latince’de “bir tavşan” demek.

İşte böyle dahice ayrıntılar içeren bir dizi son bölümünde nasıl bir fiyasko yaşadı? Takdir edersiniz ki bu kadar ayrıntılı işler için çok ciddi bir ön hazırlık gerekiyor. Yazılan senaryolar defalarca elden geçiriliyor. Sonuç da başarılı oluyor… genellikle… Bence başarılı geçen 4 sezon ve 24 bölümün ardından heyecanla 5. Sezonu beklemeye başladım. Nihayet geçtiğimiz Ekim ayında 25. Bölümü yayınlayacaklarını duyurdular. Ancak diğer bölümlerden önemli bir farkı olacaktı bu bölümün. Canlı olarak yayınlanacaktı. Şimdi TV programlarının canlı yayınlanması gayet normal de böyle kurgulu işlerin canlı olarak yayınlanması pek rastlanmayan bir durum. Ama sürekli yeni şeyler deneyen bir ekipten bu fikir geldiği için pek şaşırmadım. Ne de olsa 3. Sezonun ilk bölümünü 70’li yılların estetiğine uygun olsun diye gerçekten o yıllardan kalma kameralarla çekmişlerdi. Zaten hikayeler tek mekanda geçtiği için bir çeşit tiyatro gibiydi. Dolayısıyla bunu canlı olarak yayınlamak o kadar da kötü bir fikir değildi.

Ama canlı yayınlar her zaman risklidir. Murphy yasaları. Bir şeyler mutlaka yanlış gider. Üstelik bu ekibin yayın yapacağı stüdyoların geçmişte pek çok kez canlı yayın kazalarına uğradığı biliniyordu. 1950’lerde yapılan Granada Stüdyoları uzunca bir süre “Coronation Street” adlı bir dizinin seti olmuştu. Ancak o dizinin çekimleri sırasında da pek çok tuhaf kaza yaşandığı rapor edilmişti. Bazıları sete hayaletlerin dadandığını söylüyordu. Konuyu araştıran uzmanlar tabiki bu söylentilere prim vermediler ama araştırmaları sonucunda ilginç bir şey buldular. Granada Stüdyoları eski bir mezarlığın üstüne kurulmuştu. 22000 kişinin mezarı unutulmuş ve üstüne başka hayatların sahnelendiği setler kurulmuştu. Coronation Street dizisi bu seti terk ederek başka yere taşındı. Granada Stüdyolarıyla ilgili dedikodular bitmedi. Yetkililer bir noktadan sonra en azından bir kesimi tatmin edebilmek için bir exorcist bile tutmayı denediler. Bazıları der ya: adın çıkacağına canın çıksın diye. İşte bu stüdyoların da böyle adı çıkmış. Neyse bu tür şeylere inanıp inanmamak tercih meselesi. Bizim Inside No:9 ekibi bunlara kulak asmadan bir şeyler yanlış gitmesin diye her türlü tedbiri almışlar.

Nihayet canlı yayın günü gelip çatınca geri sayım yapıldı ve yayın başladı. Her zaman olduğu gibi bölüm başında 9 numarayı gördük ama bu kez olan biten her şey canlı kamera hareketleriyle veriliyordu. Bölüm gayet heyecanla ilerlerken olabilecek en saçma şey oldu ve karakterlerin mikrofonlarında ses problemi meydana geldi. Önce seyirciye hissettirmeden çözmeye çalıştılar fakat tekrar edince gizleyemeyeceklerini anlayarak teknik arıza nedeniyle yayına ara verdiler. Tabi bu arada sosyal medya coşmuştu. Felaket, fiyasko. Yakışmadı BBC’ye gibi yorumlar doldurdu herkesin timelineını. Düşünün bizdeki TRT’nin İngiltere’deki karşılığı bu kanal. Canlı yayında dizi yapacağım diye onca zahmete girdikten sonra böyle necefli maşrapa ekranı girmek zorunda kalıyorsun. Neyseki hatayı düzeltip tekrar yayına girmeyi başardılar ama izleyicilerin çoğu için artık iş işten geçmişti. Başka kanala çoktan geçmişlerdi. Sabredip kalanlar bir müddet daha izlediler fakat aynı arıza yeniden ortaya çıkınca bu kez yayını durdurdular. Özür dileyerek başka bir tarihte tekrar yayınlayacaklarını söylediler. Sonra da dizinin eski bölümlerinden bu videoda da bahsettiğim “sessiz gece”nin tekrarını yayına verdiler. Tabi herkeste müthiş bir hayal kırıklığı. En çok da dizinin yapımcılarında. Sen 4 yıl emek verip nefis bir dizi için birbirinden güzel 24 bölüme imza at. Sonra 25. Bölümü TV tarihindeki ilklerden biri olacak şekilde canlı yapmayı tasarla. Ama daha bir kaç dakika geçmeden ses problemleri ortaya çıksın, bunları çözemeyince de daha dokuzuncu dakikada pes edip canlı yayını iptal et. Onu telafi etmek için de arşivdeki 24 bölüm içinden seçe seçe “sessiz bir gece”yi oynatmayı seç. Bir dakika. Bu kadar tesadüf üst üste gelebilir mi? Diye düşünenler “sessiz gece” bölümünde normalde olmayan şu sahneyle kendilerine geldiler. Bütün bunlar önceden planlanmıştı. Bu dizi deneysellikte sınır tanımamaya kararlıydı. Bizim ikili güya teknik arıza nedeniyle kuliste kendi aralarında geyik yaparken yayının kontrolünü hayaletler ele geçirmişti. Canlı yayın devam ederken oyuncular izleyicilerle Twitter’dan canlı olarak etkileşime bile geçtiler. Bu öyle bir bölüm olmuştu ki ancak bir kez ve canlı olarak yapılabilirdi. Inside No:9 bir kez daha yeni bir format denemişti.

“Neden kimse bu diziyi konuşmuyor?” için 10 yanıt

Netflixte yayınlanan “Russian Doll” adında yeni bir dizi. Tavsiye olunur. Bu dizideki gibi ince detayları güzel bir şekilde işlemiş. Ayrıca bazı bölümlerde değişik sinematografi teknikleri de kullanılıyor.

Selamlar Barış abi bir fikrin olsa idi bunu İntellectual Ventures ile mi Applied Minds ile mi paylasirdiniz ve Nedeni.

İki sezonu tamamladım. Christine”in 12 Günü harikaydı. Dediğiniz gibi, sadece bu bölüm üzerine bir bölüm hazırlanabilir. Beni onun kadar etkileyen birkaç bölüm daha oldu. Tavsiyeniz için teşekkür ederim.

Barış abi rica etsem Person Of Interest incelemesi yapabilir misin? Bu diziyi pek kimse bilmiyor açıkçası 5 sezonluk bir dizi ve teknolojiyle alakalı. George Orwell’ın 1984 romanını okumuşsanız eğer o romanda da sürekli izlenme ve dinleme hali vardı. Person of Interest dizisinde de “Özgürlükler Ülkesi” olarak lanse edilen ABD’nin tüm ülkeyi kameralarla örüp tüm vatandaşlarını nasıl izlediği ve dinlediği anlatılıyor. Yani adeta bir distopya sunuluyor bize. Bu diziyi kimse bilmediği gibi de konuşmuyor bu dizi incelemesini yapabilir misin Barış abi?

O dizi çok güzeldi yaa. Aslında Elon Musk yapay zeka, quantum bilgisayarlar/biyolojik bilgisayar işine girmişti sonra onuda starman projesi adı altında Mars’a araba göndericem ayağına uzaya gerçekliği değiştiricek bilgisayarı yolladı. Duyduğuma göre kötü şeyler yapmak için değil de sadece kötülerin teknolojilerini engellemek için yapmış

Merhaba The OA dizisinin de incelemesini yapabilir misiniz? Beni ve arkadaşlarımı çok etikeleyen bir diziydi, fakat netflix diziyi 2. Sezon sonunda bitirme kararı aldı ve tüm hayranları çok büyük bir tepki vermesine rağmen maalesef işe yaramadı. Fakat izlenme sayısı artarsa devamı gelebileceği duyurulmuş. Özellikle dizinin 2. Sezonu bende farklı bir etki bıraktı. Şimdiden teşekkür ederim.

1. Sezon 1. Bölümde Doctor Who dizisine atıfta bulunulmuş, dikkatinizi çekti mi bilmem.. Doctor Who da efsane bir dizidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir