Göz yanılmaları… Optik illüzyonlar… Şaşı bak şaşırlar… Hareket etmemesine rağmen hareket ediyormuş gibi görünen yatay-dikey çizgiler.
Bunların çoğunu, öyle ya da böyle biliyoruz. Büyük oranda görsel bir dünyada yaşıyoruz. Bu yüzden, öne çıkan illüzyonların, yanılsamalarının da görsel dünyada yer alması şaşırtıcı değil.
Ama bugün, görsel dünyadan biraz olsun sıyrılacağız ve işitsel dünyanın labirentlerinde ilginç bir gezintiye çıkacağız. Konumuz: Ses yanılsamaları. Ya da diğer adıyla: İşitsel illüzyonlar.
Bu yüzden, eğer şu anda beni bir hoparlörden dinliyorsanız, bölümü durdurup, kulaklığa geçmeyi isteyebilirsiniz. Çünkü bu bölümdeki illüzyonların hepsini olmasa da bir çoğunu, bir kulaklık kullanmadan deneyimlemeniz mümkün olmayacak. Ama kulaklıklarınızı takarsanız, inanın bana duyduklarınıza inanamayacaksınız 🙂
Dediğim gibi, görsel illüzyonlara aşinayız. Çünkü fazlasıyla görsel bir dünyada yaşıyoruz. Görmek, çoğumuz için, dünyayı algılarken kullandığımız birincil referans. Günlük hayatta bile, duyduğumuza değil, gördüğümüze inanıyoruz. Mahkemelerde şahitlik edenlere bile verdiğimiz isim: Görgü tanığı. Belki de görsel illüzyonlar, bu yüzden bizi özellikle şaşırtıyor. En güvendiğimiz duyumuzu, çaresiz bıraktıkları için yani.
Ama aslında, illüzyonlar karşısında çaresiz kalan şey, çoğu zaman duyu organlarımız değil. Çünkü ne yalnızca gözlerimizle görüyor, ne de yalnız kulaklarımızla duyuyoruz. Duyu organlarımızdan gelen verilerin işlendiği, senkronize edildiği yer: Beynimiz. Ve çoğu zaman yanılan şey, duyu organlarımızdan çok, zihnimizin bu verileri işleyişi oluyor.
Şu anda arkada, bir süredir duymakta olduğunuz ses, ilk illüzyonumuz: Shephard-Risset Tonu. Sürekli aşağı yönde hareket ediyor, sürekli pesleşiyor, kalınlaşıyor öyle değil mi? Peki, sizce ne zaman sona erecek? Öyle ya, sürekli pesleşen bir sesin, bir süre sonra artık insan kulağının işitemeyeceği seviyeye inmesi ve kesilmesi gerek. Ama hayır. Shephard-Risset Tonu’nun özelliği tam da bu. Sonsuza dek sürebiliyor. Hatta öyle ki, şu anda arkada duyduğunuz sesin ait olduğu orijinal video, 10 saat uzunluğunda. 10 saat boyunca sürekli ama sürekli aşağı yönde hareket eden ve hiç bitmeyen bir ton. Sonsuz bir tünelden aşağı, boşluğa doğru düşer gibi, öyle değil mi?
Ama bu yalnızca bir “kulak yanılsaması”.
Anlatmaya çalışayım: Aslında duyduğunuz bu ton, tek bir sesten oluşmuyor. İçinde birden fazla frekans aynı anda var. Hatta tam olarak: birbirinden birer oktav uzaklıkta 3 tane sinüs dalgası var bu sesin içinde. Dikkatli dinlerseniz, bunları belki ayrı ayrı işitebilirsiniz. Sinüs dalgalarının her biri giderek alçalıyor, bu doğru. Ama daha fazla alçalamayacak noktaya gelen frekans, yavaaşça sönümleniyor. Zayıflayıp, sessizleşip, kayboluyor… Ve yeni bir sinüs dalgası, bu kez ince bir tondan sessizce ve yavaaşça denkleme dahil oluyor. Bu geçiş öylesine farkettirmeden gerçekleşiyor ki, kulaklarımız aşağı yönde hareket eden diğer iki tonu baskın tonlar olarak duyuyor. Ve beynimiz, aslında sürekli olduğu yerde sayan bu sekansı, sonsuza dek alçalan bir ton olarak algılıyor.
Garip değil mi? Kimileri bunu, berber direği illüzyonuna benzetiyor. Hani, özellikle Amerika’daki berberlerin önünde olan, kırmızı-mavi-beyaz şeritlerden oluşan, sonsuza dek sarmal oluşturuyormuş yanılsamasını yaratan şu meşhur sembol. Buna Shephard-Risset Tonu’nun görsel illüzyonlar dünyasında karşılığı denebilir.
Ama bu illüzyon tekniğinin geçerli olduğu tek alan, ton algısı değil. Aynı mantık kullanılarak, ritmin de sonsuza dek hızlanması veya yavaşlaması gibi bir illüzyon da yaratılabiliyor. Şimdi şunu bir dinleyin:
Sizce bu ritm, daha ne kadar hızlanabilir? Cevabı biliyorsunuz. Sonsuza kadar gibi görünse de, aslında sürekli olduğu yerde sayan bir ritm bu. Aynı mantıkla, çok hızlanan ritm yavaşça sessizleşiyor, ve yavaş bir ritm alttan alta denkleme dahil oluyor. Bunu ayrımsamak, Shephard-Risset Tonunu ayrımsamaktan nispeten daha kolay. Çünkü ritmi takip etmek daha kolay bir şey. İsterseniz bu kez daha dikkatlice kulak kesilin ve farkettirmeden denkleme dahil olan yavaş ritmi yakalamaya çalışabilirsiniz.
Dikkatli dinlediğimiz zaman, bizi yanıltan elçabukluğunu farketmemiz çok zor değil. Ama dikkatsiz bir kulak ve zihin için, her iki illüzyon da fazlasıyla yanıltıcı.
Ama zihnimiz, birbirinden farklı yanılma türlerine sahip. Bunun için bir diğer illüzyonu sizlere takdim etmeme izin verin.
Bazen zihnimiz bize oyunlar oynar, ve aslında hiç orada olmayan şeyleri oradaymış gibi görebilir veya duyabilir. Bunun en meşhur örneği, insan gözünün kör noktası. Gözlerin optik sinirlerle birleştiği bu nokta, retinanın başladığı yere dek uzanır. Ve tam bu alana düşen görüntüleri, optik sinirlerin kapatması nedeniyle göremeyiz. Ama beynimiz, boşluk kabul etmez. Aslında var olmayan bir görüntü icat eder ve boşluğu doldurur. Bu sayede, kör noktayı karanlık olarak algılamayız.
Bunun bir benzerini, kulaklarımız da yapabilir. Hatta az önce yaptı bile. İnanmıyorsanız, insan gözünün kör noktası ile ilgili anlattığım bölümün aynısını, size tekrar dinleteyim. Ama bu kez, arkadaki dikkat dağıtıcı sesler olmadan.
Bu dinlediğiniz, başta yaptığım konuşmanın birebir aynısıydı. Tek fark, ilkinde aradaki boşluklara kurgu sırasında farklı farklı sesler serpiştirdik. Anlamsız gürültüler. Ve beyniniz, bu sesleri, boşlukları doldurmak, konuşmamın anlamını tamamlamak için birer harfmişçesine algıladı, öyle yorumladı. Buna, fonemik restorasyon adı veriliyor. Bir nevi halisülasyon görüyoruz yani. Orada olmayan sesleri, sanki oradaymış gibi algılıyoruz 🙂 İlginç değil mi?
Diana Deutsch Kaliforniya Üniversitesi’nde bir psikoloji profesörü. Ama psikolojinin çok ilginç bir alanıyla ilgileniyor: Seslerle ve insanların sesleri nasıl algıladıklarıyla. Kendisi aynı zamanda “mutlak-yani absolüt” kulak. Günlük hayatta duyduğu her sesin, tonal karşılığını tespit edebiliyor.
Deutsch’un en popüler çalışmaları ise, keşfettiği işitsel illüzyonlar. Kulaklıklarınız kulağınızda değil mi? Şimdiki illüzyonu deneyimleyebilmek için bir kulaklık şart çünkü.
Şimdi, şunu dinleyin:
Sol kulağınızda duyduğunuz bu melodiye alıştırın kendinizi. Unutmayın, sol kulağınızda girdi olarak ulaşan işitsel veri bu. Şimdiyse sağ kulağınızda farklı bir melodi duyacaksınız.
İki farklı kanaldan, iki kulağımızla, iki farklı ses duyduk. Peki sizce, bu ikisini birleştirince, ne duyacağınızı, tahmin edebiliyor musunuz?
Hangi melodiyi hangi kulağınızda duyuyorsunuz? Seçebiliyor musunuz?
Her iki kulağımıza da iki farklı ton dizisi sunulduğunda, beynimiz en çok tonlar arasındaki müzikal ilişkiye önem veriyor. Ayrı ayrı dinlediğimizde, aslında bambaşka olan iki melodi, aynı anda duyulduğunda, beyinde yeniden organize ediliyor. Beynimiz, iki farklı kulaktak, iki farklı veriyi birleştirip, aşağı-yukarı hareket eden sıralı majör diziler olarak sunuyor bize.
Bu herhalde yalnız kulaklarımızla değil, aynı zamanda beynimizle duyduğumuzun en başarılı ispatlarından. Ama beynin düzen ve anlamlı bir örüntü arayışının, hakikati nasıl çarpıttığını da bizlere gösteriyor 🙂
Deutsch’un keşfettiği bir diğer illüzyon ise, Triton Paradoksu.
Şimdi size ardı ardına ikili seriler halinde tonlar dinleteceğim. Bu tonları pesten tize yükseliyor, ya da tizden pese alçalıyor gibi duyabilirsiniz. Dinleyin ve hangisi pes / hangisi tiz tespit etmeye çalışın. Hatta taklit etmeye çalışın.
Size her ikiliden sonra, benim ne duyduğumu piyanodan çalacağım.
İlki geliyor.
Alçaldı mı yükseldi mi? Ben şöyle bir şey duydum:
Aynı şeyi mi duymuşuz? Yoksa daha şimdiden ayrıştık mı 😀 Öyleyse ikincisi geliyor.
Ben şunu duydum:
Peki bu?
Bu sonuncusuydu. Benim duyduğumsa şu:
Eminim ki bu dört sesten en az birini, benden farklı işittiniz. Yok, eğer cevaplarınız aynıysa valla tebrik ederim, sizinle ruh eşi falanız herhalde.
Şaka bi yana, bu testi ille de kulaklıkla dinlemek zorunda değilsiniz. Podcasti azıcık geri sarın, sesi hoparlöre alın ve biriyle birlikte dinleyin.
Cevaplarınız mutlaka ayrışacak. Benim cevabımla ayrıştığınız gibi.
Peki hangi cevap doğruydu? Sizinki mi, benimki mi?
Aslına bakarsanız, her ikisi birden. Duyduğunuz tonlar özel seslerdi. Ve duyduğunuz aralık da özel bir aralıktı. Buna triton deniyor. Yani bir oktavın tam ortası, yarısı. Teknik açıklamaya girmek istemiyorum ama şunu bilseniz yeter: Bunlar muğlak, ikircikli, çift cevaplı seslerdi. Bu yüzden de iki cevabı da içinde barındırıyor ve iki cevap da doğru. Yani farklı duyuyoruz.
Deutsch’un keşfettiği daha da garip şey ise şu: Farklı dili konuşan farklı kültürlerin, verdiği cevaplar çok daha farklı sonuçlara sahip. Ana dili Türkçe olanların vereceği cevaplar aralarında ayrışsa da ortalamaya vurulduğunda bir ortaklık görülebiliyor. İngilizce veya Çince konuşanların cevapları ise bambaşka cevaplarda ortaklaşıyor. Yani konuştuğumuz dilin melodik yapısı, cevaplarımızı belirlememizde etkili. Daha geçen bölümde konuştuğumuz, sağlaklık veya solaklık da öyle.
Melodik yapı demişken, Diana Deutsch’un absolüt kulak olduğunu, her şeyi müzikal ton olarak algıladığını söylemiştim değil mi? Bu oldukça nadir görülen, bayağı Allah vergisi diyebileceğimiz bir yetenek. Yani bende olmadığı gibi, muhtemelen sizde de yok. Ama üzülmeyin, Diana Deutsch’un size güzel bir haberi var 🙂
Deutch, bilimsel çalışmalarını yalnızca makale olarak yayınlayan bir bilim insanı değil. Zaman zaman, çalışmalarını kendi sesinden anlattığı ve işitsel örneklerle birleştirdiği, sesli CD’ler de yayınlıyor. İkinci CD’sinin post-prodüksiyon sürecinde ise, bizzat kendisi de çalışıyor. Ve seslerin doğru duyulduğundan emin olmak, ekolayzr ayarını yapmak için, bazı bölümleri tekrar tekrar dinliyor. Konuşmasına bir nevi ince ayar çekmek için belli bölümleri loop’a alıyor.
Sıra şu bölümün ince ayarını yapmaya geliyor:
Deutsch, bu bölümün özellikle bir kısmını stüdyosundaki hoparlörlerden loop’a alıyor…
… ve ardından koltuğundan kalkıyor, ofisinden çıkıyor ve mutfağa, kendisine bir kahve almaya gidiyor. Bir süre sonra ise, mutfakta şu soruyu soruyor kendine: “Biri şarkı mı söylüyor?”
Siz de şarkıyı duyuyorsunuz değil mi? Deutsch mutfakta aslında şunu keşfediyor: Bir konuşmayı olağan akışında dinlediğimizde, konuşma olarak algılıyoruz. Ama doğru yerden, doğru bir şekilde loop’a alıp, seslere müzikal bir bağlam yarattığımızda, duyduklarımız düz bir konuşmadan çok, bir melodiye benziyor. Şu melodiye:
Ardından aynı kaydı, başkalarıyla da test ediyor Diana. Herkesin verdiği cevap aynı…
Anlayacağınız, hepimiz, birazcık absolüt kulağa sahibiz. Günlük hayatta müzik olarak algılamadığımız şeylere, doğru bir şekilde düzenlediğinde, tonal karşılıklar atayabiliyoruz. Ve onu müzik olarak algılayabiliyoruz.
Aslına bakarsanız, bölüme ekleyebileceğim daha çok fazla işitsel illüzyon var. Psikoakustik dünyası derya deniz. Ama devam edersem bu bölümün sonu gelmeyecek. Bu yüzden diğer illüzyonları, belki ileride bir ikinci bölüm olarak sizlerle paylaşırız. Ama şimdilik, size illüzyonlarla ve algılarımızla ilgili son birkaç şey söyleyeyim:
İllüzyonları çoğu zaman, olağanın dışında şeyler olarak görmeye meyilliyiz. Görsel veya işitsel illüzyonlar: Sonuçta hepsi, yanıltmak amacıyla özellikle üretilmiş yapay şeyler, değil mi? Ama belki de yanılıyoruzdur? İllüzyon belki de olağanın ta kendisidir?
Ne mi demek istiyorum? Vallahi anlatmak için her şey hazır: Kulaklıklarınız kulağınızda. Eğer kulakiçiyse, hepten iyi, çünkü dış sesleri de duymayacaksınız.
Şimdi sizden son bir isteğim var. Benden hemen sonra, söyleceğim cümleyi sesli bir şekilde tekrar etmenizi istiyorum. Tahminen benim konuştuğum desibelde konuşsanız kâfi. Hazır mısınız? Bip sesinden sonra, şimdi söyleyeceğim şeyi aynen tekrar edin:
“Şu anda kendimi gerçek sesimle mi duyuyorum?”
Duyduğunuz ses, her zaman duyduğunuz sesiniz miydi?
Yoksa her zamankinden daha boğuk, daha pes bir ses miydi? Peki şimdi bir de kulaklığı çıkarıp aynı cümleyi söyleyin: “Şu anda kendimi gerçek sesimle mi duyuyorum?” Size birkaç saniye tanıyacağım, ben burada bekliyorum sizi, hadi.
Buradasınız değil mi? Neden farklı duyduğunuzu açıklayayım:
Duyduğumuz sesin önemli bir kısmını aslında hava yoluyla duymuyoruz. Ses, bedenimizden çıkıyor ve her şeyden önce vücudumuzu titreştiriyor. Ağzımız ve kulağımız da birbirine çok ama çok yakın. Ses, kafatasımızın kemikleri aracılığıyla doğrudan iç kulağa iletiliyor. Düşük frekanslar ise kemiklerimizi en iyi titreştiren sesler. Bu yüzden kulaklıkla konuştuğumuzda alçak frekansları baskın duyuyoruz, yani bedenimizin sesini.
Tam da bu nedenle, kaydedilmiş sesimizi dinlemek bize bir garip geliyor. “Benim sesim böyle mi ya?” diye soruyoruz. Her zaman olduğundan daha ince, daha cılız duyuyoruz onu. Çünkü onda bedenimizin titreşimi ve en pes frekanslar yok.
İllüzyon, işte tam da burada. Kendi sesimizi, hiçbir zaman başkalarının duyduğu gibi duymuyoruz aslında. Dünya üzerindeki bizi işitebilecek milyarlarca insandan farklı şekilde şahit oluyoruz kendi sesimize. Hatta buna mecburuz. O halde, bu durumda duyularımızın ve algımızın bizi sürekli yanılttığını, ve hakikatten uzaklaştırdığını mı söylemeliyiz? Bence bu biraz fazla ileriye gitmek olur.
Bu yüzden, belki de hakikatin katman katman olduğunu, farklı bakış açılarının hakikatin bütününün birer parçası olduğunu kabul etmemiz daha doğru olanı. Bu tabloda bize düşense, algıladığımız dünyaya inanmaktan başka bir şey değildir belki de. Öyleyse bölümün sonuna gelmişken sorayım:
Duyduklarınıza şimdi inanabiliyor musunuz?
“Duyduklarınıza inanamayacaksınız! İşitsel İllüzyonlar” için 2 yanıt
Kulaklığım yok bana bir kulaklık hediye edebilir misiniz?
Beynimiz bize oyun oynuyor olabilir.