Kategoriler
Bilim Felsefe

Neden tek gözlü değiliz?

Gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biri olarak kabul edilen “Alien – Yaratık” filminin son sahnesinde kamera yavaş yavaş gözlere doğru yaklaşır. 

 

    • This is Ripley. Last Survivor of Nostromo.

 

Bu Ripley. Nostromo’da hayatta kalan son kişi. 

Onun donuk gözlerinden korkuyu okuruz. Uzayda yeni bir dünyayı keşfederken karşılaştığı bir yaratık onun tüm arkadaşlarını öldürmüştür. Biri hariç. 

 

    • Come on kitty.

 

Bir kedi. Sahnenin başında Ripley’nin kucağında duran bu kediyi yönetmen filmin bir yerinde daha kullanır. Yaratığı ilk kez gördüğümüz yerde. Daha doğrusu tam olarak göremediğimiz. Bize film tarihinin en iyi tasarlanmış yaratığını açık seçik göstermek yerine sadece onu gören bu kediyi gösterir. Sadece kedinin gözlerine bakarak korkmamızı ister.

Kestik!

Yönetmen bizi korkutmak için ısrarla gözleri gösteriyor. Kamerasının tek gözüyle normalde görmeye alışık olduğumuz insan ve kedi gibi yaratıkların gözlerine odaklanıyor. Oysa bilim-kurgu ya da korku filmlerinde normalde alışık olmadığımız şeyleri görürüz. Kedinin karşılaştığı yaratık da öyle bir şey. Bizi korkutmak için çok zekice yapılmış bir tasarım. Bu yaratığın özellikle gözleri çok zekice tasarlanmış. Zaten filmlerin tarihine bakarsanız yönetmenlerin bunu çok önceden keşfettiğini fark edersiniz. Işık saçan, pörtlek, kırmızı, simsiyah gözlerin ve tabii ki sürüngen gözlerin bizleri korkudan koltuğumuza yapıştırır.

Aslında böyle ‘anormal’ gözlerin insanları korkutuyor olması yeni keşfedilmiş bir şey sayılmaz. Eski çağlarda da vardı. Tabi o zamanlar görsel efekt diye bir şey olmadığı için insanlara en korkunç gelen anormallik, bir yaratığın iki değil de sadece bir gözü olmasıydı.

Yaratık filminin bir sahnesinde uzay gemisinin mürettebatının yeni bir dünyayı keşfetmeye çalıştığını görüyoruz. Her tarafta tanımadıkları bir medeniyetin izlerini buluyorlar. 

Aynı şey binlerce yıl önce Anadolu’ya gelen Antik Yunanlılar için de geçerliydi. Bunların öyküsünü anlatan Cevat Şakir Kabaağaçlı ya da diğer adıyla Halikarnas Balıkçısı Antik Yunanlıların, Anadolu’nun değişik yerlerine serpiştirilmiş çok sayıdaki kaya kabartmasını görünce büyülendiklerini, biraz da korktuklarını anlatır. Hatta der ki Hititlerden ya da Frigyalılardan kalan bu dev boyutlu kabartmalar, insanları hep yandan tasvir ettiği için tek gözleri görünür. Biz bunların gerçekte tek gözlü olmadıklarını biliyoruz. Perspektif nedeniyle bu şekilde yapılmışlar. Ama yine de o zamanki insanlar için alışık olmadıkları bir durum bu. Dev boyutlu bu kabartmalardan etkilenen ve o zamanların yönetmeni sayabileceğimiz bugünkü İzmir bölgesinde yaşadığı sanılan ünlü biri vardı: Homeros. O da etkilendiği hikayeleri toparlayarak bir film çeker, şey destan yazar. Odesa adlı bu destanının içinde Kiklop diye bir efsane de vardır. Kökeni işte bu tasarımlar, bu kabartmalardır. “Çünkü” der Halikarnas Balıkçısı “o dönemin Yunanlıları, Anadolu halklarının tek gözlü ve dev olduklarına gerçekten inanmışlar.” 

