Kategoriler
Sanat Sinema

Süpermen “Amerikan Rüyası”nı Neden Bitirdi?

Size çok basit bir sorum var: Süpermen kimdir?

Cevabınız muhtemelen belli: Mavi kıyafetli, kırmızı donlu, pelerinli, süper güçlü, iyi bir adam. Kimilerine göre ilk süper kahraman. Uzaydan gelmiş olsa da bu kadar ülke içinden her zamanki gibi Amerika’ya düşmüş biri. Hem de onun tam ortasına Kansas’taki adı gibi küçük bir kasabaya. Smallville onun çocukluktan gençliğe ve yetişkinliğe geçiş yeri. Amerika’nın Anadolu’sunun bağrından kopup gelmiş biri. 1938’deki ilk çizgi romandan beri onu daha çok bu haliyle görüp tanıdık.

Ancak 2025’te gösterime giren en yeni filmiyle birlikte bazı şeylerin değişmeye başladığını hissediyoruz. Ben hala filmi izlemedim, o yüzden istesem de spoiler veremem. Ama bu videoda filmin yayınlanmış fragmanındaki görüntüler, replikler, tasarım fikirleri üzerinden geçmişteki hikayelerle bağlantılar kurup bir yorum yapmak istiyorum. “İzlemeden film analizi” gibi bir şey olacak yani. Çünkü Amerikalı bir ikon olarak tasarlanmış bu karakter artık neredeyse bir “yasa dışı göçmen” gibi konumlandırılıyor.

Bu biraz haddini aşan bir iddia gibi gözükebilir ve hatta kulağa komplo teorisi gibi gelebilir. Ama kanıtlarım var ve hepsi de aslında yıllardır gözümüzün önünde duruyordu.

Her şey birkaç yıl önce sessiz sedasız yaşanan bir değişimle başladı. Süpermen’in o meşhur sloganını görmüşsünüzdür: “Truth, Justice, and the American Way; Gerçek, Adalet ve Amerikan Yolu”. İşte DC Comics, bu sloganı değiştirdi. Artık yeni slogan: “Gerçek, Adalet ve Daha İyi Bir Yarın”.

Bu basit bir kelime oyunu gibi gözükse de aslında yeni bir kimlik beyanı. “Amerikan Yolu” gibi spesifik, ulusal bir kavramdan; “Daha İyi Bir Yarın” gibi evrensel ve tüm insanlığı kucaklayan bir ideale geçiş yapmaya çalışıyorlar. 

Unutmayın, Süpermen özünde bu dünyaya ait değil. O Kripton gezegeninden gelen bir “alien”. Bu kelime her ne kadar bizim dilimize uzaylı olarak çevrilse de Amerikan göçmenlik sisteminde vatandaş olmayan kişiler için de kullanılıyor. Yani Süpermen tam anlamıyla bir göçmen. Zaten çizgi romanın yaratıcıları Jerry Siegel ve Joe Shuster’ın kendileri de göçmen ailelerin çocuklarıydı ve 1930’ların Amerika’sında “öteki” olmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorlardı. Süpermen, onların umuduydu. Farklı olanın, dışarıdan gelenin de “büyük bir kahraman” olabileceğinin simgesiydi.

İşte yeni filmin fragmanı için seçilen sahneler ve replikler de sanki bunu vurguluyor gibi.

Lois diyor ki: “Aslında, ülkeye yasa dışı yollarla girdin.” Clark’ın cevabı çok net: “İnsanlar ölecekti!”

Bu zor bir ikilem. Bir yanda uluslararası hukuk, egemenlik hakları, sınırlar var. Diğer yanda ise bir bireyin doğru olanı yapma içgüdüsü. Bir yerde yangın varsa ve sen de itfaiyeciysen yanan eve girmek için kapıyı kırmak doğru bir davranış mıdır? Peki ya o ev başka bir ülkenin toprağındaysa ne olur? Soru bu.

Ve bu sadece gazeteci Lois’in sorusu değil. Belli ki otoriteler de bu durumdan rahatsızlar. Hükümet, Süpermen’i bir kurtarıcıdan çok, denetlenemeyen, gücüyle ne yapacağı belli olmayan bir risk faktörü olarak görmeye başlamış. Hesap vermesi gerektiğini düşünüyorlar.

Bu “sonradan başa bela olan kahraman” teması Pixar’ın animasyonu “Incredibles”ta da çok güzel işlenmişti. İnsanlara yardım etmekten başka bir şey düşünmeyen “saf iyilik fikri” bile bazı güç odaklarını rahatsız edebilir. Çünkü kontrol kaybedilebilir. Süpermen evreninde bu çatışmayı en tepeye taşıyan, en tehlikeli hale getiren kişi tabii ki Lex Luthor. Yeni filmde Nicholas Hoult’un canlandırdığı bu karakter, politik gerilimi alıp patolojik bir nefrete dönüştürüyor. Ve bunu çok zekice bir yöntemle yapıyor: Ötekileştirerek. 

  • “O bir insan değil. O bir ‘şey’.”

Arkadaşlar bu laf çok önemli. “It” dedi. “Şey” diye çevirebiliriz. Bu, tarihin en karanlık sayfalarında “öteki” olarak görülen, yabancı veya farklı olduğu için tehlikeli kabul edilen gruplara karşı kullanılan dilin ta kendisi. Luthor, Süpermen’i insanlıktan çıkararak ona karşı yapılacak her türlü eylemi meşrulaştırmaya çalışıyor. Onu bir tehdit, bir “şey” olarak kodluyor. “şey”tanlaştırıyor.

Peki yönetmen James Gunn, bu dramatik çatışmayı, bu politik ve felsefi kördüğümü nasıl çözecek? Daha fazla yumrukla mı? Daha büyük patlamalarla mı?

Hayır.

Dediğim gibi filmi izlemedim ama fragmanın bize sunduğu en radikal, en cesur fikir bu değil gibi geliyor bana. Bize “Aha!” dedirtecek şey çok daha farklı bir yerde oluşturulmuş. Burada değil de, burada. Çözüm en insani özelliklerden birinde. Tek kelime: şefkat. Aslında o S’nin altına küçük bir çengel atmalılar 🙂

Evet, Krypto. Süpermen’in bir köpeği var. O öyle yapayalnız, fildişi kulesinde insanlardan kopuk, tanrısal bir figür değil; işten eve geldiğinde onu bekleyen, ona koşan tüylü bir dostu olan biri. Bu detay o kadar insani, o kadar normal ki, Lois bile şaşırıyor: “Senin bir köpeğin mi var?”

İkinci ve en güçlü kanıt ise ailesi. Onun fiziksel gücü Kripton’dan gelebilir, ama karakteri, ahlakı, yani onu “Süpermen”deki süper yapan asıl şey, yetiştiği kasabadaki insanlardan geliyor.

Biliyorsunuz onun ikili bir kimliği var. Gündüzleri gazetede çalışıyor, böylece yardıma muhtaç insanların haberlerini ilk elden öğreniyor, sonra da içindeki gizli kostümü ortaya çıkarıyor. Ama bu kimlik ikiliği bundan ibaret değil. O aynı anda hem Kansaslı köylü çocuğu hem de kozmik bir varlık. Yani biz izleyiciye “Çifte aidiyet mümkündür” diyor, nereden olursan ol, evrenin bir parçası olduğunu unutma.

Babası ona “Seni sen yapan bu” derken kaslarını ya da uçma yeteneğini kastetmiyor. Kalbini kastediyor. Ve bu sıcaklık, filmin renklerine bile sinmiş. Snyder döneminin o kasvetli, gri tonlarının yerini, umut dolu, canlı kırmızılar, parlak maviler, sıcak sarılar almış. 

Süpermen’in yeni döneminin verdiği mesaj bu şekilde çerçeveleniyor. Bir kahramanı tanımlayan şey onun nereden geldiği değil, kim olmayı seçtiği. Kriptonlu bir “şey” olmayı değil, Kansas’lı bir “insan” olmayı… ve daha da önemlisi o eski “Amerikan yolu”nun yerine “daha iyi bir yarın” için çabalayan evrensel bir umut olmayı seçmesi. 

Yani yönetmen demek istiyor ki doğru soru “hemşerim memleket nire?” değil. Doğru soru “hemşerim nörüyon? Yani bu gücü ne için kullanacaksın?”

İşte Süpermen’in nihai çözümü bu. Film, onun kökenleri veya yasal statüsü üzerine kurulu bir çatışmayı, tamamen “bireysel ahlak ve sorumluluk” üzerine bir hikâyeye dönüştürüyor. Onu yargılayanlar pasaportuna bakarken, o, yardıma ihtiyacı olan insanlara bakıyor.

Superman’in her dönem bu şekilde yeniden yorumlanmak zorunda. Çünkü o, toplumun kendine tuttuğu bir ayna. 1938’de Büyük Buhran’ın yorgun Amerika’sına “sosyal adalet” yumruğu sallayan bir halk kahramanıydı. II. Dünya Savaşı’nda savaş tahvili satıp Mihver güçlerine tek başına kafa tuttu. Başlangıçta Superman’in radyo dizisinde sadece “gerçek ve adalet” kelimelerine vurgu vardı. Ancak dizinin başlamasından iki yıl sonra, savaşın ortasında, 1942’de açılış cümlesine “Amerikan tarzı” ifadesi eklendi. Bir anlamda Superman’in vatanına olan sadakati netleştirildi.

Soğuk Savaş’ın şovenist havası ve McCarthy döneminin kızgın atmosferinde, 1950’lerde George Reeves’in başrolde olduğu televizyon dizisinin açılışında görkemli bir şekilde şöyle deniyordu:

“Superman, dev nehirlerin yönünü değiştirebilen, çıplak elleriyle çeliği büken, ve büyük bir metropol gazetesinde çalışan, mütevazı muhabir Clark Kent kılığına girmiş biri olarak, gerçek, adalet ve Amerikan tarzı için bitmek bilmeyen bir mücadele verir.”

Artık bu slogan tüm dünyada tanınır hale geldi. Amerikan tarzı derken o dönem için “komünist değil” demeye getiriyorlardı.

Yıllar içinde bu slogan çeşitli medya biçimlerinde farklı formlarda kullanıldı. 1966 yapımı The New Adventures of Superman adlı animasyon dizisi, “Amerikan tarzı” ifadesini çıkararak onun yerine “gerçek, adalet ve özgürlük” ifadesini kullandı. Bu da, kısa süre önce yürürlüğe giren Sivil Haklar Yasası ve Oy Hakkı Yasası’yla uyumlu bir slogandı. 

1970’lerdeki Super Friends çizgi dizisi ise benim en favorim olan sloganı üretti: “gerçek, adalet ve tüm insanlık için barış” gibi evrensel bir versiyona geçiş yaptı.

1970’lerin sonunda, Superman Christopher Reeve’in başrolünde yer aldığı filmle bugüne kadarki en geniş kitleye ulaştı. Ve orada da Lois Lane, Superman’e neyi savunduğunu sordu. Superman o zamanlar da meşhur sloganla ve gururla cevap veriyordu: “Gerçek, adalet ve Amerikan tarzı.”

Çizgi romanlardaysa bu slogana daha mesafeli davranılıyordu. Popüler kültür tarihçisi Roy Schwartz’a göre, “gerçek, adalet ve Amerikan tarzı” ifadesi ancak 1991’de, Superman’in ilk kez ortaya çıkışından 53 yıl sonra çizgi romanlarda kullanıldı.

Superman No. 53’ün kapağında kendisi selam durur halde görülür, arka planda dalgalanan Amerikan bayrağının şeritleri içinde büyük harflerle o sloganı görürüz: “TRUTH, JUSTICE AND THE AMERICAN WAY!”

Ancak çizgi romanın içindeki hikâyede Superman, küresel bir vizyonu da sahiplendiğini şöyle dile getirir:

“Bu bayrağın temsil ettiği her şeye inanıyorum. Ama Superman olarak dünyanın vatandaşı olmam gerek. Politik sınırlar fark etmeksizin tüm hayata değer veririm.”

Yani yavaş yavaş propagandavari bir metinden daha evrensel bir şeye geçiş yapıyoruz. Zaten 2001 yılında başlayan ve 10 sezon süren Smallville dizisinde, Lise başkanlığına aday olduğu ilk sezonda okulun gazetecisi ona siyasi duruşunu soruyor. Clark Kent bir politikası olmadığını söylese de iyilik yapmak üzere yetiştirildiği için şöyle cevap veriyor: “Ben… gerçek, adalet ve… başka şeylerin yanındayım.”

İşte 80 yılı aşkın bir süredir giderek değişen bir mesajı var ve o yüzden yeni filmle birlikte Süpermen’in artık Amerikan Rüyası’nı bitirdiğini düşünüyorum. Ne diyordu o rüya: çok çalışırsan, dürüst olursan, sonunda hak ettiğin yere ulaşırsın. Yani, bireysel bir yükseliş hikâyesiydi bu. Ama dünya artık farklı bir yer. Artık bireysel kahramanlıklardan çok, kolektif bir kurtuluş ihtiyacı hissediyoruz. Çünkü bugün yüz yüze olduğumuz büyük problemler; iklim krizi, göç dalgaları ya da pandemi gibi sorunlar, tek başına bir süper kahramanın üstesinden gelebileceği türden değil. Bu gezegen gemisinde hepimiz varız, ya birlikte yüzdürürüz ya da hep birlikte batarız.

DC Comics’in Süpermen’in sloganını değiştirme nedeni de ticari kaygılar dışında herhalde bu olmalı. Artık ihtiyacımız olan şey “Amerikan Yolu” gibi milliyetçi bir sembol değil; tüm insanlığı içine alan evrensel bir ideal: “Daha iyi bir yarın.” ideali. Bu şemsiyenin altında toplanalım, bu hikayenin peşinde koşmaya başlayalım denmeye çalışılıyor. 

Ha bunun yöntemi gösteriliyor mu, bir filmle ya da çizgi romanla gösterilmeli mi, tabiki hayır. Ama hayal gücümüz şekillendiriliyor. Bize ilham veriliyor. Ezilenlerin savunucusu, toplumsal vicdanın sesi, demokrasinin ve sorumlu vatandaşlığın güçlü bir destekçisi olmak için illa kırmızı bir don ya da pelerin şart değil deniyor. Biraz hakikat, biraz adalet, ve bolca şefkat yeterli.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir