Kategoriler
Bilim Teknoloji

Yakında Hayvanlarla Konuşabilecek miyiz?

Yarın uzaylılar Dünya’ya gelse, en büyük problemimiz ne olurdu? Onlarla konuşmak! 

Nasıl konuşacağız? Ne diyeceğiz? Kim konuşacak? Sınıf başkanı mı?

2010 yılında Birleşmiş Milletler’in yaptığı gizli bir toplantıya dair dedikodular yayıldı. Bu toplantıda, uzaylılar Dünya’ya geldiklerinde, onlarla kimin görüşeceği konuşuldu. Ve bir kişi seçildi: Malezyalı astrofizikçi Mazlan Othman. Tabii kendisi böyle bir şeyin görüşülmediğini söyleyerek iddiaları yalanladı. Ama gerçek şu ki, insanlık çok uzun bir zamandır uzaylıları merak ediyor. Yıllardır SETI (Search for Extraterrestrial Intelligence) projesi kapsamında uzayda akıllı yaşam arıyor. Tamam şimdiye kadar herhangi bir şey bulamadık. Peki ya bir gün böyle bir durum yaşanırsa?

Ne dediğini anlayabildik mi? Peki yeterli zaman tanınsaydı, bir uzaylının dilini deşifre edebilir miydik? Arrival filmi tam olarak bunu ele alıyor. Bu tabii ki öyle pat diye olacak bir şey değil. Bakmayın filmde işlerin hızlı ilerlediğine 🙂 Birbirimizin dilini öğrenmek bile epeyce bir zaman alıyor. Hatta aynı dili konuşsak bile bazen birbirimizi anlayamıyoruz! Fakat insanı insan yapan, aynı zamanda sahip olduğumuz bu güçlü iletişim becerisi. Ve bu beceriyi bir adım daha ileriye götürmek mümkün. Üstelik bunun için uzaylıları beklememize gerek yok. Kendi gezegenimize baksak yeter. Okyanusların derinlikleri bizim için hala Ay’dan, Mars’tan bile daha gizemli. Arrival’da gelen hayali uzaylılarla konuşmak için o kadar çaba sarf ederken, dibimizde yaşayan ahtapotlarla, yunuslarla, balinalarla konuşmaya çalışmak çok mu zor? Evet biraz zor, ama imkansız olmamalı. Hele bu yapay zeka çağında! 

Araştırmacılar uzun süredir, farklı türleri dinliyor. Balinalar, yunuslar, çayır köpekleri… Her birinin kendine özel dili var. Sperm balinaları, tıpkı mors kodu gibi kliklere benzer sesler çıkarıyor. Yunusların gülmeyi andıran seslerini duymuşsunuzdur. Fakat onların bir de imza sesleri var.  Çayır köpeklerinin de tehlike sezdiklerinde sesleri farklılık gösteriyor gibi. Birbirlerini neyi gördüklerine dair uyarıyorlar! 

Her bir türün kendine has bir iletişimi var gibi. Çünkü her birinin kendine özel bir yaşam deneyimi var. Sosyal hayvanlar olmaları, aile olarak birlikte yaşamaları, birbirleri arasında iletişim kurabilmeyi de önemli kılıyor. Tabii bu iletişime bir dil denebilir mi, çok uzun zamandır tartışılıyor. Üstelik dilin ne olduğu konusunda pek bir fikir birliği de yok. Fakat kendi içlerinde birçok tür bir şekilde iletişim kuruyor. Buna beden dili de dahil. En azından bazılarının kelimeleri ve belirli yapıları anlayabildiklerini biliyoruz. 

Ama hayvanların iletişimini daha iyi anlayabilmek için, önce insanların dilini anlamak lazım. Çünkü hayvanlarla bu konuda farklılıklarımız olsa da ortak yanlarımız da var. Bunun için farklı dilleri incelemeliyiz. Örneğin Çince gibi bazı diller, tonlamalı dil olarak geçer. Yani kelimenin nasıl yazıldığı ve nasıl okunduğu, o kelimeyi doğru kullanmak için yeterli değil. Böyle dillerde kelimeyi okurken yapılan vurgu, kelimenin anlamını da değiştirir. Türkçe pek böyle bir dil olmasa da bizde de benzer durumlar var. Mesela…

“Nasıl olur?” – Normal bir soru olarak algılanabilir.

“Nasıl olur?” – Şaşkınlık veya hayret içeren bir vurgu ile anlam tamamen değişir.

Yani kelimedeki o vurgu, o tonlama, frekans farkı kelimenin anlamını değiştiriyor. Bazı topluluklarda bunun olup, bazılarında olmaması bile başlı başına bir video konusu. Ona değinmeyeceğim 🙂 Ama bu tam olarak aklımızdaki soruyu cevaplıyor. Eğer hayvanlar basit birkaç ses kullanıyorsa, tonlamayı değiştirerek farklı şeyler ifade ediyor olabilirler. İşte çayır köpeklerini dinleyen araştırmacılar bunu keşfetmişler. Şimdi bu üç sesi iyi dinleyin. Birinci ses geliyor. Bu da ikinci ses. Ve bu da üçüncü. Aradaki farkı ayırt edebildiniz mi? Hepsi aynı mı geldi? 

30 yıldan uzun süre çayır köpeklerini çalışan Con Slobodchikoff, aynı gibi duyulan bu üç sesin aslında farklı anlamlara geldiğini keşfetmiş. Bunların üçü de aslında uyarı sesi. Yani hayvanların etrafta bir tehlike varken birbirlerini uyarmak için çıkardıkları sesler. “Dikkat, avcı” diyor yani. Fakat daha spesifik detaylar da veriyor. İlkinde, “Dikkat, çakal” diyor. İkincide “Dikkat, köpek”, üçüncüde de “Dikkat, insan” diyor. Yani aslında çayır köpekleri sadece bu türleri tanımakla, ayırt etmekle kalmıyor. Uyarı sesine kattıkları tonlamayla, bunu diğerlerine de aktarabiliyorlar. Bir çayır köpeği bu sesi çıkardığında, diğerleri bir çakalın etrafta olduğunu anlıyor. 

Nasıl olur 🙂

Araştırmacıların çalışmaları bunlarla sınırlı kalmamış tabii. Zekice bir test oluşturmuşlar. Kadınlara sarı, yeşil ve mavi renkli tişörtler giyerek çayır köpeklerinin yakınından yürümelerini istemişler. Sadece onların uyarı sesi çıkarmasına yetecek kadar. Çünkü aynı zamanda o canlılara rahatsızlık vermek de istemiyoruz. Bu kadınların görünümlerinde diğer her şeyi ortak. Sadece tişört renkleri farklı. Bu sırada çayır köpeklerinin çıkardığı sesleri kaydetmişler. Tabii her zamanki gibi “dikkat insan” şeklinde bir uyarı yapmışlar. Fakat mavi tişört giyenlerin geçtiği zamanlarda farklı bir tonda ses çıkarttıklarını keşfetmişler. Yeşil ve sarı olduğunda ise daha farklı sesler çıkarmışlar. Bu başta biraz garip gelebilir ve neden sadece maviye özel bir muamele yaptıklarını düşünebilirsiniz. İşin büyüsü de orada. Çünkü çayır köpekleri sarı ve yeşil arasındaki farkı ayırt edemiyor 🙂 Bu bilgi aslında, tonlamalarıyla ilgili yaptıkları bu keşfi de doğruluyor.

Bunların hepsi çok etkileyici. Bu hayvanların konuştuğu dilleri bir miktar da olsa anlayabiliyoruz demek. En azından tek tük bir şeyler çıkartmayı başardık. Ama bu yeterli değil. Onlarla konuşabilmekten hala çok uzağız. 

Peki daha başka ne yapılabilir acaba? Böyle anlamsız görünen bir sürü veriyi yüklediğimizde onlardan anlam çıkarabilecek bir aracımız olsa keşke, değil mi? Aslında bakarsanız son birkaç yıldır hızla gelişen bir aracımız var: Yapay zeka. İyi ama yapay zeka tam olarak onlarla konuşmamızda nasıl yardımcı olacak? Eğer şu anda bile bunu yapay zeka olmadan ayırt edebiliyorsak, yapay zekanın katkısı nedir? 

Her şeyden önce, şu zamana kadar öğrenebildiklerimiz çok kısıtlı. Ancak bu tür nokta atışı bazı şeyleri keşfedebildik. Yapay zeka bunu hızlandırabilir. Çünkü iki önemli katkısı var: 

  1. O HIZLI
    Sayıca fazla ve karmaşık veriyi hızlıca inceleyip ve ayırt edebiliyor, 
  2. O ÜRETKEN
    Karmaşık yapılardan elde ettiği anlamla, yeni kelimeler üretip iletişimi geliştirebiliyor.

Örneğin sperm balinaları. Onlar için de bir CETI (Cetacean Translation Initiative) projesi var. SETI değil CETI. Bu kez C ile yazılıyor. Bu proje kapsamında araştırmacılar sperm balinalarını takip ediyor ve onların seslerini dinliyor. Özellikle çıkardıkları bu klikleri. Tıpkı mors kodunda olduğu gibi her bir tıkın ve aralıklarının bir anlamı var. Farklı farklı kombinasyonlar oluşturuyorlar. Sanki bir hikaye anlatmak istiyorlar. Belki de anlatıyorlar çünkü bu balinalar sosyal canlılar. Aileleriyle birlikte yaşıyorlar. Belki de “Oğlum karnını doyurabildin mi” diyor. Kim bilir?

Tabii bu kodu çözebilmek için, balinaların sesini kaydetmek başlı başına bir “challenge” 🙂Bak bu kelimeye de tam bir karşılık bulamadık. Başlı başına bir meydan okuma! Bunun için bazen botlarla balinaların yanına gidiyorlar. Bottan suya hidrofonlar, yani su altında ses alan mikrofonlar bırakıyorlar ve kaydetmeye başlıyorlar. Bu çok etkileyici bir deneyim olsa da sürekli yapabileceğiniz bir şey değil. Gerçi bu projede çalışan araştırmacılardan Shane Gero, sırf bir balina ailesi başka yere gitti diye kendi ailesini de alıp başka bir yere taşınmış! Adanmışlık diye buna derim 🙂 Ama yine de başka yöntemler de izliyorlar. Bunlardan biri, yüzebilen dronlar kullanmak. Fakat onların da batarya problemi var o yüzden bu da zaman zaman faydalı olabilecek bir yöntem. En enteresan yöntemi en sona sakladım. Balinaların üzerine bu bildiğimiz vantuzlarla… Hidrofonu yapıştırıyorlar. Balina için hiçbir şey değil. Fakat bu cihaz 7/24, yılın her günü kayıt yapıyor. 365 gün… Bu kayıtları dinleyip, tek tek sesleri ayıklayıp, hangi balinadan hangi ses çıkmış, ne zaman ne demiş, nasıl bir tonlama… Off, sadece sayarken bile yoruluyor insan! Yani birisinin oturup tüm bu kayıtları dinlemesi mümkün değil zaten. İşte yapay zeka tam burada devreye giriyor.

Bilgisayar, veriyi bizden çok daha hızlı inceleyebiliyor. Bizim her saniye, bir saniyelik kayıt dinleyebilme yeteneğimiz var 🙂 Bir günlük kaydı dinlemek bir gün sürer. O da tek seferde hiç durmadan dinleyebilirsem ki geriye sarmam gerekeceği kesin. Hızlandırma yöntemi de işe yaramaz çünkü bu sefer sesin frekansı artar. Fakat bilgisayar için bir günlük kayıt, sadece okunması gereken bazı sayılardan ibaret. Ve bunu saniyeler içerisinde yapabilir. İşte bir sürü balinadan gelen ses dosyaları indirgenerek klikler bu şekilde tespit ediliyor. Evet onun üzeindeki hidrofon her şeyi kaydediyor fakat bizi ilgilendiren sadece klikler. Bu klikler ayrıştırıldıktan sonra, ne tür sesler olduklarına göre sınıflandırılıyor. Sınıflandırıldıktan sonra da yapay zeka, bize göre karmaşık olan parametreleri inceleyip, hangi balinadan geldiğini algılıyor. Yani yapay zekanın katkılarından biri, büyük veriyi analiz etme, ayıklama, indirgeme ve bizim için sınıflandırma. Yapay zekanın bu katkısı, problemin “onları anlayabilme” kısmında çok işe yarıyor. Fakat bir de “onlarla konuşabilme” kısmı var. İşte yapay zekanın ikinci katkısı da burada geliyor. Onları anladıktan sonra, onlarla konuşabilmek.

40 seneden uzun bir süredir yunuslarla çalışan Denise Herzing, onların dilini anlamaya kendini adamış. “Dilini anlamaya” diyorum ama, kendisi bile bir dilleri olup olmadığından emin olmadığını söylüyor. Fakat seslerinden bazı anlamlar çıkarabilmeyi başarmışlar. Bunlardan en sıradışı olanı, belki de her birinin bir imzası olması. Yani kendi isimleri olması. Her yunusun kendine özel bazı seslere sahip olduğunu keşfetmişler. Bir nevi “Merhaba benim adım Luna” diyor karşıdaki yunusa. O da ona “Merhaba ben Trimy” diyor. Tabii bu isimleri biz uydurduk. Gerçekte Luna böyle, Trimy de böyle duyuluyor. Yunusların ıslığı…

Fakat olay burada yeni başlıyor. Şimdiye kadar sadece dinleyip anlamayı tartışıyorduk. Bu tek yönlü bir iletişim. Peki biz de onlarla konuşabilir miyiz? Herzing’in aklına işte bu soru takılmış. Çünkü yunuslarla yüzdükçe, onların insanlara olan ilgisini fark etmiş. Konuşabilseler, sanki konuşacaklar! İnsanları taklit ediyorlar. Aynı zamanda kendi aralarında oyunlar oynuyorlar. Favori oyunlarından biri de bu su yosunu oyunu. Kuyruklarıyla onu yakalayıp sürükleyip bırakmayı, birbirlerine paslamayı seviyorlar. Herzing bunu bir fırsat olarak görmüş ve oyunlarına dahil olmaya karar vermiş. Tıpkı mahallede oynayan çocuklara yanaşıp, “ben de oynayabilir miyim” demek gibi. Ve yunuslar bunu kabul etmiş…

CHAT adında bir cihaz geliştirmişler. Dört farklı sembole, dört farklı ses eklemişler. Bu sesler aslında yunusların repertuarının dışında olan sesler, yani yapay sesler. İçlerinden biri de tıpkı su yosunuyla olan oyun gibi, bir iple olan oyunu temsil ediyor. Fakat bu sesler öylesine de uydurulmuş değil. Yunuslar tarafından kolayca taklit edilebiliyor. Ve bu testleri sırasında Herzing ve ekibi önemli bir ana tanıklık etmiş. Şimdi burayı dikkatli izleyin. Herzing önce ip oyunuyla ilişkili ıslığı çalıyor ve ipi alıp dalmaya başlıyor. Maksadı yunusların ilgisini çekebilmek. İpi bırakıyor ve gelmelerini ümit ediyor. Onlar da hemen su yosununu yakaladıkları gibi ipi yakalayıp oyun oynamaya başlıyorlar. Ve tam bu sırada tekrar ip oyunu ıslığını çalıyorlar. Yunusların bunu anlayıp ipi onlara getirip getirmeyeceğini merakla bekliyorlar. Ardından da… Yunuslar yukarıya çıkıp ipi Herzing’in eline bırakıyor! Ve bu an olayların anlatıldığı o TED konuşması sırasında büyük bir alkış alıyor. Çünkü bu koşullu şartlanma gibi bir durum değil. Bu, insanla bir yunus arasındaki iletişim. İşte yapay zeka da bu oyundaki gibi uydurduğumuz ama onlar tarafından anlaşılabilen kelimeleri, iletişim yollarını bulmamıza yardımcı olacak.

Tüm bunlar sadece bir başlangıç. Çünkü bir dilleri varsa bile, bazen bu bizim deneyimlerimizin çok ötesinde. Örneğin bir yunus hiçbir zaman ateşin ne olduğunu anlamayacak. Oturmanın ne demek olduğunu bilmeyecek. Aynı şekilde onların kültüründe olan bazı şeyleri de biz tam olarak anlayamayacağız. Tıpkı en başta gösterdiğim Arrival filminde olduğu gibi. SETI’den CETI’ye pek de bir fark yok aslında. Uzaylılar mı? Yunuslar mı? Belki de önemli olan bu değil. Belki de önemli olan kelimelerin ötesinde de bir iletişim şekli olduğunu anlayabilmek. Canlıların uyum içinde yaşayabilmesi için işte böyle bir köprü kurmak gerekiyor. Yapay zeka bize bu köprüyü kurmak için araçlar sunabilir. Ama o köprüden geçecek olanlar, her zaman bizler olacağız.

Yapay zeka, neyin ne olduğunu anlamamızda çok yardımcı olacak. Fakat birbirimizi gerçekten anlamak, bundan daha fazlasını gerektiriyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir