Zamanda yolculuk herhalde insanların en çok yapmak istediği şeylerden biri olsa gerek. Bunun için güçlü hayalleri olanlar bilim kurgu kitapları yazdılar, diziler, filmler çektiler. Böyle bir yolculuk için herkes kendi çağına ve kültürüne göre çözümler bulmaya çalıştı. H. G. Wells bir zaman makinesi kullanmayı düşündü. Dr. Who bir kulübeyle yolculuk yapıp durdu. Şimdi ben kulübe deyince Dr. Who fanları “Hayır, o T.A.R.D.I.S! Uzaydaki zaman ve izafi boyut kelimelerinin kısaltması” diyecekler. Haklılar. Sonuçta zamanda yolculuk yapmayı sağlayan bir araç hayali. Lucy filminde böyle bir aracıya dahi ihtiyaç kalmadan seyahat edebiliyorsunuz. Modern dünyadan sıkıldın ve geçmişe mi gitmek istiyorsun? Elinle kaydır ve 100 yıl öncesine git! Yetmediyse bir daha kaydır ve 500 yıl öncesine git. Biz “buralar hep dutluktu” diyoruz ya oralar da bataklıkmış. Yetmedi mi? İyice abart ve 100 milyon yıl öncesine gidip dinozorlarla karşılaş.
Şu anda siz bu videoyu izlerken bir yerlerde sessiz sedasız içinde yaşadığımız dünyanın bir kopyasını yapıyorlar. Amaçları gerçek dünyayla bu kopya dünyayı birleştirmek. Peki ne işe yarayacak böyle bir şey? İşte asıl soru bu. Büyük bir ihtimalle internetin ve sosyal medyanın yerine geçecek. Şimdilik bir basket sahasına toplanmış insanları şaşırtmakla yetiniyor.
Az önce izlediğimiz şey size çok çarpıcı gelmemiş olabilir. Buna benzer görsel efektleri yıllardır sinemalarda, televizyonlarda izliyoruz. Ama işin püf noktası da bu zaten. O filmleri izlerken iki boyutlu perdelerden, camlardan başka bir dünyayı görüyoruz, bizimkini değil. Mesela şu anda beni elinizdeki cep telefonundan, bilgisayar ya da televizyonunuzdan izliyorsunuz. Ben kendi stüdyomdayım, siz de kendi odanızda. Peki ya ben de sizin odanıza en azından bir görüntü olarak gelip köşedeki sandalyeye oturabilsem nasıl olurdu? Ya da en sevdiğiniz film kahramanları, bir uzay gemisinin değil de sizin kapınızdan içeri girseydi? Az önceki balinanın basket sahasına gelmesi gibi iki farklı dünya birleşmiş olurdu. İşte bu konsept, biraz “Augmented Reality – Artırılmış Gerçeklik” biraz da “Virtual Reality – Sanal Gerçeklik”e benziyor. Tam olarak “Mixed Reality” adı veriliyor. “Karışık gerçeklik” diye tercüme edebiliriz. Bunun biraz felsefi bir tanımı daha var: Ayna Dünya.
Dünyanın en Tehlikeli Tırmanışı
Google Maps’teki street view – sokak görünümü özelliğini kullanıyor musunuz? Ben dünyanın farklı yerlerindeki sokaklarda sanal da olsa dolaşmayı çok seviyorum. Bu görünümde sadece sokaklarda değil dünyanın bazı özel noktalarında da dolaşabiliyorsunuz. Mesela dağlara tırmanabiliyorsunuz. Burası Yosemite parkındaki El Capitan. 914 metre yüksekliğinde granit bir duvar. 1851 yılında keşfedildikten sonra ilk kez 1958’de tırmanılabilmiş. Bugün teknoloji sayesinde oturduğunuz yerden oraya tırmanmanın nasıl bir deneyim olduğunu tam olarak yaşayamasanız bile en azından görebiliyorsunuz. Bunun için üç usta dağcı 360 derecelik çekim yapabilen bir kamerayı ve tripodu sırtlayıp tüm tırmanışı görüntülemişler. Bizim fotoğraflarına bakarken bile ellerimizin titrediği yerlere tripod ve kamerayı kurup çekim yapmışlar. Geceyi yerden 300 metre yüksekteki bu yarım metrelik girintide uyumaya çalışarak geçirdiğinizi bir hayal etsenize. Tırmanış rotası boyunca bu dağcıların ne gibi teknikleri kullanarak tırmandıklarını görebiliyorsunuz. Vücutlarını iki kayanın arasına sıkıştırıp tırmandıkları bölümler var. Yorulunca incecik kayaların üstüne uzanıp dinleniyorlar. Parmaklarıyla küçücük çatlakları bulup onlara tutunarak yükseliyorlar. Yükselmenin mümkün olmadığı noktalarda gözle görülmesi bile çok zor olan küçük deliklere tutunarak yana ya da aşağıya doğru kıvrılıyorlar. Bazen kocaman kayaların altında yollarını bulmaya çalışıyorlar. Tüm vücut ağırlıklarını parmak uçlarında taşıyorlar. Bu bazı durumlarda o kadar acı verici oluyor ki çığlık atmadan duramıyorlar.
Uzaylılar bizi buldu mu?
Sahilde bir yürüyüş yaptığınızı düşünün. Yerde binlerce küçük taş var. Hepsi birbirinden farklı. Yine de uzaktan baktığınızda bunların hepsinin de taş olduğunu görebiliyorsunuz. Doğal yollarla oluşmuş milyonlarca taş. Sonra bunların arasında uzaklarda bir şey dikkatinizi çekiyor. Diğerlerinden daha farklı görünen bir şey. Hem daha parlak, hem de şekli çok daha farklı. İnce uzun bir şey. Acaba bu da doğal yollarla oluşmuş bir taş mı yoksa yapay olarak üretilmiş bir nesne mi?
Size çok kaliteli olmasına rağmen adı pek duyulmamış bir dizi önermemi ister misiniz? Black Mirror (Kara Ayna) kalitesinde bir dizi. “Kesin izlemişimdir… Twilight Zone – Alacakaranlık Kuşağı? Değil. Westworld – Batı Dünyası. O da değil.” Her ikisi de çok kaliteli diziler… Westworld’ün felsefesini daha önce bu kanalda otomatik piyano üzerinden anlatmıştım. Ancak şimdi bahsedeceğim dizi bunlar kadar popüler değil. Yine de bazı bölümleriyle Westworld kadar felsefi, Twilight Zone kadar gizemli, Black Mirror kadar da ürpertici. Inside No: 9 – 9 numaranın içinde.
Şu anda devam etmekte olan bir deney dünyanın en uzun süreli tasarlanmış deneyi. 500 yıl sürecek şekilde planlanmış. İlginç bir deney. Ama daha da ilginci bunun gibi çok uzun süredir devam eden başka deneylerin de olması. Şimdi başlangıç tarihlerine göre en yenisinden en eskisine doğru bu deneylere bir göz atalım mı?
1948 – Framingham Kalp Çalışması
1948’de 5209 kişi üzerinde 20 yıl sürmesi planlanan bir çalışma başlatıldı. Fakat alınan faydalı sonuçlar nedeniyle durdurulmadı, 70 yılı aşkın süredir devam ediyor. Deneye katılanlardan bir kısmı artık hayatta değil ama bu süreçte onların çocukları ve çocuklarının çocukları da artık bu deneyin bir parçası haline geldi. Her iki yılda bir katılımcılar üzerinde testler yapılıyor. Şu anda bizim için çok normal gözüken bazı bulgular bu deneyle kanıtlandı. Mesela sigaranın kalp hastalıklarına yol açtığı. Evet bize şimdilerde çok normal gelen bu bilgi bir zamanlar o kadar da net değildi. Hatta onun bazı konularda faydalı olabileceği bile söyleniyordu. Böyle uzun ve kapsamlı deneyler, araştırmalar yapılmasaydı belki gerçeğin ortaya çıkması çok daha uzun sürecekti.