Gerçekten böyle mi olmuştur bilemeyiz. Ama bir filmde ya da bir kitapta ne zaman karşıma tek gözlü devler çıksa aklıma hemen bu hikaye gelir. Öte yandan tek gözlü masal yaratıkları Yunanlılara has bir şey değil. Örneğin Japon kültüründe de adına Hitotsume-Kozo adı verilen tek gözlü, kel, upuzun dili olan ve bebek görünümlü bir yaratık vardır.

Homeros’a göre tek gözlü Kikloplar kibirli; tarımdan, sanattan, hayata dair hiçbir şeyden anlamaz, yasa ya da kuralları olmayan, insan yiyen, vahşi ve korkulası yaratıklardır. Oysa Japonların Hitotsume-Kozo’sunun insana vereceği en büyük eziyet onun kafasını şişirmektir. Çünkü Hitotsume-Kozo’lar geceleri boş sokaklarda dolaşan, yalnız birini gördü mü yanına gider ve durmaksızın konuşarak kafa ütülerler. Ha, bir de bu yaratıkların o kocaman pörtlek gözlerine uzun uzun bakarsanız hipnotize olup bayılma ihtimaliniz var. 

Şimdi içinizde eminim ‘ama bizim de Tepegözlerimiz var’ diyenler olacaktır. Evet doğru. Dede Korkut Masalları içinde rastladığımız Tepegöz ile Kikloplar arasında şaşırtıcı benzerlikler var. Tepegözler dağda, bayırda, ıssız yerlerde yaşıyor ve gelen geçeni korkutmakla meşgul oluyorlar. Bir Tepegöz sadece gözünden yara alabilir, yani bir kahramanın Tepegöz’ü başka türlü etkisiz hale getirmesi mümkün değil. Aşil’in kemiği neyse Tepegöz’ün gözü o.

Kikloplar, Hitotsume-Kozo’lar ya da Tepegözler, farklı kültürlerdeki ortak öykülerden yalnızca bir tanesi. Tıpkı tufan anlatısı gibi… Modern zamanlarda da tek gözlü korkunç yaratık mitolojisininin izlerine rastlamak mümkün. Örneğin X-Men’de, ya da Narnia’da Kiklop örneklerini gördüğümüz gibi Manga  geleneğinde de Hitotsume-Kozo’nun birazcık(!) değişime uğramış hallerini görüyoruz. Ah, bu arada Mike Wazowski’yi unutursak çok ayıp olur.

İnsan hayal gücü, tek gözlü yaratıklarla yakından ilgili, bu kısmı anladık ama gerçekte böyle bir yaratık hiç var mı acaba? Siz hiç tek gözü olan bir canlı gördünüz mü? 

Var. Hem de çok. Kocaman bir biyolojik cins bu isimle anılıyor üstelik. Ama boyları en fazla 5mm olduğu için ve böceğimsi bir şey oldukları için, bizim korku beklentimizi pek karşılamıyorlar. Tamam Kikloplar gibi dev olmasınlar ama (eliyle böcek gösteriyor gibi yapıp yüzünü ekşiterek) ufacık da olmasınlar canım! Canlı kanlı şöyle ele avuca gelen, tek gözlü bir hayvan yok mu yahu?

Maalesef yok. Mesela memeliler sınıfında hiç tek gözlü canlı yok. Eski çağlarda insanlar tek gözlü korkunç ve tehlikeli canavarlar hayal etseler de işin doğrusu tepegözlerin gerçek dünyada yaşama şansları pek olmazdı. Neden? Çünkü tek gözü olan bir canlı dünyayı sadece iki boyutlu görebilir. Tek göz, hayatta kalmayı kolaylaştırmayı bırakın, zorlaştıran, hatta imkansız hale getiren bir şey olabilir.

Şöyle anlatayım; Örneğin televizyonda topla oynanan bir oyun var. Hani bazen olur ya, top havada bir süre asılı kalır. Topun ekrandaki büyüklüğü de çoğunlukla pek değişmediği için siz seyirci olarak o an top gerçekte ne yöne gidiyor anlamakta güçlük çekersiniz. İşte bunun sebebi kamera dediğimiz cihazın tek gözlü olması. Daha doğrusu kamera bir çeşit tepegöz olduğu için, üçüncü boyuttan, derinlik duygusundan mahrum. O yüzden bazı yönetmenler kameranın bu zayıflığını kendi avantajlarına çevirirler. Mesela Peter Jackson. Yüzüklerin Efendisi filmi, kameraların bu zayıflığını bir avantaja çevirerek pek çok optik hileyle çekildi.

Belki siz de böyle hileler kullanmışsınızdır. Instagram’daki en popüler tatil fotoğraflarını bir düşünün. Güneşi avucunda tutanlar, Pisa kulesiyle atraksiyona girenler bunu hep kameraların bu zayıflığı sayesinde başarıyor. Çünkü fotoğraf ve film dediğimiz şey iki boyutlu görüntü demektir. 

Peki sinemalarda oynayan 3 boyutlu filmlere ne demeli? Onlar özel kameralarla çekiliyor. Üç boyutlu film çeken bir kamera gördünüz mü hiç? Size bir kaç tane göstereyim. Üç boyutlu çekim yapabilen bu cihazlara stereo kamera adı veriliyor. Bunlarla ilgili dikkatinizi çeken bir şey oldu mu? Tek gözlü değiller. Daha çok bize benziyorlar. Bunların da iki gözü var.

Çünkü kameraların derinlik duygusunu kaydedebilmeleri, yani gerçekten görebilmeleri için iki gözü olması gerekiyor. Bu hem bizim için hem de diğer bütün canlılar için geçerli bir durum. Kendi kendinize şöyle bir test yapabilirsiniz: elinize iki kalem alın, bir gözünüzü kapayın ve en fazla iki saniye içinde kalemlerin uçlarını birbirine dokundurmaya çalışın. Kollarınızın eşit uzunlukta olduğunu bilmenize rağmen tek gözle bunu başarmanın iki göze göre daha zor olduğunu fark edeceksiniz.

İki göz dünyayı farklı açılardan görmemize yarar. Yani aslında sağ gözümün gördüğü şeyle sol gözümün gördüğü şey aynı şey değildir. İki gözümden beynimin görme merkezine iletilen sinyaller arasında iki gözümün gözbebekleri arasındaki mesafe kadar konum farkı vardır.

Bu sayede beyin her iki gözden sinyalleri ayrı ayrı işleme tabi tutarak geometrinin en bilinen teoremlerinden birini uygular. Hem de bize çaktırmadan. Bu teoremin adı sinüs teoremi.

Yaz çocuğum: bir üçgende bir kenarın uzunluğunu karşısındaki açının sinüsüne bölerseniz hep aynı sayıyı elde edersiniz ve bu üçgenin köşelerinden geçen çemberin çapına eşittir. 

Madem öyle, çıkarın kağıt kalemi yazılı yapıyorum. E bu kadar ders anlatırsam sınav da yapmaya hakkım olur değil mi? Hayır mı? Sınav istemiyor musunuz? Peki madem, devam edelim öyleyse…

İki gözümüzü ve baktığımız nesneyi bir üçgenin üç köşesi olarak düşünebiliriz. Bakın şöyle:

Eğer bu şekilde, bu üçgene ait üç değeri biliyorsak, nesnenin bize uzaklığını hesaplayabiliyoruz. Bunu bize sinüs teoremi söylüyor. Bir nesneye bakarken göz yuvarlarımızı hareket ettiren kaslar sayesinde A ve B açılarını beynimiz hesaplayabiliyor. Ayrıca iki gözümüzün arasındaki mesafeyi de biliyor ve şekildeki üç değer bu sayede bilinir hale geliyor. Sinüs teoremini kullanıp gereken hesabı bir çırpıda yapan beynimiz bize elmanın uzaklığını bu şekilde söylüyor. Mesela yaklaşmakta olan bir tehlikeden bu sayede haberimiz oluyor. Tek gözümüz olsaydı, büyüklüğü hakkında hiçbir fikrimiz olmayan bir nesne bize yaklaşıyor olsaydı bize ne kadar uzakta olduğunu kolay kolay bilemeyecektik. Hayatta kalmak için çok gerekli bir şeyden mahrum olacaktık. Gerçek dünyada Tepegözlerin yaşayabilmesi bu sebeple imkansız. 

İki açı ve iki nokta arasındaki mesafenin bilinmesiyle nesnelerin uzaklığını hesaplamaya paralaks yöntemi adı verilmiş. İnanmayacaksınız ama yıldızların uzaklıkları bile bu yöntem sayesinde hesaplanıyor. Nasıl mı?

Astronomlar gökyüzündeki bir yıldızı altı ay arayla, yani dünyanın güneş etrafındaki yörüngesinin birbirine en uzak iki ucundan gözlemlediklerinde aslında nesneleri iki gözümüzle görürken beynimizin kullandığı hesaplama yöntemini uygulamış oluyorlar. Konu aslında bir üçgen kurmak ve bu üçgene ait üç değeri bilmek. Sonrasında üçgen bizimdir!

Size gösterdiğim o üç boyutlu kameralar var ya, onlar da iki farklı görüntüyü bir bilgisayara göndererek yapay zekanın beynimizi taklit etmesini sağlıyorlar. Tabii ki yine sinüs teoreminin yardımıyla oluyor Triangulation adı verilen bu iş… Paralaks yöntemi sayesinde üç boyutlu görebilen robotlar bugün üretim bantlarında nesneleri çok daha isabetli bir şekilde yakalamaya başladılar bile.

Şimdi en başta sorduğumuz soruya geri dönelim. Bir göz mü daha korkunç, (bakınız Hitotsume-Kozo), yoksa iki göz mü?

Bu soruyu başta gösterdiğim “Alien – Yaratık” filmini çekmeden önce yönetmen Ridley Scott da sormuş. Filminde o kadar korkunç bir yaratık istemiş ki, onu tasarlamak için bir ressamla anlaşmış. Taa İsviçre’den çok ünlü bir ressamla: H.R. Giger. Kendisi hayal gücünün sınırlarını zorlayan bir sanatçı. Yıllardır kendi kabuslarını tuvaline aktarmayı çokça denemiş biri. Ve bu film için öyle bir tasarım yapmış ki ilk karşılaştığımız sahnede donup kalıyoruz. Yönetmen bize onu açık seçik göstermek yerine bir kedinin gözlerini gösteriyor. Hemen arkasından başka birinin. Sonra başka bir mürettebatın. Sonra Ripley’nin. Yaratığı hayal meyal gördükten hemen sonra ısrarla bize alışık olduğumuz yaratıkların gözlerini göstermesinin bir sebebi var. Çünkü üç gözden, iki gözden, tek gözden çok daha korkutucu bir şey var. Çünkü bizi korkutan yaratığın gözleri çok zekice tasarlanmış. Çünkü onun gözlerinin olması gereken yerde hiçbir şey yok!

“Neden tek gözlü değiliz?” için 7 yanıt

Barış abi,ben 13 yaşında uzay tutkunu biriyim.Uzay’a öyle bir merakım ve sevgim var ki.Astronot olup Uzay’a gidip Ay’ın üstünde yürümek benim ennn büyük hayalim.Ama kafam çok ama çok karışık.Bu hayalimi nasıl gerçekleştirebilirim,hangi yolu izlemeliyim bilmiyorum.Bu arada benim Uzay sevgim öyle çocukların merakı falan gibi değil.Gerçketen çok istiyorum.Uzay benim için gerçekleştirmek istediğim bir amaç.Uzay’ın korkutucu yanları da var ama onlarıda düşünerek çok istiyorum.Kısaca senden tek istediğim lütfen bununla alakalı bir video çeker misin Barış abi?Seni ve videolarını çok seviyorum..

Merhaba. Bu konu hakkında aklıma takılan birşey var. Öncelikle ben küçük yaşımda bir gözümü tamamen kaybettim ki, ondan öncede zaten görmüyordu. Şuan sadece bir gözüm var ancak hala yakını ve uzağı algılaya biliyorum. Peki bu nasıl oluyor?

Abi merhaba bu gün gokyüzunde parlak bir şey dikkatimi çekti ve senin onerdiğin uygulama yardımı ile(skywie)baktim ve o yildiz bize 66 ışik yili uzaklıktaymiş ve adı hamal imiş yildiza bakdim ve ayni betelguese gibi rengi kırmizıydi olmeye yakin bir yıldiza benziyordu ama wikipedia dahilinde patlama ile ilgili bir bilgi bulamadim bi arastirmasinı yapip videoya cekersen sevinirim

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir